Yeryüzünde Müslümanların izzetini ve şerefini muhafaza etmek için mücahidler var eden Rabbimize hamdolsun. Salât ve selam, mücahid Peygamber olan Rasûlullah’a ve O’nun mücahid olan ashabı üzerine olsun.
Şeriatın ciddi anlamda cihad ameline birçok fazilet atfettiğini geçen yazımızda belirtmiştik. Cihada denk bir amel bulunmadığını, cihadın kurtuluşun anahtarı olduğunu, cihadın Allah’ın subhanehu ve teâlâ dininin yayılması noktasında en etkili amel olduğunu ve faziletlerin en büyüğü olan şehadete bu amel vesilesiyle ulaşılabildiğini hatırlatmıştık. Cihadın gayesini ve bunun dışında meşru olduğu durumları zikretmiştik.
Bu ay Rabbimizin vermiş olduğu imkan dahilinde bu amelin yolları ve kısımları üzerinde duracağız. Başarı Allah’tandır.
Cihadın Yolları Nelerdir?
Enes’ten radıyallahu anh rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” (Ebu Davud, Nesai)
Buradan anlaşılmaktadır ki İslam, can ve mal ile yapılan mücadeleye cihad dediği gibi dil ile yapılan mücadeleye de cihad demektedir. Dil ile yapılan cihad insanların davet yoluyla fıtratlarına, yani İslam’a döndürülmeleridir.
Bazıları davete cihad isminin verilmesine tepki göstermektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de de bu, cihad olarak isimlendirilmiştir:
“Artık kâfirlere itaat etme ve onunla onlara karşı büyük bir cihad et.” (25/Furkan, 52)
Bu ayet Mekke’de nazil olmuştur. Ayette “…Onunla… “dan kastedilen Kur’an’dır. Demek ki Allah subhanehu ve teâlâ Ku’ran’ın apaçık bir şekilde müşriklere ulaştırılmasını cihad olarak isimlendiriyor. Hatta şeriat çok farklı olan amelleri de cihad olarak isimlendirmiştir.
Bir adam Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem cihada katılmak için izin istedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
” ‘Annen baban sağlar mı?’ diye sordu. Adam: ‘Evet’ deyince, ‘Sen onlara hizmet ederek cihad yap’ buyurdu.” (Buhari, Müslim)
Fakat buradan bu amelleri işleyen kişinin canını ortaya koyan mücahidin faziletine eşit olduğu anlayışı çıkarılmamalıdır. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ canıyla cihad edenlerin derecesinin en büyük derece olduğunu haber vermiştir:
“Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenlerin Allah katında dereceleri çok büyüktür. İşte umduklarını elde edenler de onların ta kendileridir.” (9/Tevbe, 20)
Bazıları bu tepkiyi daha da ileri götürerek ‘Siz böyle diyerek insanları cihattan alıkoyuyorsunuz’ gibi sözler sarf etmektedir. Bu gibi sözler eden insanlar İslam’ın ve Müslümanların halini anlamamış olan insanlardır. Bütün Müslümanların silahlanıp cihada çıkması mümkün olabilecek bir durum değildir. Kimisi çıkabilecek, kimisi çıkamayacak, kimisi çıkacak ama geride bıraktığı eşi ve çocuğu kafirlere teslim olacak, adam şirkin yeryüzünden silinmesi için savaşırken gerisinde bıraktığı evladı bir süre sonra mürted olup şirkin bekçiliğini yapacak.
Demek ki bir grup insan cihad edecek. Bir grup insan da geride kalacak ama yatmayacak, canlarını bu uğurda seferber edenlere maddi ve manevi anlamda yardım edecek. Gerisinde bıraktığı ehline yardım edecek, onları var olan şirklerden koruyacak. İnsanları oraya teşvik edecek. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ Tevbe suresinde şöyle buyurmaktadır:
“Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (9/Tevbe, 122)
Maalesef bugün senelerini cephede savaşarak geçirenlerin kendileriyle konuşulduğunda hâlâ tağutların tekfiri gibi hiç kimsenin ihtilaf etmeyeceği bir meselede tereddüt içinde olduklarını görmekteyiz. Bu çok acı bir durumdur. Allah için savaşanın zihninde kimin Allah’ın düşmanı olduğu tam bir netliğe kavuşmalıdır. O zaman demek ki birileri bu görevi üstlenmeli ve Müslümanları bilinçlendirmelidir. Nitekim vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir.
Ayrıca bugün dünya cihadının yürütülmesi ekonomik güce yani paraya bağlı bir durumdur. Bu hakikati net bir şekilde görmek gerekir. Herkes cepheye gidebilir. Rabbimiz buna niyetlenen kardeşlerimizin yolunu açık etsin. Ancak şunu da görmek gerekir ki cepheye gidecek olan kişi masraflarıyla beraber cepheye gitmektedir. Birilerinin bunu finanse etmesi gerekmektedir. Bu da geride kalanların üzerine düşen bir vaciptir.
Herkesin üzerine düşen bir vacip vardır. İster geride kalan olsun, isterse de ileri atılan olsun kimsenin görevini ihmal etmemesi gerekir.
Cihadın Kısımları
Cihad saldırı ve savunma olmak üzere iki kısımdır. Cihadın bu iki kısmını çok iyi bir şekilde bilmemiz gerekir. Çünkü bugün tağutların savunuculuğunu yapan belamlar cihadı sarahaten ortadan kaldıramadıkları için, cihadın sadece herhangi bir saldırı esnasında savunmak için başvurulan bir alternatif olduğunu söylemektedirler. Hatta bu zavallı kimseler Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem zamanında gerçekleşen bütün savaşların saldırı değil savunmaya yönelik savaşlar olduğunu iddia etmektedirler.
Bu taifenin kendilerine dayanak olarak almış oldukları delilleri zikretmeden önce cihadın saldırı ve savunma olarak iki kısım olduğuna dair delillerimizi zikredelim;
Saldırı Cihadı ve Delilleri
Saldırı cihadı, Müslümanlara yönelik bir saldırı olmaksızın Müslümanların düşmanla karşı karşıya gelmesidir. Ya da Müslümanların düşmanı kendi yurdunda vurmasıdır. Delillerini ise şöyle sıralayabiliriz;
1. Saldırı cihadının varlığının en açık delili Enfal suresi 39. ayettir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Fitne (şirk) kalkıp din (otorite) yalnız Allah’a ait oluncaya kadar onlarla savaşın.” (8/Enfal, 39)
Bu ayet bize apaçık bir şekilde göstermektedir ki şirk var olduğu ve otorite göklerde olduğu gibi yerde de Allah’a subhanehu ve teâlâ ait olmadığı müddetçe cihad meşrudur. Bunun için Müslümanlara herhangi bir saldırı olması gerekmemektedir. Yeryüzünde cihadın varlığı şirkin var olmasına bağlıdır.
2. “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah bağışlayan ve merhamet edendir.” (9/Tevbe, 5)
Bu ayet indiği zaman müşrikler Müslümanlara karşı saldırı halinde değildi. Bilakis Müslümanlar kendi memleketlerinde, kafirler de kendi topraklarındaydı. Buna rağmen Allah’ın subhanehu ve teâlâ böyle buyurması saldırı olmaksızın da müşriklere karşı cihadın meşru olduğuna delalet etmektedir.
3. “Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, hak dini din olarak kabul etmeyen, Allah’ın ve Rasûlü’nün helalini helal, haramını haram tanımayan insanlarla, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (9/Tevbe, 29)
Zikretmiş olduğumuz bu iki ayet Tevbe suresinde geçmektedir. Tevbe suresinin ayetleri ise son inen yani neshedilme ihtimali bulunmayan ayetlerdir.
4. Saldırı cihadının meşruluğuna şunu da delil olarak zikredebiliriz; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı Bedir’e kendilerini savunmak için değil müşriklerin kervanlarına saldırmak amacıyla gitmişlerdi.
5. Bütün bu delillerle beraber şunu da söyleyebiliriz ki sırf La ilahe illallah’ın hakkını yerine getirmediklerinden dolayı müşriklerle savaşmak meşrudur. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ben insanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim O’nun Rasûl’ü olduğuma şahitlik edinceye, namazı kılıp, zekatı verinceye kadar savaşmakla emrolundum.” (Müslim)
Savunma Cihadı ve Delilleri
Savunma cihadı Müslümanlara yönelik herhangi bir saldırı durumunda Müslümanların meşru olarak kendi haklarını müdafaa etmeleridir. Delillerini ise şöyle sıralayabiliriz;
“Ey iman edenler! Toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin.” (8/Enfal, 15)
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.” (2/Bakara, 190)
“Kim size saldırırsa, siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir.” (2/Bakara, 194)
“Size ne oldu da Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı lütfet’, diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (4/Nisa, 75)
Bu ayetlerde sözü edilen savaş, Müslümanlara karşı savaş açan düşmanın saldırısına karşı koymak için yapılan savunma savaşıdır.
Ayrıca şeriatın bu konuda bir hükmü olmasaydı bile saldırı durumunda savunma durumuna geçme ve o saldırıya mukavemet gösterme, fıtratın ve aklın gerektirdiği şeylerdendir. Ama şeriat bununla beraber insan fıtratında karar bulmuş olan bu duyguyu teyid etmiş ve buna şer’i bir kisve kazandırmıştır.
İbni Teymiye rahimehullah savunma cihadı ile ilgili şunları söylemektedir: ‘Savunma savaşı, dine ve kutsallara saldıran düşmanı defetmenin en çetin şeklidir. İcma ile vaciptir. Dini ve dünyayı bozan saldırgan düşmanı defetmek, imandan sonra gelen en büyük vaciptir. Bu nedenle hiçbir şart yoktur ve imkan ölçüsünde herkese vaciptir.’
Şeyhu’l İslam’ın savunma cihadını imandan sonra en büyük vacip olarak nitelemesi bizi şaşırtmamalıdır. Saldırının olduğu bir yerde imandan sonra gerekli olan vaciplerin yerine getirilmesi ancak saldırının savuşturulması ile mümkündür. Ayrıca düşmanın girmiş olduğu bir beldede Müslümanların dinleri konusunda fitneye düşme ihtimalleri çok yüksektir. Nitekim bunun örneğini yaşadığımız coğrafyada görmekteyiz. Bu coğrafyayı istila eden düşman hilafeti kaldırıp yerine küfür ahkamını getirerek, küfrün propagandasını yaparak bütün bir toplumu şirk bataklığına sokmuştur. Bu sebeple burada ‘İmandan sonra en büyük vacip namazdır’ sözü zikredilen vakıaya uygun olmayan bir söz olacaktır.
Bu zikrettiklerimiz cihadın kısımlarıdır. Konumuza girerken söylediğimiz gibi bazıları açık bir şekilde İslam’da cihadın olmadığını söyleyemedikleri için saldırı cihadının olmadığını iddia etmişlerdir. Bununla beraber bu iddialarına bir takım deliller getirmişlerdir. Rabbimiz izin verirse bir sonraki yazımızda bu delilleri zikredip bu şüphelere cevap vereceğiz.
Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap