EMİRLER VE NEHİYLER KARŞISINDA MÜMİN
Allah’a hamd, Resûl’üne de salât ve selam olsun.
Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Size neyi yasakladıysam ondan sakınınız, size emrettiğim şeyi de gücünüz yettiğince yapınız. Sizden öncekileri ancak çok soru sormaları ve peygamberleri hakkında ihtilaf etmeleri helak etti.”[1]
İmam Nevevi’nin (rh) buraya aldığı dokuzuncu hadis, İmam Müslim’e (rh) yaptığı şerhte belirttiği üzere dinin asıllarını içine alan, temel kaidelere ilişkin olup altında şer’i pek çok ahkâmı toplayan bir hadistir. Hadisi inceleyelim, çıkarılacak ahkâmı ve kaideleri öğrenelim.
Hadisin Kısa İzahı
Hadisi İmam Müslim’de geçen rivayetiyle aldığımızda öncesinde bir olay yaşandığını ve bunun üzerine hadisin söylenildiğini öğreniyoruz. Ebu Hureyre’den dinleyelim:
“ ‘Ey insanlar! Allah size haccı farz kılmıştır. Bundan dolayı haccedin!’
Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak, ‘Her sene mi, Ey Allah’ın Resûlü?’ diye sordu.
Allah Resûlü (sav) sustu. O kişi sözünü üç defa tekrarladı.
Nihayet Resûlullah (sav) ‘Evet desem her sene vacip olur. Siz de buna güç yetiremezsiniz. Sizi bıraktığım sürece beni kendi hâlime bırakınız. Çünkü sizden öncekiler, peygamberlerine soru sordukları ve onlara çokça ihtilaf ettikleri için helak oldular. Size bir şeyi yasak ettiğimde ondan kaçınınız. Bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız.’ diye karşılık verdi.”[2]
Bu siyak içerisinde hadisi incelediğimizde Allah Resûlü’nün, ashabından bir şahsın tavrına binaen ümmete bazı önemli hakikatleri aktardığını görüyoruz. Bir mümin, hakka teslimiyet göstermeli, emirleri gücü nispetinde ifa ederken, nehiylerden de kesin surette kaçınmalıdır. Bir emre itiraz veya bir nehye iştiyak nedeniyle sorulan sorular, itiraz mahiyetindeki sorular olup helak edici davranışlar arasında kabul edilir. Bu aynı zamanda, Nebi’ye muhalefet olarak kabul edilir. Bu iki davranış, kadim medeniyetlerin helak edilmesinin, tarihten ve arzdan silinmesinin esas nedenidir.
Birinci Mesele: Resûl’ün Emrettikleri, Allah’ın Emrettikleridir
Allah Resûlü (sav) hadiste açık bir şekilde kendisinden gelen emirlere uyma konusunda ashabını uyarmaktadır: “Size neyi emrettiysem gücünüz nispetinde yerine getirin.” Allah Resûlü’nün emirleri bütün ümmet için bağlayıcıdır. İtaat edilmesi ve yerine getirilmesi gerekir.
Vahyin usulünü idrak etmiş olan mümin, gelen emre mutlak itaat eder. Hikmetini anlaması veya anlamaması bir şeyi değiştirmeyeceği gibi, itaatini de etkilemez. Zira Allah’ın veya Resûl’ün emirlerinden veya kurallarından kimisinin hikmeti insanlığa açıklanmış, kimisinin hikmeti kapalı bırakılmıştır:
Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Herhangi birinizin içeceğine sinek düşecek olursa o sineği içeceğe daldırsın ve geri çıkarsın. Zira onun kanatlarından birinde hastalık diğerinde ise bunun şifası vardır.”[3]
Bu hadiste Resûlullah (sav) bir emirde bulunmuştur. Hadisin son kısmında sineğin kanadından birinde zehir, ötekisinde panzehir olduğuna dair açıklamış olduğu hikmet bizim için önemli bir izahtır. Konunun daha iyi idrak edilmesine yardımcı olur. Lakin biz bu hikmeti bilmiyor olsaydık da sonuç değişmeyecekti, her hâlükârda itaat edecektik/etmeliyiz.
Allah Resûlü’nün ashabı gelen emirler konusunda olabildiğince hassas ve itaatkâr insanlardı. Sorgulamadan itaat eder, direkt uygulamaya gayret ederlerdi. Buna dair bir örneğe bakalım:
Cabir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü bir gün mesciddeydi.
İnsanlara, ‘Oturun!’ diye emretti.
Mescidin dışında mescide doğru gelmekte olan Abdullah ibni Mesud, olduğu yere oturdu.
Allah Resûlü (sav) onun bu tutumunu görünce, ‘Gel, ey Abdullah ibni Mesud!’ diyerek onu içeri çağırdı.”[4]
İbni Mesud’un tavrı dikkat çekicidir. Nebi mescidde bulunanlara emretti, bana değil demedi. Emri duyduğu ânda oturdu. Allah Resûlü de (sav) onun itaate ilişkin bu tavrını eleştirmedi, düzeltmedi. Sadece onu içeri davet etti. Bu, ashabın, Nebi’ye (sav) itaate dair hassasiyetidir. Yalnızca İbni Mesud değil, sahabe içerisinde buna dair sayısız örnekle karşılaşmak mümkündür.
Bir başka husus: Nebi’nin emirleri şeriat ahkâmına dahildir. Din sadece Kur’ân veya sadece Allah’ın emrettikleri değildir. Allah (cc), Nebi’sine de (sav) dinde şeriat kılma, kurallar belirleme, emretme ve yasaklama yetkisi vermiştir. Ki bu yetki de zaten Allah’ın Nebi’ye öğrettiği vahiyden kaynaklıdır. Çünkü, “O hevadan konuşmaz. (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir.”[5] Kim Nebi’nin, dinde şeriat koyma, helal ve haram belirleme yetkisi olmadığını iddia ederse bilsin ki açık nasları inkâr etmiştir:
“(O Resûl) Onlara iyiliği emreder, kötülükten sakındırır; temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar; sırtlarındaki ağır yükü ve zincirlerini kaldırır.”[6]
“Resûl size neyi vermişse onu alın, neyi de yasaklamışsa onu bırakın. Allah’tan korkup sakının. Hiç şüphesiz ki Allah, cezası çetin olandır.”[7]
Mikdam ibni Ma’dikerib’den (ra) şöyler rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) Hayber Günü bazı şeyleri yasakladı, haram olduğunu belirtti.
Sonra dedi ki: ‘Sizden, kendisine benim hadisim aktarılıp da beni yalanlayan kişilerin çıkması yakındır. Bir hadis aktarıldığında onlar, ‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın Kitab’ı vardır. Onda helal olduğu belirtilen bir şey bulursak onu helal kabul ederiz. Haram olduğu belirtilen bir şey bulursak onu haram kabul ederiz.’ derler. Dikkat edin! Allah Resûlü’nün yasakladıkları/haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.’ ”[8]
İkinci Mesele: Gücünüz Yettiğince
Resûlullah’ın (sav) emirlerine itaat konusunda şeriat bize kolaylık tanımış, emirlere gücümüz nispetinde itaat etmemizi söylemiştir. Dolayısıyla gücümüzü aşan hususlarda bu sorumluluk bizden düşer. Örneğin, namaz için abdest almamızı emretmiştir Nebi (sav). Şayet su bulamaz ve çevremize baktığımız hâlde suya ulaşamazsak teyemmüm kolaylığı sağlanmıştır. Namazını ayakta kılmaya güç yetiremeyen birisine Nebi oturarak kılabileceğini, güç yetirmezse uzanarak yanı üzerine kılabileceğini söylemiştir. Hasta veya seferde olan kimseye Ramazan orucu farz kılınmış olmasına rağmen kolaylık sağlanmış, dilerse sonradan kaza etmek şartıyla erteleme fırsatı ve imkânı sağlanmıştır. İyileşmesi umulmayan hastalıklar için oruç yerine bir fakiri doyurmak ruhsatı verilmiştir. Aynı ruhsat emziren veya hamile olan kadınlara da tanınmıştır. Bunlar şeriatın, gücümüzün yetmediği veya yetmeme ihtimali olduğu yerlerde bize sağladığı kolaylıklardır. Nitekim Allah (cc), seferde olan veya hasta olan insanın orucunu erteleyebileceğini zikrettikten sonra, “…Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez…”[9] buyurarak kullarına kolaylaştırdığını ifade eder.
Yalnız burada dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken bir husus vardır. Bu hususun çok önemli olduğunu düşünüyoruz: Gücümüzün yetiyor veya yetmiyor oluşu tamamen bize bırakılmış, inisiyatifimize terk edilmiş bir durum değildir. Nice zorlu seferlerde yahut görevlerde geri çekilen insanları Allah ve Nebi’si kınamış, güç yetiremiyoruz ifadelerini yalan olarak kabul etmiştir. Buyurun, ilgili nasları okuyalım:
“(Onları davet ettiğin görev) elde edilmesi kolay bir ganimet ya da kısa/yorucu olmayan bir yolculuk olsaydı, sana uyarlardı. Fakat o meşakkatli yol onlara zor göründü. ‘Şayet güç yetirebilseydik sizinle beraber (bu sefere) çıkardık.’ diye Allah adına yemin edecekler. (Yalan söyleyerek) kendilerini helak ediyorlar. Allah, onların yalancı olduğunu elbette bilmektedir.”[10]
“Onlardan kimisi: ‘(Savaşa çıkmama) konusunda bana izin ver, beni (Rum kadınlarının) fitnesine düşürme.’ der. Dikkat edin! (Onlar Allah’ın ve Resûl’ünün emrine uymamak için bahaneler üreterek) fitneye düştüler bile. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.”[11]
Her iki ayet de Tebuk Gazvesi’nden geri kalanları anlatır. Güç yetiremiyoruz, fitneye düşeriz iddiaları kabul edilmemiştir.
Seleme ibni Ekva’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü’nün (sav) yanında bir adam sol eliyle yemek yiyordu.
Ona ‘Sağ elle yemek ye!’ dedi.
Adam, ‘Gücüm yetmiyor.’ diye cevap verdi.
Allah Resûlü (sav), ‘Gücün yetmesin!’ dedi.
Adam bir daha elini ağzına götüremedi.”[12]
“Şayet biz: ‘Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın.’ diye onlara farz kılmış olsak, onlardan azı hariç (bu emri) yerine getirmezlerdi. Onlar, kendilerine verilen bu öğüdü yerine getirselerdi kendileri için daha hayırlı olur, (ayaklarını) daha kuvvetli bir şekilde sabit kılardık.”[13]
Üçüncü Mesele: Yasaklar ve İçtinab
Nehiyleri konusunda Nebi’nin (sav) direktifi içtinab edilmesidir. İçtinab; cenb kelimesinden gelir. Cenb, taraf demektir. İçtinab ise kişinin bir tarafta, ilgili soyut veya somut şeyin karşı tarafta olmasıdır. Allah Resûlü bir şeyi yasakladığı zaman mümin, kendisini yasaklanan şeyin yanına değil karşısına, yakınına değil uzağına konumlandırır. Durması gerektiği yeri bilir. Yasaklar konusunda İslam’ın hassasiyetini hassasiyet bilir ve uzak durur.
Emirler konusunda söylediğimiz durum, nehiyler/yasaklar için de istisnasız olarak geçerlidir. Nebi’nin (sav) açıkça haram kıldıkları veya yasakladıkları bizim için şer’i ahkâma tereddütsüz dâhildir. Mümin, uymakla yükümlüdür ve bundan da hesaba çekilecektir.
Nehiylerde içtinab konusunda güç yetirme kaydı yoktur. Zira kaçınmak veya terk etmek, emredileni yapmak kadar külfet olmayabilir. Bu nedenle nehiylerden kaçınmak “güç yetirme” kaydıyla kayıtlı değildir. Diğer taraftan nehiyleri irtikâp eden, yasaklara düşen insanın zararı, emirleri terk eden ve yerine getirmeyen insandan daha fazladır. Allah’ın veya Resûl’ün yasakladığı bir günaha bulaşan insanın kalbine gelecek zarar, emri yerine getirmeyen insanın kalbine gelecek olan zarardan daha büyüktür.
Hasen el Basri der ki: “Kendisini ibadete kapatan abidler Allah’ın onlara yasakladıklarını terk etmekten daha faziletli bir amel yapmamışlardır.”[14]
Hadisimizin izahına bir sonraki ay kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah. Selam ve dua ile…
[1]. Müslim, 1337
[2]. Buhari, 7288; Müslim, 1337
[3]. Buhari, 3320
[4]. Ebu Davud, 1091
[5]. 53/Necm, 3-4
[6]. 7/A’râf, 157
[7]. 59/Haşr, 7
[8]. Ebu Davud, 4604; Tirmizi, 2664; Ahmed, 17194
[9]. 2/Bakara, 185
[10]. 9/Tevbe, 42
[11]. 9/Tevbe, 49
[12]. Müslim, 2021
[13]. 4/Nisâ, 66
[14]. Camiu’l Ulumi ve’l Hikem, s. 106
İlk Yorumu Sen Yap