ÇOCUK EĞİTİMİNDE GERÇEKÇİ OLMAK
Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
İslam’a göre her çocuk ebeveyne, ebeveyn de (belirli bir yaştan sonra) çocuğa emanettir. Çocuk ebeveyn için, ebeveyn de çocuk için birer imtihandır. Çocukların üzerinde ebeveynin hakkı olduğu gibi ebeveynin üzerinde de çocukların hakları vardır. İslam hukukuna göre ebeveyn çocuk ilişkisi yukarıda okuduğumuz üç kavram üzerinden şekillenir: Emanet, imtihan ve hak! Çocuklarla ilişkilerini bu üç kavram üzerinden anlayanlar, Allah’ın izniyle muvaffak olur. Bu ayki yazımızda çocuk eğitimindeki bu üç kavramı da yakından ilgilendiren “çocuk eğitiminde gerçekçilik” üzerinde duracak, güncel üç örnek üzerinden konuyu incelemeye çalışacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
Alışkanlık Kazandırmak
Çocuklarımıza bazı alışkanlıklar kazandırmak istiyoruz. Bir söylüyoruz, iki söylüyoruz; şayet çocuğumuz istediğimiz noktaya gelmezse hatırlatmayı bırakıyor, öfkeleniyoruz. Onu asilikle, anlayışsızlıkla veya inatçılıkla suçluyoruz. Peki, gerçekçi miyiz? Hayır, değiliz. Çünkü bir çocuğun bir şeyi ilk söylemeyle yapması, dahası onu alışkanlık hâline getirmesi güzel bir ideal, hatta romantik bir ütopyadır, ancak gerçekçi değildir. Neden peki? Nedenini Allah Resûlü’nün (sav) hikmet pınarından bir damlayla izah edeceğiz:
Sebre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Çocuk yedi yaşına gelince namaz kılmasını emredin. On yaşına gelir de kılmazsa sıkıştırın/zorlayın.[1]”[2]
Allah Resûlü (sav) çocuğa namaz alışkanlığı kazandırmanın yolunu gösteriyor. “Yedi yaşında başlayın öğüde, şayet on yaşına kadar namaz alışkanlığı kazanmazsa on yaşından itibaren çocuğu sıkıştırmaya/zorlamaya başlayın.” demiş oluyor. Yani üç yıl ilgilenin, günde beş defa, onu namaza davet edin. Bu da demek oluyor ki yaklaşık beş bin beş yüz defa onu namaza çağırın, yine beş bin beş yüz defa namaz kılındığını görsün. Buna rağmen namaz alışkanlığı kazanmazsa onu namaza zorlayın, diyor. Allah Resûlü’nün hikmet pınarında arınırken, bize faydası olacak yan bir bilgi de ediniyoruz. Anamızdan atamızdan öğrendiğimiz “uslu çocuk lafı ikiletmez” anlayışı, onların cahilî dünyasına aittir. Allah Resûlü’nün sünnetinde hiçbir karşılığı yoktur. Yeri gelir çocuğa bir şeyi beş bin defa söylemek veya göstermek gerekir. “Uslu çocuk lafı ikiletmez” sözünü, doğru ve gerçekçi olduğundan değil; işimize geldiği için sorgulamaksızın kabul ediyor, çocuklarımıza da namazı hatırlatır gibi binlerce defa hatırlatıyoruz. Bu söz doğru değil, zira Nebevi öğretilere uymuyor. Gerçekçi değil, zira nefsimizden biliyoruz ki insan tam da lafı ikiletttiği için insan. Aksi olsa insan değil melek olurdu!
Allah Resûlü’nün (sav) öğüdünü fıkhederken, hadisin bağlamı üzerinde de düşünelim. Peygamberimiz bu sözü Medine’de söylüyor. Çocuklar İslam devletinde yaşıyor. Hayrın tüm yolları açık, şerrin tüm yolları kapalı. Çocuklar beş vakit namazı mescidde Allah Resûlü’nün ardında kılıyorlar. Namazdan sonra içinde Ebû Bekir, Ömer, Osman, Alî (r.anhum)… gibi sahabilerin olduğu bir halkada oturuyorlar… İşte böyle bir ortamda dahi Allah Resûlü (sav) çocuğa alışkanlık kazandırmak için üç yıl, günde beş defa olacak şekilde sözlü ve amelî eğitim programı çiziyor. Acaba o (sav) bugün yaşasaydı, günümüz çocuklarına nasıl bir eğitim programı çizerdi?
Çocuklarımıza bir alışkanlık kazandırmak istiyorsak gerçekçi olacağız. İdealler ve ütopyalar güzeldir, ne ki hayatta karşılığı yoktur. Çocuk eğitiminde idealistlik, hem ebeveyn hem de çocuk için büyük bir hayal kırıklığı ve yorgunluktur.
Namaz!
Yukarıda umumen çocuklarımıza alışkanlık kazandırma meselesine değindik. Allah Resûlü’nün (sav) namaz alışkanlığı kazandırmaya dair bir hadisini temel delil olarak kullandık. Bir de namaz alışkanlığı kazandırma meselesine değinelim. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Ailene namazı emret, sen de onda sabırlı/kararlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Akıbet takvanındır. (Takvalı olanlarındır.)”[3]
Ayet-i kerime bize şunları söylüyor:
Namaz aileye yönelik bir emirdir. Şayet ailede namaz hassasiyeti oluşursa ailenin bir parçası olarak çocukta da namaz hassasiyeti oluşacaktır.
Namazı hatırlatmak bir sorumluluk olduğu gibi, namaz konusunda sabırlı ve kararlı olmak da bir sorumluluktur. Her eğitimde olduğu gibi namaz eğitiminde de sözlü anlatıma görsel örneklik eşlik etmelidir. Anlatım ve örnekliği iki ayaklı bir masaya benzetebiliriz. Mustakim/Dengeli bir eğitim için iki ayak eşit olmak zorundadır.
Namaz alışkanlığı kazandırmaya yönelik bir ayette rızık meselesine temas edilmesinin nedeni, çoğu babanın iş konusunu bahane etmesindendir. Şöyle ki; iş yoğunluğu, yoğunluktan kaynaklı yorgunluk ve işten yorgun dönen babaların rahatsız edilmeyeceğine dair anadan atadan tevarüs ettiğimiz cahilî anlayış, aile reisi için bahane oluşturmaktadır. İşten dönen baba, çocuklarıyla ilgilenecek ve şer’i sorumluluklarını yerine getirecek enerji bulamıyorsa çocuk yapmamalıdır! Yoğunluk ve yorgunluk bahanesiyle çocuğa karşı sorumluluklarını atlayan bir baba, çocuğuna şu mesajı verir: Canın istemiyorsa ya da yorgunsan şer’i sorumluluklarını ihmal edebilirsin! Sözlü olmayan, ancak sözlü mesajdan çok daha etkili bu mesaj; çocuğun dünyasında “Oyun yoğunluğu namaza engeldir.” veya “Günün yorgunluğu namaza engeldir.” şeklinde karşılık bulacaktır. Zira bizim dünyamızda iş ne kadar önemliyse, çocuğun dünyasında da oyun o kadar önemlidir.
Ayet önemli bir vaat içermektedir: Başta namaz olmak üzere çocuklara kazandırılacak kulluk bilinci, rızkı genişleten etkenlerdendir. Daha açık bir ifadeyle şöyle denebilir: Ailesine İslami bir terbiye vermek için çalışma saatlerini kısan ve maddi zarara uğrayan insan, Yüce Allah’ın koruması altında olacak, zararı O’nun (cc) tarafından telafi edilecektir.
Makbul Çocuk Kimdir?
Çoğu ebeveyn için makbul çocuk; sinirleri alınmış, hareket kapasitesi sınırlanmış, komutla hareket eden çocuktur. Otur deyince oturacak, kalk deyince kalkacak, sevip okşayınca mayışacak, kaşlar çatılınca heykel gibi duracak… Aslında çoğu anne baba açıkça söyleyemese de robot çocuk istemektedir. Peki, böyle bir beklenti gerçekçi midir? Endüstriyel açıdan gerçekçidir; zira, robot üreticileri böyle sevimli bir robot üretebilir. Ne var ki yaratılış gerçeği ve bizlerin özel vakıası göz önünde bulundurulursa pek gerçekçi değildir. Şöyle ki; Yüce Allah insanları farklı tabiatlarda, farklı istek ve eğilimleri olan varlıklar olarak yaratmıştır. Kimi çocuk dışa dönük, hareketli, konuşkandır; kimisi içe dönük, sakin ve ağırdır. Beton ve plastik misali çocukları kalıba dökmek veya çocuklara yazılım yükleyip onları robotlaştırmak mümkün değildir. Her çocuk İlahi kalıp ve yazılımla dünyaya gelir. Onu “olduğu gibi” kabul eder ve yaradılışına uygun yönlendirirsek “kendisiyle uyumlu” sağlıklı bir çocuk olur. Kalıp üstüne kalıp, yazılım üstüne yazılım yüklemeye çalışırsak ne olur? İlahi olana kafa tutmak bir yana, dünyasını harap ettiğimiz bir çocuk yetiştiririz. Ne istediğini bilmeyen, istekleri ile eylemleri, yaptıkları ile de beklentileri uyumsuz bir garabet inşa ederiz.
“De ki: ‘Herkes tıynetine/mizacına/meşrebine uygun hareket eder. Rabbiniz kimin daha doğru yolda olduğunu en iyi bilendir.’ ”[4]
Ebu Mûsâ El-Eş’ârî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Yüce Allah, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Âdemoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat/huy bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler.”[5]
Bize düşen, çocuğumuzu tanımak ve irademizi O’nun (cc) iradesine teslim etmektir. Dünyada ve ahirette saadet, O’nun kevnî ve şer’î yasalarına uyum sağlamaktır. Çocuğumuzu belli bir tabiatta yaratan Allah (cc) ise, en güzel ve hayırlı olan da O’nun yaratmasıdır. Hareketli bir çocuğu sakinleştirmek veya sakin bir çocuğu hareketlendirmek, konuşkan bir çocuğu susturmak veya suskun bir çocuğu konuşturmaya çalışmak yerine onları tabiatlarıyla uyumlu alanlara yönlendirelim. Şayet bilmiyorsak, bir bilene soralım. Bir bilene sormak, fiilî duamızdır. Fiilî duaya kavlî duayı ekleyelim ve çocuklarımızı yönlendirelim.
Basit bir örnekle açıklayalım: Bir kardeşimizin oldukça hareketli bir çocuğu var. Çocuğu bir spor dalına yönlendirse, o fıtri enerji meşru bir alana yönelecek, aynı zamanda kendi fıtratıyla uyumlu, dengeli ve mutlu bir çocuk olacaktır. Kardeşimiz durulsun diye çocuğunu medrese, Kur’ân kursu gibi bir ortama yolluyor. Ortamın kurallarına uyum sağlayamadığı için hocaları ve dikkatlerini dağıttığı için arkadaşları sürekli çocuğu uyarıyor. Kabul görmek için içindeki enerjiyi bastırıyor. İnsan kendi tabiatıyla mücadele edemeyeceği için, bastırılan enerji öyle bir patlıyor ki çocuk daha çok azar işitiyor. Böyle olduğunda da çocuk çoğu zaman dini suçluyor, dinden soğuyor. Diyelim Allah (cc) çocuğu korudu, bu sefer mutsuz, kendini değersiz hisseden bir çocuk olup çıkıyor. Tersini düşünelim: Çocuğu içe dönük, utangaç ve sessiz olan bir kardeşimiz var. Çocuğunu açmak(!) için hareketli bir ortama yolluyor. Çocuk arkadaşlarından geri kaldığı için dışlanıyor, kendini ifade edemediği için çocuklar tarafından alaya alınıyor veya çocuklar ondan sıkıldığını belli ediyor. Çocuğun normal olan içe dönüklüğü, bu girişimden sonra hastalıklı bir hâl alıyor. Çünkü çocuk kendini işe yaramaz, değersiz, dışlanmış görüyor. Oysa bu kardeşimiz çocuğunu bir sanat bölümüne, bireysel eğitim alabileceği bir ilim dalına yahut duygularını ifade edebileceği yazarlık gibi bir alana yönlendirse tam tersi gerçekleşecek; kendiyle uyumlu, dengeli, mutlu bir çocuk olacaktı.
Bu mesele yalnızca çocuklarımızın bireysel mutluluğuyla ilgili değildir. Çocuklarımızın Yüce Allah’a kulluğu, İslam cemaatiyle ilişkileri ve İslam davası için verdikleri mücadele de bu meseleye bağlıdır. Kalbi mutmain olmayan, ruhunda fırtınalar kopan, yaptığından tat almayan ve ne yapacağını bilmeyen insan manevi anlamda buhran yaşar. Kulluğu ilgilendiren konularda irade, azim ve sebat bulamaz. Güzel şeyleri kendine yakıştırmadığı için kulluk yürüyüşünde sık sık tökezler.
Allah Resûlü (sav) her çocuğa tabiatının gereğiyle muamele eder, insanların da öyle davranmasını isterdi. Okuyacağımız iki örnekteki farklı tutumuna dikkat edelim:
Zuhre ibni Ma’bed’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Abdullah ibni Hişâm, Nebi’nin dönemine yetişmişti. Annesi Zeyneb binti Humeyd onu alıp Allah Resûlü’nün (sav) yanına götürdü ve ‘Ey Allah’ın Resûlü! Oğlumdan biat al.’ dedi.
Allah Resûlü (sav), ‘O daha küçük.’ dedi ve onun başını okşayıp dua etti.”[6]
Urve ibni Zubeyr ve Fatıma binti’l Munzir ibni Zubeyr’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Abdullah ibni Zubeyr yedi veya sekiz yaşlarındayken Allah Resûlü’ne (sav) biat etmeye geldi. Bunu ona babası Zubeyr emretmişti. Allah Resûlü (sav) onun kendisine doğru geldiğini görünce gülümsedi. Sonra çocuk ona biat etti.”[7]
Allah Resûlü (sav) birinci çocuğun biatini kabul etmiyor, onun henüz çocuk olduğunu söylüyor. Aynı Nebi (sav) Abdullah ibni Zubeyr’in biatini kabul ediyor. Allah (cc) en doğrusunu bilir, kanaatim şudur: Hepimiz Abdullah ibni Zubeyr’in (ra) nasıl bir çocuk olduğunu biliyoruz. Henüz çocukken ele avuca sığmazdı, savaşa meraklıydı. Diğer çocuğu ise çok az tanıyoruz. Rivayetin de işaret ettiği gibi, Allah Resûlü’nün huzuruna annesinin sürüklemesiyle gelmiştir. Yani anne, çocuğunun boynuna, ondan büyük bir sorumluluk yüklemek istemiş, Allah Resûlü (sav) engel olmuştur. Abdullah ibni Zubeyr (ra) ise tam da bu işin adamıdır. Büyüdüğünde de tabiatına uygun bir siret sergilemiş, Emevi zulmüne isyan bayrağı açmış, Mekke’yi Emevi zulmünden arındırmış, bu uğurda şehit olmuştur.
Allah Resûlü’nün (sav) hayatından başka bir örnek verelim.
Abdullah ibni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) utangaçlığından dolayı kardeşini ayıplayan bir adamın yanından geçti. Adam, utangaçlık sana zarar verir dermişçesine, ‘Sen utanıyorsun!’ diyordu.
Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Bırak onu! Şüphesiz ki hayâ imandandır.’ buyurdu.”[8]
Sahabi, kardeşinin hayâsının ona zarar verdiğini düşünmekte ve onu uyarmaktadır. Allah Resûlü (sav) ona müdahale edip kardeşini kendi hâline terk etmesini istemektedir. Zira hayâ fıtri bir duygudur. Hayâlı bir insanın, elbise değiştirir gibi tabiatını değiştirmesi mümkün değildir. Allah Resûlü (sav) o gencin hayâsını imanla ilişkilendirerek, hem onu hem de çevresindekileri yönlendirmiştir. Hayâsının imandan kaynaklandığını düşünen genç, elbette hayâsıyla, dolayısıyla imanıyla gurur duyacaktır.
Bizim Vakıamız!
Yukarıda yaradılış gerçeğine temas ettik. Yaradılış gerçeğine ek olarak eğitimde gerçekçi olmamızı sağlayan bir diğer etken, yaşadığımız vakıanın farkında olmaktır. Hiç şüphesiz vakıa/şartlar, bizi etkilediği gibi çocuklarımızı da etkiler. Şöyle ki; çocuklarımız daha yolun başında bazı gerçeklerle yüzleşiyorlar. Toplumun onları ötekileştirdiğini fark ediyorlar. Tevhidî hassasiyetleri nedeniyle başta eğitim olmak üzere birçok haktan mahrum edildiklerini görüyorlar. Sosyal hayat İslami hassasiyetlere göre yapılandırılmadığı için en basit şeyin dahi zorlaştığını, alternatif bulmak zorunda olduklarını anlıyorlar. Sabah saat 05.00’te kapıları kırılıyor, yakınları veya sevdikleri zindana atılıyor, küçük omuzlarına ayrılık yükü biniyor. İçinde bulundukları toplum ortopedik vicdanlı değil; Afrika’nın, Suriye’nin, Arakan’ın… iniltilerini duyuyor; çoğu mustazaflığı ve yoksulluğu bizzat yaşıyor veya yaşayan insanların acısına ortak oluyor. Bu çocuklar Mozart’ın bilmem kaçıncı senfonisini dinlemiyor. Dinledikleri marş ve ezgilerde müstekbirler ile mustazaflar arasında kavga var, görülecek bir hesap var, dinecek gözyaşları var; tüm bunların gerçekleşmesi için candan ve canandan geçmesi gerekenler var… Hâliyle çocuklar öfkeli, çocuklar hırçın. Çünkü sistemden, müstekbirlerden ve hayattan alacaklılar. Bu ruh hâli onların oyunlarını, hobilerini ve meslek tercihlerini etkiliyor.
Bazı ebeveynler şartların ve koşulların farkında değillermiş gibi yaşıyor. Çocuklarını yanlış insanlarla, tuzu kuru tiplerle kıyaslıyor. Bu da onları eğitimde gerçekçi olmaktan olabildiğince uzaklaştırıyor. Gerçekçi olmayan her insan gibi beklentilerinin kurbanı oluyor, kendilerini ve çocuklarını yoruyorlar.
Çocuklar ve Gençler Sapık Değildir!
Çocukluğun bir evresinde insanın cinsel kimliğinin farkına varması, ilk gençlik dönemindeyse karşı cinse -dolayısıyla cinselliğe- ilgi duyması normaldir. Cinsel kimliğinin farkına varan çocuk, ilk olarak onu karşı cinsten ayıran genital bölgeyi merak eder. Kendinin ve benzerlerinin genital bölgesini görmek ister. Hâliyle çocuklar kendi aralarında “çocukça” diyebileceğimiz şeyler yapar. O kadar çocukça duygularla yaparlar ki kimi zaman yakalanır, kimi zaman itirafta bulunurlar. İlk gençlik döneminde kendine yönelik bu farkındalık, karşı cinse yönelir. Gençler cinsellikle ilgili konuları merak eder, anlamaya çalışır, kendi aralarında konuşurlar… Bu durumla karşılaşan ebeveyenlerin çoğu paniğe kapılır. Çocuklarının potansiyel sapık olmasından endişe ederler. Oysa gerçekçi olmaları, ne kendilerinin ne de çocuklarının Allah’ın yarattığı fıtrata direnemeyeceğini, her insan tekinin hayatın aynı evresinde aynı davranışları sergilediğini bilmeleri gerekir. Bir zamanlar aynı şeylere ilgi duyan, aynı konuları konuşan ve çocukları gibi “çocuksu hareketler” yapan ebeveynler, şu ân birer sapık değilse, Allah’ın izniyle çocukları da sapık olmayacaktır. Bazı ebeveynler öyle bir konuşuyor ki insanın şu soruyu sorası geliyor: Siz o yaşlarda arkadaşlarınızla “pi sayısının keşfinin sayısal bilimlere katkısı” veya “kelamcı tevilciliğinin avam imanı üzerinde etkileri” konulu sohbetler yapmıyordunuz, değil mi?
Öyleyse gerçekçi olacağız. Çocuklarımızı sapık diye damgalamayacak, potansiyel sapık muamelesi yapmayacağız. Çocuklarda cinsel gelişimle ilgili güvenilir kaynaklardan bilgi edinecek,[9] bir bilenle konuşacağız. Çocukların insani davranışlarını hayâsızlık, iffetsizlik ve ahlaksızlık olarak etiketleyip onların kendilerini öyle hissetmesine sebep olmayacağız. Çoğu ebeveyn, çocuğun normal davranışını yanlış etiketler. Çocuk da o etiketin doğru olduğunu varsayarak, o etikete uygun davranışlar sergiler. İnsani merakı iffetsizlik olarak etiketlenen çocuk, “Ben zaten iffetsiz, sapık bir insanım.” düşüncesiyle eylemlerini bir adım öteye taşır, sapkınlaşır.[10] Yine çocuklarımızı ve gençlerimizi geçmiş dönem insanıyla kıyaslama yanlışına düşmeyeceğiz. Zira o dönemde kız çocukları buluğa erer ermez evleniyor, erkek çocuklar ise buluğ çağından önce cariye sahibi olabiliyordu. Bugünün çocukları bugünün şartlarına göre değerlendirilmeli, bugünün şartlarıyla uyumlu, yani gerçekçi bir yaklaşımımız olmalıdır. Çocuklarımızı takip edelim, ne yaptıklarını bilelim, gerekirse onları bilgilendirecek insanlara yönlendirelim. Ancak onları etiketlemeyelim, dünya kurulduğundan beri var olan bir gerçek ilk defa yaşanıyormuş da çocuğumuz kötü yola düşmüş gibi paniklemeyelim.
Gerçekçi Olmanın Önündeki Engeller
Çocuklarımızı yetiştirirken gerçekçi olmamızın önünde bazı engeller var. Bunlardan ilki, şer’i olan ile örfi olanı birbirine karıştırmaktır. Yani inançta Allah’a (cc), çocuk eğitiminde anamızdan atamızdan gördüğümüze teslim olmak, dini parçalamaktır. Bir önceki cümleyi tekrar tekrar okuduğumuzda çocuk eğitimindeki bu hataların itikadi bir sapmadan kaynaklandığını anlarız. Zira İslam, Allah’a bir bütün olarak teslim olmaktır. Namaz ibadetinde Allah’a (cc), eğitimde geleneksel veya modern cahilî kabullere teslimiyet; yalnızca Allah’a teslim olma ilkesini zedeler. Gerçekçi olmamızın önündeki ikinci engel; çocuklarımızı yetiştirirken ideal olan ile vakıayı, beklentilerimiz ile çocuğumuzun yaradılış kodlarını birbirine karıştırmaktır. Yüce Allah bizim beklentilerimize uygun çocuk yaratmaz. Biz, O’nun (cc) yarattığı tabiatı dikkate alarak çocuk yetiştirebiliriz. Tersi olursa, O’nun (cc) yaratmasına kafa tutmuş oluruz. Kendimizi de çocuğumuzu da yıpratırız. Gerçekçi olmamızın önündeki üçüncü engel; çocuklarımız üzerinden toplumda varlık gösterme çabamızdır. Her insan kabul görmek, öne geçmek, güzel anılmak ister.[11] Şayet insan bu fitri isteğini kendi imanı ve salih ameliyle gerçekleştirirse ne alâ! Ancak insan bu isteğini çocukları üzerinden gerçekleştirmeye kalkarsa sorunlar başlar. Çünkü o insan için çocuğun fıtratı, eğilimleri, içinde bulundukları koşullar anlamsızdır. Onun bir ideali vardır ve çocuk o ideali gerçekleştirmelidir. Çocuk âlim olmalıdır, doktor olmalıdır, yönetici olmalıdır… Ebeveynin “kabul görme” kriteri her neyse çocuk o olmalıdır. Çocuk üzerinden varlık gösteren ebeveyn için, çocuk insan değil, robottur; programlanır ve programının gereğini yapar.
Şunu bilmeliyiz ki; Yüce Allah’ın yarattığı bir tabiat vardır. Çocuklarımıza çizilen bir kader vardır. İçinde bulunduğumuz şartlar vardır. Bahtiyar insan; Yüce Allah’ın kevnî ve şer’i yasalarını anlayan ve o yasalarla uyum içinde hareket eden, yani gerçekçi insandır. Allah (cc) muvaffak kılsın.
[1]. Mütercimlerin geneli bu hadisin son kısmını, “onları dövün” diye tercüme eder. Dört nedenle bu tercümenin doğru olmadığı kanaatindeyim:
a. Rivayette vurmak/darebe fiili, ala edatıyla kullanılmıştır. “Darebe” fiilinin yalın anlamı vurmak, dövmektir. Ancak bu fiil “ala” harfi ceriyle kullanıldığında baskı, zorlama, sıkıştırma, yükümlü tutma anlamlarına gelir.
b. Henüz mükellef olmayan bir insanın, mükellefmiş gibi cezalandırılması, şeriatın suç ve ceza ilkeleriyle uyumlu değildir. Hadisi diğer şer’i ilkeler -ve onlara kaynaklık eden naslarla birlikte- ele aldığımızda bahsettiğimiz fiile sıkıştırmak/zorlamak anlamı vermek, dövmekten daha uygun bir tercümedir.
c. Sözün sahibinin (sav) genel sünnetinde çocuk dövmek yoktur.
d. Sayısız tecrübeyle sabittir ki namaz için dayak yiyen çocuklar, namaz alışkanlığı kazanamamaktadır. Aksine namazdan soğumaktadır. Allah (cc) en doğrusunu bilir.
[2]. Ebu Davud, 494; Tirmizi, 407
[3]. 20/Tâhâ, 132
[4]. 17/İsrâ, 84
[5]. Ebu Davud, 4693; Tirmizi, 2955
[6]. Buhari, 2501-2502
[7]. Müslim, 2146
[8]. Buhari, 6118
[9]. – Adım Adım Çocuklarda Cinsel Eğitim, Adem Güneş, Timaş Yayınları
– Pedagoji Okulu 8 – Mahremiyet Eğitimi 1 – Pedagog Adem Güneş’in videosu. Videoya erişmek için karekodu okutabilirsiniz.
[10]. Ne yazık ki çocuk eğitiminde yapılan en tehlikeli hatalardan biri “hatalı etiketleme” yanlışıdır. Henüz somut ile soyutu, gerçek ile hayali, dolayısıyla doğru ile yalanı ayırt edemeyen çocuklar; sürekli bir şeyler kurgular. Cahil ebeveynler çocuğu yalancılıkla suçlar. Henüz yalan kavramının ne olduğunu bilmeyen çocuk, kendine dair “Ben yalancıyım!” etiketini kabullenir. Yalan ile doğruyu ayırt etmeye başlayınca da “Ne de olsa ben yalancıyım!” düşüncesiyle yalan söylemeye devam eder. Bir başka örnek, mülkiyet ve hak kavramına yabancı çocukların, bir başkasına ait malı açıktan veya gizliden almasıdır. Çocuk evde, mahalle ortamında veya okulda “hırsız” diye etiketlenir. İlerleyen yaşlarda mülkiyet ve hak kavramını anlar, başkasına dair sınırları idrak eder, ancak “Ben zaten hırsızım!” kabulü onu yanlış şeylere yönlendirir… Bir ebeveynin çocuklarına yapacağı en büyük kötülüklerden biri hatalı etiketlemedir. Zira çocuğa vurulan her etiket, onda kimliğe dönüşür; duygu, düşünce ve davranışlarını belirler. Şeytanın da vesvesesiyle önce çocuk, sonra toplum o etiketi benimser. Bir gün çocuk onu arındıracak bir ıslah çabasıyla karşılaşsa dahi çocuğun kendilik algısı ve toplumsal ön yargı, ıslahın önünde engel olur. Bugün tevhid davetine muhatap çoğu gencin, “Abi doğru söylüyorsun da benden adam olmaz…” tepkisi, işte bu hatalı etiketlemenin neticesidir.
[11]. “Onlar ki: ‘Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan göz aydınlığı/sevinç ve huzur kaynağı olacak kimseler ihsan et. Ve bizi muttakilere imam/öncü kıl.’ derler.” (25/Furkân, 74)
“Sonradan gelecek nesiller arasında benim için doğruluk dili kıl. (Beni hayırla yâd etsinler.)” (26/Şuarâ, 84)
Allah cc razı olsun hocam çok faydalı ve kıymetli yazı olmuş. Rabbim istifade etmeyi nasip etsin