Cihad, saldırı ve savunma cihadı olmak üzere iki kısma ayrılır. Saldırı cihadı kendilerine herhangi bir saldırı söz konusu olmaksızın Müslümanların düşmanla karşı karşıya gelmesidir. Savunma cihadı ise Müslümanlara yönelik bir saldırı durumunda, Müslümanların meşru haklarını müdafaa etmeleridir.
Batının cihad eden Müslümanlar üzerinden İslam’a yönelik ‘terörist’, ‘radikal’ ve ‘şiddet yanlısı’ gibi yaftaları karşısında tam anlamıyla aşağılık kompleksi içerisinde olan bir takım insanların İslam’ın bu yakıştırmalardan uzak olduğunu belirtmek gayesiyle cihad farizası ile ilgili çok fazla konuştuğunu görmekteyiz.
Kimi İslam’da cihadın olmadığını söylerken, kimisini cihaddan kastedilenin nefis terbiyesi olduğunu söylerken görürüz. Kimileri ise cihadın olmadığını iddia edemedikleri için, cihadın sadece savunma amaçlı yapılan bir eylem olduğunu söylemekte ve saldırı cihadı gibi bir şeyin olmadığını her fırsatta anlatmaktadırlar.
Saldırı cihadının olmadığını iddia eden bu insanlar, iddialarının ispatı kabilinden şer’i olan bir takım deliller getirmekte ve insanların akıllarını bulandırmaktadırlar. Ancak insi olan şeytanların şüphe ve vesveseleri ancak o şeytanların dostlarına etki etmekte, Müslümanların zihinlerine Allah’ın izniyle en ufak bir zarar verememektedir.
“Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler. Eğer onlara itaat ederseniz elbette siz de müşriklerden olursunuz.” (6/En’am, 121)
“Böylece biz her Peygambere ins ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı bir takım sözler fısıldarlar. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Artık sen de onları iftiraları ile baş başa bırak.” (6/En’am, 112)
Bu topluluğun saldırı cihadını nefyederken getirmiş olduğu delilleri sırasıyla zikredelim daha sonra da bu delillere verilmesi gereken cevabı Allah’ın izniyle takdim edelim. Başarı Allah’tandır.
1. Delilleri
“Onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş. Ve Allah’a güvenip dayan. Çünkü O, her şeyi işitendir, bilendir.” (6/Enfal, 61)
Bu ayete dayanarak diyorlar ki: ‘Kafirler Müslümanlara saldırmadığı müddetçe onlara karşı savaşa girişilmez. Barışın olduğu yerde savaş olmaz. ‘
Cevap; Her insan Kur’an ve Sünnet’ten bir nas getirip bundan bu sonuç çıkar diyebilir. Bizim insanların çıkardığı sonuçların doğru olup olmadığını anlayabilmemiz için, bu sonuçları Rasûlullah’ın ve sahabesinin anlayışına arz etmemiz gerekmektedir. Ancak bu süzgeçten geçirdiğimizde neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabiliriz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabesi bu ayete bakıp, iddia sahiplerinin dediğini anlamışlarsa sorun yoktur. Ancak eğer tam zıddına hareket etmişlerse bu, ayetin yanlış anlaşıldığını göstermektedir.
Peki onlar bu ayeti nasıl anladılar?
İddia sahiplerinin dediği gibi ‘Herkesle barış yapalım, iyi geçinelim’ deyip yerlerinde mi oturdular? Yoksa Allah’ın dinini yaymak gayesiyle dünyanın birçok yerine sefer mi yaptılar?
Ne Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne de sahabesi bu ayeti okuyup yerlerinde oturmadı. Aksine Rasûlullah daha kendisi hayatta iken Bizans’a ordu hazırlamıştı. Vefatından sonra ise sahabe İran’a, Endonezya’ya, Afrika kıtasına ve Azerbaycan’a seferler düzenlemişti. Burada Şeyh Abdulkadir b. Abdulaziz’in kitabında zikrettiği şu bilgiyi aktarmakta da fayda vardır: ‘Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem on dokuz gazve yaptı ve bunların sekiz tanesinde bizzat kendisi savaştı. Kendisinin katılmayıp gönderdiği seriyye ve müfreze sayısı ise İbni İshak’ın ifadesine göre otuz altıyı bulmuştur. Diğerleri bunun daha fazla olduğunu söylemişlerdir.’
Demek ki onlar bu ayeti iddia sahiplerinin anladığı gibi anlamamışlar.
Peki biz bu ayeti nasıl anlayacağız?
Kuvvet Müslümanların elinde değilken veya kuvvetin olduğu ama aynı zamanda barışın getirdiği bir maslahatın olduğu yerlerde Müslümanlar barışa yanaşabilirler. Barış olduktan sonra da en sadık olan taraf her zaman Müslümanlardır.
Ayrıca bu ayetle ilgili iddia sahiplerine şunu sormamız gerekir; barışın varlığının kabul edilmesiyle saldırı cihadının nefyedilmesi arasında nasıl bir bağlantı vardır?!
2. Delilleri
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
‘Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin.’ (Muttefekun Aleyh)
Cevap; Bu delile cevap vermeden önce Ehli Sünnet’in naslara yaklaşma usulü ile bidat ehlinin usulü arasındaki şu bariz farkı zikretmekte fayda vardır; Ehli Sünnet bir konu hakkındaki bütün nasları bir araya toplar ve o şekilde hükmü ortaya koyar. Bidat ehli ise ya nasların bir kısmını alır bir kısmını bırakır ya da nasların kendi iddialarına dayanak olabilecek kısımlarını zikredip nassın kalan kısmını arka plana atarlar. Bu yaklaşım tarzı da onları genellikle nakıs ve yanlış bir sonuca götürmektedir.
Bu mesele ile ilgili tek hadis bu değildir. Bidat ehlinin bu hadisten çıkarmış olduğu manaya zıt olan birçok hadis-i şerif mevcuttur.
İmam Müslim’in Ebu Hureyre’den radıyallahu anh rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Kim savaşmadan ve savaşmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur.”
İmam Buhari Enes bin Malik’in radıyallahu anh şöyle dediğini rivayet etmektedir:
“Amcam Enes b. Nadr Bedir savaşında bulunamadı. Bu sebeple dedi ki: ‘Ben Rasûlullah’ın müşriklere karşı yaptığı ilk savaşta yoktum. Eğer Allah, bana Rasûlullah ile birlikte müşriklere karşı savaşmayı nasip ederse, Allah ne yapacağımı görecektir.’
Uhud günü geldiğinde Enes b. Nadr savaşın en şiddetli olduğu yere yönelip Sad bin Muaz’a:
‘Ey Sad! Cenneti istiyorum! Nadr’ın Rabbi’ne yemin olsun ki ben Uhud’un önünde cennetin kokusunu duyuyorum.’ dedi ve kendini düşman safları arasına attı.”
Burada rivayetin başında Enes b. Nadr’ın radıyallahu anh düşmanla karşılaşmayı temenni ettiğini görmekteyiz. Savaş olduğunda da kafirlerin saflarına kendisini attığına şahit olmaktayız.
İddia sahiplerinin delil olarak dayandıkları bu hadisin tam metni şudur:
“Ebu b. Nadr, Abdullah b. Ebi Evfa’den naklen anlatıyor: ‘Rasûlullah düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: ‘Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşırsanız sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.’ ” (Buhari, Müslim)
Hadisin geneline ve özellikle son kısmına baktığımızda burada mutlak manada düşmanla karşılaşmanın yasaklandığı değil, bilakis düşmanla karşılaşmaya bir teşvik olduğunu anlamaktayız.
Peki biz bu hadisin “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin” kısmını nasıl anlamalıyız?
Burada nehyedilen, kişinin kendisine güvenerek kibir ve gurur içerisinde ve neticeyi de Allah’a bırakmaksızın düşmanla karşılaşmayı temenni etmesidir. Hafız b. Hacer ve İmam Nevevi’de rahimehumullah bu hadisi bu şekilde şerhetmişlerdir.
Bu delile cevap verirken aslında heva ve bidat ehlinin usulünün pratiğe yansımasına da şahit olduk. Ancak resmin bütününe bakıldığında da, işin aslında iddia sahiplerinin anladığı yönde olmadığını farkettik.
3. Delilleri
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur.” (2/Bakara, 256)
Cevap; Bir ayetin nüzul sebebini bilmek o ayetin doğru anlaşılabilmesi için gerekli olan malzemelerden bir tanesidir. Bu ayetin nüzulünün sebebi için iki rivayet zikredebiliriz;
Birincisi; Medine’deki ensar, önceden çocuklarını daha iyi yaşamaları için Yahudilere teslim etmişlerdi. Çocuklar bir süre sonra Yahudileşti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Yahudileri sürgün ettiği zaman onlar da Yahudilerle beraber gitti. Ensar çocuklarını geri almak isteyince Allah subhanehu ve teâlâ bu ayeti indirdi.
İkincisi; Sahabelerden bir tanesinin iki çocuğu da gelen Hristiyanların etkisiyle Hristiyanlaşmışlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: “Adam gönder ve onları geri getirt.” dediğinde Allah subhanehu ve teâlâ bu ayeti indirdi.
Bazı alimler bu ayetin Tevbe Suresi 5. ayetle nesholduğunu söylemişlerdir.
Bazı alimler de bu ayet ile ilgili şunu söylemişlerdir; ‘Bu ayet ehli kitaba hastır. Çünkü Rasûlullah ehli kitabı herhangi bir zorlamaya tabi tutmamış ve onlardan sadece cizye almıştır. Müşrikleri ise İslam’a girmeye zorlamıştır.’
Sonuç olarak konu ile iddia sahiplerinin getirmiş olduğu delil arasında herhangi bir bağlantı yoktur.
Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap