Allah’ın (cc) adıyla,
Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Bir önceki yazımızda, Kur’ân’da kıssaları en fazla zikredilen topluluk olan İsrâîloğullarının altından bir buzağıyı put edinip ona tapmalarını ele almaya başlamış, ayrıca İsrâiliyat kaynaklı bazı tahrifatlara da değinmiştik.
Bu ayki yazımızda ise İsrâîloğullarının altından buzağıyı ilah edinmelerinin tarihsel nedenlerini incelemeye çalışacağız.
İsrâîloğullarının Mısır Hayatı
İsrâîloğullarının Mısır beldesine yerleşmeleri, Allah’ın (cc) Ya’kûb (as) ve ailesine nimetini tamamlamasıyla ve Yûsuf’un (as) Mısır’da yönetime gelmesiyle olmuştur:
“Yusuf’un huzuruna girdiklerinde, ebeveynini bağrına bastı ve ‘Allah’ın izniyle Mısır’a güven içinde girin.’ dedi.”[1]
Tevrât anlatımlarına ve tefsir kaynaklarımızda geçtiğine göre İsrâîloğulları yaklaşık 400 yıl Mısır’da kalmıştır. Mûsâ’nın (as) dönemine gelindiğinde, tefsir kaynaklarımızın aktardığına göre Firavun ve erkânı, İbrâhîm’e (as) verilen vaadi hatırlamışlardı. O vaat, İbrâhîm’in (as) zürriyeti içinden nebilerin ve liderlerin çıkmasıydı. Bunun üzerine Firavun ve erkânı, iktidarlarının devam etmesi ve bu vaadin gerçekleşmemesi için İsrâîloğullarından olan kadınların yeni doğan erkek çocuklarını öldürme kararı almışlardı. Ancak sonrasında bu yaptıkları kendi konforlarını tehlikeye atmıştı. Kendi kendilerine “İsrâîloğullarının erkekleri ya yaşlanarak ölüyor ya da bebekken biz öldürüyoruz. Zamanla bize hizmet edecek kimse kalmayacak ve onların yaptıkları işleri biz yapmak zorunda kalacağız!” dediler.
Şirk ve tuğyan böyledir… Hiçbir firavun, halkının huzurunu veya ülkesinin bekasını dert edinmemiştir. Firavunların ve şirk baronlarının tek derdi kendi sermayelerinin ve otoritelerinin sağlamlığıdır. Bunu sağlamak için erkek çocuklarını doğar doğmaz öldürmeye dahi cüret ederler. Ancak ellerinde köle kalmayacak korkusuyla bundan da vazgeçerler. Yani mesele ülkenin bekası değil, Firavun ve yanındakilerin bekasıydı. Onlar da böyle yaptılar ve “Erkek çocuklarını bir yıl öldürelim bir yıl öldürmeyelim.” dediler.
“(Hatırlayın!) Hani sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Size işkencenin en kötüsünü reva görüyor, erkek çocuklarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.”[2]
Öldürmedikleri İsrâîloğullarını ise en ağır işlerde çalıştırıyor, yaşayanları da hayattayken öldürüyorlardı:
“Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde üstünlük tasladı. Oranın halkını gruplara ayırıp onlardan bir bölümünü mustazaflaştırıyor/güçsüzleştiriyor; erkek çocuklarını boğazlayıp, kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.”[3]
Bazı eser ve nakillerde geçtiğine göre ise Firavun, Mısır’da İsrâîloğullarının nüfus artışından endişe duymuş ve “Bunlar Kıptîlere karşı başka milletlerle anlaşma yapıp bizim birliğimizi bozarlar.” diyerek onları öldürme kararı almıştı. Nitekim bu endişesini, Mûsâ’nın (as) daveti karşısında da dillendirmişti:
“(Firavun:) ‘Yaptığı bu sihirle sizi yerinizden yurdunuzdan etmek istiyor. Ne buyurursunuz?’ (dedi.)”[4]
“Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. O da Rabbini çağırsın (yardıma). Ben, (Musa’nın) dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.’ ”[5]
Fakat yukarıda değindiğimiz gibi, Firavun’un derdi gerçekten halkının dininin ve dirliğinin bozulması değildi. Asıl derdi, tevhid daveti karşısında kendi otoritesinin yıkılmamasıydı:
“Firavun’un kavminden önde gelenler demişlerdi ki: ‘Sen, Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?’ (Firavun onları yatıştırmak için) demişti ki: ‘Erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz.’ ”[6]
Ancak Firavun ve saray erkânının tüm bu yaptıkları kendi sonlarını hazırlıyordu:
“Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış olan (mustazaflara) iyilik yapmak, onları (kendilerine uyulan) imamlar yapmak ve onları (yeryüzüne) vâris kılmak istiyoruz. Ve onları, yeryüzünde güç/iktidar sahibi kılmak (istiyoruz). Firavun’a, Haman’a ve ordularına da kendisinden korktukları şeyi göstermek/yaşatmak (istiyoruz).”[7]
Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var, Firavun’un İsrâîloğullarının erkek çocuklarını öldürme sebepleriyle ilgili nakiller için, “Kesin bu sebepten dolayı öldürmüştür.” demek doğru olmaz. Her ne kadar bu nakillerin senetleri sahabilere dayanıyor olsa dahi metnin sıhhatiyle ilgili kesin bir kanaat sahibi olmak mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Çünkü bu nakiller genel olarak Ehl-i Kitap’tan nakledilen bilgilerdir, Allah (cc) en doğrusunu bilir.
Mısır’dan Çıkış
Mûsâ ve Hârûn (as), tevhid davetini Firavun ve halkına ulaştırmış ve zulme uğrayan İsrâîloğullarını kendileriyle birlikte göndermesini istemişlerdi:
“Ona varın ve deyin ki: ‘Şüphesiz ki biz, Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber yolla, onlara azap etme! Muhakkak sana, Rabbinden ayetle/mucizeyle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.’ ”[8]
Mûsâ ve Hârûn’un (as) davetine İsrâîloğullarından az bir topluluk icabet edebilmişti:
“Kavminden bir grup genç dışında kimse Musa’ya iman etmedi. (O gençler de) Firavun’un ve ileri gelenlerin kendilerine işkence etmesinden korkarak iman etmişlerdi. Çünkü Firavun, yeryüzünde üstünlük taslayan bir despot ve haddi aşan bir taşkındı.”[9]
Firavun’un artan zulmüne karşı Mûsâ (as) kavmine sabrı tavsiye ediyor ve Allah’ın (cc) vaadini müjdeliyordu:
“Musa, kavmine: ‘Allahtan yardım isteyin ve sabredin!’ demişti. ‘Şüphesiz ki yeryüzü, Allah’ındır ve ona kullarından dilediğini mirasçı/sahip kılar. Akıbet/mutlu son muttakilerindir.’ ”[10]
Ve Rabbimiz (cc) Mûsâ’ya (as) İsrâîloğullarıyla birlikte Mısır’dan çıkmasını emretmiş, Firavun ve ordusunun da onların peşlerinden geleceğini haber vermişti:
“Musa’ya: ‘Kullarımla yola çık. Siz, takip edileceksiniz.’ diye vahyetmiştik.”[11]
İsrâîloğulları, Mûsâ’nın (as) önderliğinde Mısır’dan çıkmış, arkalarında ise Firavun ve ordusu onları takip ederek Mısır’ı terk etmişti. Ezilerek çalıştıkları saraylara, makamlara ve hazinelere İsrâîloğulları vâris olmuştu.
“Biz, onları bahçelerinden ve pınarlarından çıkardık! Hazinelerden ve değerli konaklarından! (Onları çıkardığımız yerlere) böylece İsrailoğullarını vâris kıldık.”[12]
İsrâîloğulları Mısır’dan çıkarken deniz kıyısına ulaştıklarında, “İşte yakalandık!” dediler. Ancak Rabbimiz (cc), denizi onların önünde ikiye ayırdı; bir topluluk için kurtuluş olan deniz, diğer topluluk için helak sebebi oldu.
“İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın arkadaşları: ‘Kesinlikle biz yakalandık.’ demişlerdi. Demişti ki: ‘Asla! Rabbim benimle beraberdir ve mutlaka bana yol gösterecektir.’ Musa’ya: ‘Asanı denize vur!’ diye vahyetmiştik. (Asasını vurdu) ve deniz yarıldı. Her bir parçası büyük bir dağ gibiydi. Diğerlerini (Firavun ve askerlerini) de oraya yakınlaştırdık. Musa’yı ve beraberinde olanların tümünü kurtardık. Sonra diğerlerini (denizde) boğduk.”[13]
Yazımızın bu bölümüne kadar, İsrâîloğullarının Mısır’a yerleşmeleri ve oradan çıkış süreçlerini genel hatlarıyla ele aldık. Bunu ele almamızın amacı, geçen ayki yazımızda değindiğimiz üzere, İsrâîloğullarının altın bir buzağıyı ilah edinmelerinin arkasında yatan bazı tarihsel nedenleri ortaya koymaktır. Zira bunca badireyi atlattıktan sonra, onların yeniden putperestliğe yönelmeleri; özellikle Mûsâ’nın (as) Tur Dağı’na çıkmasının ardından altından bir buzağıya tapmaları, üzerinde durulması gereken önemli bir meseledir.
Altın Buzağı ve Mısır Kültürü
Eski Mısır toplumu, Mekkeli müşrikler gibi birçok puta tapardı. Ancak Mısır toplumunun ibadet ettikleri putlara baktığımızda insan vücutlu hayvan figürleri ağır basmaktadır. Bu putlar arasında en önemlileri ve en kutsal olduğuna inandıkları Isis ve Osiris putlarıydı. Bu putlar inek ve boğayı temsil eder ve boynuzlu bir şekilde tasvir edilirdi.
İsrâîloğulları da uzun yıllar boyunca bu kültürün içerisinde yaşadılar. Her ne kadar ataları İbrâhîm, İshâk ve Ya’kûb’dan (as) kendilerine kalan bazı tevhidî inançları olsa da zamanın ilerlemesi ve hassasiyetlerinin kaybolmasıyla edilgen bir toplum hâline gelmiş, içinde bulundukları toplumun kültürüne ve dinine uyum sağlamışlardı. Artık Mısır toplumunun tapındıkları putların sevgisi, Allah’ın (cc) bir cezası olarak onların kalplerine içirilmişti:
“(Hatırlayın!) Hani sizden söz almış ve Tur Dağı’nı tepenizde yükseltmiştik. ‘Size verdiğimiz (Kitab’a) kuvvetle yapışın ve söz dinleyin.’ demiştik. Demişlerdi ki: ‘İşittik ve isyan ettik.’ Küfürleri sebebiyle buzağı sevgisi onların kalplerine içirilmişti/kalpleri buzağı sevgisiyle dolup taşmıştı. De ki: ‘Şayet müminlerseniz, imanınız size ne kötü bir şey emrediyor!’ ”[14]

Görsel Kaynak: https://egyptianmuseumcairo.eg/artefacts/stela-of-buchis-bull
İsrâîloğullarının Mısır toplumunun tapındıkları putlara ibadet etmeleriyle ilgili, Mûsâ’dan (as) sonra İsrâîloğullarının liderliğini yapan Yûşa’ ibni Nûn (as), Tevrât’ta geçtiğine göre kavmine şöyle der:
“Ve şimdi Rabb’den korkun, samimi olarak gerçekten ona kulluk edin, ırmağın öteki tarafında ve Mısır’da atalarınızın taptığı ilahları bırakın ve Rabb’e kulluk edin. Ve eğer, Rabbe kulluk etmek gözünüze kötü geliyorsa, atalarınızın kulluk ettikleri ırmağın ötesindeki ilahlara mı, yoksa Amovilerin ilahlarına mı, kime kulluk edeceğinizi bugün tayin edin, fakat ben ve ev halkım, Rabbe kulluk edeceğiz.”[15]
Onların kalplerindeki bu sevgi ve özlem öyle bir hâldeydi ki, önlerinde açılan denizden çıkar çıkmaz putlara tapan bir kavim gördüklerinde hemen bir put istemişlerdi!
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. ‘Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.’ demişlerdi. ‘Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.’ demişti.”[16]
Bazı tefsir kaynaklarımızda geçtiğine göre İsrâîloğulları, denizi geçtikten sonra Mısır’ın dışında kalan bazı maden ocakları ve askerî garnizonların olduğu bir bölgeye gelmişlerdir. O bölgedeki insanların taptıkları putları gördüklerinde geçmişte tapındıkları putlara tapınma isteği dillerine vurmuştur.
İsrâîloğullarının Mısır toplumunun ilahlarına tapındıklarına dair bir diğer ve en açık örnek, yazımıza konu edindiğimiz altın buzağı kıssasıdır. Mûsâ (as) Tur Dağı’na çıktığında İsrâîloğulları, Hârûn’un (as) tüm engelleme çabasına rağmen altından bir buzağı heykeli yapmışlardı. Bu kıssanın geniş açıklamasını bir önceki yazımızda ele almıştık.
“Musa öfkeli ve üzgün bir hâlde kavmine dönmüş ve: ‘Ey kavmim! Rabbiniz size güzel vaadde bulunmadı mı? Ne o, yoksa size verilen süre uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizin gazabı size vacip olsun istediniz de, ondan mı bana verdiğiniz sözden döndünüz?’ ”[17]
İsrâîloğulları ise nebileri Mûsâ’ya (as) mazeret arayarak şöyle söylediler:
“Dediler ki: ‘Sana verdiğimiz sözden irademizle dönmedik. Biz (Firavun ve kavminin) ziynet eşyalarını yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık, aynı şekilde Samiri de attı.’ ”[18]
Tefsir kaynaklarımızda geçtiğine göre bu ziynet eşyaları İsrâîloğullarının, Kıptîlerden ödünç aldıkları ziynet eşyalarıydı. Ancak Mısır’dan çıktıkları için onlara geri veremediler. Bazı nakillere göre ise bu ziynet eşyaları, Firavun ve ordusunun denizde boğulmalarından sonra deniz kıyısına vuran eşyalardı. Hârûn (as) kavmine, “Bu ziynet eşyaları ganimet olarak sizlere helal değildir, onları bir araya toplayın.” der. Sâmirî de bir çukura toplanan bu ziynet eşyalarını eritip altından bir buzağı heykeli yapar.
“Onlara buzağı suretinde böğüren bir heykel çıkarmış ve: ‘İşte sizin de Musa’nın da ilahı budur. Fakat (Musa) unuttu.’ demişlerdi.”[19]
Tefsir kaynaklarımızda geçtiğine göre bu buzağı heykelinin böğürmesi, önünden ve arkasından açılan iki deliğin içinden geçen hava akımından kaynaklanır. Her hava geçişinde buzağıdan bir ses gelirdi ve her ses geldiğinde İsrâîloğulları secdeye giderlerdi.
Bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi İsrâilî nakillerin tefsir kaynaklarımıza sirayetini bu olayda da görüyoruz. Hârûn (as) Sâmirî’yi altından bir buzağı yaparken görür ve “Ne yapıyorsun böyle?” diye sorduğunda Sâmirî, “Faydası ve zararı olmayan bir şey yapıyorum.” der. Hârûn (as), “Allah’ım, ona istediği şeyi ver.” diye dua eder. Bunun üzerine Sâmirî, “Allah’ım bunun böğürmesini istiyorum.” der ve buzağı böğürür. Buzağı her böğürdüğünde İsrâîloğulları ona secde ve eder ve böylece buzağının böğürmesi Hârûn’un (as) duasıyla olmuştur.
Hârûn (as) İsrâîloğullarını çok iyi tanımaktadır. Kavminin şirk eğilimlerini de elbette biliyordu. Sâmirî’nin burada yaptığı altından buzağı, öylesine yapılmış bir heykel veya tasvir de değildi. Hârûn (as) Mısır toplumunun inek suretinde tasvir edilen putlara taptıklarını çok iyi biliyordu. Ancak buna rağmen Sâmirî için dua ediyor ve müdahale etmiyor olması nübüvvete aykırı bir durumdur.
Buradan anlıyoruz ki bir toplumun önünde iki nebi de olsa, gözlerinin önünde onlarca mucize de gerçekleşse, Allah’ın (cc) vahyine hakkıyla teslim olmadığı müddetçe ıslah olması mümkün değildir. Bir insanın bir şeyin yanlış olduğunu bilmesi ondan sakınabileceği anlamına gelmez. İnsanı yanlışa düşürmekten en fazla koruyan şey, Rabbinden gelene samimi bir kalple teslim olmasıdır.
“Allah, bir inek/sığır kesmenizi emrediyor.”
Altın inek ya da boğa, İsrâîloğullarının tarihinde bir kez daha karşımıza çıkar; ancak bu kez tapınma arzularıyla değil, Allah’ın (cc) onu kurban etmelerini emretmesiyle. Bu olayda, teslimiyetleri sınanmıştı. Ne var ki kalpleri katılaşmış bir topluluk olduklarından, bu emri yerine getirmekte büyük güçlük çektiler.
“(Hatırlayın!) Hani Musa kavmine demişti ki: ‘Allah, bir inek/sığır kesmenizi emrediyor.’ Demişlerdi ki: ‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ Musa: ‘Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.’ demişti.
Demişlerdi ki: ‘Bizim için Rabbine dua et de o ineğin sıfatlarını bize açıklasın.’ Dedi ki: ‘(Allah) buyurdu ki: ‘O ne yaşlı ne de körpe, bu ikisi arasında (orta yaşta) bir inektir. (Bu açıklama üzerine artık) emrolunduğunuz şeyi yapın.’ ’
Demişlerdi ki: ‘Bizim için Rabbine dua et de bize onun rengini açıklasın.’ Dedi ki: ‘(Allah) buyurdu ki: ‘O, bakanlara (huzur verip) ferahlatan, rengi parlak, sapsarı bir inektir.’ ’ ”[20]
İsrâîloğulları içerisinde bir cinayet vakası gerçekleşmiş ve insanlar birbirlerini suçlamıştı. Rabbimiz (cc) bu olayın açıklığa kavuşturulması için böyle bir olay takdir etmişti. Allah (cc) onlara bir emir vermişti, onlara düşen herhangi bir ineği kesmekti. Ancak onlar sorularla bu emri kendileri için daha da zorlaştırmıştı. Burada dikkatimizi çeken nokta, Allah’ın (cc) zorlaştırmak için kesilmesini emrettiği ineğin vasıfları; altın sarısı bir inek… Allah (cc) en doğrusunu bilir, Mûsâ (as) onlara böyle bir emir verdiğinde verdikleri ilk tepki ve işi yokuşa sürmeye çalışmaları da inek sevgisinin kalplerinde ciddi bir yer etmiş olmasıdır.
İsrâîloğulları için inek, kalplerinin derinliklerinde taşıdıkları bir zaaftı. Rabbimiz (cc), onlar için bir fitne olan altın sarısı ineğin kesilmesini emrederek, aslında içlerinde bulunan hastalığı ıslah etmek ve tevbelerinde samimi olup olmadıklarını ortaya çıkarmak istemiştir.
“(Hatırlayın!) Hani Musa ile (Tur’da buluşmak için) kırk geceliğine sözleşmiştik. Sonra sizler onun (Musa’nın) ardından buzağıyı (ilah) edinmiştiniz. Ve siz (böyle yapmakla) zalimlerden olmuştunuz. Bu (olaydan) sonra şükredesiniz diye sizleri affetmiştik.”[21]
“(Başlarını ellerinin arasına alıp) yaptıklarına pişman oldukları ve kesinlikle saptıklarını anladıkları vakit demişlerdi ki: ‘Şayet Rabbimiz bize merhamet edip bizi bağışlamazsa elbette hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ ”[22]
Olayı gözümüzde canlandırdığımızda aslında büyük bir travma hâli söz konusudur. Bir topluluğun yıllarca tazim ettiği, ibadet ettiği, şehirlerinin her yerinde büyük büyük heykellerinin, tasvirlerinin olduğu, bulabildikleri her fırsatta tapınmaya çalıştıkları bir nesnenin kendi elleriyle kesilmesi ve öldürülmesi büyük bir sınamadır.
Bu kıssadan kendimize bir ders çıkarmamız gerekir. Zira Kur’ân kıssalarının amacı yalnızca tarihî bir aktarım değildir; esas gaye, kalplerin ıslahı ve bilinçlerin inşasıdır. Bu sebeple, her birimiz kendi nefsimizi sorgulamalı ve iç dünyamızı muhasebeye çekmeliyiz. Gerek geçmişten getirdiğimiz gerekse bugün yaşadığımız hâller üzerinden şu soruyu sormalıyız: Acaba kalbimiz ile vahiy arasına giren bir şey var mı? Sonuçta biz de bir toplumun içindeyiz ve bu toplumun bir parçası olarak şekilleniyoruz. Bazı şeylere sürekli maruz kalmak, zamanla kalbimizin onlara meyletmesine yol açabilir. Bu yüzden, kalbimizin hangi yöne yöneldiğini, neye yakınlık hissedip neyden uzaklaştığını düzenli olarak sorgulamamız gerekir.
Bazı hastalıklar vardır ki nasihat ve vaazlarla düzeltilemeyecek kadar derinlere işlemiştir. Böyle durumlarda, ıslah için daha somut ve kararlı adımlar atmak gerekebilir. Aynı şekilde, bir günahımızdan tevbe ettiğimizde, samimiyetimizin göstergesi olarak bu tevbeyi fiilî adımlarla destekleyip desteklemediğimizi de sorgulamalıyız.[23]
[1] 12/Yûsuf, 99
[2] 2/Bakara, 49
[3] 28/Kasas, 4
[4] 26/Şuarâ, 35
[5] 40/Mu’min (Ğâfir), 26
[6] 7/A’râf, 127
[7] 28/Kasas, 5-6
[8] 20/Tâhâ, 47
[9] 10/Yûnus, 83
[10] 7/A’râf, 128
[11] 26/Şuarâ, 52
[12] 26/Şuarâ, 57-59
[13] 26/Şuarâ, 61-66
[14] 2/Bakara, 93
[15] Yeşu, 24/14-15
[16] 7/A’râf, 138
[17] 20/Tâhâ, 86
[18] 20/Tâhâ, 87
[19] 20/Tâhâ, 88
[20] 2/Bakara, 67-69
[21] 2/Bakara, 51-52
[22] 7/A’râf, 149
[23] İstifade edilen bazı kaynaklar:
Kur’an’a Göre İsrailoğullarının İtiraz Kültürü: İnekle Sınanmaları Örneği, Resul ŞAHİN, Akademik MATBUAT, http://dergipark.gov.tr/matbuat, Cilt: 7 Sayı: 1 Temmuz/July 2023
İsrailoğulları’nın “Altın Buzağı”sı ve “Kızıl İnek”i, Kadir Albayrak Yrd. Doç. Dr., Çukurova Ü. İlahiyat F.
Yahudi Tarihinde Putperest Eğilimler, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Dinler Tarihi Bilim Dalı, Semi Ajeti, Bursa 2014
Tevrat ve Kur’ân’a Göre Sâmiri, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Tefsir Bilim Dalı, Fatih Kayak, Konya 2010



