“Ey kullarım! Sizin bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki zarar verebilesiniz. Yine bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki bana faydanız dokunsun!
Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en takvalı olan kişinin taşıdığı kalbi taşısa dahi bunun benim mülküme bir getirisi olamaz!
Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en günahkâr olan kişinin taşıdığı kalbi taşısa bu, benim mülkümden bir şeyi eksiltecek değildir.
Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde toplanıp benden bir şey dileseler, ben de her birine kendi dileğini versem, bu ancak yanımda bulunanlardan, iğnenin denize batırılmasıyla eksilttiği kadarını eksiltebilir.
Ey kullarım! Önemli olan sadece yaptığınız amellerdir ve ben bu amellerinizi sizin lehinize bir bir sayıyorum. Karşılığını da sizlere elbet vereceğim. Her kim hayır bulursa bunun için Yüce Allah’a şükretsin. Hayırdan başka bir şeyle karşılaşan ise (sebep olarak) sadece kendi nefsini kınasın.”
Allah Resûlü’nden (sav) öğrendiğimiz bu kudsî hadisi anlama gayretimize devam ediyoruz.
Dinde Anlayışa Dair
Bir parantez açıp belirtelim: Din, fıkıhtır; fehimdir, yani doğru anlayıştır. Bir insanın Kitap’tan veya sünnetten öğrendiklerinin ona sağlayacağı fayda, doğru bir anlayışla birleştiği zaman açığa çıkar. Öğrendiği vahye dair doğru bir anlayışa sahip olmamak insanın Kitap’tan ve sünnetten doğrudan istifade etmesinin önünde büyük engeldir. Bundan ötürü Allah (cc) sözünü anlamayan, kelamını fehmetmeyen insanları kınar:
“Ne oluyor bu topluluğa? Neredeyse hiçbir sözü anlamayacaklar.”[1]
Bir insanın vahyi anlamaması, vahye tabi olmasına engel olur. Yanlış anlaması çarpık bir ittiba geliştirmesine sebeptir. Peygamber de (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah, kendileri için hayır dilediği kimseleri dinde fıkıh (anlayış) sahibi kılar.”[2]
Allah’ım, bizi dininde fıkıh ve fehim sahibi kıl.
İnsanın Âcizliği
“Ey kullarım! Sizin bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki zarar verebilesiniz. Yine bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki bana faydanız dokunsun!”
Geçen yazımızda insanın âciz olduğunu, zayıf olduğunu; doğruyu bulabilmek ve dahi yiyecek ve giyecek için Allah’a (cc) muhtaç olduğunu yazmıştık. Hadisin bugün bu yazıda şerh edeceğimiz kısmı da geçen konuya atıfta bulunur. Bir insan âciz olduğundan, onun Allah’a zarar vermesi imkânsızdır. Nasıl olur da yaratılan Yaratan’a, var edilen var edene, mülk olan mâlik olana zarar verip mağdur edebilir? Bu, insana özel bir durum değildir. Hiçbir varlık Allah’a (cc) zarar veremez. Hiçbir varlık… Bunun tam aksi de geçerlidir: İnsan veya genelde tüm varlığın Allah’a fayda verme imkânı da yoktur. Allah’a dualarımız, O’na yaptığımız ibadetler, O’na kulluğumuz, O’nu övmemiz veya bilcümle amellerimiz Allah’a (cc) değil, kendi nefsimize fayda sağlar. Yaptığımız iyi amellerin nefsimizle beraber çevremize, müminlere ve genel olarak insanlığa fayda sağlamış olması mümkündür. Fakat Yüce Rabbe gelince… O (cc), muhtaç olmayandır; kendisine faydanın veya zararın eriştirilemeyeceği ve insandan gelecek fayda ve zarara da ihtiyacı olmayan müstağni bir varlıktır.
“Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en takvalı olan kişinin taşıdığı kalbi taşısa dahi bunun benim mülküme bir getirisi olamaz!”
“Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en günahkâr olan kişinin taşıdığı kalbi taşısa bu, benim mülkümden bir şeyi eksiltecek değildir.”
Hadisin bu bölümü de aynı noktaya işaret eder. İnsanın iman etmesi, kâfir olması, sâlih veya fâcir olması Allah’a bir zarar veya fayda olarak dönmez. Bundan fayda veya zarar elde edecek olan, özelde insanın kendisi, genelde çevresi ve insanlık ailesidir. Bundan ötürü Mûsâ Peygamber (as), kavmine şöyle söyler:
“Musa demişti ki: ‘Siz ve yeryüzünde bulunanların tamamı kâfir olsanız şüphesiz ki Allah, (kimseye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu) Ğaniy, (her daim övgüyü hak eden ve varlıklar tarafından övülen) Hamîd’dir.’ ”[3]
Allah’ın (cc) Mülkü
“Ey kullarım! Şayet sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde toplanıp benden bir şey dileseler, ben de her birine kendi dileğini versem, bu ancak yanımda bulunanlardan, iğnenin denize batırılmasıyla eksilttiği kadarını eksiltebilir.”
Yüce Rabbimizin (cc) zenginliğini ve mülkünü anlatan bazı sıfatları mevcuttur. Rabbimiz El-Ganîy olandır; çok zengin, mülkü geniş olan ve hiçbir varlığa, onlardan gelecek olan faydaya ihtiyacı olmayandır. Yukarıda zikrettiğimiz İbrâhîm Suresi, 8. ayette bu sıfat vurgulanmıştır. Rabbimiz El-Melik olandır; mülkün yegâne sahibidir. Dünya ve âhiret Günü’nün mâliki O’dur. Mülkte yegâne tasarruf sahibi olup, sözüne boyun eğilmesi gereken O’dur. Mülkü eksilmez, mülkü bitmez, mülkü devredilmez.
Rabbimiz (cc) El-Vahhâb olandır; çokça ve karşılıksız bağışlar. Ancak öyle bir mülke sahiptir ki insanlara her istediklerini bağışlayacak olsa dahi, iğne ucu kadar bir eksilme olmaz. Hadiste geçen “ancak iğnenin denize batırılmasıyla eksilttiği kadarını eksiltebilir” ifadesi şöyle izah edilebilir: İğneyi denize batırdığınızda ufacık bir damla su denizden alabilir. Peki, o koca ve engin denizin seviyesinden, suyundan bir şey eksilmiş midir sizce? Ayrıca iğnenin ucundaki su da birkaç saniye sonra tekrar denize damlar.
Yüce Rabbimizden (cc) nakledilen bu kelam bize bir yönlendirmede bulunmaktadır: Temiz bir rızık, dünyada seni insanlara muhtaç hâlde bırakmayacak bir mülk, sana fayda verecek hayırlı meta mı talep ediyorsun? Bunun yolu, fiilî ve sözlü olarak duada bulunmaktır. Çalışıp gayret etmek, temiz rızkı elde etmenin yollarına tevessül etmektir. Bir taraftan çalışırken diğer taraftan el açıp “Senden temiz rızık istiyorum ya Rabb!” diye dua etmektir. Allah’ın bu mülkünü gayrimeşru yollarla talep etmek gayretinde olan, bunun için faize bulaşan, kredi çeken, insanları aldatan, kulların hakkına tecavüz eden, mallarını yağmalayan kimseler, yanlış bir adreste beyhude bir arayışın içerisindedirler. O mülk onlara rızayla gelmediği gibi, o mülkle onların gönüllerinde istedikleri, arzuladıkları rıza ve hoşnutluk da peyda olmaz.
Amellerimize Karşılık
“Ey kullarım! Önemli olan sadece yaptığınız amellerdir ve ben bu amellerinizi sizin lehinize bir bir sayıyorum. Karşılığını da sizlere elbet vereceğim. Her kim hayır bulursa bunun için Yüce Allah’a şükretsin. Hayırdan başka bir şeyle karşılaşan ise (sebep olarak) sadece kendi nefsini kınasın.”
Hadisimizin bu bölümünde Rabbimiz bize insanların sadece amelleriyle karşılık göreceğini belirtmiştir. Amellerimizi saydığını ve karşılığını eksiksiz olarak bize vereceğini anlatmıştır. Bu, Yüce Rabbimizin Eş-Şekûr isminin tecellisidir. Eş-Şekûr olan Allah, kullarına teşekkür eder. Onların amellerini eksiklerine ve zaaflarına rağmen kabul edip fazlasıyla mukabelede bulunur. Bundan ötürü en iyi teşekkür eden varlık Allah’tır.
Hadiste “amellerimizin karşılığını elbette vereceğini” buyurur. Dünyada elde ettiğimiz faydalar, âhiret gününde elde edeceğimiz menfaatler; amellerimiz sebebiyle bize ulaşmış iyiliklerdir. Amellerimizle Rabimizin (cc) rahmetini, ikramını celbederiz ve o ikram eder. Zira bir insan sadece kendi ameliyle en fazla neyi kazanmış olabilir ki? Bir insan unutkanlığı, gafleti, cehaleti, aceleciliğiyle beraber yaptığı amellerde ne kadar üstün bir başarı ortaya koymuş olabilir ki? Her hâliyle eksik ve noksan bir varlık…
Bunun karşısında insan bazen hayatında menfi, istenmeyen şeylerle karşılaşabilir. İşte bunun için “Hayırdan başka bir şeyle karşılaşanlar sadece kendi nefislerini kınasınlar.” buyrulur. Buna göre bizim başımıza gelen olumsuz olaylar ve musibetler, bizim kendi nefsimizdendir; işlediğimiz günahlardan, kötü arzular veya hevâya tabi olmamızdandır.
Tabii bu kısmı Kur’ân’la beraber değerlendirdiğimizde şunu eklememiz mümkündür: Başımıza gelen musibetler günahlarımızın bir neticesidir. Ancak bazen günahlardan bağımsız olarak kulunu arındırmak, derecelerini yükseltmek, temizlerin arasından facirleri ayıklamak gibi nedenlerle imtihan gerçekleşebilir. Herhangi bir günah veya masiyete bağlı olmaksızın Allah (cc), kulunu sınava tabi tutmak ister. Kimi imtihanlar bundandır.
Verdikleri nimetlerden ötürü Allah’a (cc) hamdolsun. Başımıza gelecek her türlü zorlukta yardımcımız olsun.
[1] bk. 4/Nisâ, 78
[2] Buhari, 71; Müslim, 1037
[3] 14/İbrâhîm, 8
İlk Yorumu Sen Yap