Cibril’in Kendisine Selam Verdiği Sahabi: Hârise İbni Nu’mân

Ebû Abdullah Hârise ibni Nu’mân ibni Nafi’ ibni Zeyd ibni Ubeyd ibni Sa’lebe ibni Ğanm El-Bedrî El-Ensârî (ra).

Geçen sayımızda, hidayet kandillerinden biri olan Hârise ibni Nu’mân’ın (ra) hayatına başlamış, Huneyn Savaşı’nda Nebi’nin (sav) yanında sebat etmesinden dolayı Cibril (as) tarafından övüldüğünü ve müjdelendiğini anlatmıştık. Elimizdeki eserlerden okuduğumuz kadarıyla Hârise’nin üç önemli özelliğine daha değinerek yazımızı tamamlayacağız.

Cennetten Sesi Geliyor

Allah Resûlü’nün (sav) ashabına baktığımızda birçoğunun Kur’ân-ı Kerim ile ayrı bir bağının olduğunu görürüz. Onlar bu kitabı hakkıyla okuyarak, anlayarak, yaşayarak en alt derecelerden en üst mertebelere ulaşmışlardır. Bu kitapla kötülüklerden arınmış ve iyiliklere muvaffak olmuşlardır. Sonunda da dünyada hoş bir seda bırakmış ve ahirette büyük mükâfatlarla karşılaşmışlardır.

Bu durumun birçok farklı örneğini görürüz: Kimisi için Allah Resûlü (sav), sesini duyduğunda ümmetinde onun gibi kimselerin var olduğundan dolayı Allah’a hamdetmiştir.[1] Kimisi için Allah Resûlü (sav), Kur’ân kendisine inmesine rağmen ondan dinleyip gözyaşı dökmüştür.[2] Kimisi için Allah Resûlü (sav), meleklerin semadan inip okuduğu Kur’ân’ı dinlemeye geldiğini haber vermiştir.[3]

Hârise’nin (ra) Kur’ân-ı Kerim’e bağlılığı ise Resûl’ün (sav) rüyasında gösterilmiştir.[4] Allah Resûlü (sav) rüyasında cennette dolaşırken, o şırıl şırıl akan pınarların, o mis kokulu bahçelerin arasında Hârise’nin kıraatini duymuştur.

Âişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Cennete girdim ve orada Kur’ân sesi duydum. ‘Bu kimdir?’ diye sorduğumda, ‘O Hârise ibni Nu’mân’dır.’ dediler.

Allah Resûlü (sav) dedi ki: ‘İşte iyilik böyledir, işte iyilik böyledir.’ ”[5]

Hani güzel söz insanı iyiliğe, iyilik de insanı cennete götürür ya.[6] İşte, sözlerin en güzeli olan Kur’ân-ı Kerim de Hârise’yi cennete götürmüştür. Cennetten Nebi’ye (sav) sesi işittirilmiştir. Bu fazilete erişmesinin sebebi hiç şüphesiz Kur’ân-ı Kerim’e bağlılığıdır. Kur’ân-ı Kerim onun hayatında yer etmiştir. Ayetleri birer salih amele dönüşmüştür.

İnsanların, Annesine Karşı En İyi Davrananı

Hârise (ra) daha önce geçtiği gibi, birçok övgüye muvaffak olmuştur. Bu övgülerin yanı sıra Allah Resûlü’nün (sav) onun sesini cennette duymasının bir sebebi de annesine iyi davranmasıdır.

Âişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Uyudum, kendimi cennette gördüm. Sonra bir kârinin sesini duydum. ‘Bu kimdir?’ diye sorduğumda, ‘O, Hârise ibni Nu’mân’dır.’ dediler.

Allah Resûlü (sav), ‘İşte iyilik böyledir, işte iyilik böyledir.’ buyurdu.

Âişe (r.anha) dedi ki: ‘Hârise insanların, annesine karşı en iyi davrananıydı.’ ”[7]

Anneye iyiliğin kişiyi nasıl bir mertebeye ulaştırdığına bakın. İnsanların en hayırlısı (Resûlullah), mekânların en hayırlısında (cennet), sözlerin en hayırlısını (Kur’ân) onun sesinden duyuyor. Daha büyük bir şeref olabilir mi? İşte Hârise’yi bu şerefe eriştiren bir sebep de annesine iyilik yapmasıdır.

Bugün birçok kimse çoğu zaman gözünü zirvedeki amellere dikiyor. Fakat zirveye erişecek imani olgunluğa ulaşmış değil. O zirveye ulaşmasını sağlayacak merdiven mesabesindeki salih amellere dönüp bakmıyor. Hemen önünde duran iyilikleri görmüyor. Cenneti uzaklarda arıyor. Oysaki cennet baş ucunda.

Muâviye ibni Câhime Es-Sûlemî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Câhime, Nebi’ye (sav) geldi ve ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ben savaşmak istiyorum ve bunu sana danışmak için geldim.’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘Annen var mıdır?’ diye sordu.

Câhime, ‘Evet.’ diye cevap verdi.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Ona tutun. Şüphesiz ki cennet onun ayakları altındadır.’ dedi.”[8]

Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Cennet, annelerin ayakları altındadır.”[9]

Evet, cennet, annelerin ayakları altındadır; fakat insanın tabiatında da şu vardır: Cenneti yanı başındaki annesinin yanında değil de uzaklarda arar. Herkesi razı etmeye çalışır da annesini razı etmek için uğraşmaz. Kaybedinceye dek onun kadrini kıymetini bilmez. Kaybettiğinde ise yüreğinde koca bir pişmanlıktan başka bir şey kalmaz.

Oysaki Rabbimiz (cc) bu konuya öyle büyük bir ehemmiyet vermiştir ki kendi hakkından hemen sonra onların hakkını zikretmiştir. Kendi rızasını onların rızasına bağlamıştır. Onlara “öf” denilmesine dahi müsaade etmemiştir. Düşünebiliyor musunuz, sadece bir “öf” demeyi dahi…

“Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemeniz ve anne babaya iyilik etmenizin (gerekliliğine) hükmetti. Onlardan biri ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara ‘öf’ bile deme! Onları azarlama ve onlara değerli bir söz söyle. Merhamet duygusuyla onlara karşı mütevazı ol. (Onları sevgi ve merhamet kanatlarının altına al) ve de ki: ‘Rabbim! Beni büyütüp yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et.’ ”[10]

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki; insanların anne babalarına öf demesi bir kenara, yapmadıkları kötü muamele kalmıyor. Bugün saygı ve merhametin en az gösterildiği kimseler ne yazık ki anne ve babalardır. Böyle bir toplumda yaşadığımızdan dolayı bu kötü ahlak bizim de üzerimize sıçrıyor. Bu çirkin davranışlar bazen bizden de sâdır olabiliyor. Ama durun! Cahiliyenin her zerresinden arınıp temizlenmemiz gerektiği gibi bu kötü davranışlardan da arınıp temizlenmemiz elzemdir.

Hârise (ra) gibi, cenneti kazanmak istiyorsak -inşallah- kendisiyle cenneti kazandığı[11] “birru’l valideyn” kavramını yaşamak ve yaşatmak zorundayız.

Bilhassa da anneler… Bizleri dokuz ay karnında taşıyan anneler. Bizleri iki yıl emziren anneler. Her ağlamamıza koşan, her ihtiyacımıza yetişen anneler. Hastayken şefkat dolu gözlerle baş ucumuzda geceleyen anneler. En ufak bir tehlikeye düştüğümüzde yüreği yerinden oynayan anneler. Küçük yaşta da büyük yaşta da her derdimize derman olan anneler. Maddi manevi her durumda benliklerini benliklerimize katan anneler. Merhametin kendisiyle simgeleştirildiği, cennetin orta kapısı anneler…

Son olarak Ebu’d Derdâ’nın (ra) şu sözüne kulak verelim:

“Sana sadece Allah Resûlü’nden (sav) işittiğim sözü aktarıyorum. Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken duydum: ‘Şüphesiz ki anne, cennetin orta kapısıdır. İster ona tutun, ister onu bırak.’ ”[12]

Bizden Aldıkların, Bize Kalanlardan Daha Sevimlidir

Başlıktan okuduğumuz ve başka sahabilerden de nakledilen bu söz onların kulluk kaidesi, hayat düsturudur.[13] Çünkü onlar vermeyi bir onur bilmişlerdir. Verdikçe arınmış, arındıkça yükselmiş, yükseldikçe Allah’a yakınlaşmışlardır. En içten dileklerle ve en samimi duygularla tüm varlıklarını Allah Resûlü’ne (sav) takdim etmişlerdir.

Her sahabinin kendine has verme şekli olmuştur. Hârise’nin (ra) verirkenki özelliği ise evini Ehl-i Beyt’e açması, evlerini Allah Resûlü’nün (sav) eşlerine ve kızlarına tereddütsüz vermesidir.

Birkaç örnek vermek gerekirse, evvela Allah Resûlü’nün (sav) ve Ebû Bekir’in (ra) ailesi Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde Allah Resûlü’nün ailesi önce Hârise’nin evinde konaklamışlardır.

Âsım ibni Ömer ibni Katâde’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“(Abdurrahman ibni Ebî Bekir, Allah Resûlü’nün ve Ebû Bekir’in ailesiyle birlikte) Medine’ye vardıklarında Allah Resûlü (sav) Mescid’i ve çevresine bazı evleri inşa ediyordu. Onları Hârise ibni Nu’mân’ın evine yerleştirmişti.”[14]

Şurahbil ibni Sa’d’dan (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Abdurrahman ibni Ebî Bekir, yanında Ebû Bekir’in ailesinden bazı fertlerle birlikte Mekke’den çıktı. Yanlarında Âişe de vardı. Birlikte Hârise ibni Nu’mân’ın evine indiler.”[15]

Sonra, Safiyye Annemiz (r.anha) Hayber Savaşı’ndan dönüldüğünde Hârise’nin evinde konaklamıştır.

Atâ’ ibni Yesâr’dan (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) Hayber’den Safiyye (r.anha) ile birlikte dönünce Safiyye’yi Hârise ibni Nu’mân’ın evlerinden birine bıraktı.”[16]

Sonra, Mâriye Annemiz (r.anha) Medine’ye geldiğinde Hârise’nin evinde konaklamıştır.

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Mâriye’yi kıskandığım kadar hiçbir kadını kıskanmadım. Çünkü o kıvırcık saçlı ve güzel kadınlardan biriydi. Allah Resûlü (sav) onu çok beğenmişti. Geldiği ilk gün Harise ibni Numan’a ait bir eve yerleşmişti. Bize de komşuydu.”[17]

Sonra, Allah Resûlü’nün (sav) biricik kızı Fatıma (r.anha) Alî (ra) ile evlendiğinde uzak bir yere taşınmışlardı. Allah Resûlü (sav) kızının yakınında oturmasını istiyordu. Fakat bir ev bulamıyor, kimseden de isteyemiyordu. Durumu öğrenen Hârise durur mu hiç? Doğruca Allah Resûlü’ne (sav) gidip evini takdim etti.

Ebû Ca’fer’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) Medine’ye geldiğinde Ebû Eyyûb’un evine yerleşti ve orada bir yıl kaldı. Alî, Fatıma’yla evlenince Allah Resûlü (sav) Alî’ye bir ev bulmasını söyledi. Alî de bir ev aramaya başladı. Alî, Nebi’den (sav) biraz uzak bir ev buldu ve orada Fatıma’yla birlikte oturdu.

Nebi (sav) Fatıma’ya gelip, ‘Seni kendime yakınlaştırmak istiyorum.’ dedi.

Fatıma, Allah Resûlü’ne (sav), ‘O hâlde bizden dolayı başka bir yere taşınması için Hârise ibni Nu’mân’la konuş.’ dedi.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Hârise bizim için (birçok defa) taşındı. Öyle ki artık bundan dolayı (istekte bulunmaktan) çekindim.’ dedi.

Bu durum Hârise’ye ulaşınca, doğruca Allah Resûlü’nün (sav) yanına geldi ve dedi ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Senin Fatıma’yı yakınına taşıma isteğin bana ulaştı. İşte bunlar benim evlerimdir. Ben-i Neccar’ın sana en yakın olan evleridir. Şüphesiz ki ben de malım da Allah ve Resûlü içindir. Allah’a yemin olsun ki Ey Allah’ın Resûlü! Benden aldığın mal, bende kalandan benim için daha sevimlidir.’ dedi.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), ‘Doğru söyledin, Allah malını sana bereketli kılsın.’ dedi.

Sonra Fatıma’yı Hârise’nin evine yerleştirdi.”[18]

Hârise, evlerini Allah Resûlü’nün (sav) kullanımına o kadar çok açmış, onun için o kadar çok taşınmıştır ki Allah Resûlü (sav) artık şu cümleleri sarf etmek zorunda kalmıştır:

Muhammed ibni Ömer’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Hârise’nin Medine’de Nebi’nin (sav) evlerine yakın evleri vardı. Her ne zaman Allah Resûlü’nün (sav) ailesinin evlerini değiştirme ihtiyacı olduğunda Hârise evini diğeriyle değiştirirdi. Hatta öyle ki Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Andolsun ki evini bizim için (öyle çok) değiştirdi ki Hârise’den utanır oldum.’ ”[19]

İslam davası bizden bazı zamanlarda birtakım şeyler bekler. Maddi veya manevi fedakârlıklarda bulunmamızı ister. Bu bazen en çok ihtiyaç duyduğumuz ve en özel varlığımız olan evimiz bile olabilir. İşte Hârise ve onun gibi malını ve canını Allah’a satmış bahtiyarlar bir ân bile duraksamadan bu varlıklarını feda ederler. Daha istenmeden gönül rızasıyla getirip verirler. Verdikleriyle de kazandıklarının farkındalardır.

Dün böyleydi, bugün de böyledir, yarın da böyle olmalıdır. Muvahhidler yeri ve zamanı geldiğinde öz benliklerinden sâdır olan her şeyi dava yoluna sarfetmelilerdir. Genelde davanın kendisine, özelde davanın liderine; ihtiyaç duyulan her şeyi henüz istenmeden vermelilerdir. Öyle içten sunmalılardır ki alanın gönlünde hiçbir rahatsızlık kalmamalıdır. Şayet değersiz arzuların ve nefsî duyguların esaretinden kurtulur ve bunu başarabilirlerse Allah Resûlü’nün (sav) duası, umulur ki onların üzerinde de gerçekleşir. Yani Allah (cc) dünyada ve ukbada onlara bereket ihsan eder.

Ahirete Doğru

Hârise (ra) Allah Resûlü (sav) yaşarken kendisiyle birlikte mücadele ettiği gibi, ondan sonra da mücadelesini sürdürmüştür. Ebû Bekir’in, Ömer’in, Osmân’ın ve Alî’nin (r.anhum) dönemlerinde de birçok savaşa katılmış birçok fedakârlıkta bulunmuştur. Evvel ömründe de âhir ömründe de özverisini kaybetmemiştir. Artık hayatının sonlarına geldiğinde gözleri görmez olmuş, ancak bu durumu mescidlere bağlı kalmasına ve infakta bulunmasına engel olmamıştır:

“Hârise ibni Nu’mân gözlerini kaybetmişti. Odasının kapısıyla mescid arasına bir ip bağlamıştı (ve ona tutunarak namaza gidip geliyordu). Bu sırada yanına hurma ve başka şeylerle dolu bir sepet alırdı. Bir fakir kendisine selam verdiğinde sepetinden alır, ona verirdi. Bu durum evine varıncaya kadar devam ederdi.

Bunun üzerine ailesi, ‘Biz senin işlerini görürüz.’ derdi.

Harise ise, ‘Ben, Allah Resûlü’nü, ‘Fakirin ihtiyacını gidermek kişiyi kötü ölümden korur.’ buyururken işittim.’ derdi.”[20]

İnsan, kalbini tevbeyle arındırıp takvayla doldurmuyorsa her geçen saat onun biraz daha istikametten çıkmasına sebep olur. Kurtulamadığı habis duygular derinlere kök salar ve her geçen zaman onun dünyaya olan hırsını biraz daha arttırır. Nebi’nin (sav) tarifiyle, “Âdemoğlu yaşlandıkça iki duygusu gençleşir: Mal hırsı ve uzun yaşama hırsı.”[21]

Fakat dünyanın cazibesine kapılmayanlar bu durumdan müstesnadır. Yolculuğun sonuna yaklaştıkça onların ahiret korkusu artar. Bu korku salih amele dönüşür ve kişi dünyadan olabildiğince uzaklaşır.

İşte bu manada Hârise ibni Nu’mân Allah’ın (cc) kendisine açtığı bu yolda sabır ve sebatla ilerlemiş ve dünyada kendisine ayrılan vakti hayırla doldurmuştur. Arkasında hayırlı ameller ve hayırlı evlatlar bırakarak bu dünyadan göçüp gitmiştir. Nebi’den (sav) sonra vuku bulan fitnelere düşmemiş, daima salihlerin yanında yer almıştır.[22] Muâviye Dönemi’nde Rabbinin elçilerine ruhunu teslim etmiştir. Ruhumuz semaya yükselirken bizim niyazımız da budur.

Selam olsun Hârise’ye (ra). Allah (cc) kendisinden razı olsun…


[1]. bk. Ahmed, 25320; İbni Mace, 1338

[2]. bk. Buhari, 4582; Müslim, 800

[3]. bk. Buhari, 5018

[4]. Peygamberimizin (sav) rüyası vahiydir: “Andolsun ki Allah, Resûl’üne gösterdiği rüyayı hak ile doğruladı.” (48/Fetih, 27)

[5]. Ahmed, 24080; Hâkim, 4929

[6]. Abdullah ibni Mes’ûd’dan rivayetle Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki doğruluk insanı iyiliğe götürür. İyilik de insanı cennete götürür.” (Buhari, 6094; Müslim, 2607)

[7]. Ahmed, 25182; Hâkim, 7247

[8]. Nesai, 3104; İbni Mace, 2781

[9]. Et-Terğib ve’t Terhib, İsmâîl ibni Muhammed, Daru’l Hadis, 1/281; El-Birru ve’l Sılatu, İbnu’l Cevzî’, Muessesetu Kutubi’l Sagafiyye, s.66; El-Kebair, Zehebî, Dâru’n Nedve, s.42

[10]. 17/İsrâ, 23-24

[11]. Âişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

           “Cennete girdim ve orada Kur’ân sesi duydum. Dedim ki: ‘Bu kimdir?’ Dediler ki: ‘Harise ibni Numan’dır. İşte iyilik böyledir, işte iyilik böyledir.’ Âişe de bir defa, ‘İnşallah.’ dedi.” (Ahmed, 24080)

[12]. Ahmed, 21726; Tirmizi, 1900; Hadis “Baba cennetin orta kapısıdır.” lafzıyla da varid olmuştur. (bk. Ahmed, 21717; İbni Mace, 2089)

[13]. bk. Târîhu Dımeşk, İbni Asâkir, Daru’l Fikri, 20/258

[14]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru Sadır, 8/165

[15]. age. 1/238

[16]. age. 8/126

[17]. age. 8/212

[18]. age. 8/22

[19]. age. 3/488

[20]. age. 3/488

[21]. Müslim, 1047; Buhari, 6421

[22]. “Abdullah ibni Ziyâd’dan (rh) rivayetle dedi ki: ‘Hârise ibni Nu’mân, muhâsara altındayken Osmân ibni Afvân’a ‘İstersen seni korumak için savaşırız.’ dedi.’ ” (bk. Târîhu Dımeşk, İbni Asâkir, Daru’l Fikri, 39/397)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver