Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَاْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَاْ ت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
“Onlara deniz kıyısındaki (o sahil) kasabasının durumunu da sor. Hani onlar Cumartesi Günü’nde (Avlanma Yasağı’nı çiğneyerek) haddi aşmışlardı. Cumartesi Yasağına uyduklarında balıklar her taraftan akın ediyordu. Yasağa uymadıklarında ise gelmiyorlardı. İşte biz, fasıklıkları nedeniyle onları böyle imtihan ediyorduk. Onlardan bir topluluk: ‘Allah’ın helak edeceği ya da çetin bir azaba çarptıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dediği zaman: ‘Rabbinize sunacağımız bir mazeretimiz olsun ve umulur ki korkup sakınırlar.’ demişlerdi. Kendilerine hatırlatılanı unuttukları vakit, kötülükten alıkoyanları kurtarmış, zalimleri ise fasıklıkları sebebiyle zorlu bir azapla yakalayıvermiştik.”[1]
Hata yapmak, heva ve hevesine uymak insan fıtratında olan bir özelliktir. İnsanın fıtratında iyilik/takva olduğu gibi, kötülük/fücur da vardır:
“Nefse ve onu düzenleyene, ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene (tüm bunlara andolsun ki), onu (nefsini) arındıran, kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Onu (küfür ve masiyetle) örtüp gizleyen de, kesinlikle zarar etmiştir.”[2]
İnsanın, fıtratı gereği hata edip yanlışa düştüğünde yapması gereken; tevbeyle, ibadetle ve kendisine yapılan nasihatlerle nefsini arındırmasıdır. Ancak hata yapanın yanında bulunan ve bu duruma şahit olan kişilerin de bazı sorumlulukları vardır. Kişinin yanında veya yaşadığı toplumda yapılan hatalara ve yanlışlara karşı sorumluluğunu hatırlatan bu ayet-i kerimeyle, neden “emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” yapmamız gerektiğini ve yapmadığımız zaman ne olacağını öğreniyoruz:
“Onlara deniz kıyısındaki (o sahil) kasabasının durumunu da sor.”
Allah’ın (cc) bu şekilde bir hitap kullanması manidardır. Allah o kasabanın adını dahi zikretmiyor. Çünkü bu ayetlere muhatap olan Yahudiler her ne kadar o bölgenin insanı olmasa da bu meseleyi çok iyi biliyorlardı, ama gizliyorlardı. Burada hem Resûlullah’ın (sav) peygamberliğine bir delil hem de “Allah’ın (cc) yasakları konusunda haddi aştığınız zaman başınıza ne geldiğini unutmayın.” diye bir uyarı vardır.
Ayete konu olan insanlar deniz kıyısında bir kasabada yaşıyorlardı. İbni Abbâs (ra), İkrime (ra) ve Suddî (rh) gibi müfessirler bahse konu olan yerin “Eyle Kasabası” olduğunu söylemişlerdir.
Bu olayı yaşayan Yahudilerin geçmişlerini gözden geçirdiğimizde uzun yıllar süren kölelik ve zilletten sonra özgürlüğüne kavuşmuş “hür” bir topluluk olarak tarih sahnesine çıktıklarını görüyoruz. Yahudiler, Allah’tan (cc), kendileri için bir gün tayin etmesini istediler. O günde ticaret ve dünyalık işlerle meşgul olmayıp ibadetle meşgul olmayı temenni ediyorlardı. Allah da (cc) kullarını eğitmek, onların da samimiyet ve ihlaslarını ispat etmeleri için bir imtihan kıldı. Uzun süren zillet ve kölelikten sonra yeryüzünün halifesi olup onurlu bir yaşam ve sebat için iradenin terbiye edilmesi ve güçlendirilmesi gerekir. Bunun yolu da imtihandan/sınanmadan geçmektedir:
“Hani onlar Cumartesi Günü’nde (Avlanma Yasağı’nı çiğneyerek) haddi aşmışlardı. Cumartesi Yasağına uyduklarında balıklar her taraftan akın ediyordu. Yasağa uymadıklarında ise gelmiyorlardı. İşte biz, fasıklıkları nedeniyle onları böyle imtihan ediyorduk.”
Allah (cc) Yahudilere, onların talepleri sonucunda Cumartesi Günü’nü tayin etti ve o gün balık avlamalarını yasakladı. İmtihan bu ya! Haftanın diğer günleri balıklar çok az gelirken, hatta hiç gelmezken cumartesi günleri sürüler hâlinde geliyordu. Bu durum karşısında kasaba halkından bazıları cumartesi günleri avlanmaları yasak olduğu için çukurlar kazdılar ve cuma günü akşamdan ağlarını bu çukurlara gerdiler. Cumartesi günü balıklar bu çukurlardaki ağlara takılıyordu. Pazar günü de gidip ağlarına takılan balıkları topluyorlardı. Böylece, akıllarınca hem cumartesi avlanma yasağına uyuyor hem de balıklardan mahrum kalmamış oluyorlardı. Kendilerine, “Sizin bu yaptığınız yanlıştır.” dendiğinde pişkin bir şekilde, “Ama biz cumartesi günü avlanmıyoruz ki?” diye cevap veriyorlardı. Kalplerindeki takva azalınca Allah’ın (cc) hükümlerini kendi heva ve heveslerine uyduruyor ve kendilerince “akıllılık” yapıyorlardı… İnsanın kendi hevasına ve menfaatine uyduramayacağı; hilesini bulamayacağı hiçbir kanun/hüküm yoktur. Hükümleri ve hadleri koruyan; cezalar veya dikta değildir, takvalı bir kalptir. Bundan dolayı kaynağı vahiy olmayan kanunların geçerli olduğu sistemlerde hiçbir zaman huzur, emniyet ve adalet tesis edilemez. Sözüm ona tıpkı günümüz özgürlükçü(!) demokratik sistemlerde olduğu gibi…
“Onlardan bir topluluk: ‘Allah’ın helak edeceği ya da çetin bir azaba çarptıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dediği zaman: ‘Rabbinize sunacağımız bir mazeretimiz olsun ve umulur ki korkup sakınırlar.’ demişlerdi.”
Ayete baktığımızda üç sınıf insan görüyoruz: Bizzat yasağı çiğneyenler, ki kendileri “Aşağılık maymunlar olun!”[3] denilerek helak edilmiştir. Bir diğer kısım, bu yasağı çiğnemeyen, ancak yasağı çiğneyenlere karşı sessiz kaldıkları gibi, uyarıda bulunanlara da “Neden hâlâ onları uyarıyorsunuz? Allah’ın haram kıldığını bariz bir şekilde yapan insanlar kendilerine yapılan nasihat ve hatırlatmalara olumlu cevap verir mi?” diyerek karşılık verenlerdir. Son kısım ise “Rabbimize sunacağımız bir mazeretimiz olsun ve umulur ki korkup sakınırlar.” diyerek avlanma yasağını çiğneyenlere, yaptıklarının yanlış olduğunu hatırlatan ve onları bu yanlıştan döndürmeye çalışanlardır.
“Kendilerine hatırlatılanı unuttukları vakit, kötülükten alıkoyanları kurtarmış, zalimleri ise fasıklıkları sebebiyle zorlu bir azapla yakalayıvermiştik.”
Nehy-i ani’l münker yapanlara, “Neden dolayı onları uyarıyorsunuz?” diye soranların akıbeti konusunda müfessirlerden farklı görüşler varid olmuştur. A’râf Suresi’nin 165. ayetinde Allah’ın (cc), zalimleri yaptıkları fasıklıklar nedeniyle helak ettiğinden anlaşılan, bu sınıfın helak edilmediğidir. Allah (cc) en doğrusunu bilir.
Bizim kendilerini örnek aldığımız ve Allah’ın (cc) kurtardığı kişilere gelince, bu insanlar yaşadıkları toplumda açıkça yapılan yanlışa “Dur!” demişler ve bunu yapma nedenlerini de şöyle açıklamışlardır: “Rabbimize sunacağımız bir mazeretimiz olsun!” Yani, biz üzerimize düşeni yapalım ve Rabbimiz (cc) bizi hesaba çektiğinde bir cevabımız olsun, demişlerdir. Bu böyledir. Yanlış bir şey gördüğümüz zaman “Uyarsam ne olacak ki? Zaten beni dinlemez.” ya da “O kadar anlattım, anlamıyor.” diyerek ıslah çalışmasından geri durmak yanlıştır. Biz, muhataptan ziyade kendimiz için davet yaparız. Davetin namaz gibi, oruç gibi bir sorumluluk olduğunu biliriz. Muhatabımız davete ilgisiz kalsa da biz Allah (cc) katında bir mazeretimiz olsun diye anlatırız.
Ayet-i kerimede Allah’ın (cc) “Aşağılık maymunlar olun!” diyerek, yaptıkları günahları sebebiyle helak ettiği topluluğa baktığımızda; bu insanların Allah’a (cc) şirk koşmadıkları hâlde Cumartesi Günü avlanma yasağını çiğnediklerinden ötürü çok büyük bir azapla helak olduklarını görürüz.
Allah’ın (cc) yasaklarını çiğneyenlere karşı duyarsız kalamayıp “Allah’ın (cc) katında bir mazeretimiz olsun ve umulur ki düzelirler.” diyerek ıslah çalışmasına girenler de emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker yaptıklarından dolayı kurtulmuşlardır.
En önemli ve öncelikli emr-i bi’l ma’ruf, tevhiddir. Nehyedilmesi gereken en önemli ve öncelikli münker ise şirktir. Günümüz insanları ne yazık ki akın akın şirke girmekte, Allah’ın (cc) helallerini haram, haramlarını helal yapmaktalardır. Bunu yaparken de Yahudiler gibi bir kılıf dahi aramayıp açık bir şekilde bu yaptıklarıyla övünmektelerdir! Faiz yiyen esnafa “Helal-i hoş olsun.” diyecek kadar haddini aşan bir toplumda yaşayan biz muvahhidler, bu ayeti hayatımızda tatbik ederek kurtulanlardan olmak istiyorsak, Rabbimizin her ân indirebileceği helakından sakınmak istiyorsak insanlara tevhidi, gereklerini ve şirkten sakınmaları gerektiğini anlatmamız gerekir. Onlar ne kadar dinlemese de ne kadar değişmese de bunu yapmamız gerekir, ki “bir mazeretimiz, bir açıklamamız” olsun.
Yaşadığımız çağa baktığımızda dünyanın dört bir yanında bela ve musibetler olduğunu görüyoruz. Salgın hastalıklar, savaşlar, zalim iktidarlar, deprem, sel, kıtlık… bunların hepsi insanların günahları ve Allah’a (cc) karşı hadlerini aşmaları sebebiyledir:
“İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebebiyle, karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi. Belki (İslam’a) dönerler diye (Allah), yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.”[4]
Hiç kimse Allah’ın (cc) takdir ettiği azabı engelleyemez, ancak azap geldiği zaman kişi kendini bu azaptan/helaktan maddi veya manevi olarak koruyabilir. Bunun yolu da emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münkerdir.
Allah (cc) yaşadığımız toplumun fitnesinden bizleri korusun. Allahumme âmin.
[1]. 7/A’râf, 163-165
[2]. 91/Şems, 7-9
[3]. bk. 7/A’râf, 166
[4]. 30/Rûm, 41
İlk Yorumu Sen Yap