Ehl-i Kitap İle Münafıkların İslam’a Düşmanlıkları

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.

Ben-i Nadir Yahudileri son dönemde Müslimlerin başına gelen musibetleri fırsat bilip Mekkelilerin de kışkırtma ve tehditleriyle Allah Resûlü’ne (sav) suikast girişiminde bulundular. Ancak Rabbimiz (cc) Nebi’sini muhafaza etti ve hemen akabinde Ben-i Nadir kuşatması başladı:

“İbni Hişâm şöyle der: ‘Resûlullah (sav) Medine’de vekil olarak İbni Ummu Mektûm’u bıraktı. Yanındakilerle Ben-i Nadir’e varıncaya kadar yürüdü. Bu, Rebîu’l Evvel ayındaydı. Onları altı gece kuşattı.’

İbni İshâk şöyle der: ‘Aralarında Abdullah ibni Ubeyy ibni Selûl, Vedîa, Mâlik ibni Ebî Gavgal, Suveyd ve Rais’in de bulunduğu Ben-i Avf ibni Hazrec’den bir grup, Ben-i Nadir’e, ‘Yerinizde kalın, biz sizi teslim etmeyeceğiz. Sizinle savaşılırsa biz de sizinle birlikte savaşırız. Siz yerinizden çıkartılırsanız biz de sizinle birlikte çıkarız.’ şeklinde haber gönderdi. Nadiroğulları onlardan bu yardımı bekledi, fakat onlar bunu yapmadılar. Allah, kalplerine korku saldı.’ ”[1]

Kıssanın bu bölümünde Allah’ın (cc), Kitab’ında neden münafıklara çok fazla dikkat çektiğinin somut örneğini görmekteyiz. Onlar iman ettiklerini iddia ettikleri dinin Peygamber’ini öldürmek isteyen bir topluluğa, Allah Resûlü (sav) ile mücadele etmeleri için teşvikte bulunuyorlar. Tabii bunu gizli gizli yapıyorlar, ancak vahiy onların gerçek yüzlerini açığa çıkartıyor:

“Münafıklık eden kimseleri görmedin mi? Ehl-i Kitap’tan kâfir olan kardeşlerine derler ki: ‘Şayet (yurtlarınızdan) çıkarılırsanız, biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinize (olacak bir hükümde) hiç kimseye ebediyen itaat etmeyiz. Şayet sizinle savaşılırsa kesinlikle size yardım ederiz.’ Allah, onların yalancılar olduğuna şahitlik eder. Andolsun ki (yurtlarından) çıkarılacak olsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Onlarla savaşılırsa, yardım etmezler. Şayet yardım edecek olsalar arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da olunmaz.”[2]

Ayetlerde Yahudiler ile münafıklar kardeş olarak adlandırılıyor. Farklı dinlere mensup olmakla beraber şirk kardeşliği zaten mevcuttur. Ancak aynı zamanda hile, desise, arkadan iş çevirme, hainlik gibi ahlaklarda birbirlerine benzemeleri konusunda da kardeşlerdir.

Ayetler yine bir hakikatin altını çiziyor ve Yahudilere sesleniyor: Nifak ehli yalancıdır. Sizden önceki arkadaşlarınıza verdikleri hangi sözü tuttular ki size yardımları olsun! Güç neredeyse bunların ibreleri oraya döner, ki sonuç da böyle oldu. Allah Resûlü’nün (sav) orduları, kaleleri içinde onları aciz bir hâle getirince nifak ehli ortadan kayboldu.

“Şeytanın durumu gibi… Hani insana: ‘Kâfir ol!’ dedi. (İnsan) kâfir olunca da: ‘Şüphesiz ki ben, senden berîyim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkuyorum.’ dedi. (Münafıklar da dostları olan Ehl-i Kitab’ı böyle kandırdılar. ‘Yurtlarınızdan çıkarılırsanız biz de çıkarız, savaşırsanız yardım ederiz.’ dediler. Savaş başlayınca da onlardan uzaklaştılar.) O ikisinin akıbeti, hiç şüphesiz, ateşin içinde ebedî kalmalarıdır. Bu, zalimlerin cezasıdır.”[3]

İslami mücadeleye engel olmak isteyen şirk ve nifak taifeleri sürekli olarak birbirlerini kışkırtırlar. Hiçbiri tek başına meydana çıkmaya cesaret edemez. Müslimlerin zayıfladıklarını fark ettikleri ânda gizlendikleri yerden birer ikişer başlarını çıkarmaya başlarlar. Ancak onlarla tam manasıyla mücadele edildiğinde tekrardan zelil bir şekilde eski yerlerine dönerler.

Bu toplulukların ruh hâlini anlatması açısından şu ayetler de oldukça dikkat çekicidir:

“Ehl-i Kitap’tan kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz, onların çıkacağını düşünmemiştiniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmıştı. Allah onlara, hiç beklemedikleri yerden geldi ve kalplerine şiddetli bir korku saldı. Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı. İbret alın ey basiret sahipleri!”[4]

Ayette Rabbimiz (cc) ordularının sınırsız olduğunu bize göstermektedir. Zahiren onlar kaleler içerisinde güvendelerdi, lakin yeryüzündeki hangi kale/korunak Allah’ın (cc), kalplerine yerleştirdiği korkuyu atmalarını sağlayabilir ki?

Tabii ayet-i kerimenin müminlere bakan yönü de vardır: Bizler Rabbimizin (cc) kudretini kendi aklımızla sınırlandırmaya çalışıyoruz. Kâinatta her ân gerçekleşen milyonlarca hadise, Rabbimizin kudretine işaret ediyorken imanımızı kemal seviyeye çıkartamadığımızdan aynı hataları tekrarlıyoruz. “Bu kadar büyük güçlere sahip olan kâfir ve münafıkların sonu nasıl gelir ki?” sorusuna yanlış yerlerde cevap aramaya çalışıyoruz. İşte Rabbimiz (cc) Ben-i Nadir üzerinden bizlere cevap veriyor.

Ayette dikkat çeken diğer bir nokta ise Rabbimizin kendisini bizzat müminlerin safında göstermesidir. Aslında onların savaştıkları da Allah, onları kalelerinden çıkartan da Allah’tır (cc). Bu bilince ulaşmak ne kadar zor olursa olsun, her mümin için hedef olmalıdır. Çünkü bunun vereceği huzur/güven başka hiçbir şekilde elde edilemez:

“Kalplerinde size dair var olan korku, Allah korkusundan daha çetindir. Bu, onların anlamayan bir topluluk olmalarındandır. Korunaklı şehirler ve duvar gerisi (siperler) olmaksızın, sizinle topluca (göğüs göğüse) savaşmazlar. Kendi aralarındaki savaşları çetindir. Sen, onları bir(lik beraberlik içinde) sanırsın. Oysa kalpleri paramparçadır. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmasındandır.”[5]

Yahudiler ve münafıkların ruh hâllerini başka ayetlerde de görmeye devam ediyoruz.

Peygamber’in (sav) hak peygamber olduğunu bilip, kâinatın bir idarecisinin olduğuna inandıklarını iddia etmelerine rağmen yerin ve göğün sahibinden değil, kendileri gibi insanlardan korkuyorlar. Allah’ı hakkıyla takdir edemiyorlar. İnsanlardan gelecek zararın Allah’ın (cc) azabından daha hafif olduğunu biliyorlar. Lakin buna rağmen yakın ve hafif azabı, uzak -tabii bu onların zannı- ve ağır azaba tercih ediyorlar.

Bu toplulukların diğer bir özelliği de içleri ile dışlarının farklı olmasıdır. Bu sadece imani meselelerle ilgili değildir. Hayatlarının her alanında böylelerdir. Dışarıdan bakan onları bir görür. Kendi başlarına bırakıldıklarında ihtilaf etmedikleri en ufak konu bile olmaz. Onları bir araya getiren temel bağ, İslam’a olan düşmanlıklarıdır.

Aynı şekilde bu toplulukların savaşı korkakça ve sinsicedir. Yüz yüze gelemezler, ancak uzaktan ve gizlice düşmanlık edebilirler. Karşı karşıya gelindiğinde ise lal/dilsiz olup kalırlar.

Allah’ı (cc) hakkıyla takdir edememek, aynı zamanda müminlerin de sorunudur. Rabbimizin isim ve sıfatlarını öğrenmek bu sebeple bir hobi değil, O’nu (cc) hakkıyla takdir etmek için olmazsa olmaz bir ilimdir.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1]. bk. Siret-i İbn-i Hişam, 3/269-270

[2]. 59/Haşr, 11-12

[3]. 59/Haşr, 16-17

[4]. 59/Haşr, 2

[5]. 59/Haşr, 13-14

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver