3. Emirlere Karşı Saygılı ve Edepli Olmak
İslam, insanların başıboş bir şekilde hayat sürmelerine razı olmamış ve başlarında bir emir bulunması gerektiğini bildirmiştir. Bununla beraber o emiri emir yapacak olan şeyin, itaat olduğunu söylemiş ve emirlere itaat edilmesini emretmiştir.
Ancak şurası herkesin malumudur ki; kişinin sevmediği, saygı gösterip değer vermediği kişiye, şeriatın çizmiş olduğu çerçeve içerisinde itaat etmesi mümkün değildir. Emire gösterilen saygı oranında, itaatte bir artış veya bir azalma gerçekleşmektedir. Bu hakikati anlamak için çevremizde gelişen olayları takip etmemiz yeterlidir. Çevrenizde memuru emire asıl bağlayan harcın, saygı olduğunu fark ettirecek kadar birçok olay cereyan etmektedir.
İşte bu sebeple şeriat, emirlere saygılı davranmamızın önemine dair birtakım hükümler indirmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Kim sultanı küçümserse Allah da onu küçümser. Kim de ona ikram ederse Allah da ona ikram eder.” (Tirmizi, İbni Hibban)
Muaz bin Cebel’den radıyallahu anh rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Beş şeyden birini kim yaparsa Allah’tan garantisi olur. Bunlar; hasta ziyareti, cenazeyi uğurlama, savaşa çıkma, emire saygılı davranma, ziyaret etme veya evinde oturup insanlara zarar vermemek ve insanlardan zarar görmemektir.” (İmam Ahmed)
Emir de diğer Müslümanlar gibi sıradan bir insandır. Şeriatın saygı noktasında emire bir ayrıcalık getirmesi emirin şahsını yüceltme amacına dönük değildir. Bu ayrıcalığın getirilmesinin sebebi, emirin Müslümanların işlerini yürütüyor olması ve Müslümanları Allah’ın razı olduğu şekilde yönetiyor olmasındandır.
Özellikle günümüzde saygı ve edep gibi her Müslümanda bulunması gereken ahlaklar göz ardı edilmekte, bu kavramlar küçümsenmektedir. Bu küçümseme ve hafife almanın iki sebebi vardır;
Birinci sebep; Müslümanlar şirk ve bidat bataklığına dönüştürülen tasavvufi akımlara haklı olarak dinden kaynaklı bir muhalefet sergilemektedirler.
Tasavvufi akımların ortak özelliği, kavramların İslam’dan alınıp, içlerinin heva ve heves ile doldurulmasıdır. Saygı ve edep kavramları da bu zulme maruz bırakılmış kavramlardan sadece iki tanesidir. Hâlbuki saygı ve edep İslam’ın özünde mevcuttur. Tasavvufçular bu kavramları alıp, içlerini istedikleri gibi doldurunca ortaya ilginç ve son derece tehlikeli sonuçlar çıkmıştır. Şahısların kutsallaştırılıp hatadan münezzeh kabul edilmeleri, onlara yapılan tazimin ibadet cihetiyle yapılması, şeyhe saygı adıyla şeyhin ilahlaştırılması gibi durumlar sofilerin bu kavramı nasıl tahrif ettiklerine örnek olarak verilebilir.
Müslümanlar tasavvufa ve ehline karşı çıktıklarında fark etmeden aslı İslam’da olan bu kavramları da hayatlarından uzaklaştırmışlardır. Saygı boş bir kavram haline gelirken, edep ve hayâ kavramları ‘boş işler’ denilip hafife alınmaya başlanmıştır.
İkinci sebep; Müslümanların bir tür kültür emperyalizminin etkisinde kalması sonucu bu kavramlar arka plana atılmış, hatta hayattan tamamen çıkarılmıştır.
Bunu anlamak için bugün Müslümanların özendikleri insanlara şöyle bir göz ucuyla bakmak yeterli olacaktır. Her şeyden önce özenilen bu insanlar kafirlerdir. Yani kültürleri, yaşantıları, yaşam algıları, değerleri tamamen İslam’ın getirdiğine zıt olan bu insanlar, maalesef Müslümanların beğendikleri insanlardır.
Başına buyruk olmayı fazilet görüp, nefsinin direktiflerine göre hareket eden; edep ve saygı kavramlarından bihaber olan ve hayâsızlığı medeniyet kabul eden insanlara özenen bir Müslümanın saygı ve edep konusunda İslam’ın istediği hassasiyeti göstermesi de mümkün değildir.
İslam’ın saygı ve edep anlayışını daha iyi anlayabilmek için örnekler verebiliriz;
Peygamberlerin Allah’a Karşı Edebi
İbni Kayyım rahimehullah edebi açıklarken bizlere hidayet önderleri olan Peygamberlerin Allah’a subhanehu ve teâlâ karşı göstermiş oldukları edepten örnekler vermektedir.
Âdem aleyhisselam o malum günahı işlediği zaman diyor ki:
“Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (7/A’raf, 23)
Dikkat edilirse Âdem aleyhisselam Rabbine ‘Rabbim, Sen bana günah yazdın ben de işledim’ gibi cümleler kullanmıyor. Âdem’in; kötülüğü Rabbine atfetmeden bunu doğrudan kendi nefsine atfetmesi Rabbine karşı olan edebinin bir göstergesidir.
Aynı edebi Allah’ın subhanehu ve teâlâ halili olan İbrahim’de de görmek mümkündür. İbrahim aleyhisselam demişti ki;
“Beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur, beni yediren ve içiren O’dur, ben hastalandığımda bana şifa veren de O’dur.” (26/Şuara, 78-80)
İbrahim ‘Beni hastalandırdığında’ demeyi bile Rabbine karşı gösterilmesi gereken edebe aykırı görüyor ve hastalığı tamamen kendi acziyetinden kaynaklanan bir durum gibi görerek “ben hastalandığımda…” diyor.
Allah’ın kendisini amansız bir hastalıkla imtihana tabi tuttuğu Eyyub aleyhisselam ise Rabbine karşı edebini şu sözlerle dile getiriyor:
“Bana bir zarar dokundu. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” (21/Enbiya, 83)
Eyyub’un aleyhisselam edebi ‘Sen beni hasta ettin’ gibi sözler söylemekten onu menetmiştir.
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Rabbine olan edebi de zikredilmeye değer bir örnektir. Allah subhanehu ve teâlâ Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem miracda kendi huzurundaki halini anlatırken şöyle buyuruyor:
“Göz kaymadı ve sınırını da aşmadı.” (53/Necm, 17)
Şüphesiz ki göz, insanın hâkimiyet kurmakta zorlandığı azaların başında gelmektedir. Buna rağmen Rasûlûllah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın subhanehu ve teâlâ huzurunda öyle bir edep gösteriyor ki göz bir an olsun başka bir yöne kaymıyor.
Cebrail’in Rasûlullah’a Karşı Edebi
Bu mesele ile ilgili elimizde ‘Cibril hadisi’ diye şöhret bulmuş bir hadis vardır. Malum olduğu üzere Cebrail, ashabın daha önceden kendisini tanımadığı bir insan suretinde Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem huzuruna geliyor ve iman, İslam, ihsan ve kıyamet hakkında sorular soruyor. Hadisi rivayet eden Ömer’in radıyallahu anh dikkatini çeken ve bizim de dikkatimizi çekmesi gereken kısım şudur; Ömer radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah’ın yanına geldi, oturup dizlerini onun dizlerine dayadı, ellerini de dizlerinin üzerine koyarak şöyle dedi…” Cebrail ayrıldığında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “O Cibril idi, size dininizi öğretmeye gelmişti.”
Bu kıssada bir ilim halkasında bulunan kişinin yapması gerekenler konusunda ipuçları vardır. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün bir kıssayı kastedip “…size dininizi öğretmeye geldi” diyerek bunun da Cibril’in öğrettiği şeylere dahil olduğuna işaret etmektedir.
Ashabın Rasûlullah’a Karşı Edebi
Ashabın Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem olan saygısına birçok örnek vermek mümkündür. Fakat burada birkaçını zikretmek yeterli olacaktır;
İmran b. Husayn radıyallahu anh diyor ki; ‘Vallahi ben Rasûlullah’a sağ elimle beyat ettiğimden bu yana aynı elimle zekerime dokunmuş değilim.’
Ali radıyallahu anh, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kızı ile evli olduğundan dolayı Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem mezi akıntısı hakkında soru sorması için kendisi gidememiş ve sorması için Mikdad’ı radıyallahu anh göndermiştir.
Amr b. As radıyallahu anh şöyle diyor:
“Ona (Allah Rasûlü’ne) duyduğum saygıdan dolayı gözlerimi kaldırıp yüzüne bakamazdım. Biri bana onu anlatmamı isteseydi, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım.” (Müslim)
Ashabın Birbirlerine Olan Saygısı
Sahabe, günümüzdeki kardeşliklerin aksine, kardeşliklerini saygı ve edep çizgisinde yaşarlardı. Gereksiz samimiyet ve laubaliliklerle bu muazzam kardeşliğe gölge düşürmezlerdi. Bu kardeşliğin bu kadar muazzam olması ise birbirlerine gösterdikleri saygıdan kaynaklanmaktaydı. Hatta sahabe bu saygı mefhumunu Allah Rasûlü’nden o kadar güzel öğrenmişlerdi ki bu konuda küçük-büyük, emir-memur, genç-yaşlı gibi ayrımlara gitmezlerdi. İşte bunun örneklerinden bazıları;
Ömer, halife olduğu dönemde kendisinden yaş olarak çok küçük olmasına ve o dönem kendi tebasından bir teba olmasına rağmen Usame b. Zeyd’i radıyallahu anh her gördüğünde onu ‘Es Selamu aleyke ya emirî’ (Selam sana ey emirim/komutanım) diyerek selamlardı. Usame’nin bu sözlere karşı mahcubiyetini farkettiğinde ise ona şöyle demişti: ‘Şüphesiz ki sen Rasûlullah vefat ettiğinde bizim üzerimizde emir/komutan idin.’
İbni Abbas, Zeyd bin Sabit’in radıyallahu anhum atının yularından tutuyor. Zeyd radıyallahu anh buna razı olmuyor: ‘Ey Rasûlullah’ın amcasının oğlu, bunu bana yapma’ diyordu. İbni Abbas radıyallahu anh ise; ‘Hayır, vallahi biz büyüklerimize ve alimlerimize saygı göstermekle emrolunduk’ diye karşılık verirdi. Ve onu bu şekilde varacağı yere götürürdü.
Ali, amcası Abbas’ı radıyallahu anhum gördüğünde elinden öper ve kendisine nazik bir şekilde; ‘Ey amcacığım, benden razı ol’ derdi.
Selefin Birbirine Olan Saygısı
Babalardan çocuklarına sadece miras olarak mal kalmaz. Bunun en hayırlı örneği seleftir. Onlar öyle bir ahlakın vârisleriydiler ki maalesef bugün Müslümanlar (Allah’ın rahmet ettikleri müstesna) bu mirası ‘boş işler’ olarak görmektedir. Onlar bu mirasa gerektiği gibi davranarak “Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı şedid, birbirlerine karşı ise merhametlidirler.” (48/Fetih, 29) ayetinin nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiğini bize göstermişlerdir. Biraz olsun bunlara kulak verelim;
İmam Şafii, İmam Malik’in rahimehumullah talebesidir. Şöyle der; ‘Ben Malik’in huzurundayken Muvatta’nın yapraklarını öyle bir şekilde çevirirdim ki, hışırtısı Malik’i rahatsız etmesin.’ İmam Şafii bu edebi İmam Malik’ten öğrenmiştir.
Ey ilim meclislerinde bulunan Müslümanlar! Selefin yaptıklarına kulak verin ve bunlardan ders çıkarın. Bugün bir İmam Şafii’nin olmamasının sebebini şimdi anlayabiliyor musunuz?
İmam Şafii’nin talebesi Rebi’ bin Süleyman rahimehumullah der ki; ‘Vallahi ben yıllarca Şafii’nin huzurundayken Şafii’ye bakarken kesinlikle su içmedim.’
Abdullah bin Mübarek, Sufyan bin Uyeyne’nin rahimehumullah yanında iken kendisine bir soru yöneltiliyor. Abdullah bin Mübarek soruya cevap vermiyor. Sufyan bin Uyeyne; ‘Ey Abdullah bu insanlar sana soru soruyorlar, onlara cevap ver’ dedi. İbni Mübarek de; ‘Hayır. Biz büyüklerimizin yanında konuşmaktan menedildik’ diye karşılık verir. Çünkü Abdullah bin Mübarek, Sufyan bin Uyeyne’yi kendisinden üstün görürdü.
Sufyan bin Uyeyne de Fudayl bin İyad’ı rahimehumullah gördüğünde hemen gider, ellerine yapışır, öper ve onu meclisine götürüp başköşede oturturdu. Bu davranışı, ona olan hürmetinden dolayı idi.
Sufyan-ı Sevri, İmam Evzai’yi rahimehumullah gördüğü zaman hemen koşarak atının yularından tutar ve ‘Ey gençler! Yol verin ki şeyhimizi geçirelim’ derdi.
İmam Ahmed rahimehumullah bir gün mescidde duvara sırtını yaslamışken İbrahim bin Tahman’ın rahimehullah adı zikrediliyor. Bunun üzerine İmam Ahmed hemen toparlanıyor ve; ‘Salihlerin isimlerinin zikredildiği yerde yaslanmak olmaz’ diyor.
İmam Müslim, İmam Buhari’yi rahimehumullah gördüğünde hemen onun ellerine kapanıp öpüyor ve: ‘Ey muhaddislerin efendisi, ey üstadların üstadı, ey illetler ilminin piri bırak da ayaklarını öpeyim’ diyordu.
Tasavvufta var olan saygı anlayışı ile İslam’da var olan ve örneklerini zikrettiğimiz saygı anlayışı arasında fark vardır. Tasavvufun saygı anlayışı, şahısların hatadan masum kabul edilmek suretiyle kutsallaştırılmalarıdır. Ancak İslam bunu şirk olarak kabul etmiştir.
Genel olark bütün Müslümanlara, özel olarak da emirlere gösterilen saygının birçok açıdan faydası bulunmaktadır. Bu faydaların en barizi; bu saygı vesilesi ile Allah’ın, Müslümanların düşmanlarının kalplerine korku salmasıdır.
“Hudeybiye gününde Mekkeli müşrikler Rasûlullah’a anlaşma yapması için elçiler gönderiyorlardı. Elçilerden birisi Rasûlullah’ın yanından döndükten sonra Mekke’de onu karşılayan müşriklere şöyle demişti: ‘Bilirsiniz ki ben birçok devlet başkanını ziyaret ettim, Rum Kayseri, Fars Kisrası, Habeş Necaşisi’nin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemin ederim ki, Müslümanların Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem gösterdikleri hürmet, sevgi ve bağlılığı bunların hiçbirinin sarayında görmedim. Sözlerini dikkatle dinliyorlar, bir şey sorunca hafif sesle cevap veriyorlar, isteklerini derhal yerine getiriyorlar, saygılarından yüzüne dikkatle bakamıyorlar, abdestinden artan suyu bile aralarında paylaşıyorlar. Madem ki, bize barış teklif ediyor, kabul edelim.’ ” (Buhari, Ebu Davud)
Emire gösterilen saygı, Müslümanların elinde düşmanı kalbinden vuracak etkili bir silaha dönüşebilir.
Rabbimizden temennimiz saygı mefhumunu bizlerin kalbine tam manası ile yerleştirmesi ve bununla düşmanlarımızın kalbine korku salmasıdır.
Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap