Bizleri İslam ile şereflendiren Allah’a hamd olsun. Gecesi dahi gündüz gibi olan sünnetin sahibi Rasûlullah’a, onun güzide ailesine ve ashabına salat ve selam olsun. İslam dinini öğrenmede ve bir menhec üzere davaya sahip çıkmada bizlere öncülük ve komutanlık eden üstatlarımıza da selam olsun.
Kardeşim! Seninle yeni bir konuya başladık. İslam’ın önem verdiği fakat bizlerin göz ardı ettiği sırların gizli tutulması muhabbetimizin konusu olacak inşallah.
Davaya veya Müslüman kardeşlerimize zarar vermemiz İslam tarafından yasaklanmıştır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Zarar vermek de yoktur, zarar görmek de yoktur.” düsturuyla bu mesajı bizlere vermektedir. Hatta ‘Müslüman kimdir?’ diye Rasûlullah’a sorsak, alacağımız cevap bellidir:
“Müslüman dilinden ve elinden emin olunan kimsedir.”
Anlaşılan o ki, Müslümanın ahlakı öyle bir ahlak olmalıdır ki güvenilir olduğu gibi bu emniyeti zedeleyecek zararlarda da bulunmamalıdır.
Bil ki, Müslümanların ve davanın sırlarını ifşa etmek zarar kapsamındadır. Hatta sırların ifşası günümüz deyimi ile sancağa ve ümmete yapılan en büyük darbedir.
Sen de takdir edersin ki kardeşim, vakıamızın en büyük problemi, sırların ifşa edilmesidir. Davanın ve ümmetin hızlı ve kuvvetli ilerlememesinin nedenlerinden biri de budur belki. Ümmetin sırları öyle bir hal almış ki dine küfreden, beş para etmeyen piyasa adamlarının, hatta elinin hamuruyla bayanların bile ağzında sakız olmuş.
Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem şu sözü vakıamızı gözler önüne sermektedir:
“Yırtıcı hayvanların avına üşüştüğü gibi diğer ümmetlerin de sizin başınıza üşüşeceği zaman yakındır. Sahabe soruyor:
-O gün biz az olduğumuzdan dolayı mı ya Rasûlullah?
Rasûlullah:
-Hayır. Bilakis siz o gün çoksunuz fakat suyun üzerindeki çerçöp gibisiniz… buyurur.” (Ebu Davud)
Bu hadisi şerif bizlere sayımızın çok olacağını haber vermektedir. Nitekim şu anda Müslümanların sayısı çoğalıyor, artık dünyaya seslerini duyurabiliyorlar. İnsan çokluğun olduğu yerde kuvvetin ve yön vermenin kendi elinde olmasını bekler. Fakat Peygamber: “Siz suyun üzerindeki çerçöp gibi olacaksınız.” diyerek normalin dışında olan bir durumu haber vermiştir. Kalabalık olup, yönlendirilen çerçöp olmak çok ağır bir durumdur. Belki de bu, Allah’ın bu ümmete verdiği azabı ve uyarısıdır.
Sayıca çok olup çerçöp olmak, neden kaynaklanmaktadır?
Bunun nedenlerinden bir tanesi eğitimsizlik veya şuursuzluktur. Kalabalık, gücün alametidir. Fakat kontrolsüz güç, güç değildir. Ümmetin kontrol altına alınması ve gücünün bir araya toplanması eğitim ile mümkündür. Ümmet eğitimden geçirilirse işte o zaman çerçöp olmaktan çıkıp, tağutlara yön veren konumuna gelir.
İşte ümmetin eğitilmediği noktalardan biri de ‘sırların gizli tutulması’ konusudur. Her eğitimcinin öğrencisine, her emirin kendi ferdine, her ebeveynin kendi evlatlarına; sırların gizli tutulması konusunu kuvvet ve davanın sebatı için eğitim olarak vermesi gerekir.
Dava arkadaşım! Sır ne demektir bilir misin?
Burada öncelikle şunu bilmende fayda var, Müslümanlar genel olarak ‘bunu kimseye söyleme’ diye tembihte bulunulan şeyleri sır olarak kabul etmektedir. Müslümanların bu anlayışı eksik bir anlayış ve eksik bir tanımdır.
Peygamber şu sözlerinde sırrın tanımını oldukça geniş tutmuştur:
“Meclisler emanettir. Ancak şu üç meclis bunun dışındadır: Haram cana kıymak, ırza tecavüz etmek ve haksız yere malı almak.” (Ebu Davud)
Başka rivayette:
“Kişi, söz söyleyip daha sonra uzaklaşırsa, o söz, dinleyen için bir emanettir.” (Ebu Davud ve Tirmizi)
Okuduğun üzere sır, meclislerde konuşulan, duyulan ve görülen her türlü emanettir.
İbni Useymin sır konusunda şunları söyler:
”Sır; kişi ile karşı tarafın arasında bulunan gizli şeydir. İster açıkça ‘bunu kimseye söyleme’ demiş olsun, isterse de onun fiillerinden ve halinden bunun açıklanmasını istemediği anlaşılsın, fark etmez. Hepsi sırdır.
Birincisine örnek: Arkadaşın sana bir şey anlatır, ardından ‘bunu kimseye anlatma’ der. Bu senin boynunda bir emanettir.
İkincisine örnek: Sana bir şey anlatıyordur, ancak anlatırken sürekli sağa sola bakıyordur. Birinin bakmasından endişe eder gibi bir hali vardır. Bu da sır kabul edilir. Çünkü sağa sola bakınması, kimsenin bunu duymasını istemediği anlamı taşır.
Üçüncüsüne örnek: Sana anlattığı konu, konuşulmasından utanılan veya korkulan bir konudur. Bunu anlatman veya beyan etmen caiz değildir. Çünkü bu da sır kapsamındadır.” (Riyazu’s Salihin Şerhi, 3/277.)
Anladığın üzere sır, gizli tutulması gereken emanetlerdir. Meclis ortamında görülen hal ve duyulan sözlerin hepsi sır kapsamındadır. Meclis sahibinden izin almadan başka yerlere aktarılmamalı, gizli tutulmalıdır. Örneğin, ümmetin sana ve kardeşlerine düzenlediği umuma açık olmayan özel bir programınız var sayalım. Bu programın içeriği ve o mecliste konuşulan konular, hatta görevlinin kimliği dahi artık sana ve program arkadaşlarına emanet edilen sırdır. Artık o sırrı muhafaza etmek senin üzerine vecibedir.
Sırlarda esas olan gizliliktir. Çünkü sırlar mahrem meselelere dahildir. Mahrem, örtülmesi ve gizli tutulması gereken şeylerdir. Sırlar da bu kapsamda mahremdir ve gizli tutulması gerekir. Mahrem olan meselelerin açığa çıkması ise güçsüzlüktür.
Bir dönemler medyada Amerika diplomatlarının sağda solda yaptığı; Wikileaks belgeleri yayınlanmıştı. Bunlar Amerika’nın sırrı olan şeylerdi. Bunların internet gibi birçok medyada yayınlanması bir zaaflık ve güçsüzlüktür.
Hakeza geçen senelerde Türkiye’de, devletin içinde gizli yapılanma olan Ergenekon’un varlığı ortaya çıkmıştı. Bu örgüt sırları ifşa edilmeden önce güçlüydü. Hatta hükümete darbe girişiminin planlarını bile yapmışlardı. Fakat AKP’nin başa geçmesiyle bu darbe planları kendilerinin başına patladı. Şu anda çoğu cezaevinde mahkemeden mahkemeye gidiyor. AKP bu oluşumu yıkmayı nasıl başardı? AKP hükümeti Ergenekon yapılanmasının sırlarını, mahremlerini ifşa ederek bu oluşumu çökertti ve bu şekilde başarıya ulaştı. Aynı durumun bizler için garantisi yoktur. Tecrübeyle de sabittir ki sırlar gizli tutulmadığı zaman bizlerin düçar olacağı akıbet de aynıdır.
Müslümanlar her meselede olduğu gibi sır meselesini de Kur’an ve Sünnet’in nasıl değerlendirdiğine bakmalıdırlar. Kur’an ve Sünnet’in sırlara bakış açısı:
1. Sırları ifşa etmek, münafıkların alametidir. Emanetlere riayet etmemek ve verdikleri sözde durmamak nifak ehlinin en bariz karakteridir. Peygamber şöyle buyurur:
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman tutmaz ve emanete hainlik eder.” (Muttefekun Aleyh)
Münafığın bu vasfına hilaf olarak Kur’an’da Allah subhanehu ve teâlâ, müminleri; sözlerini gözeten ve emanetlerini muhafaza eden olarak vasıflandırmıştır. Allah müminlerden bahsederken şöyle buyurur: “Onlar emanetlerini ve sözlerini gözetendir.” Hakeza Peygamber Müslümanı dilinden ve elinden emin olunan olarak isimlendirmiştir.
Kardeşim! İki vasıf da önümüzdedir. Bundan sonra muhasebe bizim görevimizdir. Sırları muhafaza edip dilinden ve elinden emin olunan Müslüman mıyım? Yoksa sırları ifşa ederek söz verdiğime ve emanetlere hainlik eden münafıklardan mıyım? Rabbim bizleri birinci kısım sadıklardan eylesin. Allahumme âmin.
2. Sırları ifşa etmek, Allah’a subhanehu ve teâlâ, Rasûlüne ve emanetlere hainliktir. Dava her türlü hatayı kabul eder. Fakat hainliği asla kabul etmez. Allah subhanehu ve teâlâ hainliği kesin bir dille yasaklamıştır. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlüne hıyanet etmeyin ve bile bile emanetlerinize de hıyanet etmeyin.” (8/Enfal, 27)
Bu ayeti kerime, sahabeden Ebu Lubabe radıyallahu anh hakkında nazil olmuştur. Olay şöyle cereyan etmiştir:
“Beni Kureyza kuşatması esnasında Yahudiler istişarede bulunmak üzere Ebu Lubabe ile görüşmek istediler. Zira Ebu Lubabe onların anlaşmalılarından idi ve Ebu Lubabe’nin malları ve çocukları onların mıntıkasında bulunuyordu. Ebu Lubabe onların yurduna gittiğinde Yahudilerin kadın ve çocukları onun yanında ağlaştılar. Bundan dolayı Ebu Lubabe’nin onlara karşı kalbi biraz yumuşadı.
Onlar ‘Rasûlullah’ın hükmüne uymamız hakkında ne dersin?’ diye sorduklarında Ebu Lubabe ‘Rasûlullah’ın hükmüne uyun’ derken Rasûlullah bu konuda bilgi vermemesini tembihlemesine rağmen eliyle de boğazını gösterip Rasûlullah’ın hükmüne uymamaları halinde kafalarının kesileceğini işaret etti. Fakat Ebu Lubabe bunu söyledikten hemen sonra bu hareketiyle Allah ve Rasûlüne hıyanet ettiğini anladı. Bunun üzerine Allah yukarıdaki belirttiğimiz ayeti indirdi:
“Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlüne hıyanet etmeyin ve bile bile emanetlerinize de hıyanet etmeyin.” Bundan sonra Rasûlullah’a uğramadan Medine mescidine gitti ve mesciddeki bir direğe kendisini bağladı. Allah’tan af ettiğine dair ayet gelinceye kadar altı gün orada kaldı. Daha sonra Allah onu affettiğine dair ayeti kerime indirdi.”
Değerli kardeşim! Bu olaylar kıssa olarak bize nakledilse de içerisinde bizlere verilmek istenen birçok ders yatmaktadır. Bunlardan bir tanesi de sırların gizli tutulması, ifşa edilmemesidir.
Ebu Lubabe’nin yaptığı işaret küçük de olsa ortaya çıkardığı zarar büyük oldu. Allah subhanehu ve teâlâ bunu, Rasûlüne ve müminlerin emanetine ihanet etmek olarak isimlendirdi. Oysa Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Beni Kureyza Yahudileri hakkında verdiği hüküm beş dakika sonra açıklanacaktı. Ve bunu, Ebu Lubabe sözleriyle anlatmadı. Bilakis işaret yoluyla gösterdi. Allah subhanehu ve teâlâ ise onun bu hatasının büyüklüğü nedeniyle bu durumu kendisiyle ibadet edilen Kur’an’a konu etti ve bunu Allah ve Rasûlüne ihanet gibi ağır lafızlarla bildirdi.
Durum Ebu Lubabe için böyle ise her mecliste ümmetin sırlarını, projelerini ve yaptıklarını işaret etmek bir yana sözlü beyanatlarda bulunup anlatan insanın durumu nedir? Ebu Lubabe ihanet damgasıyla mühürlenirken bizim vakıamızın patavatsızları hangi mühürle damgalanırlardı?
Kardeşim!
Sırlar emanettir. Nasıl ki emanete hıyanet etmek büyük günahlardandır, kişi mahşer gününe bu günahla Allah’ın subhanehu ve teâlâ huzuruna gittiğinde azabını çekecektir; hakeza söz ve sır da Müslümana teslim edilmiş emanettir. Bunu gizlememek, sağda solda, her türlü kulis ortamlarında bu sırrı ifşa etmek de büyük bir günahtır. Kişi bu günah nedeniyle mahşer günü azap görecektir. Fakat tevbe etmesi ve sır sahibinden helallik dilemesi kişinin hatasının Ebu Lubabe’nin hatası gibi temizlenmesini sağlar.
Sonuç olarak; Kur’an ve Sünnet’e baktığımız zaman Allah ve Rasûlü sırra emanet olarak bakmıştır. Bunun muhafaza edilmemesini ümmete hainlik ve münafıklık olarak değerlendirmiştir.
Rabbim bizleri emanetlerini muhafaza eden, münafıkların alametlerinden uzaklaşanlardan kılsın. Cahili olduğumuz konularda eğitim almayı ve edindiğimiz bilgilerle amel edip aktarmayı nasip etsin. Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir. Bir sonraki sayımızda devam etme ümidi ile…
İlk Yorumu Sen Yap