Ey Taif’den Dönen Kardeşim Üzülme

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Allah’a hamd ediyor, Rasûlü’ne salât ve selam getiriyorum. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun kardeşim. Uzunca bir süredir seninle hasbihal edememiştik. Geçen ay Allah’tan subhanehu ve teâlâ yardım isteyip yeniden başlayalım diye düşündük. Yazımızı yazdık yazmasına da yayınlayamadık. Teknoloji hayatı kolaylaştırıyor diyorlar ya inanma! Bazen öyle son dakika olumsuzlukları açıyor ki insanın başına, sorma gitsin. E tabi ‘paralel’i de unutmamak gerekir bu arada. Hükümetin, yargının, emniyetin paraleli olur da haberleşmenin olmaz mı? Mailleri, mektup ve mesajları bazen muhataptan önce okuyorlar. Normalde iyi çocuklardır, açıp okuyup hocalarına/abilerine ilettikten hemen sonra itinayla eski haline çevirip sahibine ulaştırıyorlar. Hemen kızıp kahhariye okumaya, mulaaneye davet etmeye kalkma. Zaten onlar kalkanlı. Cevşen ve hoşgörü kalkanı onları muhafaza ediyor. Seninki onlara işlemiyor, işlemiyor da, Pensilvanya baba hazretleri kızmaya görsün, onun öfkesi Malatya’da kayısıya don, Erzurum’da havaya -8, Karadeniz’de hamsiye kıtlık olarak yansıyor. Sen sen ol! Kızma. Bu ay eline geçenle yetin.

Yüzünü güldürmesini ve bu halin kıyamette de geçerli olmasını umduğum bu girişten sonra; madem bana sorular sormuşsun, bu ayki hasbihalimizi soruların cevabına ayıralım.

Kardeşim,

İslam eğitiminin kendine özgü özellikleri vardır. Kitap ve Sünnet’in bütününden bu çok rahat anlaşılabilir. Ciltlere konu olacak bu meseleyi bazı maddeler halinde özetleyecek olursak şunu, söyleyebiliriz:

Bilgiyi öz ve anlaşılır hale getirmek

Hayatın içinden örneklendirmelerle soyut olanı somut hale getirmek

Sürekli tekrar etmek suretiyle bilgiyi perçinlemek ve aktif hale getirmek

Örneklik misyonu (Peygamber, alim, salih ve öncü şahsiyetler) üzerinden pratik olarak göstermek.

Bu maddelere dikkat edersen, üçüncüsü senin sorunla alakalıdır. Zamane insanı bilginin tekrarından sıkılıyor, önemli meseleler birkaç tekrardan sonra önemini yitirdiği gibi, sıkıcı bilgiler halini alıyor. Buna nasıl bir çözüm bulabilir, mühim meseleleri sıkıcı olmadan karşıya nasıl aktarabiliriz?

Değerli Kardeşim,

Öncelikle şu hususu belirtmek isterim. Zamane insanının bu tavrı, modern cahiliyenin insan karakteri üzerindeki olumsuz etkisindendir. Modern cahiliyye hız, haz ve hayal üzerine kurulmuş bir dindir. İnsanlığı, haz alacağı her hayali hiç beklemeden, akıbetini düşünmeden hızlıca hayata geçirmeye çağırır. Küçük bir çocuk doğumundan itibaren maruz kaldığı subliminal mesajlarla bu karaktere hazırlanır. Bu; İslam’ın sıdk/gerçekçilik, sabır ve teenni, şehvetlere gem vurma/irade karakterinin zıddıdır. Şeytanın insanı ayartması ve kendine hizb/parti kılması, bu üç vahye dayalı karakteri kırmakla mümkündür. Bu sebeple hayatın her alanına, hususen de teknolojiye serpiştirilen metaforlarla insanlar hız, haz ve hayale davet ediliyorlar.

Bilmiyorum farkında mısın? Son zamanlarda şu tarz ilan ve başlıklar ne kadar çoğalmaya başladı:

Yedi günde pratik İngilizce

Üç haftada zengin olmanın incelikleri

On adımda başarının sırrı

Üç hamlede başarılı liderlik

İnsanları öyle bir hale getirdiler ki bir ömür harcanarak elde edilen değerler 3-5 rakamına indirgenerek önemsizleşti. Karşımıza her konuda bir şeyler bilen, hakikatte hiçbir konuda bilgisi olmayan tuhaf tipler çıkmaya başladı.

Unutma ki bizler eğitimciyiz. İnşa etmeden önce, yanlış olanları tahrip etmek; ekin yapılacak alanı temizlemekle mükellefiz. Bizden öncekiler bu tarlayı taşlı bırakmış, acaba bu taşların arasına tohum atıp, nasıl ekin alabiliriz dersek asıl eğitime muhtaç olanların bizler olduğunu ortaya koymuş oluruz.

Kur’an’ı bu gözle okumanı istirham edeceğim. Göreceksin ki aynı bilgi neredeyse her sayfada tekrar ediyor. Öz olan, asıl konumunda bulunan meseleler, yüzlerce defa aynı veya benzer lafızlarla sahabeye işlenmiş.

Bu üslubun onun pratiği olan Rasûl’e de sallallahu aleyhi ve sellem yansıdığını görüyoruz. Konuşurken bir kelimeyi üç defa tekrar eder, harflerin sayılayacağı ağırlıkta konuşurdu. Hadislerin çoğu birbirinin tekrarı şeklindedir. Yani aynı mesajı tek bir mecliste tane tane, üzerine basa basa anlatıyor. Ve belli aralıklarla aynı konuya tekrardan dönmek suretiyle ashabını eğitiyordu.

Bizler de bu örnekliğin dışına çıkmamalıyız. İnsanların modern cahiliyyeden kaynaklı gayri İslami karakterlerini terbiye edip, İslam’a uygun hale getirmeliyiz. Vermek istediğimiz mesajlardan önce, bu hali düzeltecek bir eğitime tabi tutmalıyız muhataplarımızı. Olmadığını düşünürsek, yani muhatabımız asli bilginin tekrarından sıkılıp, uyumsuzluk göstermeye, daha fazla, daha fazla diyerek bizleri hız bataklığına çekmeye çalışırsa: pak vahyin metodunu terk etmek yerine, muhatabı terk daha akıllıca olur.

Şunu hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. ‘Ben bunları bilirim’ ya da ‘Menhec suya düşse yeniden yazarım’ gibi afilli sözler edenler, bu sözleri lisan-ı halleriyle söyleyenler, ya İslam çizgisini ya da onun hayat bulduğu cemaat dairesini çoktan terk ettiler.

Bu noktada bir mesele kafa karıştırabilir. Bilgiyi çağın insanının anlayacağı ya da çağın gerekleriyle muhataba ulaştırmak gerekir. Peygamberler böyle yapmışlardır. İsa’nın aleyhisselam tıbbın yaygın olduğu bir ortamda tıp benzeri bir mucizeyle Allah’ı anlatması, Musa’nın aleyhisselam sihre benzer bir mucizeyle muhataplarını Tevhide davet etmesi, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem edebî bir ortamda mesajını Kur’an gibi beliğ bir kitapla insanlığa ulaştırması bunun örnekleridir.

Burada dikkat etmemiz gereken husus şudur: Bilginin içeriği özleştirilip, tekrar muhataba sunulmasında hiçbir değişiklik yoktur. Değişiklik araç olarak kullanılan materyallerdedir. Yani sen bilgiyi tekrar etmek ve üzerinde durmak kaydıyla bir animasyon slayt gösterisi ya da tiyatral bir üslupla da anlatabilirsin. Dersliğinde akıllı tahta kullanır, tablet eğitime geçebilirsin. Bu, çağ düzeyinde eğitime geçiş olur. Ancak aktarılan bilginin aslı ve tekrarla perçinlenip aktif hale gelmesi meselesine dokunamazsın.

Meramımı anlatmış olmayı umut edip, müsaadenle bu faslı kapatıyorum.

2. Meseleye gelince;

İslami harekette asıl olan, başlanılan amelde süreklilik ve sebattır. Bir alana girilmiş, bir çalışma başlatılmışsa; onu muhafaza, ‘az da olsa devamlılık’ ilkesine riayet etmek gerekir.

Konuya ‘asıldır’ hükmüyle başladım. Eminim bu dikkatinden kaçmamıştır. Yani; olması gereken, çaba harcanması lazım olan budur. Ancak her zaman netice, insanın istediği gibi olmayabiliyor.

Örneğin Taif seferi… Bu bir başlangıçtı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mekke cehenneminden çıkış, ashabına güvenli yurt, davetin neşv-u nema bulacağı bir rahim arıyordu. Bireysel olarak ilk girişimini Taif’e yaptı. Buraya kadar her şey normaldi. Rabbinin ona yüklediği davet misyonunu yerine getiriyor, davetin yayılması için çaba gösteriyordu. Taif’e gitti. Elinden geleni ortaya koydu. Ancak muhatap olan insanlar umduğu gibi çıkmamıştı. Destek vereceğini umdukları; onu yarı yolda bırakmış, şehrin ayak takımına taşlattırmak suretiyle öldürmeye teşebbüs etmişlerdi.

Nebevi hareketin seyrinde köşe taşlarından olan Taif seferini biz nasıl okumalıyız?

Kanaatimce bundan çıkarılacak dersleri şöyle özetleyebiliriz:

Bize düşen; vahyin bize yüklediği sorumlulukları yerine getirmek için çabalamaktır. Şayet bulunduğumuz zemin/vakıa sorumluluklarımızı yerine getirmeye müsait değilse arayış içinde olmalıyız. Dar bir alandaki imkânsızlığı bahane ederek sorumluluklardan kaçma kolaycılığına düşmemeliyiz.

Bu zemin arayışında bize düşen, zahirî sebeplere yapışmaktır. Sonuç alınıp alınamaması ise bizimle alakalı değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın elindedir.

Örneğin (Taif’ten) daha önce Rasûlullah ashabını Habeşistan’a yolladı. Bu da davetin yayılması ve eziyetlerden kurtulma hedefinin bir parçasıydı. Bu girişim sonuç verdi ve Müslümanlar kendilerini himaye eden bir devlet kazandılar. Ayrıca günümüz tabiriyle söylersek Mekke dağları arasında, kabilelerin meselesi olan İslam; uluslararası bir platforma taşınmış, bedevi putperestlerle mücadeleden, o dönemin en büyük dini olan Hıristiyanların gündemine girmişti.

Diyebilir miyiz, Cafer radıyallahu anh girişiminde başarılı oldu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise başarısız? Haşa ve Kella… Allah Rasûlü de başarılıydı, Cafer ve arkadaşları da. Çünkü iki taraf da üstlerine düşeni yapmış, vahye dayalı bir sorumluluk için zemin aramışlardı. Müslüman bireye düşen de bu değil midir? Çaba!

Sonuçlar ise tamamen âlemlerin Rabbinin elindedir. O mutlak ilmi ve hikmetiyle akıbet hakkındaki hükmünü verendir.

İslami harekette kayıp yoktur. Başlanılmış ve bitirilmiş meselelerde, başlanılan ama kaderin etkisiyle yarım kalanlar da tecrübedir. Yani bir sonraki adımın daha sağlam atılacağı bir kazanç… Zahiren sonuç alınamayan Taif’in kazandırdıklarını düşünsek, aslında müthiş bir kazanç olduğunu görürüz.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o mıntıkayı ve ehlini çok iyi tanıdı. Öyle ki Mekke’nin fethine kadar o bölgeye dönük hiçbir girişimde bulunmadı. Yani deneme-yanılmanın vakit kaybettiriciliğinden Müslümanlar kurtulmuş oldu.

Dönüş yolunda Ninovalı Addas’la karşılaştı. Addas ile aralarında geçen diyalog neticesinde Addas onun sallallahu aleyhi ve sellem Peygamber olduğunu anladı. Bu Rasûlullah’ın davetinin Ninova’ya yani Yunus b. Metta’ın aleyhisselam kavmine ulaşması için bir kapıydı.

Allah, Nebi’ye bir melek gönderip, dilerse o kavmi iki dağın arasında yerle bir edebileceğini müjdeledi. Ancak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ‘Onların zürriyetinden Allah’ı birleyen birilerinin çıkacağı umuduyla’ bunu kabul etmedi.

Bu yardım müjdesi, Allah’ın beraberliğini en derin hissettiği yerdi. Öyle ki bu olaydan sonra Zeyd’i radıyallahu anh şöyle teselli etmişti: “Şüphesiz Allah bu sıkıntı ve çektiğimiz acıları bizim için rahatlatma ve yardım vesilesi kılacaktır.”

Yaşadığı sıkıntı, Allah’ın yardım müjdesi imanını pekiştirmiş, yeni bir ruh ve canlılıkla Mekke’ye dönmüştü.

Bunun yanında yol boyunca birçok kabile/grupla karşılaşmış, bu gruplar onun sallallahu aleyhi ve sellem davetini bizzat ondan dinlemişlerdi.

İslam davası için yüreği kor misali tutuşan kardeşim. Ben inanıyorum ki sen kendin için üzülmüyorsundur. Senin derdin yapılan işin sonuçsuzmuş gibi kalmasıdır. Ancak bu üzüntü de yersizdir. Emin olabilirsin. Sen, sorumlukların için zemin arayan, elinden geleni ortaya koyan, ancak muhatapların maraz çıkarması sebebiyle Mekke’sine dönen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem durumundasın. Ve her meselede olduğu gibi bu meselede de “Sizin için onda güzel örneklik vardır.” (33/Ahzab, 21)…

Şayet bir zemin arayışı için memleketini terk etmiş ve zahiren sonuç almadan Mekke’ne dönmüşsen; Buna bakmalısın. Bu, senden kaynaklanıyorsa Allah’a istiğfar etmeli ve tevbeyle hatanı telafi etmelisin. Yok sen üstüne düşeni yapmış, elinden geleni ortaya koymuşsan harici sebepler sonuç almana engel olmuşsa sen Taif yolcususun demektir.

Olayın hikmetlerine odaklanıp Rabbine hamd edebilirsin. Rabbinden umduğun zemin için kimlerin uygun olup olmadığını, seninle aynı yolu paylaşacak yolcuların güzel yönleri ve eksik yönlerini Taif seferiyle öğrendin.

Hem insanlar seni bizzat senden dinledi. Nice önyargı putunun kırıldığını gözlerinle görmedin mi?

Kaç Ninovalı Addas’la karşılaştın? Kaç farklı Ninova’ya seninle alakalı, davetinin ve menhecinin paklığıyla alakalı güzel şeylerin gideceğini düşündün mü?

Bir sonraki Taif yolculuğunda nelerle vakit kaybetmeden direkt işe başlayabileceğinin tecrübesini hangi mektepte alabilirdin?

Gözlerinle şahit olduğun Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımları, geride her şeyiyle desteğini sunan kardeşler. Bunların kalpler üzerindeki olumlu etkisini düşündün mü?

İşte böyle Taif yolcusu. Sorduğun anlamlı soruya bir de bu tarafından bak istedim. Şahsi düşüncelerimi paylaştım seninle. Yolun yanlışlarını gördüğü halde, kınanma korkusu ve mahalle baskısıyla yerinde duran, zamanla da yanlışları sahiplenip onların savunucusu olmadığın için Allah’a hamd etmelisin. Bu yolda mahalle baskısını göze alamadığı için yerinde duran, menhecî hataları sahiplenmek şöyle dursun zamanla itikadi olarak savrulmalar yaşayanlar olduğunu da unutma. Ee biraz da anlayış göster tabi. Sen de bekliyorsun ki, ne var ne yok konuşalım. Ben yola kandili astım, yürümek ve daha farklı hikmetleri toplamak senin işin olsun. Seni hasret ve muhabbetin en içteniyle kucaklıyor, Rabbime emanet ediyorum. Bir sonraki hasbihalde görüşmek temennisiyle.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver