Allah’a hamd, Rasûlüne salât ve selam olsun.
Dava arkadaşım! Bu konuyu seninle nasihatleşirken, ‘neden sırları gizli tutmalıyız?’ gibi bir soru sorabilirsin.
Sırları gizli tutmak siyasi bir mesele değildir. Bazıları bu meseleleri siyasi veya karanlık, yeraltına çekilmiş örgütlerin yapmış oldukları bir eylem ve düşünce olarak algılıyor. Sırları gizli tutmak bunlar ile yakından uzaktan alakası yoktur.
Sırları gizlemek, tedbir kapsamındadır. Tedbir ise Allah’ın şer’i emirlerinden bir tanesidir:
“Ey iman edenler! Tedbirinizi alınız. Ya küçük birlikler halinde savaşa çıkın veya toptan seferber olun.” (4/Nisa, 71)
Namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak Allah’ın bizlere emridir. Hakeza sırları gizli tutmak da Allah’ın emirlerinden bir emirdir. Diğer şer’i emirleri yerine getirirken verdiğimiz önemi sırları gizli tutma konusunda da hiçbir fark gözetmeden vermemiz gerekir. Ki Müslüman Allah’ın şer’i emirlerinde Yahudi ve Hristiyanlar gibi ayrım yapmaz. Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdikleri zaman “işittik ve itaat ettik” derler.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın bu emrini en güzel şekilde yerine getirmiştir. Bu Peygamber’in bir menheciydi. Sonradan ona ittiba edenlerin de sünneti ve menheci olması gerekir. Biliyorsun Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hangi savaşa çıkarsa çıksın gideceği yönün ters istikametini söyler, oraya doğru hareket ederdi. Belli bir mesafe yürüdükten sonra savaş istikametine doğru dönerdi. Bu stratejiyi savaşın zorluğundan ve mesafenin uzunluğundan dolayı sadece Tebuk gazvesinde yapmamıştır. Bunun dışındaki her savaşta bu uygulamayı yapmıştır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem neden ashabına karşı tedbir almıştır? Gidilecek yerin ismini neden sahabesinden gizli tutmuştur? Yanlış anlayışa kapılmamalısın, Peygamber’in böyle yapması, sahabesine güvenmediğinden dolayı değildir. Bilakis Peygamber gibi ashabına güven duyan bir komutan, bir lider henüz dünyaya gelmemiştir. Ashabı da hem nübüvvetten önce, hem de nübüvvetten sonra Rasûlullah’a güven duymuştur. Allah sahabeyi tezkiye etmiş, Rasûlullah da onları en hayırlı nesil olarak övmüştür. Birçok alanda her şeyini ashabına emanet etmiştir Rasûlullah. Fakat bununla beraber Peygamber savaş stratejisinde, ashabına karşı tedbir almış, sırları onların yanında ifşa etmemiştir. Peygamber’in böyle yapmasının nedeni, Allah’ın şer’i emrinden dolayıdır:
“Ey iman edenler! Tedbirinizi alınız. Ya küçük birlikler halinde savaşa çıkın veya toptan seferber olun.” (4/Nisa, 71)
Bugün cihad meydanları, sırların gizli tutulmasına ne kadar da muhtaçtır. Bugün mücadele alanları Peygamberin metodundan ne kadar da mahrumdur. Düşmanlarımız oturdukları yerden ümmetin sırlarını konuşuyorlar. Hem de hiçbir zorluk çekmeden. Nübüvvet döneminin tam tersini yaşıyoruz. O dönemde düşmanın sırlarını ilk öğrenen Peygamberdi. Düşman, Peygamberle karşı karşıya gelip bütün sırlarının onun elinde olduğunu gördüğü zaman mağlup olup geriye dönüyordu. Düşmanı bir kenara bırakalım, o zamanlarda ümmetin sırlarını sahabenin çoğu bilmiyordu.
Neden bugün ümmetin sırları bütün dünyanın dilinde?
Kardeşim! Her meseleyi her yerde konuşan kimse bedava istihbarattır. Normalde düşman bunun için paralı elaman tutuyor. Bir ton para yatırıp onları eğitiyor. Fakat bugün düşmanın bu ihtiyacını ‘her meseleyi her yerde konuşarak’ bedava karşılayanlar var. Düşünün ki cihad meydanlarında savaşanlar, savaş esnasında ailesine telefon açıp o an ne yapıyor ve orada olan duruma dair ne gelişme varsa haber muhabiriymiş gibi olayları rapor ediyor. Tabi ki sırlarımız ifşa olur! Tabi ki kaybeden, vurulan biz oluruz! Hani ümmet içerisinde şu algıyı hep duymuşsundur: ‘Tağut, nerede olursak olalım bizden haberdar.’ Bu olguyu tağut, kendi çabasıyla mı elde etmiştir, yoksa bizler mi sırlarımızı ifşa ederek buna olanak sağlamışız. Tağutun senin attığın her adımından haberi yoktur. Olması da mümkün değildir zaten. Çünkü o da bir beşerdir. Fakat sen her meseleyi her yerde konuşur, sırları gizli tutmazsan, elbette tağut attığın her adımdan haberdar olur.
Kardeşim! Sana Daru’l Erkam’ı hatırlatmak isterim. Daru’l Erkam, nüfusu az olan Mekke’de, müşrikler tarafından Peygamberin eylem ve söylemleri takip edilmesine rağmen on üç yıl boyunca gizli kalmıştır. Mekke bildiğin gibi zorluk dönemidir. Peygamber’in böyle zor bir dönemde Daru’l Erkam’ı yıllarca gizli tutması çok dikkat çekicidir. Gizliliğe önem veren Peygamber, düşmanın haberi olmadan Daru’l Erkam’da hem faaliyetlerini sürdürmüş hem de öncü nesli/sahabeyi yetiştirmiştir.
Bugün gizli tutulması gereken nice Daru’l Erkam’larımız var. Neredeyse birçoğu, Peygamber dönemindeki gizlilik vasfını kaybetmiştir. Telefonda ve facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde sırlar çok rahatlıkla paylaşılmaya başlandığından bu yana, ümmetin meselelerinde sır adına bir şey kalmamıştır.
Kardeşim! Gerek cihad, gerek ilim, gerekse de davet alanında İslam’a hizmet ederken sırları gizli tutmamız elzemdir.
İmam Maverdi ‘Edebu’d Dünya ve’d Din’ isimli kitabında, sırrın gizlenmesi ile ilgili olarak şöyle der: ‘Sırları gizlemek, başarının en büyük sebeplerinden olup, iyi durumun devamı için en uygun olanıdır. Rasûlullah’ın şöyle dediği rivayet edilir; ‘İhtiyaçlarınızı gidermeyi gizlilik ile yapın. Çünkü nimet sahibini kıskananlar mutlaka vardır’ ‘
Ali bin Ebu Talib radıyallahu anh şöyle der: ‘Sırrın esirindir. Onu açığa vurdun mu, sen onun esiri olursun. Açıklandığı için sahibinin canına mal olan, isteklerini elde etmesine engel olan nice sırlar vardır. Onu gizleseydi, zararından emin ve sonuçlarından güvende olurdu. İhtiyaçlarını da daha iyi giderebilirdi. Kişinin başkasının sırrını açıklaması, kendi sırrını açıklamasından daha çirkindir. Çünkü sır kendisine emanet edildiği için hıyanet; ayıp ve sözü saklanması söylendiği için de, koğuculuk yapma ayıbını işlemiş olur.’
Kardeşim bizim için emirleri pratiğe geçirmede Peygamberden sonra en güzel örnek sahabeyi kiramdır. Sır konusunda onların düşüncesine ve uygulamasına başvurmamız gereklidir.
Bunlardan biri Peygamberin hizmetçisi Enes’tir. Enes radıyallahu anh kendi hayatından şöyle bir kıssa anlatır; “Ben, çocuklarla oynarken Rasûlullah yanıma geldi ve bize selam verdi. Ardından beni bir işe gönderdi. Bundan dolayı annemin yanına geç gittim. Eve döndüğümde annem, ‘niye geciktin?’ diye sordu. Ben de ‘Rasûlullah beni bir işe gönderdi’ dedim. Annem ‘Rasûlullah’ın işi neymiş?’ diye sordu. Dedim ki ‘Bu sırdır.’ Bunun üzerine annem ‘Sakın Rasûlullah’ın sırrını kimseye söyleme’ dedi.” (Buhari, Müslim)
Kardeşim! Biliyorsun Enes’in annesi Ümmü Süleym’dir radıyallahu anhum. Ümmü Süleym’i bütün İslam tarihi fedakâr oluşu ile tanır. O kadar ki Peygamber’e Enes’i getirip ‘Bu senindir ya Rasûlullah!’ demiş ve Enes’i Peygamber’e hibe etmiştir. Bununla beraber güvenilir bir kadındır. Fakat buna rağmen Enes radıyallahu anh Peygamber’in kendisine emanet ettiği sırrı annesine söylememiştir.
İnsanoğlu meraklıdır. Kişi Ümmü Süleym olsa da fıtrattaki merak duygusu değişmez. İnsan fıtratı, kendisini ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmeye meyyaldir. Bununla beraber akrabalık, arkadaşlık gibi bağlarla yakın olan kişiler, birbirlerine sır olan konularda daha rahat soru sorarlar. İkisi de Enes için mevcuttur. Fakat Enes çocuk olmasına rağmen Rasûlullah’ın sırrını ifşa etmemiştir.
Bugün ise, aynı ev ortamında kaldığı, samimi olduğu arkadaşıyla başkalarının sırlarını konuşmak veya evli olanların eşleriyle Müslümanların sırlarını konuşması, sırları ifşa etmek ve emanete hainlik olarak algılanmıyor. Bu kişilere göre, sırları yabancı olan kişilere aktarmak hainliktir. Fakat İslam akraba, eş, dost ayrımı yapmaksızın sırları ifşa etmeyi hainlik olarak nitelendirmiştir. Bu konuda Ebu Lubabe’nin radıyallahu anh kıssasını daha önce örnek olarak vermiştim. Bu nedenle insan yakın hissettiği insanlara karşı sırlarda daha dikkatli olmalı, şeytanın oyunlarına kapılmamalıdır.
Gizlilikte başka bir örnek, Fatma binti Hattab’dır radıyallahu anha. Bir gün Peygamber, Ebu Bekir ve sahabeler Mescidi Haram’a gittiler. Orada Ebu Bekir radıyallahu anh ayağa kalkıp müşrikleri İslam’a davet etti. Derken müşrikler, Ebu Bekir’i orada dövmeye başladı. Utbe bin Rabi’a onu ayağındaki demirli ayakkabısıyla yüzünü tekmeledi. Ebu Bekir radıyallahu anh baygın düşmüştü. Ailesi Ebu Bekir’i eve getirdi. Günün sonuna doğru kendine anca geldi. Ebu Bekir ayıldığı zaman ilk olarak Peygamber’in durumunu sordu. Annesi arkadaşının durumunu bilmediğini söyledi. Ebu Bekir annesine ‘Fatma binti Hattab’a git. Rasûlullah’ı sor’ dedi. Annesi Ümmül Hayr, Fatma binti Hattab’a gitti ve ‘Ebu Bekir senden Muhammed b. Abdullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem soruyor’ dedi. Fatma binti Hattab ‘Ben ne Ebu Bekir’i ne de Muhammed b. Abdullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem tanıyorum. İstiyorsan seninle birlikte oğlunun yanına kadar geleyim’ dedi. Ümmül Hayr; ‘Olur’ dedi. İkisi birlikte Ebu Bekir’in yanına geldiler. Fatma binti Hattab, Ebu Bekir’i dövülmüş, mahvolmuş bir halde bulunca kendisini tutamayarak ‘Vallahi, sana bunu yapan kavim muhakkak azgın ve sapıktır. Ben senin öcünü almasını Allah’tan diler ve umarım’ dedi. Ebu Bekir radıyallahu anh Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem durumunu sordu. Fatma binti Hattab (gizli bir işaretle) ‘Şu annen onun hakkında söyleyeceğimi işitir.’ demek istedi. Ebu Bekir ‘Ondan sana hiçbir kötülük gelmez’ dedi. Bunun üzerine Fatma binti Hattab ‘Selamettedir ve iyidir’ dedi…” (Siyeri İbni Kesir)
Vakıamızda sır dediğimiz meseleleri yayanların çoğunluğunu bayanlar oluşturmaktadır. Hatta eşler çoğu haberi hanımlarından duyuyor. Bu dava için çok tehlikeli bir durumdur. Yukarıdaki kıssadan ümmetin bacılarına çok önemli bir ders çıkmaktadır. Bayanların sırları gizli tutma konusuna daha fazla dikkat etmesi gerekir. ‘Bu komşum, bu eşim, bu annem veya bu akrabam, kadın kadınayız dertleşelim’ diye ümmetin sırlarını ifşa etmemeleri gerekir. Bu konuda davanın Fatma binti Hattab gibi eğitilmiş bacılara ihtiyaç vardır. Müslümanlar eşlerini sırları gizlemek konusunda eğitmeleri gerekir.
Hakeza Abdullah b. Cahş radıyallahu anh emaneti korumada, sırları gizlemede örnek sahabelerdendir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Receb ayında onu bir seriyenin başına komutan olarak tayin etmiş, onunla beraber sekiz tane muhaciri de göndermişti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Abdullah b. Cahş’a bir yazı yazıp verdi ve iki gün yol aldıktan sonra bu yazıyı okumasını emretti. O da emredildiği gibi iki gün sonra yazıyı açıp okudu. Yazıda şunlar yazıyordu: “Bu yazıyı okuduğunda Mekke ve Taif arasındaki Nahle bölgesine gidinceye kadar yürü. Orada Kureyş’i gözle ve bize onların haberlerini getir. Abdullah b. Cahş yazıya baktı ve ‘işittik ve itaat ettik’ dedi…”
Kardeşim! Okuduğun üzere sırları gizli tutmak sahabenin de ahlaklarındandır. Bütün Müslümanlarda da olması gereken ahlak budur. Rabbimden isteğim bizleri sırları emanet bilen ve bu emaneti hakkıyla koruyanlardan kılmasıdır. Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir. Bir sonraki sayıda görüşme ümidi ile…
İlk Yorumu Sen Yap