Allah’ın adıyla
Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Ey Nefis!
Görülmediğini düşündüğün için mi bu kadar rahatsın? Olma! Seni tüm gerçekliğinle teşhir eden bir ayna bulunmuş… Amel aynası. Evet, yanlış duymadın. Amel aynası… Geç karşısına ve izle kendini. Bir bak bakalım nasıl görünüyorsun? Sözlerine, düşüncelerine sonra eylemlerine… Bu öyle bir ayna ki neyse o! Yanılma, yanılsama, hatanın hiçbir çeşidine yer yok.
Aynada güzel bir suret görüyorsan, Allah’a hamd et. Umulur ki ayaklarını sabit, amelini sürekli kılar.
Aynadaki görüntüyü seçemiyorsan, daha dikkatli bak. Masiyetlerin kiri ve pasıdır gördüğün. Yüreğini tevbeyle yıka, istiğfarla Rabbine yönel. Sonra bir daha bak. Görüntü netleşmiştir… Tevbe ve istiğfara devam et, temizleneceksin. Temizlendikçe arınacak, arındıkça hafifleyecek, hafifledikçe rahatlayacaksın.
Hiçbir şey göremiyorsan, orada dur! Çünkü, ayna görüntü vermiyorsa kritik eşiğe gelmiş, hayati bir tehlikeyle karşı karşıyasın demektir. Sözü Allah Rasûlü’ne (sav) bırakıyorum… Tehlikeyi ondan dinle:
“Kıyamet gününde Tihame dağı kadar iyiliklerle gelecek topluluklar biliyorum. Allah onların iyiliklerini saçılmış toz zerreciklerine çevirir. Sevban dedi ki: ‘Onları bize açıkla, sıfatlarını belirt ey Allah Rasûlü! Ta ki bilmeden onlardan olmayalım. ‘Allah’ın Rasûlü buyurdu ki: ‘Onlar, sizin kardeşleriniz ve soydaşlarınızdır. Sizler gece namazına kalktığınız gibi onlar da gece namazından nasiplerini alırlar. Fakat onlar öyle bir topluluktur ki Allah’ın sınırlarıyla baş başa kaldıklarına (haramlara düşer) o sınırları çiğnerler.’ ” [1]
Ey Nefis!
En son ne zaman ağladığını hatırlıyor musun? Allah’a (cc) olan saygından, O’nun azametinden ya da Rabbine duyduğun sevgiden ötürü hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağladığın son zamanı soruyorum.
Neden? Sana Allah’ın ayetleri okunmuyor mu? “Onlara Rahman’ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlar.” [2] Yoksa sen hiç günah işlemiyor musun? “İşledikleri (günahlara) karşılık çok ağlayıp az gülsünler.” [3] Çağrıldığın her salih amele icabet eden bahtiyarlardan mısın? Yapamadığın, güç yetiremediğin, nefsine uyduğun olmadı mı hiç?
“Yine onlara binek temin etmen için sana gelip de: ‘Size verecek bir şey bulamıyorum.’ dediğin ve harcayacak bir şey bulamadıklarından gözleri yaş dolu olarak üzüntüyle dönüp gidenlere de bir günah yoktur.” [4]
İmtihana uğrayıp, sevdiklerinden de mi ayrılmadın? “Üzüntü (sebebiyle ağlamaktan) gözüne ak düştü.” [5]
Yaşadın, elbet yaşadın da, senin kalbin öyle bir katılaştı ki “Taş gibi hatta daha da katı.” [6] bir hâl aldı. Ağlayamayışın ondandır.
• Allah’ın yarattığı kevni ayetleri tefekkür etmezsen,
• O’nun şer’i ayetlerini tedebbüre değer görmezsen,
• Ayakta, otururken ve yan yatarken Rabbini anmazsan,
• Rahmetini umup, azabından sakınarak duaya durmazsan,
• Kabir ziyaretleriyle kalbini inceltmezsen,
• Bir yetimin başını okşayarak onun kimsesizliğine ortak olmazsan,
• Bir soytarı ya da dalkavuk olmak için yaratılmışsın gibi kendini her şeye gülmeye zorlar, hayatı gülmekten ibaret sanmaya devam edersen kalbin katılaştıkça katılaşacak… Öyle bir gün gelecek ki kalp katılığını cehennem ateşi dışında hiçbir şey gideremeyecek… O gün geldiğinde heyhat ki heyhat!
Ateş, kalpleri yumuşatmaz, eritir.
Ey Nefis!
Biliyor musun? Bazı insanlar vardır. Bastıkları toprak, oturdukları kürsü, bindikleri binek dahi kendilerinden daha hayırlıdır. Evet, yanlış okumadın. Bazı insanlar o kadar değersizdir ki, onları taşıyan hayvan dahi kendilerinden daha değerlidir. Allah Rasûlü, binekleri üzerinde sohbet eden insanlar gördü. “Bineklere zarar vermeden binip, zarar vermeden bırakın. Onları yollarda sohbet kürsüsü olarak kullanmayın. Nice binek vardır ki sahibinden daha hayırlı ve Allah’ı daha çok zikreder.” [7] buyurdu.
Buna mukabil insan vardır, Allah katında Kâbe’den daha değerlidir. Abdullah b. Ömer, müminin canını, malını, ırzını, onur ve kerametini koruyan nasları hatırlar, sonra dönüp Kâbe’ye şöyle derdi:
“Ey Kâbe! Ne kadar büyük bir dokunulmazlığa sahipsin. Fakat mümin, Allah katında senden daha dokunulmaz ve değerlidir.” [8]
Söyle ey Nefis! Sen hangi sınıftansın? Kul olduğunun farkında, Rabbini unutmayan, O’nu hamd ve şükürle tesbih eden, Kâbe’den daha değerli olanlardan mı?
Yoksa bindiği araba kadar olamayan, canlı cansız her şeyin kendinden daha hayırlı olduğu zikirsiz sınıftan mı?
Ey Nefis!
Başkalarını düşünüp, ahiretlerini dert edinmekten kendi ahiretini unutacak kadar alicenapsın (!). Lisanı hâlin zındıklara ait bir sözü haykırıyor: ‘Cesedim öyle büyüsün öyle büyüsün ki, cehennemde benden başka kimseye yer kalmasın.’
Farkında mısın? İnsanları uyarıp nasihatler dağıttığın konularda sürekli sınanıyorsun. Neredeyse yılda bir veya iki defa imtihan oluyorsun. Ne ders alıyor ne de tevbe ediyorsun.
“Her yıl bir veya iki defa (Allah tarafından) imtihan edildiklerini, (buna rağmen) tevbe etmeyip öğüt almadıklarını görmüyorlar mı?” [9]
Kalpleri perdeli, kulaklarında ağırlık olan, hidayete çağrılsalar da icabet edemeyen insanlar gibi davranıyorsun.
“Allah’ın ayetleri kendisine hatırlatıldığı hâlde yüz çeviren ve elleriyle yapıp ettiklerini unutandan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki anlamamaları için kalplerine perde germiş kulaklarına da ağırlık koymuşuzdur. Sen onları hidayete çağırsan bile ebediyen doğru yolu bulamazlar.” [10]
Seni dinleyen samimi bir dava adamı, adanmış bir yiğit, her ne görev verilse onun adamı olan müjde ehli bir hizmet adamı sanır.
Allah şahit, hakkını yiyemeyiz. Damarına basılmadığı, gökten zembille inmiş nefsin çiğnenmediği, cennet taşlarıyla süslü zülüflerine dokunulmadığı sürece iyi rol yapıyorsun.
Gel gör ki, işlerini savsaklar ama nasihatten hoşlanmazsın. İnsanlara yönetici olmak ister ama itaatsizlik, vurdumduymazlık, ben bilirimcilikle eline yüzüne bulaştırdığın işlerde sorumluluk almaz, suçu başkalarına yıkarsın.
Üzülerek belirteyim ki ey nefis, dava ne sinema filmi ne de sanal platform değil. Rol yaparak, inanmadığın şeyleri söyleyerek/yazarak işler yürümez. Sınanırsın, yılda bir, bazen iki. Yine sınanırsın… Yine… Anlayıp öğüt almaz, tevbe edip ıslah olmazsan, öyle bir yakalar ki Rabbin, ne yaptığın rol, ne kestiğin ahkâm, ne de inanmadan söylediklerin kurtarır seni.
Ey Nefis!
Değişmen gerektiğini biliyorsun. Ama sadece biliyorsun. Hiçbir adım atmıyor, bir yerden başlamıyorsun. Bir mucize mi bekliyorsun?
Sen değişmedikçe Allah seni değiştirmeyecek. “Bir kavim kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlarda olanı değiştirmez.” [11]
Şikayetlenmeyi bırak artık. Gerçekçi ol. Harekete geç. Değiştirmen gereken o kadar şey var ki! Hangisinden başlayacağını mı bilmiyorsun? Namazım, orucum, zikrim, ahlakım, infakım, itaatim, sadakatim… Gözünü mü korkutuyor liste? Korkma! Bir yerden başla… Birini olsun ıslah etmeye çalış, adım at. Sen değiştirdikçe Allah yardım edecek, sen istikamete döndükçe Allah sırat-ı müstakime olan hidayetini arttıracak.
Biliyorsun değil mi? Yerinde saymak diye bir şey yoktur. Bir insan ya ilerliyor ya da geriliyordur. Daha iyi anlayalım diye bir de şöyle söyleyeyim: İlerlemeyen her insan mutlaka geriliyordur. Allah’ın yanında üçüncü bir sınıf yoktur.
“Sizden ilerlemek ve geride kalmak isteyenler için.” [12]
Değişmeden, ıslah için çabalamadan öylece devam etmek, gerilemek demektir. İnsanlar geriler… Başladıkları noktaya varıncaya kadar devam eder bu gerileyiş… Allah kuluna merhamet eder. Gerileyişini fark ettirecek ayetler gönderir. Bazen bir nasihat olur, bazen bir yazı, bazen bir musibet… Kul, gerilemeye devam ederse başlangıç noktasına, sıfır çizgisine kadar devam eder. Sonrası… Allah muhafaza… Cahiliyeye dönüştür. Ne kadar uzak geliyor değil mi? Subhanallah… Bu dahi geriliyor oluşunun alametidir ey nefis! İlerleyen insanlar ürkek olur, kalpleri ahiret nedeniyle korku içindedir, çatık kaşlı bir günden çekinirler… Gerileyen insan emniyet içindedir. Her şeyin kapıları kendine açılmış, yalancı ve yanıltıcı bir sevinç içindedir.[13] Allah’ın rahmet ettikleri müstesna bu derin uykudan ölünce uyanırlar.
Ey Nefis!
Bilir misin? Öz nefsine Allah’ı hatırlatan yiğitler vardır. Dünyanın şehvetlerine, nefsin gafletine ve İblisin vesveselerine karşı ‘Allah’tan kork!’ diye hatırlatmada bulunurlar. Bazen dakikalar, bazen de saatlerce kendilerine dönük konuşurlar… Kimi zaman bir annenin şefkatiyle kiminde bir babanın şiddetiyle… Nefislerine nasihat ederler. Enes der ki: “Bir gün Ömer’le beraber çıktım. Bir bahçeye girdi. Aramızı bir duvar ayırıyordu. Onu şöyle derken işittim: ‘Ömer b. Hattab! Vay be! Müminlerin emiri Ömer! Allah’a yemin olsun ki, ya Allah’tan korkarsın ya da Allah sana azap eder.’ ” [14]
Kimisi bu kadar bahtiyar değildir… Nefsine nasihat edecek seviyeye ulaşmamıştır. Ancak, kalbi yumuşak, nefsin hakikatinden haberdar, nasihate olan ihtiyacının farkındadır. ‘Allah’tan kork!’ dendiği an durur. Yolunda gitmeyen, mümine yakışmayan bir şeylerin olduğunu anlar. Sözü dinler ve en güzeline tâbi olur.
“Onlar sözü işitip en güzeline uyarlar. Bunlar Allah’ın hidayet ettikleridir. Bunlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” [15]
Bir de nefsine nasihat edecek yiğitliği olmadığı gibi ‘Allah’tan kork!’ denmesine tahammülü olmayan nasipsizler vardır. Böylesinin dili çok tatlıdır. ‘Allah’ der, ‘Rasûlullah’ der, ayet okur, onu takva sahibi sanır, ‘Allah’tan kork!’ dersin. İşte o dakika kalbinin ‘şeytan kalbi, yüreğinin kurt yüreği’ olduğunu anlarsın. Sesi yükselir, rengi değişir, mazeretler sıralar, anlaşılmadığını söyler, karşıdakini suçlar. Bazen de ‘Allah’tan kork’ diyeni gözü kesmez… ‘Allah razı olsun, nasihat ettiniz.’ der. Ancak içinde fırtınalar kopuyordur, haksızlığa uğramıştır, hem ona nasihat edenin yüzlerce kusuru vardır, herkes kendine bakmalıdır… Önce kendi ruhunu zehirler, bir mümine yakışmayacak şeytani düşüncelerle kalbini karartır, sonra yeryüzünü ifsat edip zehrini akıtmaya koyulur.
“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır. (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah bozgunculuğu sevmez. Ona ‘Allah’tan kork!’ denildiği zaman, gururu/kibri onu (nasihat kabul etmemek ve hataya devam etmek gibi) günaha sürükler. Böylesine cehennem yeter. O, ne kötü bir yataktır.” [16]
İnsan bu üç sınıftan biridir ey nefsim. Sen neredesin?
Ey Nefsim!
Her yeni gün, yeni bir ticaret demektir. Sabah uyanırsın ve alışveriş başlar. Öyle diyor Allah’ın Rasûlü:
“… Her insan sabah yola koyulur/çabalar. Nefsini satışa sunar. Ya onu (taatlerle ateşten) kurtarır. Ya da (masiyetlerle) onu helak eder.” [17]
Otuz yıl yaşayan bir insan -mükellef olduktan sonrası hesap edilirse- ortalama beş bin defa Rabbiyle ticaret yapmıştır. Birçok kere hata yapmış olsa bile, ömrü boyunca kendisine binlerce fırsat sunulmuştur. El-Kerim olan, merhameti sonsuz bir ilah dışında hiçbir varlık ticaret yaptığı kimseye bu denli cömert ve müsamahakâr davranmaz.
“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızasını elde etmek için nefsini (Allah’a) satar…” [18]
Evet ey nefis! Öyle akıl sahibi, nimetin bilincinde olan bahtiyarlar vardır ki, bu ticaretten kârlı çıkmışlardır. Bir gün zarar edecek olsalar, bir sonraki günü fırsat saymışlar, Rabblerinin cömert lütfuna salih amellerle karşılık vermişlerdir.
“İşte bunlar, hidayeti sapıklığa değişmişlerdir. Ticaretleri kâr etmemiş, doğru yolu da bulamamışlardır.” [19]
Bir de böyleleri vardır işte… Bir değil, bin değil, belki on binlerce fırsatı tepmiş, ticaretlerinde zarar etmişlerdir. Her bir yeni günün yeni bir sayfa olduğunu, yeni bir başlangıç olabileceğini idrak edememiş, bir önceki günün çamuru içinde kalmışlardır… Sen de biliyorsun ki ey nefsim, biz biraz çamurdan biraz da Allah’ın ruhundan üflediği ilahi nefhadan müteşekkiliz.[20] Özümüz olan çamur, fıskı fücuru; ilahi nefhaysa, takva ve taati temsil eder. Kimi zaman çamura batarız, kimi zaman ilahi nefha yolumuzu aydınlatır, kulluğumuza can olur… Mühim olan çamurda debelenip, karanlıklar içinde şuursuzca oyalanmamaktır. Bunun için çamurun ruha galebe çalmasına müsaade etme. Dün zarar etmiş olabilirsin, aynı zararın bugüne sıçramasına izin verme. Madem “Rabbin gündüz ellerini açıp gece günah işleyenlere tevbe fırsatı sunuyor!” [21] madem güneşin doğuşuyla bir önceki günün zararı olmaksızın, yeni bir zaman sermayesi sunuluyor insana… Öyleyse bu fırsatı kaçırma. Bugün, Allah’ın rızasını elde etmek için nefsini Allah’a satanlardan ol. Evet ey nefis! Bugün dilini Allah’a sat. Boş konuşma, gıybet etme, yalan söyleme… Bugün vaktini Allah’a sat. Bir köşeye çekil. Kur’an oku. Namaz kıl. Secdelerle Rabbine yakınlaş… Elini cebine götür, cebinde olanları Allah’a sat. Kötü günler için sakladığın akçelerini, onu sana rızık olarak verene sat… Bugün onurunu, gururunu Allah’a sat. Küs olduğun, öfkelendiğin, dünyalık meseleler nedeniyle kavgalı olduğun kardeşlerini affet. Git, onlara içtenlikle sarıl… Helallik iste… Ticareti kâr etmiş biri olarak başını yastığa koyarsan, ne mutlu sana ey nefis, ne mutlu!
Zarar etmiş olarak günü tamamlarsan, üzül ama Allah’ın rahmetinden ümit kesme. Evet, sakın kâfirler gibi ümitsizliğe kapılıp, ‘Olmuyor, yapamıyorum!’ deme. Güneş doğmuşsa, Allah gece tuttuğu ruhlarla beraber senin ruhunu salıvermişse[22], sana rahmet etmiş ve yeni bir ticaret fırsatı sunmuş demektir. Tevbeyle durulan, yeni güne dair salih bir niyetle adım at, Rabbinden yardım iste ve elinden gelenin en güzelini ortaya koy.
O (cc) kimlere fırsat vermedi ki? ‘O’nun çocuğu var.’ dediler. Bununla yetinmeyip ‘O, üçün üçüncüsüdür.’ dediler. Gökler çatlayacak, yerler yarılacak, dağlar parçalanacak oldu bu sözün dehşetinden. O ne yaptı biliyor musun? Böyle diyenlere seslendi:
“Allah’a tevbe edip bağışlanma dilemeyecekler mi? Allah Gafur (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan), Rahim (kullarına karşı merhametli) olandır.” [23]
‘Allah fakir, biz zenginiz.’ dediler, ‘Allah’ın eli bağlıdır/cimridir.’ dediler, ‘Üzeyr, Allah’ın oğludur.’ dediler, ‘Allah’ı görmeden (Peygamberine) inanmayız.’ dediler, Rasûllerini yalanlayıp bir kısmını öldürdüler… O ne dedi biliyor musun?
“Şayet kitap ehli iman etmiş ve Allah’tan korkup sakınmış olsaydı, elbette onların kusurlarını örter ve onları Naim cennetlerine sokardık.” [24]
Putlara tapıp ‘Bunlar, Allah’ın kızlarıdır.’ dediler, Allah’ın en sevdiği varlığı öldürmeye, hapsetmeye ve yurdundan sürmeye yeltendiler. Yalancı, şair, kahin, deli dediler… Kız çocuklarını diri diri toprağa gömdüler. Kumar oynayıp, içki içtiler. Haksız yere cana kıyıp, zina yaptılar… Her hâlleriyle Allah’a ve Rasûlü’ne kafa tutup inatlaştılar. O ise tüm bunlara karşılık buyurdu ki:
“De ki: ‘Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, (evet O) El-Gafur (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan), Er-Rahim (kullarına karşı merhametli) olandır. Size azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. Hiç farkında değilken azap size ansızın gelmeden evvel Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun. Her biriniz ‘Allah’ın hakkındaki kusurlarımdan dolay yazıklar olsun bana ve ben gerçekten alay edenlerdendim!’ demeden önce (Allah’a yönelin ve O’nun indirdiğine uyun.) Ya da ‘Şayet Allah beni hidayet etmiş olsa ben de muttakilerden olurdum.’ demeden evvel… Ya da azabı göreceği zaman ‘Keşke bir fırsatım daha olsaydı da ben de kulluğunu en güzel şekilde yapanlardan olsaydım.’ demeden evvel (Allah’a yönelin ve indirdiğine uyun.)” [25]
Sen ki muvahhidsin ey nefsim, sen ki bu sayılanların hiçbirini yapmadın… Bunlara bunca merhametli olan Allah, sana karşı nasıldır acep? Allah’ın rahmetinden ümit kesme ey nefsim!
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Allah cc razı olsun hocam çok değerli bir yazı..