Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
“İnsanın Başlangıcı” serimizde geçtiğimiz ay, anne rahmindeki yumurtanın döllenmesi sonucu oluşan zigot, tüplerdeki yolculuğunu tamamlayarak rahme gömülmüştü. Yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Rahmin yaratılış amacı bir bebeği büyütebilmektir. Bu yüzdendir ki ergenlikle birlikte olgunlaştığı ilk ândan itibaren yaşlanıp menopoza girene kadar gebelik hazırlığı içerisindedir. Şimdi ise döllenmiş yumurtaya kavuşmuş, yaptığı tüm hazırlıklar karşılık bulmuştur.
Gebelik hem bebek için hem de anne için başladı. Şimdi toprağın (rahim) ve tohumun (embriyo) değişme, büyüme ve olgunlaşma zamanı…
Döllenmiş yumurta, rahim boşluğunda yolculuk yaparken farklılaşmaya başlar. İç kısımda kalan hücre grupları bebeği oluştururken, dış kısımdaki hücre grupları da rahme yerleşmesinde rol oynar. Aynı zamanda plasentayı oluşturup anne ve bebek arasında bağ kurarak alışverişi sağlar.
Dış kısımda yer alan hücreler (trofoblast), rahme tutunduğunda o bölgedeki rahim dokusuna invaze olurlar.
İnvazyon tıbbi bir terim olup sirayet etmek, yayılmak anlamında kullanılır. Bazı kötü hücrelerin çevresine saldırıp yayılması durumu da “invaziv olmak” terimiyle açıklanır.
Bebeğin rahme gömülmesi, yerleşeceği bölgedeki rahim dokusunu eriterek içeri girmek için kendisine yer açmasıyla gerçekleşir. Bebeğin rahme gömülürken yaptığı doku istilası, rahimde önemli bir değişikliği başlatır. “Desidual reaksiyon” olarak isimlendirdiğimiz “gebelik rahmi oluşumu” tetiklenir. Rahim, dönüşüm geçirmeye başlar ve sonunda gebelik rahmi oluşur.
Gebelik rahmi, her kadının sahip olduğu rahimden çok farklıdır. Öncelikle hayız olan rahim bölümü, karşı taraftaki dokuyla birleşir ve kaybolur. Hayız olan doku ortadan kalktığı için bir kadın, gebeliği boyunca hayız olamaz.[1] Doğumdan sonraki dönemde rahim eski hâline dönerken hayız olan bölüm tekrar oluşur.
Gebelik rahminin devasa bir büyüme kapasitesi vardır. Dört beş parmak boyundaki rahim, gebelik boyunca bebekle beraber günden güne büyüyerek annenin tüm karnını doldurur; doğumla beraber küçülür ve eski hâline döner.
Rahim, vücudun en güçlü kas tabakalarından biridir. Gebelik boyunca bebeği sarar ve tüm zararlı etkenlerden korur:
“Onu bir su damlası/meni olarak sağlam bir yere/rahme yerleştirdik.”[2]
Gebelik boyunca asla kasılmayan, sakince bebeği koruyan rahim, gebeliğin sonlarına doğru yavaş yavaş doğuma hazırlanmalıdır. Rahim kaslarının kasılması da, gevşek olup bebeği içeride tutması da Rabbimizin (cc) dilediği zamana kadar kontrol altındadır:
“Sizi o sağlam yerleşim yerine (rahme) yerleştirdik. Bilinen bir zamana kadar. (Bunları yapmaya) güç yetirdik. Biz ne güzel güç yetirenleriz.”[3]
Rahim, gebeliğin sonlarına doğru hormonların etkisiyle ara ara kasılır, doğum yaklaştıkça da kasılmalar sıklaşır ve şiddeti artar. Rahim kasılmalarının uzun sürmesi ve sıklaşması doğumun habercisidir. Kasılmalar en üst seviyeye çıktığında, Allah’ın (cc) izniyle, bebek dışarı çıkar ve doğum gerçekleşir. Görüldüğü üzere rahim, bebeğin ihtiyaçlarına tam zamanında yanıt verebilen çok özel bir dokudur.
Bebek, rahme gömüldüğü ilk zamanlarda kendisi için hazırlanmış kan göletlerinden/besin depolarından ihtiyaçlarını karşılar ve bir yandan büyürken bir yandan da daha derine gömülür. Bir süre sonra besin depoları, bebeğin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalır. Tam bu zamanlarda bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak için, rahmin ve bebeğin dış tarafındaki hücrelerin iş birliğiyle plasenta oluşumu başlar.
Plasenta, anne ile bebeği birbirine bağlayan dokudur ve bebek için hayati öneme sahiptir. Plasenta ve uzantısı olan göbek bağı (kordon), bebeği yaşama bağlar. Plasenta aynı zamanda bir bariyerdir. Bebek için zararlı olabilecek şeylerin anneden bebeğe geçmesini engellemeye çalışır.
Bebeğin akciğerleri nefes alıp vermez, oksijen için plasentayla anneye bağlıdır.
Bebeğin böbrek ve bağırsakları yetişkinlerdeki gibi çalışmaz, vücudunda oluşturduğu atıkları uzaklaştırmak için plasentayla anneye bağımlıdır.
Bebeğin ihtiyacı olan besinler, plasenta yoluyla anneden gelir.
Anne, bebeğin ihtiyacı olan daha birçok molekülü bebeğine plasenta aracılığıyla sunar.
Anne ve bebek arasında kesintisiz alışveriş her ân devam etmesine rağmen anne ile bebeğin kanı birbirine karışmaz:
“İki denizi salıveren (birbirlerine karışmadan akmalarını sağlayan) O’dur. Bu, tatlı mı tatlı, bu da oldukça tuzlu ve acıdır. O ikisi arasında bir engel ve net bir sınır koymuştur.”[4]
İki deniz karşılaştığında birbirine karışmasını engelleyen Rabbimiz (cc), bebek ve annenin kan dolaşımını da birbirinden ayırmış, aynı zamanda bebeğin faydalanabileceği şekilde alışveriş yapabilmeleri için yeniden düzenlemiştir:
“(Onlar mı daha hayırlıdır yoksa) yeryüzünü yerleşke/yaşama alanı kılan, onun arasında ırmaklar yaratan, o (sarsılmasın diye dağlardan) kazıklar çakan, iki denizin arasına (birbirlerine karışmasınlar diye) engel koyan (Allah mı)? Allah’la beraber başka ilah mı?! (Hayır, Allah’tan başka ilah yok!) İşin aslı onların çoğu bilmiyorlar.”[5]
Elbette ki bu engeli/plasenta bariyerini, hikmetiyle var eden, bir ve tek olan Rabbimizdir.
Rabbimiz (cc), anne ile bebeğin arasını muhteşem bir uyumla düzenlemiş ve aralarına, akılları hayrete düşüren bir denge koymuştur.
İnsan vücudu kendi DNA’sına ve hücrelerine benzemeyen her hücreyi yabancı kabul eder ve ona saldırır. Rabbimiz bağışıklık sistemini iki misyon üzerinde programlamıştır: “Kendinden olanı tanı.” ve “Kendinden olmayanı öldür.” Bebeğin DNA’sının yarısı anneden gelse de diğer yarısı babadan gelir. Bir bütün olarak bakıldığında bebek, anneye yabancıdır. Fakat anne vücudu, bebeğine saldırmaz.[6] Rabbimiz bağışıklık sisteminin işleyişini tersine çevirir ve böylece rahimlerde olanı korur.
Bebek, anne karnındaki yaşamı boyunca bir parazit gibi davranır. Rahme gömülürken istila eder. Rahme gömüldükten sonra annesinden vitaminleri, besinleri, oksijeni; annenin bağışıklık sistemine ait molekülleri ve daha birçok faydalı şeyi emer. Atıklarını annesine verir. Büyüdükçe büyür, annesinin organlarını sıkıştırır. Gelişmek için hareket eder, doğmak için döner; bu sırada annesini iter, tekmeler, ağrılara sebep olur. Doğabilmek için rahimde kasılmalar oluşturur, annesine belki de hayatının en büyük ağrısını -doğum sancısını- yaşatır. Doğduktan sonra da sıkıntısı bitmez, aksine katlanarak artar. Fakat bir anne tüm bunlara rağmen bebeğini besler, büyütür, korur; her türlü zorluğa evladı için dayanır. Üstelik tüm bunları eziyet hâlinde değil; severek, isteyerek, olanca merhametiyle yapar.
Mantık penceresinden bakan bir insanın, anne ve bebek arasındaki bu ilişkiyi anlaması mümkün değildir. Annenin, Er-Rahmân ve Er-Rahîm olan Rabbimizin rahmetinden payı olmasa bu denge kurulamaz:
“Allah yüz tane rahmet yaratmıştır (ya da rahmetini yüz parçaya bölmüştür) ve her rahmetin arası yer ve gök mesafesi kadardır. Allah, bu merhametinin sadece bir parçasını yeryüzüne indirmiştir. İnsanlar, cinler ve hayvanlar bu bir parça rahmet sayesinde birbirlerine merhamet eder, birbirlerini sever ve birbirlerinin acılarını paylaşırlar. Hatta bir atın, yavrusunu ezmemesi için ayağını kaldırması, bu rahmet sayesindedir. Allah, Kıyamet Günü’nde kullarına merhamet etmek için doksan dokuz tanesini kendi katına saklamıştır.”[7]
Bir annenin merhameti bile insanı ne kadar etkiliyor, değil mi? Oysaki bizim rahmeti nefsine farz kılmış,[8] rahmeti her şeyi kuşatmış[9] ve bize annelerimizden daha merhametli olan[10] bir Rabbimiz var.
Rabbimiz bizleri; rahmet edip kurtuluşa erdirdiği, rahmetinden uzaklaştırıp hem bu dünyada hem ahirette helak etmekten muhafaza ettiği kullarından eylesin. Allahumme âmin.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
[1]. Gebelik esnasında görülebilen kanamalar hayız değildir, zira hayız olan doku kaybolmuştur. Bu kan, istihaze kanıdır. Detaylı bilgi için bk. Fıkhu’l Hadis Sünnet İlmihâli, 1/341
[2]. 23/Mu’minûn, 13
[3]. 77/Mürselât, 21-23
[4]. 25/Furkân, 53
[5]. 27/Neml, 61
[6]. Bazı nadir hastalıklarda annenin bağışıklık sistemi bebeğe saldırmak için antikor üretir ve bebeği öldürür/düşürür. Bu durum genel kaideleri bozmayan hastalık hâlidir.
[7]. Buhari, 6000; Müslim, 2752
[8]. “Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı.” (bk. 6/En’âm, 54)
[9]. “Azabıma gelince, onu dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır.” (bk. 7/A’râf, 156)
[10]. bk. Buhari, 5999; Müslim, 2754
İlk Yorumu Sen Yap