Bedir Savaşının Sonuçları Üzerine Birkaç Değerlendirme – 3

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam O’nun Resûl’üne olsun.

Enfâl Suresi’nin 41. ayetinde “Furkan Günü” olarak adlandırılan Bedir Savaşı’nın Mekke, Medine ve Arap Yarımadası için çok ciddi sonuçları oldu. Bu sonuçlar üzerinde yapılacak değerlendirmeler günümüze de ışık tutacak, İslami harekete yol gösterecek niteliktedir. Biz gücümüz yettiğince bunlardan bazılarına değinmeye çalışacağız:

Savaş bittikten sonra Allah Resûlü (sav), Bedir Ovası’nda üç gün daha kaldı. Bunun nedeni yaralıların ilk tedavilerinin yapılmasıydı. Ayrıca ganimet ve esirlerle ilgili meselelerde ortaya çıkan sorunları çözmekti. Zira bunlar İslam toplumu için yeni vakalardı. Allah Resûlü, bu tip durumlarda eğer hüküm varsa ona tabi olur, yoksa ashabıyla istişare ederdi. İstişare neticesinde yanlış bir karar ortaya çıkarsa, gelen vahiyle doğru olana yöneltilirlerdi.

Savaş meydanında üç gün kalmak aynı zamanda bir gövde gösterisiydi. İslam’ın ilk büyük zaferinin çevre kabilelerce anlaşılması, bunun bir tesadüf olmadığının gösterilmesi açısından bir mesajdı. Bununla birlikte müşriklerin intikam amaçlı ani saldırılarına karşı oluşabilecek zararı defetmek için stratejik bir hamleydi.

Allah Resûlü (sav) daha sonra Medine’ye doğru yola çıktı. Zafer haberi Allah Resûlü’nden önce Medine’ye ulaşmış ve mümin gönüllere bayram sevinci yaşatmıştı. Peygamberimiz, dinlenmek için durakladığı her yerde insanlar tarafından tebrik ediliyordu. Yahudilerin ve Medine ehlinden bazı kimselerin çehrelerinde ise tam bir hayal kırıklığı hâkimdi. Hiçbirisi Allah Resûlü’nün zaferle dönmesini beklemiyordu. Böylece İslam toplumu için her türlü düşmandan daha tehlikeli olan “münafık zümresi” ortaya çıktı. Bedir Savaşı öncesinde renk vermeyen bu taife, başta liderleri olmak üzere kendilerini İslam’a girmiş gibi gösterdiler ve Müslimler arasında yaşanan her fitnede başı çektiler. Yahudiler ise her zamankinden daha sinsice davranmaya ve tehlikenin farkında olarak adım atmaya başladılar.

 Allah Resûlü (sav) Medine’ye döndüğünde esirlerin fidye meselesini netleştirdi. Bazı esirler fidyesiz serbest bırakıldı. Bazıları ise takas yoluyla karşı tarafa teslim edildi. İlginç olan bir uygulama ise esirlerden okuma yazma bilenlerin, Müslim çocuklara okuma yazma öğretmeleri şartının fidyeye dâhil edilmesiydi. Bu uygulama, Allah Resûlü’nün vizyonunu görmemiz açısından çok önemlidir. Çünkü Arap toplumu genellikle işiterek ve işittiklerini ezberleyerek kendilerini eğiten bir toplumdu. Ancak Allah Resûlü’nün daveti üç beş kabileyle sınırlı değildi. Yetişen neslin muhatap olacağı kitle, yazılı kültüre sahip olan iki büyük imparatorluktu. Ayrıca yine Yahudilerle muhatap olurken de önemli bir avantaj olacaktı.

İslami hareketin tüm fertleri vizyon sahibi olma konusunda Allah Resûlü’nü (sav) örnek almalıdır. Günü kurtaracak adımlar herkesten beklenebilir. Ancak evrensel bir din olan İslam’ı her belde ve sınıfta hâkim kılmak, ancak insanları basiret üzere Allah’a (cc) çağıran kişi ve grupların yapabileceği eylemlerdendir. Buna sahip olmak için atılacak adımlar, İslami Harekette Tecrübe/Hikmet/Basiret[1] isimli makalede çok güzel bir şekilde özetlenmiştir.

İslam’ın yeryüzüne yayılmasını kendisine dert edinen fertler, kişisel gelişimlerine önem gösterdikleri gibi bu çabalarını gereksiz gören ve hatta bir sapma olarak adlandıran insanlara da kulaklarını tıkamalılardır. Bilhassa gelişmiş ülkelerde var olan yenilikler takip edilmeli ve İslam davasına hizmet için nasıl kullanılabileceği üzerine kafa yorulmalıdır.

Bu hususta son olarak şunu söylemek faydalı olacaktır: Yapılacak en büyük yatırım, gençlerin eğitimine yönelik yatırımlardır. Allah Resûlü ve ashabı ekonomik olarak çok kötü durumdalardı. Okuma yazma şartını kaldırıp daha fazla altın isteyebilirlerdi, ama böyle yapmadılar. Karşılığını o gün alıp geçici olanı tercih etmediler ve yıllar sonra elde edecekleri faydaların altyapısını hazırladılar.

Kur’ân-ı Kerim, yaşayan bir kitaptır. Bunun en büyük delili, bir bütün olarak inmemesi ve o an gerçekleşen hadiseler üzerine vahyolunmasıdır. Böylece ayetlerde neyin murat edildiğini; hangi fiilin doğru, hangisinin yanlış olduğunu daha rahat bir şekilde anlayabiliyor ve yaşadığımız zamana uyarlayabiliyoruz.

Bedir Savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan hadiseler üzerine inen ayetler de bu hakikate delildir. Enfal Suresi’nde geçen şu ayetler, içinde birçok ders barındırmaktadır:

“Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki: ‘Ganimetler (hakkında hüküm verme yetkisi) Allah’a ve Resûl’e aittir. Allah’tan korkup sakının ve aranızı düzeltin. Şayet inanmışsanız, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.’ Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığında kalpleri ürpertiyle titrer, O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar ki; namazı dosdoğru kılar ve onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”[2]

Bedir Savaşı’nda düşmana karşı büyük bir zafer elde eden müminler, savaş sonrasında ganimet için tartışınca Allah (cc) onlara bu şekilde hitap etti. Müminlerin bakış açılarını maddi anlamda elde edecekleri metalardan manevi anlamda kazanacakları mertebelere ve bunun için taşımaları gereken sıfatlara çevirdi. Çünkü mülkle imtihan hiçbir zaman bitmeyecektir. Bu imtihanı en az zararla atlatacak olanlar, ahiretle ilgili hesapları dünyevi hesapların önüne geçirenler olacaktır.

Ayetteki ikinci uyarı ve tavsiye ise müminlerin saflarının ve kalplerinin bir arada olmasının önemine dairdir. Savaş kazanmak tek başına bir başarı değildir. Müşrikleri mağlubiyete götüren etkenlerden biri olan parçalanmışlıktan da uzak durmak gerekir. Eğer bir ordu en ufak bir kargaşada hemen saflara ayrılabiliyor ve emirlerinin sözlerine rağmen toparlanmaları vakit alıyorsa burada ciddi bir tehlike var demektir. Bu sebeple aynı davaya gönül veren kadın erkek tüm bireylerin, şahsi husumetler de dâhil olmak üzere tüm problemleri onarmak için çaba göstermesi ve üstünü kapattıklarını zannettikleri bu yaraların imtihan anlarında tüm İslam toplumuna zarar verecek bir araca dönüşebileceğini unutmamaları gerekir.

“Onları öldüren siz değildiniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman sen atmıyordun fakat Allah’tı (asıl) atan. Müminlere (zafer nimetini tattırmak ve onları) onunla güzel bir imtihana tabi tutmak için (böyle yaptı). Şüphesiz ki Allah, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.”[3]

“(Hatırlayın!) Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek ya da (yurdundan) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar, Allah da (tuzaklarını boşa çıkaracak ve onlara zarar verecek şekilde karşı) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”[4]

İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır, ancak gafil olması nedeniyle bu zayıflığını unutur. En büyük düşmanı kibir de gizlice devreye girince, ortaya çıkan güzellikleri kendisine nispet etmeye başlar. Allah (cc) sahabenin, her şeyini ortaya koyduğu Bedir’de dahi zaferi kendilerinden bilmemesi için onlara uyarılarda bulunmaktadır.

Hiçbirimizin yaptığı, İslam davası için ortaya koyduğu amel; sahabenin bu amelinden daha değerli değildir. Öyleyse böbürlenmeye de övgü beklemeye de hacet yoktur. Allah (cc) bizi başarıya muvaffak kılmışsa bu O’nun fazlındandır. Bir eksiklik varsa bizim gevşekliğimiz ve gafletimizdendir.

Bedir Savaşı ile ilgili değerlendirmemizi şu sözlerimizle sonlandırabiliriz: Allah Resûlü (sav) ve ashabı yola çıkarken bir kervanla karşılaşmayı ümit ediyorlardı. Ancak Allah (cc) onlar için bambaşka bir şey diledi. Her türlü imkânı kendilerinden kat kat fazla olan bir orduyla karşılaştılar. Buna rağmen isyan etmediler. Rablerinin onlar için yazdıklarına razı oldular ve kervandan elde edeceklerinden çok daha fazlasını ve güzelini kazandılar. İsimlerini tarihe altın harflerle yazdırdılar. Rablerinin rızasını kazanıp sonraki yaşamlarını garanti altına aldılar…

Hayatımızda ümit ettiklerimiz ile karşılaştıklarımız uyuşmayabilir. Bazen Bedir Savaşı’nda olduğu gibi şiddetli, ama hızlı geçen bir süreçte, yaşananların hikmetini anlayabilir ve Rabbimize hamdederiz. Bazen bunu görmemiz aylar, bazense yıllar alabilir; ama şu bir gerçektir: Allah (cc), kulları için şer dilemez. Allah (cc), kullarına zorlaştırmaz. Allah (cc), kullarına kaldıramayacağı yükü yüklemez. Din-i mübin için ter dökenleri kendi hâllerine terk etmez. Kaderimizde payımıza düşenler karşımıza çıktıkça canımız acıyabilir, yaşadıklarımız bizi ve sevdiklerimizi incitebilir; ama bu, o acının altında ne hayırlar gizlendiğini bir gün muhakkak göreceğiz, demektir. Yeter ki sabredelim ve Rabbimize güvenelim.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

 


[1] .İslami Harekette Tecrübe/Hikmet/Basiret, Başyazı, Tevhid Dergisi, S 75

[2] .8/Enfâl, 1-3

[3] .8/Enfâl, 17

[4] .8/Enfâl, 30

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver