FÂRİSU’L İSLÂM: SA’D İBNİ EBÎ VAKKÂS

سعد بن أبي وقّاص Ebû İshâk Sa’d ibni Ebî Vakkâs Mâlik ibni Vuheyb (Uheyb/Vehb) El-Kureşî Ez-Zuhrî (ö. 55/675)

Geçtiğimiz yazımızda Fârisu’l İslâm, İslam’ın Süvarisi, Sa’d ibni Ebû Vakkâs’ın (ra) hayatından “Rabbinin Rızasını Uman” ve “Salih Adam” konularını anlatmıştık. Allah (cc) ayette Sa’d (ra) hakkında “Rablerinin rızasını umarak”[1] buyruğunda rıza-i İlahi arzusuna şahitlik etmişti. Allah Resûlü de (sav) “Ashâbımdan salih bir adam”[2] buyurarak salih bir zat olduğuna şahitlik etmişti.

Böylece Sa’d (ra) yaptığı güzel amellerle kıyamete kadar anılacak güzel bir iz bırakmıştı. Allah Resûlü’nün (sav) sürekli yanında duruşu, onun başında bekleyişi onu salihler zümresine katmıştı. Bizler de Allah’ın (cc) ve Resûlullah’ın (sav) davasının bekçileri olarak ve onların izlerinden giderek, inşallah, ahirette bu fazilete nail olabiliriz, demiştik.

Bu yazımızda kaldığımız yerden devam edecek ve onun diğer fedakârlıklarından bahsetmeye çalışacağız.

İslam’da İlk Ok Atan

Sa’d ibni Ebû Vakkâs (ra) Medine’ye hicret edip savaş izni verilince Allah Resûlü (sav) ve ashâbı artık mücadeleye başlamıştı. Sa’d (ra) istisnasız tüm savaşlara katılmış ve hep ön safta yer almıştı. Birçok savaşta birçok görev almış ve hepsini en güzel şekilde yerine getirmişti. Nişancılığıyla anılan yiğitlerden biriydi.

“Sa’d, Bedir ve Uhud gazvelerine katıldı. Uhud Günü, insanlar dağılıp kaçtığında Allah Resûlü’nün (sav) yanında sabit kalanlardandı. Hendek ve Hayber gazvelerine, Hudeybiye Antlaşması’na ve Mekke’nin fethine de katıldı. Mekke’nin fethi günü muhacirlerin üç sancağından biri onun yanındaydı. Allah Resûlü (sav) ile birlikte bütün gazvelere katıldı. O, Allah Resûlü’nün (sav) ashâbı arasında nişancı olarak anılanlardandı.”[3]

Öyle ki Sa’d (ra) Hicretin ilk günlerindeki ilk seriyyelere katılmış ve burada mücadeleler sergilemişti. Hatta Allah Resûlü (sav) Hicretin ilk yılında bir birlik hazırlattırıp başlarına Sa’d’ı komutan olarak atayıp, ona bayrak teslim edip, Kureyş kervanına karşı bir seriyye düzenlemişti. Bu seriyye bizzat onun adıyla anılmıştı.

“Sa’d ibni Ebû Vakkâs Seriyesi

Sonra, Sa’d ibni Ebû Vakkâs Seriyesi Resûlullah’ın (sav) Hicretinin dokuzuncu ayında Zilkade ayında Harrâr’a doğru düzenlendi. Resûlullah (sav) onun için beyaz bir sancak bağladı. Bu sancağı Mikdâd ibni Amr El-Behrânî taşıdı. Sa’d’ı, Kureyş kervanlarından birine baskın yapmak üzere, Muhâcirlerden yirmi kişilik bir birlikle gönderdi. Ona, Harrâr’ı geçmemesi talimatını verdi.

Harrâr, Cuhfe’den Mekke’ye doğru giderken sol tarafta, Hum yakınlarındaki bir bölgede bulunan su kuyularının adıdır.

Sa’d şöyle anlatır:

‘Yola yaya olarak çıktık. Gündüz gizlendik, gece yürüdük. Beşinci sabahın erken vaktinde oraya ulaştık. Ancak gördük ki kervan bir gün önce oradan geçmiş. Bunun üzerine Medine’ye geri döndük.’ ”[4]

İşte bu ilk seriyyelerin başında büyük bir ünvan kazanmıştı. İslam’da ilk kan döken olduğu gibi İslam’da ilk ok atan da yine Sa’d (ra) olmuştu.

Sa’d ibni Ebû Vakkâs’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Şüphesiz ki ben, Allah yolunda ok atan ilk Arab’ım. Biz, Nebi (sav) ile birlikte gazveye çıkardık ve yiyeceğimiz bir şey olmazdı sadece ağaç yaprakları olurdu. Öyle ki birimiz ihtiyacını deve veya koyun gibi yapardı, hiçbir yumuşaklık olmazdı.”[5]

İslam’da ilk olmak daima övülmüştür. Bir işte, bir davranışta, bir tavırda öncü olmak, sıradan bir tercih değil, büyük bir şerefin adımıdır. Zira ilk adımı atmak, karanlığı yaran bir ışık gibi, geriden gelenlere yol gösterir. Tarih hiçbir zaman ilkleri ve öncüleri unutmaz. Tereddütsüzce ilk iman eden olması, sadık dostluğa sahip olmasıyla Ebû Bekir (ra) unutulmamıştır. Vahyin geldiğini duyduğunda bir saniye bile duraksamadan “Allah seni zayi etmez.” diyerek vahyin ağır yükünü hafifletmesiyle Hatice (r.anha) unutulmamıştır. Kâbe’nin üzerinden semaya yükselen ezan sesiyle tüm yeryüzüne tevhid ve sünneti ilan etmesiyle Bilâl (ra) unutulmamıştır. Henüz gençliğinin baharındayken hidayet çağrısı için öz yurdunu terk edip başka topraklara hicret ederek bir şehrin hidayetle aydınlanmasına vesile olmasıyla Mus’ab (ra) unutulmamıştır. İşte Sa’d ibni Ebû Vakkâs da (ra) İslam yolunda ilk ok atan yiğit olmasıyla unutulmamıştır ve unutulmayacaktır.

Bunun sebebi bellidir. Çünkü Allah (cc) ilkleri övmüştür.

“Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte.”[6]

“(İman ve salih amelde) önde olanlar, (onlar) öncülerdir. Bunlar (Allah’a) yakınlaştırılmışlardır. Naim Cennetlerinde, birçoğu öncekilerdendir. (Geçmiş ümmetlerdendir.) Az bir kısmı da sonrakilerdendir.”[7]

İşte bu yüzden bizler de ilklerin izinden gitmeli, öncü olma şuuruna varmalıyız. Günümüz dünyasında bizler için de “ilk” olmak hâlâ mümkündür. Ancak bunun için düşünmek, karar vermek ve cesaretle adım atmak gerekir. Bugün bizlere düşen, tevhid sancağını ilk kaldıran olmaktır. Bu sancağı ilk defa yakın köylere ve şehirlere taşıyanlardan olmaktır. Bulunduğumuz topraklarda tevhid hakikatini haykıran ilk ses bizim sesimiz olmalıdır. Bir şehrin karanlığına vuran ilk ışık bizim çabamızdan doğmalıdır.

Mesela yalnız Allah’ın (cc) anıldığı ve yüceltildiği, içerisine giren kişilerin kalplerinin hidayetle dolduğu mescidleri ilk bizler inşa etmeliyiz. Mesela gençlerin zamanın fitnesinden korunduğu, vakitlerini dine uygun bir şekilde hayırla geçirebileceği ilk merkezleri bizler hayata geçirmeliyiz. Mesela teknolojiyi hakkıyla kullanarak sosyal medyada tevhidin ve sünnetin sesi olup hakikatleri haykıran ilk bizler olmalıyız. Zira çağın üstünlük vesilelerini ilk doğru anlayanlar davetlerinde başarılı olup dünyada güzel bir iz bırakabilirler.

En önemlisi İslami bir beldenin hayalini kurmakla yetinmemeli, bu hayalin ilk temel taşlarını bizler atmalıyız!

Umulur ki bizden sonra gelen nesiller, “Bir zamanlar bu ülkede, bu şehirde, bu mahallede… ilk defa Allah’ın dinini yayanlar onlardı.” derler. Ve belki de bizim adımız bir dua olarak onların dillerinde yankılanır.

“Anam Babam Sana Feda Olsun!”

Daha sonra Sa’d ibni Ebû Vakkâs (ra) birçok seriyye ve birçok gazvede bulunmuştu. En önemlileri olan Bedir’de ve Uhud’da bulunmuştu. Öncelikle Bedir’de Rabbimizin (cc) “Dilediğinizi yapın, şüphesiz ki sizleri bağışladım. Cennet size vacip oldu.”[8] müjdesine nail olmuştu. Bu savaşta büyük kahramanlıklar sergilemişti. Diğer sahabiler onun bu kahramanlığına şahitlik etmişti.

“Abdullah ibni Mes’ûd dedi ki: ‘Andolsun, Bedir Günü’nde Sa’d’ın, insanlar arasında bir süvari gibi savaştığını gördüm.’ ”[9]

Sa’d (ra) bu savaşta büyük fedakârlık gösterdiği için belki de Allah (cc) onun bu fedakârlığına karşılık ona mükâfatlarda bulunmuştu. Henüz dünyadayken ona bolca evlatlar vererek lütufta bulunmuştu. Ahirette ise daha büyük ikramlar onu beklemektedir.

Sa’d ibni Ebû Vakkâs’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Bedir’e katıldığımda yüzümde dokunabildiğim yalnızca bir tane kıl vardı. Allah bana bundan sonra çokça sakal verdi.’ Yani çok sayıda evladı olduğunu kastetmiştir.”[10]

Sonra Sa’d (ra) Uhud’da bulunmuştu. Yaptığı en büyük fedakârlıklardan biri Uhud Günü’ndeki tutumuydu. Uhud, önce Talha’nın (ra) sonra Sa’d’ın (ra) günüydü. Allah Resûlü’nün (sav) yanında sebat etmiş üç beş yiğitten biriydi. Allah Resûlü’ne (sav) yönelen kılıçlara oklara karşı bedenini siper etmişti. Allah Resûlü’nü (sav) o gün canı pahasına korumuştu. Ve akabinde o büyük övgüye nail olmuştu.

Abdurrahman ibni Şeddâd’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Alî’yi şöyle derken işittim:

‘Nebi’nin (sav) Sa’d ibni Mâlik dışında kimse için anne ve babasını andığını duymadım. Şüphesiz ki onu Uhud Günü ‘Ey Sa’d! At. Anam babam sana feda olsun.’ derken işittim.’ ”[11]

Sa’d’ın (ra) bu büyük övgüye nail olmasının sebebi malumdur. Canı pahasına Nebi’nin (sav) canını kurtarmıştır. Binlerce ok atmış ve binlerce oka göğsünü siper etmiştir. Bu sadakatinden ve cesaretinden dolayı bu kıymetli söze nail olmuştur. “Anam babam sana feda olsun!” sözü Araplar arasında çok ayrı bir öneme sahipti. Bu kıymetli söz, en kıymetli olanın dudaklarından dökülünce daha da bir kıymetli olmuştu. Allah Resûlü’nün (sav) kimse için değil, yalnız Sa’d (ra) için bu sözü söylemesi daha da bir kıymetliydi. Hem sevginin hem takdirin zirvesi.

Ki Sa’d (ra) o gün bu nişaneyle kahramanca şu şiiri okumuştu:

أَلَا هَلْ أَتَى رَسُولَ اللَّهِ أَنِّي … حَمَيْتُ صَحَابَتِي بِصُدُورِ نَبْلِي

أَذُودُ بِهَا أَوَائِلَهُمْ ذِيَادًا … بِكُلِّ حُزُونَةٍ وَبِكُلِّ سَهْلِ

فَمَا يَعْتَدُّ رَامٍ فِي عَدُوٍّ … بِسَهْمٍ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَبْلِي

وَذَلِكَ أَنَّ دِينَكَ دِينُ صِدْقٍ … وَذُو حَقٍّ أَتَيْتَ بِهِ وَعَدْلِ

يُنَجَّى الْمُؤْمِنُونَ بِهِ، وَيُجْزَى … بِهِ الْكُفَّارُ عِنْدَ مَقَامِ مَهْلِ

فَمَهْلًا قَدْ غَوِيتَ فَلَا تَعِبْنِي … غَوِيَّ الْحَيِّ وَيْحَكَ يَا بْنَ جَهْلِ

“Dikkat edin! Allah Resûlü’ne ulaşmış mıdır ki… Şüphesiz ki ben, arkadaşımı cesur göğsümle korudum

Onunla başlangıçta savundum… Her engebeli arazide ve her düzlükte korudum

Düşmanın içinde hiçbir okçu… Benden önce ok atamadı Ey Allah’ın Resûlü!

İşte senin dinin doğruluk dinidir… Kendisiyle geldiğin hak ve adalet dinidir

Müminlerin kendisiyle kurtulduğu ve cezalandırıldığı… Kâfirlerin süre verilen bir makamda

Yavaş ol! Sen sapıklığa düştün, beni ayıplama… Kavmin sapığı, yazıklar olsun sana ey cahilin oğlu![12]

İşte bize düşen. Sa’d’ın (ra) bu fedakârlığını, yalnızca hayranlıkla okumak değil, öyle bir övgüye nail olacak bir kulluk için gayret göstermektir. Bugün belki Uhud gibi belki Uhud’dan daha zor bir zamanın içerisindeyiz. Çünkü düşman, bedenlerden daha çok zihinleri hedef almakta. Kâfirler inancımıza şirk okları atmakta. O hâlde bizler de Sa’d (ra) gibi korkmadan, çekinmeden davanın ön safında yer alarak müdafaa yapmak zorundayız. İmanımızla, menhecimizle, ahlakımızla Allah Resûlü’nün (sav) yolunu korumalıyız. Ancak böylelikle bizden sonrakilere hüsn-ü misal olabiliriz.

Devam edecek inşallah…


[1] bk. 6/En’âm, 52

[2] Müslim, 2410

[3] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/132

[4] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 2/7

[5] Buhari, 3728; Müslim, 2966

[6] 9/Tevbe, 100

[7] 56/Vâkıa, 10-14

[8] Buhari, 4274

[9] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/131

[10] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/132

[11] Buhari, 4059; Müslim, 2411

[12] Sîretu İbni Hişâm, Abdulmelik ibni Hişâm, Şirketu Mektebeti ve Matbaati Mustafâ El-Bâbî El-Halebî ve Evlâdihi, 1/595

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver