Bir Tercüme Eleştirisi

Geçen gün İbn Kayyım’ın rahimehullah ‘el-Fevaid’ adlı eserini okuyorduk. Bir kardeşimiz Arapça metnini okuyor, diğer bir kardeş de ‘Polen Yayınları’ tarafından ‘Abdullah Tunçer’ adlı mütercime tercüme ettirilen Türkçe çevirisinden takip ediyordu. Abdullah İbni Mesud’un radıyallahu anh hikmetli sözlerine gelmiştik ki, buradaki tercüme hataları bizleri şaşırttı. Hem de öyle şaşırttı ki ‘Nasıl olur da İbn Kayyım gibi bir âlimin eserini bu şekilde dikkatsizce tercüme edebilirler!’ demekten kendimizi alıkoyamadık. Biz burada, o bölümde yer alan tercüme hatalarını tek tek zikredecek değiliz elbette; ama bir maddeyi zikredeceğiz ki, okuduğunuzda eminiz ‘Bu kadar da olmaz yahu!’ demekten siz de kendinizi alıkoyamayacaksınız. Öncelikle Arapça orijinal metni nakledeceğiz; sonrasında ‘Polen Yayınları’nın tercümesini aktaracak, en sonunda da metnin doğru tercümesini vererek inşallah birkaç hususa dikkat çekmeye çalışacağız.

Konunun detayına girmeden önce bu yazının yayınevine ve mütercime ulaşmasını ve onların da bir an önce bu hatadan dönmelerini Allah’tan subhanehu ve teâlâ temenni ediyoruz. İnşallah yazımız kendilerine ulaşır da bir an evvel bu büyük ve saptırıcı hatadan dönerler ve kitabın yeni baskılarında düzgün tercüme yapmak veya bir dipnotla belirtmek suretiyle hatalarını telafi ederler. Rabbim bizleri de onları da her konuda doğruya iletsin ve özellikle insanların genelini ilgilendiren konularda hataya düşmekten korusun. (Allahumme âmîn)

•••

İbni Kayyım’ın rahimehullah naklettiğine göre Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir:

لا يكن أحدكم إمعة! قالوا وما الإمعة ؟ قال : يقول أنا مع الناس إن اهتدوا اهتديت وإن ضلوا ضللت ، ألا ليوطن أحدكم نفسه على أنه إن كفر الناس لا يكفر

Polen Yayınları’nın Tercümesi

Bu metin, Polen Yayınları’ndan çıkan tercümede şöyle verilmiştir:

— ‘Sizler sakın immâ olmayınız.

— İmmâ nedir? dediler. Bunun üzerine şöyle dedi:

— Yüce Allah buyurdu ki: Hidayet üzere olurlarsa şayet, onlara hidayet verip, onlarla beraber olurum. Dalalet üzere olurlarsa, onları dalalete sokmam, demektir. Dikkat edin! İnsanlar birisini tekfir etseler de sen sakın kâfir deme!’

Metnin Doğru Çevirisi

Abdullah İbni Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir:

— ‘Sizden birisi (sakın ha) ‘immaa’ olmasın!’

Oradakiler:

— ‘ ‘İmmaa’ da ne demektir’, dediler.

İbni Mesud radıyallahu anh şöyle dedi:

— ‘İmmaa, ‘Ben insanlarla beraberim. Eğer onlar hidayet üzere olurlarsa, ben de hidayet üzere olurum; şayet onlar dalalete düşerlerse ben de dalalete düşerim’ diyen kimsedir.’

(İbni Mesud radıyallahu anh bu sözünden sonra insanları ikaz etmek için şöyle dedi:)

‘Dikkat edin! Sizden birisi, bütün insanlar kâfir olsa bile kendisinin kâfir olmaması (gerektiğine) kendisini hazırlasın.’

Değerlendirme

Polen Yayınları’nın bu tercümesinde birçok ilmî hata olmakla birlikte, en can alıcı nokta İbni Mesud’un radıyallahu anh nasihatinin sonunda yer alan ve mutlak olarak tekfirden sakındıran cümledir. Bu tercümeye göre İbni Mesud radıyallahu anh, güya ‘Dikkat edin! İnsanlar birisini tekfir etseler de sen sakın kâfir deme!’ diyerek insanları hiçbir kimseye kâfir dememeye yönlendirmektedir! Oysa bu ibarenin tekfirle veya birilerine kâfir deyip-dememeyle en ufak bir alakası yoktur. Metinde böyle bir lafız geçmediği gibi, konunun içeriğinin de bununla bir ilintisi yoktur. İbni Mesud’un radıyallahu anh sözü yanlış anlaşılmış ve tercüme hatalı yapılmıştır; çünkü İbni Mesud gibi fakih bir sahabinin mutlak surette tekfirden sakındırması asla düşünülemez, zira her türlü kayıttan uzak bir şekilde insanları tekfirden sakındırmak Kur’an ve Sünnete aykırı olduğu gibi Ehli Sünnetin tekfir meselesindeki menhecine de muhaliftir. Ehli Sünnet hiçbir zaman mutlak surette insanları tekfirden sakındırmaz. Allah ve Rasûlü ismen birilerine ‘kâfir’ dediği hâlde Ehli Sünnet nasıl olur da insanları birilerine kâfir demekten alıkoyar? Bu elbette ki mümkün değildir. Ayrıca Ehli Sünnetin usulünde bir insan küfrü gerektiren sarih bir söz söylediği veya sarih bir amel işlediği zaman –ortada şer’i bir mazeret de söz konusu değilse– niyetine bakmaksızın kâfir olduğuna hükmeder. Bu, onların yanında mukarrar bir meseledir. Ama İbni Mesud’un radıyallahu anh sözünden –ki o böyle bir şey dememiştir, bizim sözlerimiz hep yanlış tercüme edilen sözü üzerinedir– bunun tam aksi anlaşılmakta ve ne olursa olsun asla bir insana kâfir denmemesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Şimdi bir insan, Allah’a veya mukaddesata sövdüğünden dolayı tüm âlimler tarafından ‘kâfir’ ilan edilse, biz İbni Mesud’un radıyallahu anh ‘Dikkat edin! İnsanlar birisini tekfir etseler de sen sakın kâfir deme!’ sözünden dolayı yine de ona kâfir demeyecek miyiz?

Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?

Ve yine böyle bir şey nasıl olur da bir sahabiye nispet edilebilir?

Bunu ve bir mütercimin böyle bir şeyi, üzerinde kafa yormadan çevirmesini anlamak gerçekten de mümkün değil. Biz böylesi bir şeyi söylemekten İbni Mesud’u radıyallahu anh tenzih ederiz. İbni Mesud’a radıyallahu anh nispet edilen bu söz kesinlikle yanlış bir tercümenin eseridir ve o, asla böyle bir şey söylememiştir.

Peki, O Hâlde Tercüme Niçin Böyle Yapılmış Olabilir?

Tercümenin bu şekilde verilmesinin zannımızca iki ihtimali söz konusudur:

1. Ya Mürcie zihniyetinden etkilenerek Müslümanları mutlak surette tekfirden sakındırma çabası,

2. Ya da hakikaten ibare anlaşılmadığı için gelişi güzel çeviri.

Biz hüsn-ü zannımızı koruyarak bu ibarenin, Arapça metni yanlış okunup-anlaşıldığı için hatalı çevrildiğine kanaat ediyoruz. Bu yanlış okuma-anlama da kendi içerisinde bir anlam kargaşasına neden olmuş ve mütercimi yanıltmıştır. İnşallah tercümenin hatalı yapılmasının başka bir nedeni yoktur; aksi hâlde insanın mütercime ve yayınevine olan tüm güveni zedelenir.

İbni Mesud’un radıyallahu anh söylediği sözün Arapça orijinalini şu şekilde harekeleyerek tercümenin düzeltilmesine ve daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabiliriz.

أَلاَ لِيُوَطِّنْ أَحَدُكُمْ نَفْسَهُ عَلَى أَنَّهُ إِنْ كَفَرَ النَّاسُ لاَ يَكْفُرْ

Bu son cümle ‘اَلاَّ يَكْفُرَ’ şeklinde de nakledilmiştir.

• Metinde yer alan ‘لِيُوَطِّنْ’ fiil, ‘نَفْسَهُ’ kelimesi ile birlikte kullanıldığında ‘nefsi alıştırmak’, ‘psikolojik olarak bir şeye hazır olmak’, ‘kendi kendine karar vermek’ gibi anlamlara gelir.

• ‘إِنْ كَفَرَ’ ibaresi ise, kendisine şart edatı dâhil olmuş mazi-sülasi bir fiildir. Her hâlde mütercim bu fiili ‘tef’îl’ babından ‘كَفَّرَ’ şeklinde anlamış ve ona ‘kâfir demek’ anlamı yüklemiştir. Oysa bu fiil kesinlikle ‘tef’îl’ babından değil, birinci babdan gelen sülasi bir fiildir.

Dolayısıyla bu tercüme hem lafzen hem de manen hatalıdır ve insanlara aktarılması bir takım yanlış anlaşılmaları da beraberinde getirir. Zaten günümüzde, Allah ve Rasûlü’nün küfür dediği şeyleri küfür kabul ettiğimizden dolayı bizleri harici diye nitelendirenler, hep böylesi yanlış metinlerden etkilenerek veya âlimlerin sözlerini yanlış anlayarak ithamlarda bulunmaktadırlar. Ne diyelim Allah herkese hakkı ‘hak’ olarak göstersin ve bizleri razı olduğu doğrular üzerinde cem etsin.

Şu söyleyeceklerimiz de rivayetin diğer maddeleriyle alakalıdır:

• Polen Yayınları’nın tercümesinde, sorulan soru üzerine İbni Mesud’un radıyallahu anh ‘Yüce Allah buyurdu k’ diyerek cevap verdiği ifade edilmektedir; oysa bu metinde Allah subhanehu ve teâlâ ile alakalı en ufak bir işaret bulunmamaktadır. Metinde geçen ‘قال/dedi ki’ lafzının fâili Allah subhanehu ve teâlâ değil, Abdullah İbni Mesud’un bizzat kendisidir.

• Metinde yer alan ‘إِنْ اهْتَدَوْا اِهْتَدَيْتُ’ ibaresi, Polen Yayınları’nın tercümesinde ‘Hida-yet üzere olurlarsa şayet, onlara hidayet verip, onlarla beraber olu-rum’ şeklinde ifade edilmiştir. Oysa bu tercümenin metinle uzaktan-yakından ala-kası yoktur; zira ‘إِنْ اهْتَدَوْا اِهْتَدَيْتُ’ ibaresinde işin fâili yine Allah subhanehu ve teâlâ de-ğil, ‘immaa’ denilen adam tiplemesidir. Ayrıca eğer Polen Yayınları’nın bu ter-cümesi doğru olsaydı, o zaman ‘إِنْ اهْتَدَوْا اِهْتَدَيْتُ‘ denilmez; aksine ‘إِنْ اهْتَدَوْاهَدَيْتُ‘ denilirdi. Çünkü ‘اهْتَدَوْا’ fiili iftial babından olup ‘hidayet bulma’ anlamındadır. ‘هَدَيْتُ‘ fiili ise ‘hidayet verme’ anlamında sülasi bir fiildir.

• Metindeki ‘وَإِنْ ضَلُّوا ضَلَلْتُ’ şeklinde yer alan ibare ‘Dalalet üzere olurlarsa, onları dalalete sokmam’ denilerek yine yanlış tercüme edilmiş ve fiil Allah’a nispet edilmiştir. Oysa burada da işi yapan, yani fail Allah değil, tıpkı üstte olduğu gibi kendisine ‘immaa’ denilen adam tiplemesidir. Ayrıca böylesi bir tercümede anlam bozukluğu da vardır. Şöyle ki: İbarede ‘immaa olmayın’ denilerek taklitçi bir insan modeli olmaktan sakındırılmaktadır, ama ibarenin devamında immaa olanların –dalalete düşmeleri durumunda– Allah’ın onları dalalete sokmayacağı söylenmektedir. Buna göre bir insan immaa olması hâlinde Allah tarafından dalaletten kurtarılacaktır! Şu durumda –bu tercümeye göre– immaa olmak iyi bir şeydir! El-iyâzu billâh! Bu oldukça anlamsız ve hatalı bir çeviridir.

Sonuç

Burada yaptığımız değerlendirmeler, bir çırpıda aklımıza gelen ve faydalı olacağını düşündüğümüz için yayınlamakta hayır gördüğümüz mülahazalardan ibarettir. İnşallah hem okuyanlara hem de yayınevine faydalı olur. Okuyanlara faydalı olur; çünkü küfre girdiği sabit olan insanların kâfir olduğuna inanmak imanın bir gereği olduğu gibi, insanlarla muamelede de son derece önemlidir. Yayınevine faydalı olur; zira hatalar ancak uyarılarla fark edilir. Hataları bildikten sonra hâlâ yaymaya devam etmek ve hata üzerinde herhangi bir değişikliğe gitmemek bir vebaldir. Bu yazıdaki uyarılarla en azından bu hata görülmüş olur.

Yayınevine tavsiyemiz; özellikle tüm ümmet tarafından hüsn-i kabul görmüş âlimlerin kitaplarını tercüme ettirirken alanında uzman olmuş kişileri seçmesidir. Bu her ne kadar biraz daha masraflı olsa da Allah katında sonuç bakımından daha hayırlı olduğu gibi hatadan en asgari yolla kurtulmaya da bir vesile olacaktır.

Rabbim hepimizi hataya düşmekten korusun. Şayet hataya düşmüşsek, bir an önce ondan dönmeyi bize kolaylaştırsın. (Allahumme âmin)

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver