Eşler Arasında Mutlak Eşitlik Değil, Ülfet ve Adalet

Aile içerisinde eşler arasındaki uyum, ülfet ve hilm, hem erkek hem de kadının ahlâkî olgunluğunun ve kuvvetli bir imana sahip olduklarının belirtilerindendir. Önceki bölümde değindiğimiz üzere erkeğin hanımına karşı görev ve sorumlulukları olduğu gibi hanımı üzerinde hakları da bulunmaktadır. Eşlerin her birisi bir diğerinin hakkını gözetip duyarlılık gösterdiği sürece aile hayatı huzur ve saadet üzere devam edecektir. Her bir eşin diğerinin hakkına riayet etmesi, mutlu aile tablosunun olmazsa olmaz şartlarındandır. Aile içerisinde erkeğin, kadına göre bir derece ileri konumda bulunması görev ve sorumluluklarını arttırdığı gibi haklar konusunda da farklı bir pozisyonda olmasını gerektirir. Bu da adalete ve hakkaniyete en uygun olanıdır.

Erkeğin, hanımı üzerindeki hakları, tıpkı kadının kocası üzerindeki hakları gibi aile kurumunu otomatik işleyen bir düzene sokmak ve eşler arasındaki görev ve sorumlulukların şer’i şerif çerçevesinde birtakım kurallara bağlanması açısından vazgeçilmez hususlardır. Eşlerin her birinin hakkı, bir anlamda diğerinin görev ve sorumlulukları kapsamına girer. Görev ve sorumlulukların nefse sevimsiz gelmesinden doğan ve bazen güçlü bir şekilde ortaya çıkan isteksizlik hâli, kadının veya erkeğin gözetilecek ve yerine getirilecek haklarının da olduğunu bilmeleriyle iştiyaka dönüşecektir. Böylece her bir eş diğerinin haklarını gözetirken nefisten kaynaklanabilecek bencillik, ihmal, ihtiras gibi marazlardan salim olabileceklerdir.

Eşitlik ve özgürlük sloganlarıyla ve birtakım aklî ve hevaî fikrî hezeyanlarla İslâm coğrafyasında özellikle de kadına yönelik büyük ifsat projelerinin uygulanmakta olduğu bilinen bir husustur. Günümüzde artarak devam eden bu tür projelerle kadın fıtrî özgünlüğünden ve aslî hüviyetinden sıyrılarak her türlü ifsat ve yozlaşmanın figüranı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Maalesef bu ifsat projesinin büyük ölçüde başarılı olduğu da müşahede edilmektedir.

Sözde kadın haklarını savunuyormuş gibi görünen feminist hareketler artık kendilerini İslâm’a nispet eden sekülerleşip demokratik mecralara sapmış muhafazakâr kesimlerin kadınları arasında da yaygınlaşmaya başlamıştır. Erkeklerin kadınlara nazaran bir derece ileride olduğu nas ile sabitken İslâm coğrafyasının birçok beldesinde sınırsız eşitlik safsatasıyla kadının toplumsal statüsü İslâm’a, toplumsal dokuya ve fıtrata aykırı bir şekilde değiştirilmektedir. Öyle ki bazı ülkelerde birtakım temel konularda Kur’ânî esaslara aykırı olmak üzere kadına kâğıt üzerinde sözde pozitif ayrımcılık ibareleri yasalarda yer almakta ve kadın, aile reisi olan erkeğe öncelenmektedir. Pratikte hiç uygulanmayan bu durum anayasa metinlerine de girmiştir.

İslâm’a ve fıtrata aykırı olan bu uygulamaların sonuçları ise toplumsal çözülme ve yozlaşmanın hızlanmasından başka bir şey olmamıştır. Aile kurumu değersizleştirilerek “davulun tozu, minarenin gölgesi” kabîlinden aile içerisindeki en küçük tartışma dahi mahkemelerce boşanma gerekçesi olarak yeterli görülmektedir. Bu yıkım sürecinin sonucu olarak daha fazla yuva dağılmaktadır. Kadınlar ucuz ve risksiz işçi olarak istihdam edilerek emeklerinin sömürülmesi kolaylaştırılmıştır. Her türlü haramın normal görüldüğü yalnızlık ve özgürlük cenderesine sokulmuş, terk ederek veya terk edilerek sahipsiz bırakılmıştır. Her türlü tehlikeye ve istismara açık ve korumasız mecralara itilmiş; merhamet, sevgi, himaye, korunma, şefkat, huzur ve saadet mekânı olan aile yuvasından koparılmaya çalışılarak “eşitlik ve özgürlük” afyonuyla iradesi dumura uğratılmış ve âdeta canlı ceset hâline getirilmiştir.

Mümine Kadının Üstünlüğü

İslâm, fıtrat dinidir. İslâm, kadınların haklarını belirlerken aile ve toplum düzenini sarsılmaz temeller üzerine bina eder. İslâm’ı diğer bütün dinlerden üstün kıldığı gibi tevhid ümmetini de diğer tüm ümmetlerden üstün kılmakla Allah (cc) büyük bir lütufta bulunmuş ve Meryem’in (as) şahsında mümine kadını yeryüzündeki diğer bütün kadınlardan üstün kılmıştır. Öncüsü ve öğretmeni Aişe (r.anha) ve Fâtıma (r.anha) gibi mümtaz hanımlar olan Müslim kadının bu seçkin örneklere tabi olmaya çalışması dahi kendisi için şeref olarak yeterlidir.

Mümine kadının pırlanta ve altın gibi takı takımlarından çok daha değerli olan ziyneti ise İslâm’ın kendisine vermiş olduğu seçkin konumdur. Mümine kadın, sahip olduğu bu seçkin konum ve kendisine verilen değerin farkında olmalıdır. Bunun Yüce Allah’ın bir bağışı olduğunu aklından çıkarmamalı ve bu büyük nimet için şükretmelidir. Şükrünü hakkıyla ifâ etmesinin en elverişli mekânı ve yolu da aile yuvasında kocasının kendisi üzerindeki haklarını güzel bir şekilde yerine getirmesidir.

Mümine kadın şunu hiçbir zaman unutmamalıdır ki kocasının kendisi üzerindeki hakkı, Yüce Allah’ın hakkından hemen sonra gelir. Bu da kadının kocasının hakkına riayetinin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Kadının, kocasının haklarına riayet etmesinin ehemmiyeti hususunda birçok hadis-i şerif nakledilmiştir.

Ebû Hureyre’den (ra) nakledildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”[1]

Bu hadiste secde lafzıyla kastedilen, selamlama amacıyla yapılan secdedir. Yûsuf’un (as) kıssasında olduğu gibi geçmiş ümmetlerde muhataba duyulan hürmet ve içten muhabbetten dolayı secde etmek de bir tür selamlama çeşidi idi.

“Ebeveynini tahtın üzerine çıkarttı/oturttu. (Hepsi) ona secde ettiler/saygıyla selamladılar.”[2]

Ebû Said’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir adam kızını Resûlullah’a (sav) getirip şöyle dedi: ‘Bu kızım evlenmek istemiyor.’

Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ‘Babanı dinle ve evlen!’

‘Ey Allah’ın Resulü! Bana kocanın, karısı üzerindeki hakkının ne olduğunu bildirmedikçe ben evlenmem.’ deyince şöyle buyurdu: ‘Kocanın karısı üzerindeki hakkı, kocanın irin akan bir yarası olsa, kadın o yarayı diliyle yalasa ya da burnundan irin ya da kan akıp kadın onu yutsa yine de kocanın hakkını ödeyemez.’

(Bunu duyunca kız) şöyle dedi: ‘Seni hak ile gönderene yemin ederim ki ben asla evlenmem!’

Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘İzinlerini almadıkça onları evlendirmeyin!’ ”[3]

Bu tasvir kadınlara has duygular, manevi özellikler ve inceliklere sahip bazı hanımefendilerin küçük bir şok yaşamalarına neden olabilir. İnsan tabiatı böyle bir şeyi düşünmekten bile hoşlanmaz. Hadiste verilen örnekle kocasının hakkını ifâ etmek hususunda kadının büyük bir gayret içerisinde olması gerektiği anlaşılmaktadır. Şer’î şerifin belirlediği meşru bir çerçeve dâhilinde bunun kısıtlılığının olmayacağı da böylece açıklığa kavuşmuş oldu.

İbadet ve İtaat Ehli Kadın, Mücahid Erkeklerin Ecrine Ortaktır

Abdullah ibni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Kadının yaratılış özellikleri ve hususi hâllerinden dolayı erkeklere nazaran daha az salih amel işlemelerinden rahatsız olup bu meseleyi Resulullah’a (sav) arz etmeye karar veren sahabe hanımları bu konuları kendisine arz etmek üzere temsilci olarak aralarından Esma binti Yezid’i (r.anha) seçtiler. Esma binti Yezid (r.anha) Medine’deki kadınlar arasında ‘Kadınların Hatibi’ olarak bilinirdi.

Resûlullah’ın huzuruna çıkan Esma (r.anha) şöyle dedi: ‘Ben, bazı kadınların sana gönderdiği temsilciyim. Şüphe yok ki Allah (cc) seni erkek ve kadınların hepsine peygamber olarak göndermiş, biz de sana ve senin Rabbine iman etmişizdir. Biz kadınlar evlerimizde oturmakta, kocalarımızın meşru isteklerini yerine getirmekteyiz. Erkekler ise cuma namazı kılmak, cemaate devam etmek, hastaları ziyaret, cenazelere katılmak ve tekrar tekrar hacca gitmekle bizden üstün kılındılar. Bu sayılanlardan daha faziletlisi de Allah yolunda cihat etmektir. Bir erkek hac veya umre için yahut cihat maksadıyla yola çıktığı vakit biz onların mallarını korur, elbiselerini temizler ve dikeriz. Çocuklarını büyütürüz. Bütün bu hizmetlerimizle biz, erkeklerin kazandığı hayra ortak olacak mıyız?’

Esma’nın konuşmasını dinledikten sonra Resûlullah (sav) yanındaki sahabilere dönüp, ‘Siz dini hakkında soru soran kadınlar içerisinde bundan daha güzel konuşan birini işittiniz mi?’ buyurarak onun zekâsını ve açık ifadesini takdir etti. Sonra da onun şahsında bütün mümine hanımlara şu müjdeyi verdi:

‘Ey kadın, dinle ve temsilcileri olarak geldiğin kadınlara da anlat! Eğer bir kadın, kocasıyla iyi geçinir ve onun rızasını kazanırsa bu saydığın faziletli amellerin hepsinde aynı ecri elde eder.’ ”[4]

Konumunun yükseltilmiş olması, üstün bir değere sahip olmak ve aile yuvasında kocasıyla iyi geçinip itaatkâr saliha bir kadın olmakla elde edilen büyük bir kazanç!

Allah’ın da kolaylaştırmasıyla bu seçkin konumu ve büyük ecirleri elde eden saliha ve itaatkâr kadınlara ne mutlu!

O muazzez ve dilşad hanımlar ki günümüzde kartal yumurtaları misali ne kadar da azdır…

Dokuzuncu (9.) Bölümün Sonu

Devam Edecek İnşaallah…


[1]. Tirmizi, 1159

[2]. bk. 12/Yusuf, 100

[3]. Bezzâr,1465. (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/269)

[4]. Usdu’l Ğabe, İbnu’l Esîr, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 6718

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver