Yeryüzünü bir ölçü ve hikmetle yaratan Allah’a (cc) hamd, bizlere bu hikmeti okumayı öğreten Resûl’üne (sav) salât ve selam olsun.
İnsanlık gündeminde spot ışıkları, yeni ve hararetli bir tartışmanın üzerine çevrilmiş durumda: “Yapay et” ve beraberinde gelen “İklim Kanunu”. Milyarlarca dolarlık endüstriler, laboratuvarda üretilen bir lokma etin ahlaki boyutu ve ekolojik sonuçları üzerinden geleceği şekillendirmeye çalışıyor. Firavunların sihirbazları gibi çalışan bu sistemler, dikkatimizi bir noktaya çekerken asıl büyük oyunu diğer elde kurarlar.
Örneğin bugün bir elimize, fıtrata ve yaratılışa doğrudan bir isyan olan “yapay et” tutuşturulurken; diğer elimizden ise gezegenimizin öz kaynakları, yapay zekânın doymak bilmez iştahıyla sessizce çekilip alınıyor. Burada asıl mesele, yapay etin mi, yoksa yapay zekânın mı daha zararlı olduğu değil; her ikisinin de aynı ifsad projesinin farklı cepheleri olduğudur. Zira tağuti sistemler hiçbir zaman insanların iyiliğini dilememişlerdir/dilemezler.
Birinci Cephe: Fıtrata Açılan Savaş
Öncelikle en görünür olandan başlayalım. Yapay etin nasıl elde edildiğiyle ilgili teknik bir açıklama için Tevhid Dergisi’nin 117. sayısında Dr. Gözde Tercuman Ablamız tarafından kaleme alınan Yapay Et adlı makaleden bir alıntı sunmak istiyorum:
“Yetişkin bir hayvanın kaslarından bir miktar doku örneği alınır ve kök hücreler elde edilir. Kök hücrenin büyümesi için özel bir ortam oluşturulur. Bu ortama hücrenin ihtiyaçları olan tuz, su, şeker ve diğer besinler konulur. Kök hücrenin büyümesini sağlayacak büyüme faktörleri de eklenir. Kök hücreler büyüyüp çoğaldığında, kas dokusu; örneğin, sığır bifteği elde edilmiş olur.
Üretim tekniğine baktığımız zaman vücudu taklit ediyormuş gibi görünebilir. Çünkü bedende de aynı mekanizmalar mevcuttur. Kan dolaşımıyla hücrelerin besin, su, tuz gibi ihtiyaçları karşılanmakta ve doğal olarak üretilen büyüme faktörleri de hücrelerin büyümesine ve çoğalmasına yardımcı olmaktadır. Yapay etin, Allah’ın (cc) yarattığı düzenle çelişen kısmı ise şu şekildedir: Memeli hayvanlarda her hücre her zaman büyüyüp çoğalmamaktadır. Yapay et üretiminde kök hücrelere müdahale edilir; büyüme faktörleri ve diğer genetik teknolojilerle bölünmesi ve sayıca çoğalması uyarılır.”[1]
Evet, yapay et masum bir gıda alternatifi olarak sunulsa da felsefesi itibarıyla El-Hakîm olan, yani her şeyi bir hikmetle yaratan Allah’ın sanatına karşı teknolojik bir meydan okumadır. Zira bu; ineği, toprağı, suyu ve Güneş’i denklemden çıkarıp, hayatı laboratuvarların soğuk ve patentli duvarlarına hapsetme cüretidir. Bu projenin tehlikesi sadece manevi boyutla da sınırlı değildir, somut ve fiziksel riskler barındırmaktadır.
Biyolojik meçhul: Yapay et üretiminde, kontrolsüzce çoğalabilen, yani bir nevi kanserleşmiş “ölümsüzleştirilmiş hücre hatları” (immortalized cell lines) kullanılmaktadır. Bu hücrelerin uzun vadede insan sağlığı üzerindeki etkileri tam bir meçhuldür. İnsanlık, daha önce deneyimlemediği biyolojik bir riskle karşı karşıya bırakılmaktadır.
Patentli gıda: Hayvanlar ve bitkiler Allah’ın tüm insanlığa bir lütfuyken, yapay et teknolojileri birkaç küresel şirketin patenti altındadır. Bu durum, gıda tedarik zincirini tamamen şirketlerin kontrolüne sokarak, insanlığı tarihin en büyük gıda bağımlılığı ve zafiyetiyle baş başa bırakma potansiyeli taşır.
Besin değeri ve fıtri çeşitlilik: Bir hayvanın otladığı meradan, içtiği sudan aldığı doğal vitamin ve mineralleri, laboratuvarda üretilen bir hücre yığınında ne kadar taklit edebilirsiniz? Bu, Rabbimizin (cc) doğaya yerleştirdiği o zengin besin ağını ve biyoçeşitliliği yok saymaktır. Kâinattaki kevnî ayetleri alaya almaktır.
Bu zihniyet, Kur’ân’ın dikkat çektiği, gücü eline geçirdiğinde hem ekini (tabiatı, kaynakları, ekosistemi) hem de nesli (insanın sağlığını, genetiğini, fıtratını) helak etmekten çekinmeyen zihniyetin beyaz önlüklü tezahürüdür:
“(Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez.”[2]
Evet, yapay et haddizatında tehlikelidir. Çünkü o, sadece midemizi değil, fıtratla olan ahdimizi de hedef alır. Tüm bunlarla beraber, dikkatimiz bu cepheye kilitlenmişken, öte cephede çok daha sinsi ve yıkıcı bir operasyon yürütülmektedir.
İkinci Cephe: Dünyanın Bağrına Saplanan Dijital Hançer
Yapay zekâyla yakından ilgilenen biri olarak şunu açık bir şekilde ifade etmeliyim: Genelde yapay zekânın sanal ve soyut dünyasından bahsederken, onun o devasa fiziksel ve ekolojik bedelini görmezden geliyoruz. Rakamlar, bu bedelin ne denli ağır olduğunu ortaya koymak için yeterli olacaktır diye düşünüyorum:
Enerji Tüketimi: Birleşmiş Milletler raporlarına göre, 2020-2023 arasında yapay zekâ kaynaklı ürünlerin dolaylı yoldan karbon emisyonları %150 oranında artmış vaziyette. Bu emisyon artışlarını anlamak adına Arjantin, Bolivya, Şili gibi ülkelerin toplam karbon emisyonlarına denk bir rakam söz konusudur. Daha da korkutucu olan durumsa, Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) verilerine göre, 2030 yılında yapay zekâ sistemlerinin enerji tüketimi Japonya gibi yüksek enerji tüketen bir ülkenin yıllık elektrik tüketimine, yani takribî olarak 900 TWh’a ulaşacak olmasıdır. Hızla gelişen ve eğitilen yeni modelleri de düşündüğümüzde, tüketimin bu araştırmalardan çok daha fazla olacağı kaçınılmazdır.
Su Tüketimi: Asıl felaket ise hayatın kaynağı olan su tüketiminde gizli. Bu sistemlerin çalışmasında kullanılan soğutma sistemleri sanıldığından daha fazla su tüketmektedir. Basit bir ChatGPT sorgusu, on Google aramasından yüz kat daha fazla enerji tüketiyor. Yapay zekâyla ürettiğimiz tek bir görselin bedeli ise bir akıllı telefonu tamamen şarj etmeye eşdeğer. Felaketin ayak sesleri bunlarla da sınırlı değil; GPT-4o gibi gelişmiş ve ücret mukabilinde kullanılabilen yüksek yapay zekâ modelleri, sadece yüz kelimelik (ortalama bir paragraf) metin üretiminde 500 ml su tüketiyor. Bu, her bir sorgunun yaklaşık küçük bir pet şişe dolusu su tüketmesi anlamına gelmektedir. Yapılan diğer bir araştırmaya göre, 2027 yılında yapay zekâ endüstrisinin, tek başına İngiltere’nin yıllık su tüketiminin üçte ikisi kadar, yani 6.6 milyar m³ suyu tüketmesi bekleniyor.
Yapay Gündem Gerçek Kıyım
İşte bu noktada sistemin çifte standardı ortaya çıkıyor. Bir yanda insanlığı “yapay et” yemeye zorlayarak iklimi kurtaracaklarını iddia edenler, diğer yanda kendi kurdukları yapay zekâ imparatorluğunun gezegeni nasıl bir enerji ve su krizine sürüklediğini görmezden geliyorlar.
Peki, gezegeni bu denli sömüren bir endüstri, “iklim kriziyle mücadele” adı altında çıkarılan yasalardan nasıl muaf tutulabiliyor? Cevap, politikanın bariz çifte standardında saklı. Örneğin, Türkiye’de yeni İklim Kanunu gibi düzenlemeler, sanayicinin bacasını ölçerken teknoloji devlerinin milyarlarca dolarlık veri merkezlerini bu denetimin dışında bırakıyor. Düzenleme, devasa veri merkezlerini koruyan bariz boşluklar içeriyor. Bu gelinen durum, yasal körlükten de öte âdeta bilinçli bir hegemonyadır. Onların gözünde ise bu durum, insanlığı daha ilerici bir düzleme taşımaktır.
“Onlara: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz.’ derler.”[3]
Teknoloji devleri ve yöneticiler bugün bu ayetin tefsiri mahiyetindelerdir. Fıtratı bozarak, gezegenin dengesini yok ederek sözde “ıslah” iddiasındalardır.
Gerçek Sorumlularla Yüzleşme Zamanı
Objektif bir bakış açısıyla konu ele alındığında, bu şirketlerin çevre kirliliğinin asıl sorumluları olduğu çok net bir şekilde görülmektedir. Sunduğumuz araştırmalar -ki bunlar daha buzdağının görünen kısımlarıdır- sadece on büyük teknoloji devinin, sektördeki toplam karbon salınımının yarısından fazlasını oluşturduğunu ispat etmektedir. Buna rağmen, ne politikacılar ne de aktivistler asıl sorumlularla yüzleşme cesaretini gösteremiyorlar.
Bugün gelinen noktada, yapay zekâ da yapay et gibi sembolik tartışmaların gölgesinde kalıp devasa bir ekolojik felaket üretmeye devam ediyor. Buna karşı koyabilmek adına insanlığın bir ân önce fıtrata ve İslam’a dönmesi, köklü ve gerçekçi adımlar atması gerekmektedir. Küresel düzeyde bir farkındalık oluşmadığı sürece, bu tüketim çılgınlığının bedelini gelecek nesiller ağır bir şekilde ödeyecek, manevi ve fiziki açıdan kısır bir dünyayı miras almış olacaklardır.
“İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebebiyle, karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi. Belki (İslam’a) dönerler diye (Allah), yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.”[4]
Bununla beraber iklimi koruma mücadelesi, kolay hedeflerle veya yapay gündemlerle değil; veri merkezlerinin dipsiz enerji ve su kuyularını gün yüzüne çıkarmakla başlanılmalıdır. Yapay zekâ şirketlerine emisyon ve su ayak izlerini raporlama zorunluluğu getirilmeli, göz boyayan çözümlerin yerine radikal adımlar talep etmelidir. Değişim, ancak teknoloji devlerinin karanlık veri koridorlarına ışık tuttuğumuzda başlayabilir. Aksi takdirde, yapay et de yapay zekâ tüketimi de “yapay gündem” olmaktan öteye geçemeyecektir.
Rabbimizden (cc) dileğimiz, yeryüzünü ifsad eden tüm bozgunculardan bizleri muhafaza etmesi ve bu karanlık karşısında İslam davası için mücadele edebilecek aydınlık bir nesil inşasında bizleri memur kılmasıdır.[5]
[1] Daha geniş bilgi için bk. https://tevhiddergisi.org/yapay-et/
[2] 2/Bakara, 205
[3] 2/Bakara, 11
[4] 30/Rûm, 41
[5] Yazının hazırlanmasında aşağıdaki kaynaklardan yer yer istifade edilmiştir:
İlk Yorumu Sen Yap