Dava Adamı Olmak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz?

Allah’ın adıyla.

Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam olsun.

Es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu.

Her bir kardeşimin avf ve afiyet içinde olmasını temenni ediyorum. Rabbim sizleri arındırdığı ve nefislerine takvasını verdiği; rüşdü/olgunluğu ilham ettiği ve nefislerinin şerrinden koruduğu kullarından eylesin. Her nerede olursanız olun mübarek kıldığı ve esenlikle/selamla huzur ve emniyet kaynağı kullardan kılsın. Allahumme amin.

Soru: Kıymetli Hocam! Ben ilim talep eden bir ev hanımıyım. Gün içinde müsait olduğum yaklaşık üç dört saatim var. Tefsir çalışmak istiyorum. Hangi kaynaklarla ve nasıl bir metot izleyerek çalışmamı önerirsiniz? Allah razı olsun.

Rabbim muvaffak kılsın, yardımcınız olsun. Son zamanlarda –özellikle ev hanımlarından- bu içerikte sorular alıyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor. Zira biliyorum ki Allah’ın (cc) Kitabı’na yönelen ve onu, açıklaması olan sünnet/siretle birlikte okuyanlar, nefislerini ve toplumu ıslah edecek kimselerdir. Özellikle muvahhide kadınların Kur’ân’a olan bu ilgisi çok daha sevindiricidir. Umulur ki Allah, onların eliyle, Kur’ân’la yoğrulmuş ve Kur’ân’la inşa olmuş bir nesil yetiştirir. Kur’ân’a yönelen kardeşlerime, Abdullah b. Mesud’un (ra) şu tavsiyelerini hatırlatıp soruya cevap vermek istiyorum:

“Şüphesiz bu Kur’ân Allah’ın ziyafet yemeğidir. Dolayısıyla ondan gücünüz yettiğince alın. Ayrıca ben gerçekten içinde Allah’ın Kitabı’ndan bir şey bulunmayan evden daha hakir bir şey bilmiyorum. İçinde Allah’ın Kitabı’ndan bir şey bulunmayan kalp ise hiç oturanı olmayan bir ev gibi boş ve haraptır.” [1]

Konunun daha iyi anlaşılması için, çalışma metodunu adımlar hâlinde okuyalım:

a. Bir bütün olarak Kur’ân tefsiri çalışmak yerine, sure sure Kur’ân çalışmaya gayret edin. Zira bir bütün olarak Kur’ân çalışması uzun ve yorucudur. Allah’ın rahmet ettikleri müstesna, genelde yarım kalmaktadır. Bu durum insanın fıtri yapısıyla ilgilidir. Bilindiği gibi insan, parçalara bölünmüş, kısa zamanda sonlanan çalışmalara karşı daha istekli olur. Biten her parça, bir sonrakine teşvik edici rol oynar. Bitmiş parçalar biriktikçe, kişinin kendine olan güveni ve çalışma şevki artar.

b. Mekki surelerden başlayabileceğiniz gibi, nüzul sırasına göre bir mushaf da takip edebilirsiniz. Hem Kur’ân’ın nüzul atmosferini yaşamış olur hem de ilk inen surelerin kısa oluşundan istifade edersiniz.

c. Her seferinde, ele aldığınız sureden on ayet seçin ve bu on ayet üzerinde çalışın. Zira bu, Allah Resûlü’nün (sav) Kur’ân öğretme metodudur. Ebu Abdurrahman Es-Sulemi şöyle nakleder: “Bize Kur’ân okutan/öğreten sahabiler şöyle derlerdi: ‘Biz Allah Resûlü’nden on ayet öğrenir, sonra onun ilmini ve amelini öğrenirdik. On ayetin ilim ve amelini öğrenince/yaşayınca, yeni on ayet öğrenirdik. Böylece Kur’ân’ı ve onunla ameli (aynı anda) öğrendik.’ “[2]

d. Bu on ayeti iki tefsirden okuyun, iki de tevhidî duyarlılığı olan hocadan dinleyin. Okuma olarak Tefsiru’l Sa’di (veya İbni Kesir’in Muhtasar’ını) ve Fizilali’l Kur’ân’ı öneririm. Dinleme olarak Ali Küçük hocanın derslerini ve bizim yaptığımız tefsir derslerini önerebilirim. Şayet tevhidî duyarlılığı olan hocalardan tefsir dersleri yapan varsa, onları da dinleyebilirsiniz.

e. Önce bir ayetin mealini yazar, sonra o ayetin tefsirini okur, sonra da bir dersten dinlersiniz. Her ayetin altına şu sırayı gözeterek bilgileri kaydedebilirsiniz.

• Ayetin nüzul sebebi (varsa)

• Ayetin öncesiyle ve sonrasıyla ilişkisi (varsa)

• Ayete dair Allah Resûlü’nden (sav) nakledilmiş tefsir (varsa)

• Sahabilerin ayete dair yaptıkları yorumlar (varsa)

• Ayetin bugüne bakan yönü

• Şayet bu ayet yanlızca size inseydi, size bakan yönü ne olurdu?

Her ayetin altına bu bilgileri yazdıktan sonra, bir deftere (dosya da olur) bilgileri düzenli bir şekilde yazın.

f. On ayetin bir gün veya birkaç gün sürmesine takılmayın. Kur’ân tertil üzere inmiş, tertil üzere okunan ve tertil üzere anlaşılabilecek bir kitaptır. Aceleye gelmez.

“Kâfirler dediler ki: ‘Kur’ân onun üzerine bir seferde indirilseydi ya!’ Böyle (parça parça) indirdik ki kalbini sağlamlaştıralım. Ve onu tertil üzere/ağır ağır okuduk.” [3]

g. Her on ayeti bitirdiğinizde, yarım saat kadar düşünün. Daha önce okuduğunuz/çalıştığınız bölümlerle bu ayetler arasında bir bağ var mıdır? Benzer konulara temas eden ayetleri zihninizde eşleştirin.

h. Son olarak bu çalışmanızın kalıcı ve bereketli olmasını istiyorsanız şunları yapın:

• Her on ayetle amel etmek için çaba gösterin.

• Öğrendiklerinizi çevrenize anlatın.

Her gün yarım saatlik bir zaman belirleyin ve kitap okur gibi tefsir derslerinizi okuyun. Bittikçe başa dönün ve yeniden başlayın.

•••

Çalışmayı yapacak kardeşimiz Arapçayla ilgiliyse, ek olarak şunları öneririm:

• Kelime mealli bir Kur’ân’dan, ayetleri kelime kelime çözümleyin.

• Arapça mushaftan ayetleri okuduğunuzda büyük çoğunluğunu anlayana kadar devam edin. Böylece namazda okuduğunuzda veya Kur’ân tilavetinde okuduğunuzu anlayacak seviyeye gelirsiniz.

• Mufredatu’l Kur’ân kitabını edinip (Türkçesi de mevcut) Kur’ân kavramlarını ayetlerin altına yazın. Kur’ân kavramları hakkındaki farkındalık, ayetlerdeki ince manaları kavramamıza yardımcı olur.

Bu çalışmayı yapan kardeşler, mutlaka sonucu benimle paylaşmalıdırlar. Bu, hem beni mutlu edecektir hem de bazı önerilerle çalışmanın daha verimli olması sağlanacaktır.

Soru: Hocam! Biz cezaevinde kalan kardeşleriniziz. Hadis kitaplarına bakıp amel edebilir miyiz? Özellikle fıkhi konularda hadislerin zahiriyle amel ediyoruz. Sizin düşüncenizi öğrenmek istiyoruz. Allah razı olsun.

Kıymetli kardeşlerim! Rabbim sizleri zindanın hayırlarına muvaffak kılsın, şerlerinden muhafaza etsin. Sorunuzu kısalttığım için hakkınızı helal etmenizi istiyorum. Zira bazı sorular çok uzun olunca kısaltmak zorunda kalıyorum. Ayrıca bazı ifadelerin kastını aştığını ve Allah Resûlü’nün (sav) yasakladığı “övgüde aşırılık” kapsamında olduğunu düşünüyorum. Birbirimizi sevelim, saygılı olalım ama aşırılığa kaçmamaya dikkat edelim. Çünkü aşırılık (özellikle de övgüde) şeytanın kalplere giriş kapısıdır.

“Aman ha! Aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri ancak aşırılık helak etmiştir.” [4] Nebevi uyarıyı serlevha edinelim.

Hadis kitaplarımız –Sahihler de dahil- içinde birçok hadis türü barındırır. Neshedilmiş hadisler, müteşabih hadisler, zahiriyle amele engel bir durum olan hadisler, kendisine muarız bir rivayet bulunan ve tercih yapılması gereken hadisler, bir defaya mahsus söylenmiş/yapılmış ve genelleştirilmesi doğru olmayan hadisler (Vakıatu’l A’yn), özel bir sebeple söylenmiş/yapılmış ve o sebep ortadan kalktığı için bugün amel edilmeyen hadisler… Bu listeyi uzatabilirim. Ancak meramımın anlaşılması için bu kadarının kafi olduğuna inanıyorum.

Hâliyle; fıkıh eğitimi almış bir ilim talebesi hadislerle amel edebilir. Çünkü ihtilafı, ihtilafın sebeplerini ve çıkış yollarını bilir. Fıkıh eğitimi almayan biri bu bilgilere sahip olmadığından, hadis kitabıyla fıkıh inşa edemez.

Cezaevinde bulunan kardeşlerime şunu tavsiye ediyorum (özellikle İslam’la yeni tanışanlara): Yanınızda bir ilim talebesi yoksa, fıkıh konusunda mevcut mezheplerden birine uyun. Çünkü bulunduğunuz ortam ihtilafı azaltıp ittifakı çoğaltma yeridir. Bir ilim talebesi olmaksızın tartışılan fıkhi konular; hiçbir sonuç vermediği gibi, gereksiz ihtilafları çoğaltır. Bu da daveti olumsuz etkiler. Zira muvahhidler bulundukları ortamlarda azınlıktır. İnsanları Allah’a davet ederken, bu azınlık arasında ihtilaf olmamalıdır. Tek yürek olmalı, tek hakikati dillendirmeli, bir tek şeye davet etmelidirler. Aksi hâlde, davete muhatap olanlar fıkhi ihtilaflar nedeniyle davetten soğuyorlar. Buna dair birçok olumsuz örnek dinledim. Hâliyle; bu olumsuz örneklerin tekrar etmemesi için şunu söylerim: İslam’ı, inanç ve amel/fıkıh olarak yaşayan bir İslami topluma karışana kadar sabredin! Akideye yoğunlaşın. Ahlakınızı güzelleştirin. Cahiliye kalıntılarından temizlenin. Fıkhi konularda ise tüm ümmetin hüsnükabulle yaklaştığı ve yanınızda ilmihali bulunan dört mezhepten birine uyun. Hem sizler hem de davete muhatap kitle açısından en hayırlı olan budur diye düşünüyorum. Allah en doğrusunu bilir.

Soru: Hocam! Son zamanlarda “suret” konusunda çok fazla soru alıyoruz. Çoğunlukla çocuk kıyafetlerinde bulunan resimlerin hükmü soruluyor. Konuyu detaylı olarak açıklayabilir misiniz?

 

Suret konusunu; Kur’ân, sahih sünnet ve ashabın anlayışı/yaşayışı yönünden ele alacağım. Konu hakkında varid olan nasları belli başlıklar altında toplayacak, her başlığa dair  umde/esas olan nasları zikredeceğim. Sonra da bu nasların nasıl anlaşılması gerektiğine dair bazı ölçüler zikredeceğim. Çaba bizden başarı Allah’tandır.

1. Grup: Resim/Heykel/Suret yapımına cevaz veren naslar:

“Ona dilediği şekilde mabedler, heykeller, havuz genişliğinde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükretmek için (salih) amel işleyin. Kullarımdan şükredenler pek azdır.” [5]

Bu ayet açık bir şekilde, Süleyman’a (as) hizmetkâr kılınan cinlerin onun için heykeller/temasil yaptığını beyan etmektedir. Selef imamları da kelimeyi böyle tefsir etmiş ve şunu söylemişlerdir: “Süleyman’ın şeriatında resim/heykel yapmak yasak değildi.[6]Bizim şeriatımızda ise bu yasaklandı.” [7]

Buradan şunu anlarız: Resim/Suret/Heykel yapımının yasaklanması, akideye/tevhide taalluk eden bir mesele değildir. Şayet akidevi/tevhidî bir mesele olsa tüm peygamberlerin şeriatında yasaklanırdı. Allah Resûlü’nün (sav) resmi yasaklaması (aşağıda gelecek), putperest bir toplumda şirki hatırlatan ve şirke götüren yolları kapatmak içindir. Seddu zeria babındandır. Konuya dair rivayetlerde kullanılan ağır uslup/tehdit; sakındırma ve bu âdeti İslam toplumundan söküp atmak içindir.

2. Grup: Resmi/Sureti kesin dille yasaklayan naslar:

“Melekler, içerisinde köpek ya da suret olan eve girmezler.” [8]

“Suret yapanlar kıyamet gününde ateş ehlinin azabı en şiddetli olanlarıdır.” [9]

“Suret yapanlara kıyamet günü azap edilecek ve onlara ‘Yaptıklarınızı/Yarattıklarınızı diriltin.’ denilecek.” [10]

“Allah dedi ki: ‘Benim yarattığım gibi mahluk yaratmaya kalkışan kimseden daha zalim kim olabilir. Haydi bir zerre yaratsınlar. Yahut bir tane veya arpa tanesi yaratsınlar.’ ” [11]

“Aişe üzerinde suretler bulunan küçük bir yastık satın aldı. ResûluIIah bunu görünce kapının dışına çıktı ve içeri girmedi. (Aişe dedi ki:) ‘Ben onun yüzünden hoşnutsuzluğunu anladım.’ Sonra Aişe:

— Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a ve Resûlü’ne tevbe ediyorum. Ben ne suç işledim, dedi. Onun üzerine Resûlullah:

— Bu yastık ne oluyor, buyurdu. Aişe:

— Ben onu senin için satın aldım. Onun üzerine oturur ve yaslanırsın, dedi. Resûlullah:

— Şüphesiz ki, bu suretlerin sahipleri azap olunacaklar ve kendilerine: ‘Yarattıklarınıza can verin!’ denilecektir, buyurdu. Sonra da dedi ki: ‘İçinde suret bulunan eve melekler girmez.’ “ [12]

Bu rivayetlerden şunu anlıyoruz: Resim/Suret yapmak ve üzerinde resim olan eşyaları kullanmak kesin bir dille yasaklanmıştır. Melekleri İslam toplumundan uzaklaştırdığı ve sahibini şiddetli bir azaba uğrattığı için, tehlikeli bir yasaktır ve Müslim kesinlikle uzak durmalıdır.

3. Grup: Yasaklanan ve haram olan suretin/resmin mahiyetini açıklayan naslar:

“Aişe odasındaki bir rafa resimli bir perde takmıştı. Peygamber onu yırttı. Bunun üzerine Aişe onun kumaşından iki minder yaptı. O minderler orada dururdu ve Peygamber onların üzerine otururdu.” [13]

Aişe dedi ki: “Peygamber yanıma girdi. Ben içinde suretler bulunan bir yaygıdan perde yapmıştım. Onu kaldırdı. Ben de ondan iki yastık yaptım.” [14]

“Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Bana Cibril geldi ve şöyle dedi: ‘Dün gece sana gelmiştim. Yanına girmekten beni başka bir şey alıkoymazdı. Ancak kapı üzerindeki perdede resimler vardı ve evde bir köpek bulunuyordu. Evdeki o resimlerin başlarının kesilmesini emret o zaman ağaç gibi görünebilir. O örtü için de emir ver, kesilip yere atılıp çiğnenen iki minder yapılsın. Köpek için de emret evden çıkarılsın.’ ‘ Resûlullah bunları yaptı. Köpek Hasan ve Hüseyin’in olup odanın bir köşesindeydi. Peygamber emretti de o da oradan çıkarıldı.” [15]

Bu naslardan anlıyoruz ki üzerinde resim olan şey parçalanır, yastık/minder gibi üzerine oturulan/ayak altına alınan/değersiz hâle getirilir veya resmin baş/kafa kısmı izale edilirse; yasak olan resim kapsamından çıkmış olur. Bu da yasak olan resmin; duvarlara asılan, yüksek yere konarak tazim edilen resim olduğunu gösterir.

“Aişe dedi ki: ‘Ben Peygamber’in yanında oyuncak bebekler ile oynardım. Benimle birlikte oynayan kız arkadaşlarım da vardı. Peygamber içeri girdi mi ondan saklanırlar ve perde arkasına çekilirlerdi. O da onları benimle oynasınlar diye yanıma gönderirdi.’ “ [16]

Aişe’den (ra) rivayete göre, şöyle demiştir:

“Resûlullah Tebuk veya Hayber Savaşı’ndan dönmüştü. Bulunduğu yerin kapısında da bir perde vardı. Bir rüzgar esiverdi de Aişe’nin oynadığı oyuncak bebeklerin üzerindeki örtüyü açıverdi. Bunun üzerine Peygamber:

— Bunlar nedir Ey Aişe, dedi. O da:

— Bunlar benim oyuncak bebeklerim, dedi. O arada iki kanatlı çaputtan yapılmış bir at gören Resûlullah:

— Ya Aişe bu nedir, deyince Aişe:

— Attır, dedi. Peygamber:

— Peki bunun üzerindekiler nedir, buyurunca, ‘kanatlarıdır’ karşılığını verdi. Resûlullah da:

— İki kanatlı at öyle mi, buyurdu. Aişe de:

— Süleyman Peygamber’in kanatlı atları olduğunu duymadın mı, dedi. Aişe şöyle devam etti: ‘Bunun üzerine Peygamber öyle bir güldü ki azı dişlerini bile gördüm.’ “[17]

Buradan anlıyoruz ki çocukların oyuncakları suret/heykel şeklinde olsa da (Aişe annemizin oyuncağı kanatlı attır) yasaklanan resim kapsamında değildir. Zira bir önceki hadislerde olduğu gibi; oyuncak yerdedir, ayak altındadır. Yani tazim edilen bir konumda değildir.

“Bir adam İbni Abbas’a gelerek:

— Ben şu suretleri yapan bir adamım. Onlar hakkında bana bir fetva ver, dedi. İbni Abbas ona:

— Bana yaklaş, dedi. O da yaklaştı. Sonra (yine):

— Bana yaklaş, dedi. O da yaklaştı. Nihayet elini onun başı üzerine koydu.

— Sana Resûlullah’tan dinlediğimi haber vereceğim. Ben Resûlullah’ı: ‘Her ressam cehennemdedir. Allah ona yaptığı her suret karşılığı bir can verecek ve ona cehennemde azab edecektir.’ buyururken işittim, dedi. Şunu da ilave etti. Mutlaka yapacaksan bari ağaç ve cansız şeyleri yap, dedi.” [18]

Buradan anlıyoruz ki ruhsuz varlıkları resmetmek/kullanmak yasak olan resim kapsamında değildir. Ağaç, dağ, güneş vb. varlıkların resimleri yapılıp kullanılabilir.

Resim/Suret meselesine dair genel değerlendirmeler:

a. Bazı âlimler resmi mutlak olarak yasaklayan nasların (2. grupta zikrettiklerimiz), diğer tüm nasları neshettiğini/hükümsüz kıldığını iddia etmişlerdir. Bu tercih edilmeyen/hatalı bir görüştür. Çünkü nesh büyük bir iddiadır ve ihtimale yer bırakmayan kesin/kati naslarla ispat edilmelidir.[19]Burada böyle bir ispat söz konusu değildir.

b. Bir grup âlim, Aişe annemize suretli oyuncak izni veren nassı şöyle yorumlar: “Aişe o dönemde büluğa ermemişti. Cevaz verilmesi bu sebepledir.”

Bu yerinde bir tespit değildir. Zira haram olan bir şeyin çocuklara kullandırılması caiz değildir. Çocuk mükellef ve sorumlu olmasa da ebeveyn onu korumak ve İslami bir eğitimle eğitmekle mükelleftir. Şayet suretli oyuncak haram olsaydı Nebi (sav) onu evinde tutmaz, atardı. İçinde resim olan eve melek girmediğini haber veren yine odur. Ayrıca hadis metninde bu olayın Hayber veya Tebuk sonrası yaşandığı söylenmiştir. Hayber sonrası Aişe annemiz on dört yaşında, Tebuk’te ise çok daha büyüktür.[20]

Hâliyle kızların çok erken büluğa erdiği Arap toplumunda, on dört yaşında evli bir bayanın büluğa ermediğini söylemek pek de makul olmasa gerek.

c. Bazı âlimler, oyuncak hadisini şöyle açıklamıştır: “Kız çocuklar ev işlerini öğrensinler, pratik yapabilsinler diye suretli oyuncakla oynamalarına cevaz verildi.”Bu görüşe göre sadece kız çocuklarına ve sadece ev işlerini öğreten oyuncaklar helal, bunların dışındaki suretli oyuncaklar helal değildir.

Zannımca cumhur-u ulemaya nisbet edilen bu görüş isabetli değildir. Şöyle ki;

• Hadise konu olan Aişe annemiz bir çocuk değil, evli barklı bir ev hanımıdır.

• Kanatlı bir atla hangi ev işleri ve nasıl öğrenilecektir? Bu konu açıklığa kavuşturulmamıştır.

• Kız çocuğa anneliği öğreten oyuncaklara cevaz veriliyorsa; erkek çocuğa babalığı öğreten suretli oyuncaklar neden caiz değildir?

Şunu belirtmeliyim ki bizim yaptığımız nassı sorgulamak değil (Allah’a sığınırız), bir grup âlimin nastan anladığını sorgulamaktır. Çünkü nas ayrı, bir ilim adamının nastan anladığı farklı bir şeydir. Bağlayıcı olan Allah’ın (cc) ve Resûlü’nün söylediğidir. Âlimin anladığı ise içtihattır/reydir; münakaşaya açıktır.

Bize göre suretli oyuncağa cevaz verilmesi -Allah en doğrusunu bilir- oyuncakların ayak altında, değersiz, tazim edilmeyen bir konumda olmasındandır.

d. Bir grup âlim resimleri gölgeli gölgesiz, dikişle/nakışla yapılan, elle yapılan, boyalı boyasız gibi ayrımlara tabi tutmuştur. Rivayetlerde gördüğümüz gibi bu ayrımların nassa dayalı bir aslı yoktur. Naslarda varid olan iki ayrım vardır:

• Ruh sahibi canlılar (insan hayvan) ve ruh sahibi olmayanlar (ağaç güneş vb.).

• Tazim edilecek konumdaki resimler ve ayak altında/tazim edilmeyenler…

Birinciler yasaklanmış; ikincilere cevaz verilmiştir.

Sonuç olarak:

• Ruh olmayan varlıkların resmini çizmek/kullanmak/üretmek/alıp satmak caizdir.

• Ruhu olup da baş/kafa kısmı olmayan varlıkları çizmek/kullanmak/üretmek/alıp satmak caizdir.

• Çocuk oyuncaklarını -kız ve erkek farketmeksizin- çizmek/kullanmak/üretmek/alıp satmak caizdir.

• Çocuk elbiselerinde bulunan resimleri çizmek/kullanmak/üretmek/alıp satmak caizdir. Zira çocuk elbiseleri sürekli kirlenir; kusmuk ve necaset bulaşır… Tazime konu değildir.

• Ruh olan varlıkları, baş/kafa/yüz silinmeden çizmek/kullanmak/üretmek/alıp satmak veya tazim edilecek şekilde duvarlara asmak caiz değildir. Bu, kişiyi şiddetli tehdite ve çetin bir azaba götürecek yasaklardandır. Sakınmak gerekir.

• Günümüzde hem modern cahiliye (siyasi liderlerin fotoğraflarıyla) hem de ilkel cahiliye (din büyüklerinin fotoğraflarıyla) Allah’a şirk koşmaktadır. Allah Resûlü’nün yasakları ve yasağın illeti bugün de geçerlidir. Bu konuda muvahhidlerin dikkatli olması gerekir.

• Fotoğraf makinasıyla fotoğraf çekmek, resim çizmekle aynı hükme mi tabidir?

Bu konu yaklaşık bir asırdır âlimler arasında tartışılmaktadır. Kimi âlimler, fotoğraf çekmeyi resim çizmeyle aynı kabul etmiş ve ruh olan varlıkları (insan gibi) zaruret olmaksızın (vesikalık gibi) çekmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Kimi âlimler resim çekmeyle onu elle çizmenin mahiyet ve mana olarak farklı olduğunu belitmiş ve resim çekmeye cevaz vermişlerdir. Kişi dini için hangisini uygun görüyor ve kalbi mutmain oluyorsa onunla amel edebilir. Zira konu nassa değil içtihat ve yoruma dayalı bir ihtilaftır. Ancak şunu eklemeliyiz: Resim çekmeyi caiz görse de duvarlara asmamalı, tazim edilecek şekilde kullanmamalıdır. Bunu yasaklayan naslar vardır.

Soru: Hocam! Dava adamı olmak için ihtiyacımız olan şey nedir? Nelere dikkat etmeliyiz?

Kardeşimizin mektubundan anladığım kadarıyla, “dava adamı” kavramını, bir davaya adanmışlık olarak kullanıyor. Doğru anladığımı ümit ederek, soruyu bu anlamda cevaplamaya çalışacağım.

Dava adamı” olabilmek, bir süreçtir. Bir çocuğun gelişimi gibi düşünebilirsiniz, okuma yazmayı öğrenmek gibi düşünebilirsiniz… Önce küçük parçaları öğrenmekle başlar. Sonra küçük parçaları hayata dökmekle devam eder. Sonra olgunluk/adanmışlık seviyesine gelir. Son nokta ise kazanımları muhafaza etmek, şeytanın ve nefsin emeklerimizi zayi etmesine engel olmaktır. Şimdi müsaadenizle bu merhaleleri açalım:

Dava adamı olmak için ilk ihtiyacımız olan şey davamızı ve kendimizi tanımaktır/öğrenmektir.Davasını hakkıyla tanımayan insan o davanın adamı olamaz. Kendini tanımayan insan ise hiçbir şey olamaz.

Dava kitaplardan öğrenilmez. Hayatın içinde; terleyerek, gözyaşı dökerek, davanın hasımlarıyla mücadele ede ede öğrenilir. Dava nedir? Zorlukları nelerdir? Nefse ağır gelen yönleri nedir? Bunlar nasıl aşılır? Takılıp düşünce neler yapılmalıdır? Bu bilgilere sahip olmak gerekir.

İnsan, böyledir. Hayatın/mücadelenin içinde kendini tanıyabilir. Güçlü yönleri nelerdir? Zayıf yönleri ve zaafları nedir? Davanın hangi yönleri nefsine kolay, hangi yönleri zor gelir? Kendini geliştirmesi gereken alanlar nelerdir?

Davayı ve kendimizi tanımak için iyi bir gözlem yapmaya, rol modele ve sürekli bir muhasebeye ihtiyacımız vardır.

◉Gafil insanlar dava adamı olamazlar. Dava adamı olmak için şuur/bilinç sahibi olmak gerekir. Bu da akleden bir kalp, şahit olan bir kulak ve gören bir gözle mümkündür. Sürekli gözlem hâlinde, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışarak olur. İnsanın davayı, dava arkadaşlarını, rol modelini/liderini ve davanın hasımlarını gözlemlemesi, gelişmelerin farkında olması gerekir.

◉İnsan örneğe muhtaçtır. Bunun için Allah kitap indirmekle yetinmemiş, insan cinsinden elçiler göndermiştir. Peygamberler de kendilerinden sonra örnek olsunlar diye varisler[21], havariler[22], Rabbaniler[23], zikir ehli[24], ulul emr[25]insanlar bırakmıştır.

Dava adamı olmak isteyen bu davanın asıl liderini (Allah Resûlü) ve onun (sav) bugünkü vârisini (âlim/rol model/yönetici vs.) çok iyi tanımalıdır. İyi gözlem yapmalı, sıkı bir takipte olmalıdır. Liderin/rol modelin gündemi onun gündemi olmalı, tecrübelerinden faydalanmalı, aynı istikamete bakıp kalbinin aynı yönde atmasını sağlamalıdır. Hangi dava olursa olsun, bunun üç ayağı vardır: Lider, tabi olan ve bu ikisini birbirine bağlayan ideal/mefkure (Biz buna akide ve menhec diyoruz)… Bu üçü arasındaki uyum, hem bizleri hem de davamızı başarıya götürür. Bu uyumun oluşması için özel çaba gereklidir. Dikkat, özveri, takip ve irade…

◉Bu süreçte insan bir çok kazanım elde eder. Bunların tespiti ve muhafazası için muhasebeye ihtiyaç vardır. Şöyle düşünün: Değerli bir hazineniz varsa, onu korumak sizin sorumluluğunuzdadır. Orta yere bırakırsanız talan edilir. Bu benzetmeden yola çıkarak diyebilirim ki en büyük hazinemiz (tevhid akidesinden sonra) mücadele yolunda kazandığımız tecrübelerdir. Muhasebe yaparak bunların farkına varmaz ve yine muhasebeyle bunları nasıl koruyacağımızı tespit etmezsek insi ve cinni şeytanlar onu talan edecektir.

Dava adamı dava arkadaşlarından kopmamalıdır. Biliyorsunuz, dava bir yürüyüşe benzer. Yürüyüş beraber olursa anlamlıdır. Bazıları bu yürüyüşte az farkla öne veya arkaya düşebilir. Ancak fark açılırsa kopuş başlar. Şöyle düşünün: Birileri yürüyor. Siz belli sebeplerle geride kaldınız. Aradaki fark açıldı. Siz arkadaşlarınızı izliyorsunuz. Önlerine bir tümsek veya çukur geliyor. Yürüyüş temposunu bozup bu engelin üzerinden atlayarak geçiyorlar. Siz atladıklarını görüyorsunuz ama mesafenin uzaklığından atlama sebebini görmüyorsunuz. Ne olur? Arkadaşlarınızın davranışlarını garipser, bir anlam veremezsiniz. Bedeniniz uzaklaştığı gibi, ruhunuz/kalbiniz de uzaklaşır, kopukluk yaşarsınız.

Bu örneğin yardımıyla devam edelim: Her insan bazı sorunlar yaşayıp kardeşlerinin gerisinde kalabilir. Hastalanabilir, ailevi sorunlar yaşayabilir, yöneticileriyle veya dava arkadaşlarıyla sorunlar yaşayabilir… Bu dönemlerde yürüyüşü aksar, arkadaşlarının gerisine düşer. İşte bu dönemler bir dava adamı için en tehlikeli dönemlerdir. Bunun farkında olmalı, arayı açmamak için çaba sarfetmelidir. Ara, bir defa açıldığı zaman; önce cemaatin yaptıklarını anlamamaya, sonra yanlış anlamaya başlar. Şeytanın ve nefsin de yardımıyla zanlarını büyütür. Bu zanları önce sabit inanca sonra da yakine dönüşür. Bundan sonrası adım adım kopuştur. Ya o arkadaşlarından kopar ya da arkadaşları ondan. Bu süreçte dava yolunda elde ettiği tüm kazanımları kaybeder. Zira bu şeytan ve nefisle muhasebe yapılarak yürünen bir süreçtir. Şeytan ve nefsin mihmandarlığından kimseye hayır gelmemiştir, gelmez.

Dava adamı davayla şekillenmeli, davayı şekillendirmeye kalkmamalıdır. Bu maddeden kastım şudur: İnsan bir davanın içinde sorumluluk alarak pişer. Özellikle zorlandığımız sorumluluklar bizi geliştirip olgunlaştırır. Bizde olmayan özellikler kazandırır, zayıf yönlerimizi güçlendirir. Zorlandığımız sorumluluklar bize iradeli olmayı, bir işte sebatı, hoşlanmadığımız şeylere davamız için sabretmeyi… öğretir. Ama gelin görün ki insan tembel bir varlıktır; kolay olanı ister. Zorlandığı işleri yapmak istemez. İşi öğrenmek, eksiklerini gidermek ve hayatta yeni şeyler keşfederek mutlu olmak yerine; bildiği ve alışkanlık edindiği güvenli limanlara çekilir.

Bu insanlar dava adamı olamazlar. Çünkü kendilerini geliştiremez, zaaflarını ve zayıflıklarını bir bagaj gibi yanlarında taşırlar. Böyle insanlar güven de vermezler. Uzun yola çıkılmaya müsait değillerdir. Nerede kayış atacaklarını kestiremezsiniz.

Dava adamı olmak isteyen; aldığı bir sorumlulukta zorlanıyorsa iyi bir gözlem, muhasebe ve yöneticileriyle istişare edip eksiklerini tespit eder. Sonra bu eksikleri giderecek bir program yapar ve Allah’tan yardım isteyerek bir çaba ortaya koyar. Her sıkıldığı işi terkedip yeni bir serüvene yelken açmaz.

Dava adamı hatasını telafi etmeyi bilmelidir. Unutmayalım hata yapmak biz insanlar içindir. Yine unutmayalım insanın dünya imtihanı bir hatayla başlamıştır. Kaseti en başa sardığımızda karşımıza önce bir cinin, sonra bir peygamberin, sonra bir peygamber çocuğunun hatası çıkmaktadır. Neden Allah (cc) kıssamızı bir hatayla başlatmıştır? Çünkü imtihanı boyunca insanın en büyük meselesi hata/günah meselesi olacaktır. Hata yaptığında –ki biz insanların en çok yaptığı şeydir- nasıl davranacağını bilen imtihanı kazanandır. Nasıl davranacağını bilmeyen imtihanı kaybedendir.

Yolun en başına döndüğümüzde hata yapanların iki kısma ayrıldığını görüyoruz.

a. Hatayı kabul etmeyen, hatasını meşrulaştırmaya çalışan veya bir başkasını suçlayanlar. Bu, İblis ve dostlarının tutumudur.

“(Allah) buyurdu ki: ‘Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ Dedi ki: ‘Ben ondan daha hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten, onu topraktan yarattın.’ “[26]

“Dedi ki: ‘Beni saptırmana karşılık, ben de onları (saptırmak) için 
senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım.’ “ [27]

b. Hatayı kabul eden, sorumluluğunu kabul eden ve telafi için adım atanlar. Bu Âdem (as)ve etbaının tutumudur.

“Dediler ki: ‘Rabbimiz! Şüphesiz biz kendimize zulmettik. Şayet bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ “[28]

Birinci tutuma dikkat edin: Yaptığı hatanın bir sebebi vardır. Çünkü ona göre o, Âdem’den daha hayırlıdır. Hem zaten o kendi isteğiyle sapmamıştır, Allah’tır onu saptıran. Bu tutum, onu Allah’ın rahmetinden ebediyen uzaklaştırmıştır.

İkinci tutuma dikkat edin: Nefsine zulmettiğinin farkındadır. Tevbeyle Allah’a yönelmiş ve telafi yolları aramaktadır. En önemlisi bağışlanmaya olan ihtiyacının farkındadır. Şayet bağışlanmazsa hüsrana uğrayacağının bilincindedir.

Dava adamı da insandır, çokça hata yapabilir. Hata yaparak şeytana uymuş olabilir ama hataya şeytan zihniyetiyle yaklaşıp şeytanlaşmamalıdır. Şunu unutmamalıdır: Allah insanı savunma mekanizmasıyla yaratmıştır. Hata yapan insan, bu mekanizmayı kullanarak ve şeytanın da vesvesesiyle her hataya bir kılıf bulabilir. Her hatada bir suçlu bulup nefsini temize çıkarabilir. Zira fıtri donanımı buna müsaittir. Dahası, şeytan ve nefis sürekli insanın bu yönünü beslemektedir. Hataya mazeret bulmakta yetersiz kalırsa, onlar devreye girmekte, en süslü ve etkili mazereti bulmaktadırlar. Öyleyse rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Bir hata sonrasında tevbe etmek, özür dilemek ve hatayı telafi etmek dışındaki tüm iç ses ve düşünceler şeytandandır. Yapılması gereken tek şey bu sesin insanı iblisleştirmek için çınladığını bilmek ve ondan Allah’a sığınmaktır. Çünkü şeytan bu yolla rahmet-i ilahîden kovulmuştur ve tüm insanları aynı yolla rahmet-i ilahîden uzaklaştırmak istemektedir. Nedir o yol? Hatayı reddet, meşrulaştır ve bir başkasını suçla…

Dava adamı hatasını telafi etmeyi ertelemez. “Buradan taşınınca yaparım.”, “Evlenince düzeltirim.”, “Okul/medrese bitince hallederim.”, “Şu işi bitirince kendimi ıslah ederim.”, “Grup/koğuş/ortam değiştirince yaparım.”, “Falanca gelsin ondan sonra”... gibi şeytani seslere kulak vermez. Çünkü bunların her biri; hemen yapılması gereken bir vacibi erteleme olması yanında, hatada şeytani zihniyetin izlerini taşır. Hatanın sorumlusu bekarlık olur, bitmeyen iş olur, devam eden okul/medrese olur, içinde bulunulan ortam olur, birinin yanımızda olmaması olur… Tüm bu seslerde hataya mazeret bulma, bir şeyi suçlama ve nefsi temize çıkarma vardır. Şeytan sinsi adımlarla zihniyetini kalbe zerketmektedir.

Başta, sonda, yerde ve gökte hamd Allah’adır.

 

[1] .Darimi, 3310. Benzer bir rivayet Allah Resûlü’nden (sav) nakledilmiştir. (Tirmizi, 1906). Ancak Tirmizi’nin de (rh) belirttiği gibi “isnadı meçhul” yani zayıf bir rivayettir.

[2] .Camiu’l Beyan

[3] .25/Furkân, 32

[4] .Nesai, 3057; İbni Mace, 3029; İmam Ahmed, 1851

[5] .34/Sebe’, 13

[6] .Bk. Zadu’l Mesir Fi İlmi’l Tefsir, Hasan-ı Basri’den naklen

[7] .Fethu’l Bari, 5949. hadis şerhi, Ebu’l Aliye’den naklen

[8] .Buhari, 5949; Müslim, 2106

[9] .Buhari, 5950; Müslim, 2109

[10] .Buhari, 5951; Müslim, 2108

[11] .Buhari, 5953; Müslim, 2111

[12] .Buhari, 5954; Müslim, 2107

[13] .Buhari, 2479

[14] .Müslim, 2107

[15] .Ebu Davud, 4158; Tirmizi, 2806

[16] .Buhari, 6130; Müslim, 2440

[17] .Ebu Davud, 4932

[18] .Buhari, 2225; Müslim, 2110

[19] .Bk. Fethu’l Bari, 5958. hadis şerhi

[20] .Fethu’l Bari, 6130. hadis şerhi 

[21] .35/Fâtır, 32

[22] .3/Âl-i İmran, 52

[23] .3/Âl-i İmran, 146

[24] .16/Nahl, 43; 21/Enbiyâ, 7

[25] .4/Nîsa, 59

[26] .7/A’râf, 12

[27] .7/A’râf, 16 

[28] .7/A’râf, 23

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver