Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, Resûl’üne olsun.
Allah Resûlü’nün (sav), Medine’ye hicret ettiğinde karşılaştığı topluluklardan biri de Yahudilerdi. Ekonomiyi elinde bulunduran, aynı zamanda zanaatkâr bir toplum olan Yahudiler üç ayrı kabileden müteşekkildi: Ben-i Kaynuka, Ben-i Nadir, Ben-i Kureyza. Bu üç kabile Medine’de on yıllardır aralarında sorunlar olan ve sürekli savaşan Evs ile Hazrec Kabilelerinin savaşlarını körüklüyor, bu vesileyle hâkimiyetlerini sağlamlaştırıyorlardı.
Allah Resûlü’nün hicretiyle beraber Yahudi topluluklar büyük bir darbe aldılar. Evs ve Hazrec birleşmiş, Ehl-i Kitap tek topluluk olma özelliklerini kaybetmişti. Daha da önemlisi onların nasıl bir millet olduğunu haber veren vahiy, kesintisiz bir şekilde iniyordu. Yaşanan hadiseler ve nazil olan ayetler eksiksiz bir şekilde Yahudi portresini Medine toplumunun önüne çıkarıyordu:
“Kendilerine bir delil gelmemesine rağmen, Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar (var ya)! Onların göğüslerinde kendisine asla ulaşamayacakları bir kibirden başkası yoktur. (Öyleyse) Allah’a sığın. Şüphesiz ki O (evet o), (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir.”[1]
“Korunaklı şehirler ve duvar gerisi (siperler) olmaksızın, sizinle topluca (göğüs göğüse) savaşmazlar. Kendi aralarındaki savaşları çetindir. Sen, onları bir(lik beraberlik içinde) sanırsın. Oysa kalpleri paramparçadır. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmasındandır.”[2]
“Andolsun ki onları dünya hayatına karşı en istekli/hırslı olanlar olarak bulacaksın. (Öyle ki) müşriklerden bile daha düşkündürler dünyaya. Onlardan her biri bin sene yaşamak ister. Ona bu kadar ömür verilmesi onu azaptan kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını görendir.”[3]
“Onlar yalana kulak veren, rüşvet/haram yiyenlerdir. Şayet sana gelirlerse onların arasında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Şayet hükmedecek olursan aralarında adaletle hükmet. Şüphesiz ki Allah, adil olanları sever.”[4]
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onlara lanet ettik ve kalplerini katı kıldık. Kelimeleri yerinden oynatarak tahrif ediyorlar. (Ayrıca) emrolundukları şeyden paylarına düşen (ameli) terk ettiler. Onların azı hariç sürekli olarak onlardan ihanet görürsün. (Buna rağmen) affet ve hoş gör. (Çünkü) Allah, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever.”[5]
“Yahudiler: ‘Allah’ın eli bağlanmıştır/eli sıkı bir cimridir.’ dediler. Söyledikleri (bu çirkin söz) nedeniyle elleri bağlandı ve lanetlendiler. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, Allah’ın iki eli de açıktır ve dilediği gibi harcar. Andolsun ki Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü arttıracaktır. Biz, onların arasına kıyamete dek sürüp gidecek bir düşmanlık ve kin atmışızdır. Her ne zaman savaş ateşi yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuk için çabalarlar. Allah, bozguncuları sevmez.”[6]
“Andolsun ki Allah, ‘Allah fakir, biz ise zenginiz.’ diyen kimselerin sözünü işitti. Onların söylediklerini ve haksız yere nebileri öldürmelerini yazacağız ve: ‘Yakıcı ateşin azabını tadın.’ diyeceğiz.”[7]
“Andolsun ki, insanlar arasından iman edenlere en çetin düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulacaksın. İman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlarınsa ‘Biz Hristiyanlarız.’ diyen kimseler olduğunu bulacaksın. Bu, onların arasında (din bilgini) keşişlerin ve (ibadet ehli) rahiplerin olmasından ve onların (hakka tabi olma konusunda) büyüklenmemesindendir.”[8]
“Ey iman edenler! Kendi dışınızda (sırlarınızı paylaşıp iç işlerinizden haberdar edeceğiniz kâfir) bir çevre edinmeyin. (Çünkü kâfirler) size zarar vermekten geri durmaz, sizin zora düşmenizi isterler. Kinleri ağızlarında belirmiştir. Sinelerinin sakladığı (kin) ise çok daha büyüktür. Şayet aklediyorsanız gerçekten size ayetlerimizi açıkladık.”[9]
“Her nerede bulunurlarsa (bulunsunlar) -Allah’ın ahdine ve insanların emanına sığınanlar hariç- üzerlerine zillet (damgası) vurulmuş, Allah’ın gazabına uğramış ve üzerlerine yoksulluk damgası vurulmuştur. Bu (ceza), onların Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olmaları ve nebileri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. Bu (ceza), onların isyanları ve haddi aşmaları sebebiyledir.”[10]
Müminlere çizilen bu Yahudi portresi, beraberinde onların gerçek yüzlerini de ifşa etmişti. Allah Resûlü (sav) Medine’ye geldiğinde hem iç güvenliği sağlamak hem de Yahudilere, iman etmeleri için fırsat tanımak amacıyla onlarla antlaşmalar yaptı. Allah Resûlü bu antlaşmalara harfiyen uyarken Yahudiler her fırsatta ihlal için özel çaba gösteriyorlardı. Allah Resûlü (sav) ise onlara nasihat ediyor ve laftan anlamayan bu bozguncu kavmi en selametli şekilde Medine’den defetmenin yollarını arıyordu.
Yahudi kabileleri içinde zanaatkârlıkları ve savaşçılıkları ile meşhur olan Ben-i Kaynuka Yahudileri, Allah Resûlü’nün (sav) harekât düzenlediği ilk gruptu. Buna neden olan olay ise Yahudilerin Müslim bir kadını taciz etmeleri sonrasında yaşananlardı. Akabinde Allah Resûlü onları Medine’den çıkarttı.
İkinci Yahudi topluluğu da Ben-i Nadir Yahudileriydi. Onlar Ben-i Kaynuka’nın başına gelenleri gördükleri için bir süre seslerini çıkarmadılar. Ancak yaşanan bir hadise neticesinde kendileri de aynı sonla karşılaşmaktan kurtulamadılar.
İbni İshâk’tan şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullah (sav) daha sonra, kendisi dokunulmazlık verdiği hâlde Amr ibni Umeyye Ed-Damrî tarafından öldürülen Âmiroğullarından bu iki kişinin diyeti konusunda yardımcı olmaları gerektiğini bildirmek üzere Ben-i Nadir’e gitti. Ben-i Nadir ve Ben-i Âmir arasında bir ittifak vardı.
Resûlullah (sav) öldürülen bu iki kişi hakkında onların yardımcı olmalarını bildirmek için gelince dediler ki: ‘Evet, ey Eba Kâsım! Yardımcı olmamızı dilediğin şekilde sana yardım edeceğiz.’
Sonra aralarında yalnız kaldılar.
Dediler ki: ‘Bu kişiyi bir daha bu hâlde bulamazsınız.’
Resûlullah (sav), onların evlerinden birinin duvarı dibinde oturuyordu.
Şöyle dediler: ‘Hangi adam bu evin üzerine çıkar ve üzerine bir kaya yuvarlar da bizi ondan kurtarır?’
Onların içinden Amr ibni Cihâş ibni Ka’b adında biri bu işi gönüllü olarak üzerine aldı. Resûlullah’ın (sav) üzerine kaya atmak için evin üzerine çıktı. Bu arada Resûlullah (sav), aralarında Ebû Bekir, Ömer ve Alî’nin de bulunduğu bir grup sahabiyle birlikteydi. Resûlullah’a (sav), Yahudilerin yapmak istedikleri, bir vahiyle semadan bildirildi. Bunun üzerine Resûlullah (sav) kalktı ve Medine’ye dönmek üzere yola çıktı. Nebi (sav) sahabilerini bekletince sahabiler onu aramaya çıktılar. Medine’den bir adama rastladılar ve ona Resûlullah’ı (sav) sordular.
Adam da, ‘Onu Medine’ye girerken gördüm.’ dedi.
Bunun üzerine sahabiler Resûlullah’ın (sav) peşinden gittiler. Ona ulaştıklarında Resûlullah (sav) onlara Yahudilerin yapmak istedikleri ihaneti haber verdi. Onlara, Ben-i Nadir’in üzerine yürümek için hazırlanmalarını emretti.”[11]
Ben-i Nadir Gazvesi’nin başlamasına sebebiyet veren bu olay yukarıda Kur’ân’ın anlatımıyla, Yahudilerin zikredilen sıfatlarına bire bir uymaktadır. Onlar Allah Resûlü (sav) ile Hicretin daha başında yaptıkları anlaşmayı defalarca ihlal eden ve buna rağmen hainliklerine ara vermeden devam eden bir topluluktu. İhanet onlar için artık bir ahlak hâline gelmişti.
En önemli mesele ise güçten yana olmaları, ilkeler üzerinden değil, tabi oldukları topluluğun sayısına göre şekil almalarıydı. Örneğin, Allah Resûlü’ne (sav) suikast düzenlemek gibi bir cüreti neden o zamana kadar gösteremediler? Çünkü Allah Resûlü içeride ve dışarıda güçlüydü. Ancak daha yeni Uhud yenilgisi, Bi’ri Maune ve Recî’ Vakıaları yaşandığından bir ânda Yahudilerin ibresi farklı yerlere kaymaya başladı:
“Evet, nasıl olabilir ki? Şayet size üstün gelecek olsalar, ne bir akrabalık bağı ne de (verdikleri bir) sözü tanırlar. Ağızlarıyla sizi hoşnut ederler ama kalpleri karşı çıkar. Onların çoğu fasıktır.”[12]
Bununla birlikte Mekkeli müşriklerin de bu suikast girişiminde ciddi payları vardı. Çünkü onlar sürekli olarak Medinelileri kışkırtıyor, “Bu sizin iç sorununuzdur, şayet çözmezseniz sizi de aynı safta değerlendireceğiz.” anlamına gelebilecek şekilde söylemlerde bulunuyorlardı. Korkak bir tabiata sahip Yahudiler de bu söylemlerden çabucak etkileniyorlardı.
Kıssanın bu bölümünde dikkatimizi çeken diğer bir husus Allah Resûlü’nün (sav), vahiyle korunması ve Peygamberimizin bundan sonraki tavrıdır. Allah Resûlü (sav), ashabına hiçbir şey söylemiyor, sahabe de hiçbir şey bilmiyor. Akabinde Allah Resûlü bunu haber veriyor ve savaş hazırlığı yapıyor. Sahabe itiraz etmiyor. İşin ilginç yanı Yahudiler de itiraz etmiyor: “Biz böyle bir şey yapmadık.” demiyorlar. Hâlbuki suikast girişimini sadece birkaç Yahudi biliyordu. Gayet rahat bir şekilde yalanlayabilirlerdi. Fakat onlar da vahiyle Allah Resûlü’ne bunun haberinin verildiğine kesin bir şekilde inanıyorlardı. İşte bu durum onların bile bile inkârlarına başka bir örnektir.
Allah Resûlü (sav) Yahudi ve müşriklerle başlangıçta anlaşmış olsa da onların bu fiilleri nedeniyle tek taraflı olarak anlaşmaları feshetti ve buna hiçbir topluluğun itirazı olmadı. Burada da benzer bir duruma şahitlik ediyoruz:
“Şayet bir topluluğun (antlaşmalarına) ihanet edeceğinden korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu onlara bildir. Şüphesiz Allah, hainleri sevmez.”[13]
Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
[1]. 40/Mü’min (Ğafir), 56
[2]. 59/Haşr, 14
[3]. 2/Bakara, 96
[4]. 5/Mâide, 42
[5]. 5/Mâide, 13
[6]. 5/Mâide, 64
[7]. 3/Âl-i İmrân, 181
[8]. 5/Mâide, 82
[9]. 3/Âl-i İmrân, 118
[10]. 3/Âl-i İmrân, 112
[11]. Sîretu ibni Hişâm, 3/267-268
[12]. 9/Tevbe, 8
[13]. 8/Enfâl, 58
İlk Yorumu Sen Yap