ALTIN BUZAĞI

وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ

“(Hatırlayın!) Hani Musa ile (Tur’da buluşmak için) kırk geceliğine sözleşmiştik. Sonra sizler onun (Musa’nın) ardından buzağıyı (ilah) edinmiştiniz. Ve siz (böyle yapmakla) zalimlerden olmuştunuz.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Kur’ân, Rabbimizin kullarına indirdiği “müheymin/denetleyici” Kitap’tır.

“Sana, kendinden önceki Kitab’ı doğrulayan ve onun üzerinde denetleyici olan (bu) Kitab’ı hak olarak indirdik. Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.”[2]

Ayette geçen مُهَيْمِنًا kelimesinin hangi kökten türediği konusunda âlimler arasında ihtilaf olmuştur. Bazı âlimler kelime kökünün أ-م-ن kelimesi olduğunu söylemiştir.[3] Buna göre Rabbimizin (cc) El-Muheymin ve El-Mu’min isimleri aynı kökten türemiştir ve aynı manaya gelir. Lugavi açıdan böyle bir mana verilebilir olsa da Kur’ân’da aynı siyakta peş peşe zikredilen bu iki ismin aynı anlamda olması Kur’ân’ın belagatine ve fesahatine aykırı bir durumdur.[4]

Bazı âlimler ise مُهَيْمٍ kelimesinin ه-م-ن kökünden iştikak ettiğini ve ي harfinin sonradan ziyade olduğunu belirtmiştir.

İştikak ettiği kök konusunda ihtilaf olmasından dolayı ifade ettiği mana konusunda da farklı görüşler vardır. Bu görüşleri genel olarak şöyle özetleyebiliriz: Şahid, gözetleyen ve gözetlediğini koruyan, doğrulayan ve otorite.

Yazımızın bu kısmına kadar, Kur’ân’ın bir özelliğini açıklamış olduk. Buna göre Kur’ân, denetleyici bir otoritedir. Sadece kendinden önceki Kitapları ve dinî bilgileri denetlemez, akli ve fennî bilimler ile tarihi de denetler.

Yazımıza konu edineceğimiz ayetleri detaylı bir şekilde incelediğimizde Kur’ân’da anlatılan kıssalardaki tarihî atıfları ve incelikleri anlamaya çalışacağız. Ve bu kıssayı Kur’ân’ın heymenesi/otoritesi ışığında inceleyeceğiz.

Kur’ân’da zikredilen kıssaları daha iyi anlamak için tarihî olaylara başvurulabilir. Ancak bu, Kur’ân’ın tarihî bilgilerle tashih edilmesi demek değildir. Aksine, tarihî rivayetler Kur’ân’ın müheyminliği ışığında değerlendirilmelidir. Tarih ile Kur’ân anlatımı arasında farklılıklar görüldüğünde, esas alınması gereken Kur’ân’dır.

Kur’ân Kıssalarının Anlatılma Sebepleri

İlgili ayetleri incelemeden önce “Kur’ân kıssaları”nın özelliklerine yönelik bir açıklama yapmak yerinde olacaktır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de yer alan her şey Kur’ân’ın maksadına yöneliktir. Kur’ân’ın maksadı ise insanları hidayete ulaştırmaktır. Bundan dolayı Kur’ân kıssalarının anlatılma sebepleri Kur’ân kıssaları üzerinde daha fazla düşünmeyi gerektirir.

Allah (cc) Resûlullah’ın (sav) ve onun yolunu takip eden tevhid davetçilerinin kalplerini sağlamlaştırmak için bu kıssaları anlatır:

“Sana, resûllerin kıssalarından her (vahyettiğimizi), kalbini sağlamlaştırmak için anlatıyoruz. Bu (kıssalarla beraber) sana hak (olan bilgiler), müminlere de öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”[5]

Kur’ân kıssaları, özellikle Ehl-i Kitab’ın tahrif ettiği olayların doğrusunu öğretmek ve insanları tevhide yönlendirmek için anlatılmıştır:

“(Yahudi ve Hristiyanların uydurdukları hak değildir.) Hiç şüphesiz, hak olan kıssa budur. Allah’tan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir.”[6]

Kur’ân kıssaları, akıl sahiplerine ibret olsun diye anlatılmıştır:

“Andolsun ki onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’ân) öyle uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki (Kitapları) doğrulayıcı, her şeyi detaylı açıklayan, mümin topluluk için de hidayet ve rahmettir.”[7]

Kur’ân kıssaları, insanlar üzerine düşünüp tefekkür etsin diye anlatılmıştır:

“Bu, ayetlerimizi yalanlayan topluluğun misalidir. İyice düşünsünler diye kıssaları anlat.”[8]

Kur’ân kıssaları yeteri kadarıyla anlatılmıştır. Kur’ân’da anlatılanlar ne fazladır ne eksik, insanlığın ihtiyaç duyduğu/insanlığa yön verecek kadarı anlatılmıştır:

“Kıssalarını daha önce sana anlattığımız resûllere de kıssalarını anlatmadıklarımıza da (vahyettik). Allah, Musa ile (kesin bir şekilde) konuştu.”[9]

Kur’ân kıssaları, müminlerin eğitim ve terbiyesi için anlatılmıştır:

“Mümin bir toplumun (eğitim ve terbiyesi) için sana, Musa ve Firavun kıssasının bir kısmını hak olarak okuyoruz.”[10]

Kur’ân’da Mûsâ (as) ve İsrâîloğulları

Kur’ân’ın, adından en fazla söz ettiği peygamber Mûsâ (as) (otuz dört sure, yüz otuz bir ayet ve yüz otuz altı yerde), adından en fazla söz ettiği toplum ise İsrâîloğullarıdır (on yedi sure, kırk ayette).

Yukarıda zikrettiğimiz Kur’ân kıssalarının anlatılma sebeplerine göre Mûsâ (as) ve İsrâîloğullarının kıssalarından çıkarabileceğimiz/çıkarmamız gereken birçok ders vardır. Kur’ân’da bu kadar fazla anlatılmaları nedeniyle bu derslerin hepsini bir yazıda zikretmek mümkün değildir. Bu ayki yazımızda, Kur’ân’da İsrâîloğullarıyla ilgili anlatılan ilk olaylardan biri olan buzağıya tapmaları kıssasını ve kıssa içindeki bazı incelikleri ele alacağız.

(Hatırlayın!) Hani Musa ile (Tur’da buluşmak için) kırk geceliğine sözleşmiştik.

Mûsâ (as) kavmiyle birlikte denizi geçtikten sonra Sina bölgesine gelmişti. Tefsir kaynaklarımızda geçtiğine göre İsrâîloğulları, Mûsâ’dan (as) Allah (cc) katından içinde helallerin, haramların ve farzların yazılı olduğu bir Kitap getirmesini istemişlerdi. Bunun üzerine Rabbimiz (cc) Mûsâ’ya (as) kırk günlüğüne Tur Dağı’na gelmesini vahyetmişti. Mûsâ (as) Tur Dağı’na çıkarken kendi yerine kardeşi Hârûn’u (as) vekil olarak bırakmıştı.

“Musa ile otuz gece için sözleştik. Buna ayrıca on gün ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre kırk güne tamamlandı. Musa kardeşi Harun’a dedi ki: ‘Kavmimde benim yerime geç. Islah et ve bozguncuların yoluna uyma.’ ”[11]

Mûsâ (as) sözleşmeye derhal icabet etmiş ve Rabbinin (cc) rızasını elde etmek için hemen sözleşme yerine gitmişti.

“ ‘Kavmini bırakıp aceleyle (bize gelmenin) nedeni nedir ey Musa?’ Demişti ki: ‘Onlar benim peşimde (onları bıraktığım hal üzereler). Rabbim sana aceleyle geldim ki, benden razı olasın.’ ”[12]

Sonra sizler onun (Musa’nın) ardından buzağıyı (ilah) edinmiştiniz.

Allah (cc), Mûsâ’ya (as) kendi huzurundayken kavminin imtihan edildiğini ve Sâmirî tarafından saptırıldığını haber verdi.

“Buyurmuştu ki: ‘Şüphesiz ki biz, senden sonra kavmini (dinlerinde) imtihan ettik ve Samiri onları saptırdı.’ ”[13]

İsrâîloğullarının bu şekilde istikametten sapmalarıyla ilgili kendi kaynaklarında şöyle aktarılır: Mûsâ (as) kavmine otuz günlüğüne gideceğini söylemişti. Ancak Mûsâ (as) gecikince, Tevrât’ta geçtiğine göre, İsrâîloğulları Hârûn’a gelerek, “Mûsâ’ya ne olduğunu bilmiyoruz; bize bir ilah yap.” dediler.[14]

Bu noktada olayın Tevrât’taki anlatımı ile Kur’ân’da geçen anlatım arasında önemli bir fark dikkatimizi çekmekte. Bu olayla ilgili Tevrât’ta Sâmirî ismi hiç geçmemekle birlikte Hârûn ismi geçmektedir. Kur’ân’a iman edenler olarak bizim için bu noktada herhangi bir kapalılık veya karışıklık artık kalmamıştır. Çünkü Kur’ân, müheymin olarak bu olayda düzeltme yapmış ve tüm kapalılıkları gidermiştir.

Yahudiler, nebilerini öldürmüş ve onlara her türlü iftirayı reva görmüş bir millettir ve Hârûn’a (as) böyle bir iftira atmış olmaları uzak bir ihtimal değildir. Bazı tefsir kaynaklarında Sâmirî’nin asıl adının da Hârûn olduğu geçmiş olsa da bunu gösteren herhangi sahih ve sarih bir rivayet elimizde mevcut değildir. Bazı kaynaklarda geçtiğine göre ise Tevrât’ın tahrifinden kaynaklı bir isim değişikliği olduğu belirtilmiştir, Allah (cc) en doğrusunu bilir.

Hârûn (as) bu kıssada ve diğer tüm İsrâîlî rivayetlerde geçen iftira ve yalanlardan berîdir. Çünkü o, Allah’ın (cc) nebisidir. Tüm nebilerin/resûllerin ortak daveti olan tevhidi ulaştırmakla gönderilmiştir. Kaldı ki kendisi kavmini zaten uyarmış, onları bu fitneden sakındırmaya çalışmıştı ancak kavmi ona karşı inat etmişti:

“Andolsun ki, daha önce Harun şöyle demişti: ‘Kavmim! Siz ancak bununla fitneye düşürüldünüz. Şüphesiz ki sizin Rabbiniz Er-Rahmân’dır. Bana uyun ve emrime itaat edin.’ Demişlerdi ki: ‘Musa geri dönünceye kadar, onun başında beklemeye devam edeceğiz.’ ”[15]

Mûsâ (as) kavmini bu hâlde görünce Hârûn’a (as) kızmıştı, ancak Hârûn (as) kendi durumunu açıklamıştı:

“Musa kavmine öfkeli ve üzgün bir hâlde döndüğü zaman: ‘Arkamdan ne kötü işler ettiniz. Rabbinizin emrinin bir an önce olmasını istediniz (öyle mi)?’ demişti. Levhaları fırlatmış ve kardeşinin başını (saçından) tutup kendisine çekmişti. (Harun:) ‘Ey anamın oğlu! (Sandığın gibi değil!) Bu topluluk beni zayıf buldular ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Bana, düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni zalimler topluluğuyla bir tutma.’ demişti.”[16]

İsrâîliyat kaynaklı nakiller kimi zaman bilinçli girişimler kimi zaman sahabilerin isimlerinin istismar edilmesi kimi zaman da İsrâîlî nakillere karşı Resûlullah’ın (sav) belirlediği ölçülere tam olarak riayet edilmemesi nedeniyle tefsir kitaplarımıza sirayet etmiştir. Bunun sonucunda Allah’ın (cc) kıssalardan murad ettiği hikmetler ve amel boyutu geri planda kalmış, ortaya sofistike ve mitolojik kıssalar çıkmıştır.

Yazımızın devamında, Kur’ân’ın heymenesi/denetimi altında İsrâîloğullarının buzağıya tapınmasına yol açan sebepleri; tarihî gerekçeleri ve tefsirlerimize yansıyan İsrâîliyat rivayetlerini incelemeye çalışacağız, inşallah.


[1]        .    2/Bakara, 51

[2]        .    5/Mâide, 48

[3]        .    Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 6/63, h-m-n maddesi

[4]        .    59/Haşr, 23

[5]        .    11/Hûd, 120

[6]        .    3/Âl-i İmrân, 62

[7]        .    12/Yûsuf, 111

[8]        .    7/A’râf, 176

[9]        .    4/Nisâ, 164

[10]     .    28/Kasas, 3

[11]     .    7/A’râf, 142

[12]     .    20/Tâhâ, 83-84

[13]     .    20/Tâhâ, 85

[14]     .    Çıkış: 32/1-35

[15]     .    20/Tâhâ, 90-9

[16]     .    7/A’râf, 150

Önerilen makaleler