Müslümanların başında Müslümanlardan olan tek bir emirin bulunması gerektiğini söyleyen şeriat, emirlerimize karşı bir takım sorumluluklarımızın olduğunu da bize haber vermiştir.
Bu sorumlulukları şeriatın bize bildirmiş olduğu şekliyle izah etmeye çalışacağız. Başarı Allah’tandır.
1. Emire İtaat Etmek
Emiri ismen emir olmaktan çıkarıp, hakiki anlamda emir yapacak şey; kendisine itaat edilmesidir. Emir kendisine itaat edildiği oranda hakiki anlamda emirdir. Kendisine itaat edilmeyen kişinin emirliği ise sadece isimden ibarettir. Ömer radıyallahu anh diyor ki: ‘Cemaat cemaat olmaz emir olmadıkça, emir emir olmaz itaat olmadıkça.’
Emirlere itaatin asıl delili şu ayeti kerimedir:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah’a ve Rasûlü’ne döndürünüz. Bu daha hayırlıdır ve sonuç olarak daha güzeldir.” (4/Nisa, 59)
Rabbimiz dikkat edilirse kavline “Ey iman edenler!” sözü ile başlamıştır. Bu söz işitildiği takdirde bütün müminlerin dikkatlerini o yöne çevirmeleri gerekir. Sahabeden Abdullah bin Mesud’un radıyallahu anh dediği gibi Allah subhanehu ve teâlâ “Ey iman edenler!” dedikten sonra gözlerin ve kulakların açılması gerekir. Çünkü Rabbimiz bu sözden sonra ya bir şeyi bize emredecek ya da bizi bir şeyden nehyedecektir.
“Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin…” kısmı, Rabbimizin “Ey iman edenler!” sözünden sonra bize emretmiş olduğu şeydir. Ancak Rabbimizin bunları bize emretmesi bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü Allah’a ve Rasûle itaat noktası Kur’an-ı Kerim’de sık sık vurgu yapılan bir noktadır. Rabbimizin bize bunu emretmesinin hikmeti ise bir sonraki noktaya biz ‘iman edenleri’ hazır hale getirmektir.
“…sizden olan emir sahiplerine de.” sözüyle Rabbimiz bizden bizim gibi insan olan bir varlığa itaat etmemizi istiyor ki bu çok zor olan bir durumdur. Çünkü insanoğlu çatışmacı bir fıtrata sahiptir. Kendi gibi olan bir varlığın sözünü dinlemesi ve onun emirleriyle hareket etmesi kolay olan bir durum değildir. Lakin Allah subhanehu ve teâlâ ’emir sahiplerine’ itaati çok sağlam asıllara bağlamıştır.
Allah subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem emire itaati kendilerine itaat, emire isyanı ise kendilerine isyan olarak belirlemişlerdir. Şurası kesindir ki; Rasûle itaat Allah’a itaat, Rasûle isyan ise Allah’a isyandır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:
“Kim Rasûle itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (4/Nisa, 80)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah’a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emire isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur.” (Buhari, Müslim; Ebu Hureyre’den radıyallahu anh.)
Bilindiği üzere İslam zulmün her türlüsüne karşıdır. Allah subhanehu ve teâlâ kudsi bir hadiste diyor ki:
“Ey kullarım ben zulmü kendi nefsime haram kıldım, onu sizin aranızda da yasakladım.” (Müslim)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et.” Sahabe diyor ki: “Mazluma yardım ederiz, peki zalime nasıl yardım edeceğiz?” Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyuruyor: “Onu zulümden alıkoyarsın, bu da ona yardımdır.” (Buhari, Enes’ten radıyallahu anh.)
Şeriat şiddetle karşı çıktığı zulüm meselesinde bile emire ayrıcalık tanımış, zalim dahi olsa ona itaat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır;
“Sırtına da vursa, malını da alsa işit ve itaat et.” (Müslim)
“Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Kim emire itaat etmekten bir karış çıkarsa ve bu hal üzere ölürse onun ölümü cahiliye ölümüdür.” (Müslim)
Şeriat emire itaat ile ortaya çıkan maslahatı, zulüm sonucu ortaya çıkacak mefsedetin önüne geçirmiştir.
Şeriat daima işlerin ehliyet sahibi olan kişilere verilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (4/Nisa, 58)
“Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin.” “Emanet nasıl kaybolur?” diye sordular. “İşler ehil olmayanlara teslim edilince.” buyurdu. (Buhari, Ebu Hureyre’den radıyallahu anh.)
Şeriat emire itaat konusunu bu meselenin de önüne geçirip emir sıradan biri dahi olsa, zihnimizde şekillenen liyakatlere sahip olmasa da, ona itaat etmemiz gerektiğini söylemiştir.
“İşitin ve itaat edin! Hatta üstünüze, başı kuru üzüm tanesi gibi olan siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Allah’ın Kitabı’nı tatbik ettikçe (itaatten ayrılmayın.)” (Buhari, Enes’ten radıyallahu anh.)
Şeriat hemen hemen her farz ile beraber hafifletmek adına ruhsatı da zikretmiştir. Mesela; namaz farzlardan bir tanesidir. Ancak sefer gibi zorluk zamanlarında şeriatın vermiş olduğu ruhsattan istifade ederek namazı kısaltabiliyoruz.
Ancak emire itaat meselesinde herhangi bir ruhsat söz konusu değildir. Aksine şeriat, her durumda ve koşulda emire itaat etmemiz gerektiğini söylemiştir.
Ubade bin Samit radıyallahu anh diyor ki:
“Rasûlullah’a zor durumlarda olsun, kolay durumlarda olsun, hoş şartlarda olsun, nahoş şartlarda olsun, aleyhimize kayırmaların yapılıp, hakkımızın çiğnendiği hallerde olsun itaat etmek, idareyi elinde tutanlara karşı iktidar kavgası yapmamak, nerede olursak olalım hakkı söylemek, Allah’ın emirlerini yerine getirmede kınayanların kınamalarından korkmamak üzere biat ettim.” (Buhari, Müslim)
Emire İtaat Mutlak Mıdır?
İslam, emirlere itaat meselesini öyle asıllara bağlamıştır ki akıllara bu gibi soruların gelmesi kaçınılmazdır.
Emirlere itaat Allah’a ve Rasûlü’ne itaat gibi mutlak olan bir itaat değildir. Dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ emir sahiplerine itaati emrettiği ayette bu noktaya işaret etmektedir. Rabbimiz dedi ki:
“Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.”
Allah ve Rasûlü için kullanılan ‘itaat edin’ ibaresi emir sahipleri için zikredilmemiştir. Bu da onlara yapılacak itaatin mukayyed bir itaat olduğuna işaret etmektedir.
Şimdi bu kayıtlar nelerdir, bunları zikretmeye çalışalım;
1. Emirlerin emretmiş oldukları şeyin muhteviyatı masiyet ise burada emirlere itaat söz konusu değildir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Yaratıcıya isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur.” (İmam Ahmed)
“Masiyet ile emredilmediği sürece Müslümanın, hoşuna giden ya da gitmeyen her konuda dinlemesi ve itaat etmesi gerekir. Ancak masiyet ile emredilirse dinlemek ve itaat etmek yoktur.” (Muttefekun Aleyh)
Ancak burada şöyle bir tafsilata gidilmesinde fayda vardır. Allah’ın razı olmadığı masiyetler iki türlüdür;
Birincisi; Küfür ve şirktir. Emir küfrü emrediyor, insanları küfre davet ediyorsa bu emire itaat edilmeyeceği gibi Müslümanların bu emiri azletmeleri üzerlerine vaciptir. Çünkü bu emir bu şekilde hareket etmek suretiyle ayette işaret edilen ‘sizden olan’ vasfını yitirmiş ve mürtedlerden olmuştur. Kâfir olan kimselerin ise Müslümanların üzerinde yönetici olmaları mümkün değildir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ ayette şöyle buyuruyor:
“Allah kafirlere müminlerin aleyhine yol vermez.” (4/Nisa, 141)
İkincisi; Küfür veya şirk seviyesine ulaşmayan haramlardır. Emirin içki içilmesini, zina yapılmasını, haksız yere insanları katletmeyi emretmesi gibi durumlarda emire itaat edilmesi söz konusu değildir. Çünkü “Yaratıcıya isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur.”
Bunu birincisinden ayıran nokta ise bu tür masiyetleri bize emreden kişinin imameti düşmez. Ancak bu emirden daha salih bir kimse var ve bu emrin azli fitneye sebebiyet vermeyecekse, onun azledilip yerine salih olanın getirilmesi daha efdaldir. Eğer böyle bir durumda fitne kapıları açılacaksa, bu durumda sabretmek ve masiyet olmayan konularda bu emire itaat etmek Müslümanın üzerine gereklidir.
“Sırtına da vursa malını da alsa işit ve itaat et.” (Müslim)
İtaatin ortadan kalkıp kişinin imamlığının son bulması ise küfür halinde söz konusudur. Yukarıda zikri geçen Ubade İbni Samit’in radıyallahu anh rivayetinin sonunda şöyle geçmektedir;
“Ancak açık bir küfür görmeniz ve buna dair elinizde Allah’tan bir delil bulunması hali müstesna.” (Muttefekun Aleyh)
2. Emirin emretmiş olduğu şeyin, güç sınırları içerisinde olması gerekir. İbni Ömer radıyallahu anh şöyle diyor:
“Rasûlullah’a dinlemek ve itaat etmek üzere biat ettiğimiz zaman bize; ‘Gücünüz yettiği kadar’ derdi.” (Buhari)
Kişinin gücünün yettiği şeylerde itaat etmesi, Allah’ın subhanehu ve teâlâ “Allah hiç kimseye gücünün yetmediği bir şey yüklemez” ve “O halde gücünüz yettiğince Allah’tan korkun” genel hükmünün kapsamına girmektedir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Size neyi emredersem, ondan gücünüzün yettiği kadarını yapınız.” (Muttefekun Aleyh)
Güç yetirmek kişiden kişiye göre değişebilen bir durumdur. Kimisine zor gelen bir durum başkasına kolay gelebilmekte ya da aksi cereyan edebilmektedir. Güç yetirme konusunda doğru sözlüler ile yalancıları birbirinden ayırabilecek ölçü Tebuk günüdür. Allahu alem mesele misal verildiği takdirde daha net anlaşılmış olacaktır.
Medine’de bir grup insan bazı durumlarda güçlerinin yetmediğini öne sürerek bir takım işlerden imtina edince Allah subhanehu ve teâlâ onları nifak ile damgalıyor. Bunun en bariz örneklerinden birisi şüphesiz Tebuk günüdür. Ki bugün Allah’ın subhanehu ve teâlâ da ikrarıyla zorlu bir gün idi. Bu savaş için yola çıkan ordu Allah tarafından ‘zorluk ordusu’ anlamına gelen ‘Ceyşu’l Usra’ ismiyle isimlendirilmişti. Zorluk bu kadar bariz olmasına rağmen bir takım insanların ‘gücüm yetmiyor’ iddiaları, onları nifak ile damgalanmaktan kurtaramamıştı.
Bu durum, ‘gücüm yetmiyor’ iddiasını dillendirecek olan insanları, bu iddiayı dillendirmeden önce kendi kendilerini muhasebe etmeye sevk etmeli ve sahada mücadele ederken ‘Bu iş Tebuk günü ile kıyaslandığında gerçekten zor bir iş midir?’ şeklinde düşündürmelidir. Şüphesiz ki Allah göğüslerde olanı en iyi bilendir.
Bir düşünelim; öyle zor bir zamanda ‘gücüm yetmiyor’ diyenler nifak ile damgalandılar ve münafık olarak isimlendirildiler. Peki, bugün her fırsatta ‘gücüm yetmiyor’ iddiasını öne süren biz Müslümanların hali nice olur? O zamanın zorluklarıyla kıyaslanamazken bugün bazı meselelerde bu iddiayı öne sürmek gerçekten tehlikeli ve sakınılması gereken bir iştir.
Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap