Allah Katında Tek Din İslam’dır – 3

Bizleri tüm Rasûllerin ortak dini olan ve Allah’ın huzurunda ondan başka bir dinin kabul edilmeyeceği İslam’a hidayet eden Allah’a sonsuz hamd olsun. Salât ve selam, İslam dininin mihenk taşı ve son halkası olan Muhammed Mustafa’ya, onun pak ailesine ve ashabının üzerine olsun.

Bir önceki yazımızda Allah (cc) indinde tek geçerli dinin İslam olduğu ve İslam’ın tarifi üzerinde durmuştuk. Kur’an’ın İslam tanımını, Âl-i İmran suresi 64. ayeti hatırlatarak şöyle yapmıştık:

“De ki: ‘Ey kitap ehli, Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve birbirimizi Allah’tan başka rabler olarak benimsememek’ üzere bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin!’ Eğer yüz çevirirlerse: ‘Bizim, Müslim olduğumuza şahit olun, deyin.’ “

Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede İslam dört ana başlık altında tarif edilmiştir.

1. Sadece Allah’a ibadet.

2. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmama.

3. Allah’ın dışında varlıkları rab edinmeme.

4. Müşriklerden beri olarak İslam kimliğini ilan etme.

Bu başlıklardan birinci ve ikincisini Allah’ın (cc) izin verdiği kadarıyla açıklamıştık. Bu yazımızda İslam olmak isteyen birinin teorik ve pratik olarak kendinde bulundurması gereken üçüncü başlık üzerinde duracağız.

Allah’ın Dışında Varlıkları Rab Edinmeme

Allah (cc) tarafından tarifi yapılan İslam’ın rükünlerinden biri de, Rabb olarak Allah’ı tanımak ve Allah’ın dışındaki hiçbir şeyi rab edinmemektir. Allah’ın (cc) Rububiyyetini ikrar etmek ve O’nun dışında rab tanımamak ilkesi, Kur’an ve Sünnette çokça tekrar eden ve Müminlerin dikkat etmesi istenen meselelerdendir.

İnsan, henüz ruhlar âleminde iken sadece Allah’ı (cc) Rabb olarak tanıyacağına dair Allah’a söz vermiştir. Bu konuda öne sürecek hiçbir mazeretinin olmadığını da baştan kabul etmiştir.

“Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şahit olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir. Ya da: ‘Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?’ dememeniz için.” [1]

Ruhuna ceset giydirilen ve varlık âlemine çıkan insan, İslam’ı öğrenmek için eline Allah’ın kitabını aldığında karşılaştığı ilk kavram; Allah’ın (cc) âlemlerin Rabbi olduğu gerçeğidir.

“Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” [2]

Kur’an’ı okuyup bitirdiğinde aklında son olarak kalması istenen, başlarken kendisine hatırlatılan hakikattir bu.

“De ki: ‘Sabahın Rabbine sığınırım.’ ” [3]

“De ki: ‘İnsanların Rabbine sığınırım.’ ” [4]

Ahiret yolculuğunun ilk durağı olan kabirde[5] insanın karşılaşacağı ilk soru ‘Rabb’in kimdir?’ olacaktır.

“…Ona (Mümine) iki melek gelir, onu oturturlar ve ona Rabbin kimdir, derler. O da: Rabbim Allah’tır der, dinin nedir, diye sorarlar. O da, dinim İslam’dır der. Ona, şu aranızda Peygamber olarak gönderilen adam nedir, diye sorarlar, o da: O Allah’ın Rasûlü’dür, der. Yine iki melek ona: Senin bilgin nedir, diye sorarlar, o: Ben Allah’ın kitabını okudum, ona iman edip tasdik ettim. Bunun üzerine semadan bir münadî; Benim kulum doğru söylemiştir, ona cennetten bir döşek yayınız ve ona cennetten bir kapı açınız, diye seslenir… Kafir olan kulun yanına iki melek gelir, onu oturturlar ve ona Rabbin kimdir, derler. O da; hah, hah bilmiyorum, der. Bu sefer ona: Aranızda Peygamber olarak gönderilen bu adam ne idi, derler. O yine, hah, hah bilemiyorum, der. Bunun üzerine semadan bir münadî: O yalan söyledi. Ona cehennemden bir döşek yayınız ve ona cehennem ateşine giden bir kapı açınız, diye seslenir…” [6]

Buna binaen, İslam iddiasında bulunan her insanın Rabb’in ne olduğu ve Rabb edinmenin nasıl olacağını bilmesi şer’i bir zorunluluktur.

Rabb Nedir?

Arapça olan ‘Rabb’ kelimesinin çeşitli anlamları bulunmaktadır. ‘Bir şeyin Rabb’i demek onun sahibi ve onu hak eden demektir. Her kim, bir şeyin mülkünü elinde bulunduruyorsa onun rabbi olur. Evin sahibi anlamında evin rabbi/Rabbu’l beyt, bineğin sahibi anlamında bineğin rabbi/Rabbu’l dabbe denir… Rabb arap lugatinde sahip olan, işleri idare eden, terbiye eden/eğiten, yönetici, nimet veren anlamlarında kullanılır. Mutlak olarak sadece Allah için kullanılabilir. Bir başkası için kullanıldığında (evin rabbi, bineğin rabbi gibi) tamlama olarak kullanılmak zorundadır.’ [7]

İbnu’l Enbari der ki: ‘Rabb, üç kısma ayrılır: Sahip/Malik olan, Seyyid/kendisine itaat edilen efendi ve ıslah edendir.’ [8]

Vahyin Istılahında Rabb

Allah lafz-ı celalinden sonra Kur’an’da en fazla kullanılan isim, Er-Rabb ismi celilesidir. 960 küsur defa Allah için kullanılmıştır. İlk inen sureler incelendiğinde Allah lafzına çok az rastlanmasına rağmen Rabb isminin çok fazla zikredildiği görülecektir. Alak suresinde üç, Müddessir suresinde üç, Müzemmil suresinde dört, Duha suresinde üç defa zikredildiği düşünüldüğünde daha ilk günden Er-Rabb isminin gönüllere nakşedilmek istendiği anlaşılacaktır.

Er-Rabb isminin geçtiği ayetler bu ismi şerh ediyor gibidir adeta. Her bir ayet Rabb’ın bir yönünü öne çıkarmakta, onu bir yönden tefsir etmektedir.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. O Rabb ki, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.” [9]

“Rabbi ona: ‘Teslim ol’ dediğinde (O:) ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.” [10]

“De ki: ‘O, her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir Rabb mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.’ “ [11]

“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Dikkat edin, yaratmak da, emir de (hüküm de) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” [12]

“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” [13]

“De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip çeviren kimdir?’ Onlar: ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de korkup sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?’ “ [14]

“Firavun dedi ki: ‘Âlemlerin Rabbi de nedir?’ Dedi ki: ‘Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer ‘kesin bilgiyle inanıyorsanız’ (böyledir).’ Çevresindekilere dedi ki: ‘İşitiyor musunuz?’ (Musa:) Dedi ki: ‘O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.’ (Firavun) Dedi ki: ‘Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir. Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız,’ ‘O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir’ dedi (Musa).” [15]

“İşte bunlar (Allah’ın dışında tapılan putlar), gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hariç. Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur. Beni yediren ve içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur. Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur. Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.” [16]

“(Allah) Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Şu hâlde (yalnızca) O’nu vekil tut.” [17]

Kur’an’da ki bine yakın kullanımını incelediğimizde Rabb’in lugat manalarına yakın anlamlarda kullanıldığını, Allah’ın mutlak ve yegane yaratıcı, malik, otorite, itaat edilmesi gereken efendi, kainatın ve insanın hayatını düzene sokup idare eden, nimetleriyle insanları rızıklandıran, yanlızca kendisine ibadet edilmesi gereken, yarattığı gibi kanun yapma yetkisini elinde bulunduran, helal ve haram belirleyen, terbiye eden anlamında olduğunu görürüz.

Âlemlerin Rabb’i Olan Allah

Allah’ın (cc) Rububiyyetini anlatan Kur’an ayetlerinde sıkça vurgulanan, altı çizilerek farklı üslup ve siğalarla belirtilen hakikat, O’nun (cc) Rabbliğinin kuşatıcılığıdır. O (cc) âlemlerin, doğunun ve batının, bizim ve bizden öncekilerin efendisi ve hak olan Rabbidir. Bu üslup önemlidir. Allah’ın Rububiyyetini/otoritesini belli alanlara hapsedip sınırlayarak, bu alanların hakimiyetini insana vermeye çalışan bozuk şirk zihniyetine cevaptır. O (cc), yaratmasında ve rızık vermesinde tüm âlemleri kuşattığı gibi, terbiyesi, idaresi ve otoritesiyle de tüm alemleri kuşatmıştır. Varlık içinde O’nun yaratması ve rızıklandırmasından müstağni hiçbir alan olmadığı gibi, O’nun efendiliği ve hakimiyetinden müstağni alan da yoktur.

Müminler için Allah, tek Rabb yani tek yaratıcı ve mülkün sahibi olandır. Onlar, Allah’a (cc) olan ihtiyaçlarının farkındadırlar. İhtiyaç duydukları her şeyin, O’nun (cc) mülkünde olduğunu ve mülkünde dilediği gibi tasarruf edeceğini bilirler. Tüm ihtiyaçlarını O’na arz eder, O’ndan ister, gönülden ve yalvara yakara sadece O’na yönelirler.

“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile sahip değillerdir.” [18]

O’nun dışında insanların beklenti içerisine girdiği, faydalarını umup zararlarından sakındığı varlıkların sahte rabler olduğunu ve el açıp yalvaranlara hiçbir fayda sağlamadığını bilirler.

“Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile sahip değillerdir. Kendilerine dua ederseniz duanızı işitmezler. İşitseler bile size cevabını veremezler. Kıyamet günü de kendilerini Allah’a ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan (Allah) gibi bir haber veren olmaz.” [19]

Müminler için Allah tek Rabb yani tek rızık verendir. Rızık beklentileri sadece Rabblerinden olur. Başkasının rızka malik olmadığı gibi, Allah’ın dilemesi olmadığı takdirde insana hiçbir şey ulaştırmaya güç yetiremeyeceğini bilirler. Rızık endişesiyle Allah’ın emirlerine karşı gelmez, O’nun yasalarını çiğnemez, sınırlarını aşmazlar. Beşeri sistemlerin iş ve aş korkusuyla insanları terbiye etmeye kalkışmasını kabul etmez, rızkın sahibiymişçesine rablik taslayan yöneticilerin de Allah’ın rızıklandırmasıyla yaşamlarını sürdürebileceklerini bilirler. İnsanları açlık ve fakirlikle korkutarak terbiye edenin, nimetlerini hatırlatarak insanlardan sorumluluklarını yerine getirmelerini isteyenin sadece ama sadece Er-Rabb olan Allah olacağına inanırlar. Kendileri açken Allah tarafından doyurulan, çıplakken Allah tarafından giydirilen, cahilken Allah tarafından öğretilen, buna rağmen insanları açlık, çıplaklık ve geri kalmakla (cehaletle) tehdit eden sahte rablere sadece acırlar. Onları kabul etmenin ve isteklerine boyun eğmenin onların sahte rablik iddialarını kabul etmek olacağını bilir ve bundan şiddetle uzak dururlar.

Hem, sahte rablerin tehditlerine pabuç bırakan ve rızık onların elindeymiş gibi davranarak onları rab edinenler, imanlarından oldukları gibi, elde etmeyi arzuladıkları rızıktan da mahrum olacaklarını nebilerinden öğrenmişlerdir.

“Cibril bana, rızkını tamamlamadan hiçbir nefis ölmeyecektir diye haber verdi. O hâlde Allah’tan korkun ve rızkı güzel bir şekilde/meşru yoldan elde etmeye çalışın. Sakın ha! Rızık endişesi sizi Allah’a isyan etmeye sevk etmesin. Çünkü Allah katındaki hayırlara, ancak Allah’a itaatle ulaşılır.” [20]

Onlar sistemlerin ve sahte rablerin tehditlerine karşı muvahhidlerin imamı İbrahim’in (as) diliyle konuşurlar. “İşte bunlar (Allah’ın dışında tapılan putlar), gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hariç. Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur. Beni yediren ve içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”

Müminler için Allah tek Rabb yani tek terbiye edicidir. Eğitim ancak O’nun belirlediği esaslar çerçevesinde yapılabilir. İnsanı yaratan Allah, onun neye ihtiyacı olduğunu, hangi bilgiyle olgunlaşacağı ve yeryüzünü ıslah edeceğini en iyi bilendir. Maddi ve manevi alanlarda eğitim yaparken, eğitimin kalitesi, eğitim verilen alanın fiziki şartları, eğitim neticesinde verilen belgenin işe yararlılığından önce; eğitimin kaynağına bakarlar. Şayet verilen eğitim meşruiyetini Allah’tan almıyorsa, vahyin belirlediği ilkelerden hareketle yola koyulmamışsa o eğitimden yüz çevirir ondan uzaklaşırlar. Rabbani olmamasından dolayı onun getireceği zararın faydasından daha fazla olduğuna inanırlar. Asrın en büyük putlarından olan ve büyük adamlığın(!) ölçüsü kabul edilen diploma için, çocuklarını şirkin ve haramın her türlüsünün bilinçli olarak yapıldığı okullara kurban etmezler. Bu eğitim kurumlarının Rabb’in terbiye ediciliğini red etmiş, arzularına uygun fakat tevhid fıtratına aykırı metotlar geliştirerek Rabliklerini ilan ettiğine inanırlar.

Müminler için Allah tek Rabb yani tek terbiye edicidir. Onlar insan nefsine ilham edilmiş fücurun azgınlığından korunup, takvanın esenliğine ermek için nefislerini terbiye ederler. Allah’ın, Kur’an’da ilkelerini belirttiği, Rasûller göndererek insanları arındırmalarını/tezkiye istediği nefis terbiye ve tezkiyesini vahiy dışı bir kaynaktan almazlar. Nefisleri yaratan ona fücur ve takvasını ilham eden kimse, yolların ve metotların en hayırlı ve en uygun olanını bilenin de o olduğuna inanırlar. Nefis terbiyesi konusunda Kur’an ve Sünnetin pak metodunun dışına çıkmaz, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği hurafelere kulak vermezler. Mağaralarda, yalnız ve aç kalan, evlenmeyi nefsine haram kılan, dilenerek yaşayan, toplumdan/cemaatten uzaklaşarak şeytana gönüllü av olmayı kabul etmiş, akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan meczupların hezeyanlarına gönüllerini kapatmışlardır. Allah’ın onurlu olarak yarattığı insanı köpeklere köle yapan, çöplükte yaşamayı reva gören, bugün yaşasalar sadist tanısı konarak tedavi edilecek olan psikopatlardan ve zandan ibaret olan vesveselerinden sakınırlar. Vahye rağmen ve vahye aykırı terbiye metotları geliştirenlerin aslında Rububiyyet iddiasında olduklarını bilir, İslam dinine mensubiyetleri gereği bu yöntemleri reddederler.

Müminler için tek itaat edilecek efendi, kanunlara boyun eğilecek otorite, helal haram belirleyecek merci Er-Rabb olan Allah’tır. Varlığı yoktan yaratan, en güzel surette şekil veren, nimetleriyle onları destekleyen ve âlemlerin yegane sahibi olan Allah; aynı zamanda âlemlerin yegane terbiye edicisidir. O’nun (cc) yaratması nasıl ortaklık ve bölünme kabul etmiyorsa, otorite ve hükümranlığı da ortak kabul etmez. Tarih boyunca sapkın toplumlar Allah’ın Rabliğini parçalayarak sahte rablere dağıtmışlardır. İyilik tanrısı, kötülük tanrısı, savaş tanrısı, bereket tanrısı vb. uydurmalarla tek ve El-Kahhar olan Allah’ın (cc) Rububiyyetine karşı gelmişlerdir.

“Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” [21]

Bu parçalamanın yegane nedeni Allah’ı (cc) belli bir alana hapsedip, O’nun hükümranlığına karşı gelmek, O’nun şeriatıyla hayata müdahale etmesine engel olmaktır. Azgın ve sapkın insanlar arzularına göre yaşamak isterler. Allah’ın şeriatıysa insanların arzularını tatmin etmez. Fert ve toplumları Allah’a boyun eğdirip, onların dünya ve ahirette yararına olan, fıtratlarına uyum sağlayan yasalarla onları terbiye eder. Bu nedenle, hevasını ilah edinmiş ve ilim üzere sapmış her azgının Allah’ın şeriatı ve O’nun Rububiyyeti ile sorunu vardır ve olacaktır.

Modern zamanlarda savaş tanrısı, iyilik-kötülük tanrısı, bereket tanrısı vb. saçmalıklar pek olmasa da, ‘Laiklik ve onun habis/pis meyvesi olan Demokrasi’ aynı amaca hizmet etmektedir. Din ve devleti birbirinden ayırarak, ‘devlet bütün dinlere eşit mesafededir’ diyen Laikler, aslında devletlerini Allah’tan (cc) üstün gördüklerini ilan etmiş olurlar. Ve Allah’ın (cc) dini vasıtasıyla devletlerini terbiye etmesini yani Rabbliğini kabul etmediklerini söylerler. Neyin işlerine karışıp neyin karışamayacağına kendileri karar veren ve Allah’ı batıl sistemlerinin dışına ittiğini sanan Laikler, böylece mutlak otorite hâline gelmiş olurlar.

Demokrasi ise bu azgınlığın bir adım daha ileriye taşınarak, halkın Rububiyyetini ilan etme girişimidir. İnsanlık tarihinde görülmüş en cüretkâr darbe kalkışması Demokrasi’dir. Rabbin temsilcisi ve özel vasıflara sahip olduğuna inanılan bazı yöneticiler ‘Ben sizin en yüce Rabbinizim’ deme cüretini göstermiş olabilirler. Ancak bir bütün olarak tüm halkın rablik iddiasında bulunması Demokrasi’ye özgü bir azgınlık biçimidir. Ve Allah’ın egemenlik hakkına karşı işlenmiş, tarihin şahitlik ettiği en çirkin suçtur.

Milyarlarca insanın, din, dil, ırk ve değer yargılarındaki tüm anlaşmazlıklarına rağmen Demokrasi çatısı altında toplanabiliyor olması, Demokrasi’nin insanı rableştirmesi ve insanı Allah’ın egemenliğinin dışına çıkarıp, kendi tanrılığını ilan etme fırsatı sunmasındandır. Tek başına ‘Egemenlik kayıtsız şartsız benimdir’ demeye cesaret edemeyecek insan, Allah’a karşı baş kaldırışını kalabalıkların sesiyle güçlendirmekte ve kendisi gibi olan milyarlarca insandan cesaret almaktadır.

Hâliyle, Allah’ın (cc) otorite ve Rabbliğini kabul etmeyen, insanı, ideolojiyi, felsefe veya toplumu rab ilan eden her türlü sistem bizim hasmımızdır. Bizimle bu topluklar arasındaki husumet; ırk, toprak, bayrak, sınır vb. yapay düşmanlıklardan değil, Rabbimize ilan ettikleri savaş ve düşmanlık sebebiyledir.

Modern Bir Rab Edinme Biçimi: Oy Kullanmak

İslam’ın temel ilkelerinden biri Allah’ı Rabb olarak tanımak ve Allah’ın dışında hiçbir varlığı Rabb edinmemektir. İslam’ın tarifini yapan Âl-i İmran suresi, 64. ayet-i kerimede bu çağrının ehli kitaba yapılması önemlidir. Ehli kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar ne yapmışlardı da, Allah’tan başkasını rab edinmişlerdi? Bazı varlıkların yaratabildiği, rızık verdiği, mülkü elinde bulundurduğu, güneşi, ayı ve galaksileri idare ettiğine mi inanıyorlardı? Kesin olarak bu soruların cevabı hayırdır. Çünkü, putperest Arap müşrikleri dahi bu sorulara muhatap olduklarında ‘Allah’ diye cevap veriyorlardı.

Evet, ehli kitap ne yapmıştı da birbirlerini Allah’ın dışında rabler edinmişlerdi? Bu sorunun cevabını yine Allah’ın kitabında buluyoruz.

“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” [22]

‘İmam Ahmed, Tirmizi ve İbni Cerir’in muhtelif kanallardan olmak üzere Adiyy İbni Hatim’den rivayetlerine göre… Adiyy, boynunda gümüşten bir haç olduğu hâlde Allah Rasûlü’nün (sav) yanına girdi. Allah Rasûlü ‘Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de…’ ayetini okudu. Adiyy dedi ki: Muhakkak onlar, bilginlerine ve rahiplerine ibadet etmediler, dedim. Allah Rasûlü: Evet, din adamları onlara helali haram, haramı da helal kıldılar. Ve onlar da buna uydu. İşte onların din adamlarına ve bilginlerine ibadeti budur, buyurdular.

Huzeyfe, İbni Abbas ve başkaları: Muhakkak ki Yahudi ve Hristiyanlar, onların helal ve haram kıldıklarında onlara tâbi olmuşlardır, demiştir. Süddî ise şöyle der: Onlar, insanların nasihatlerini dinlediler, Allah’ın kitabını ise terk edip arkalarına attılar. İşte bunun içindir ki Allah: ‘Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar’ buyurmuştur. O, bir şeyi haram kıldığında o haramdır, onun helal kıldığı helaldir. Koyduğu kanuna tâbi olunur. Hükmettiği şey uygulanır. Yerine getirilir…’ [23]

Seyyid Kutub (rh) ayet hakkında şunları kaydeder: ‘… Yahudiler ile Hristiyanlar, hahamları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak, onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yüce Allah, bu ayette onların müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir olduklarına hükmetmiştir. Bu hükmün tek gerekçesi, onların din adamlarını yasa koyma mercii olarak kabul etmeleri, koydukları yasalara uymaları, boyun eğmeleridir…

Bu ayet, hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan, onlarca konmuş yasalara uyan ve itaat eden Yahudiler ile İsa’ya ilahlık yakıştıran ve ona ibadet amaçlı davranışlar sunan Hristiyanları aynı derecede müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki tutum da sahiplerini Allah’a ortak koşmuş saydırma açısından eşit ağırlıklı suçlardır…

İnsanın Allah’a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetkisini Allah dışındaki bir mercii, mesela kullara tanıması yeterlidir. Bu sapıklığın yanısıra söz konusu kulun ya da kulların ilah olduğuna inanması, onu ya da onlara ibadet amaçlı hareketler sunması şart değildir.

Bu mesele yüce Allah’tan başkalarının koyduğu yasalara uyanların sergiledikleri pişkinlikle ve cıvıklıkla bağdaşmayacak derecede ciddidir. Böyle kimselerin sırf yüce Allah’ın ilahlığına inanıyorlar ve ibadetlerini sırf yüce Allah’a sunuyorlar diye kendilerini Müslüman saymaları en hafif deyimi ile vurdumduymazlık, bir kaypaklık örneğidir. Yüce Allah’tan kaynaklanmayan yasaların egemen olduğu toplumlarda yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, yüce Allah’ın otoritesine yönelik bu küstahlıkları onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak protesto nitelikli bir tavır ortaya koymalıdırlar.

Bu cıvıklık, bu kaypaklık yaşadığımız tarih döneminde bu dinin karşılaştığı en büyük tehlikedir. Düşmanların bu dine yönelttikleri en öldürücü silah budur. Dinimizin bu düşmanları, yüce Allah’ın müşriklikle, gerçek dini din edinmemekle ve “Allah’ı bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle” suçladığı rejimlerin ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına ‘İslâm’ yaftasını yakıştırmak için can atıyorlar. Madem ki, bu dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere İslam yaftası yakıştırmaya bu denli özen gösteriyorlar, o hâlde bu tür yanıltıcı yaftaları yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının görevidir…’ [24]

Demokratik düzenlerin en bariz özelliği, vatandaşa verilen seçme ve seçilme hakkıdır. Her vatandaş, kendi adına kanun yapması ve Demokrasi’nin tanıdığı egemenlik hakkında kendisini temsil etmesi için Milletvekilleri seçmektedir. Aciz, cahil ve zalim olan insan bu yaptığıyla aslında hiçbir şekilde hakkı olmayan ve her şeyiyle Allah’ın (cc) hakkı olan bir alana müdahale ettiğini ve haddini aştığını bilmez.

Oy kullanan ve seçimlere katılan insanlar bu yaptıklarına farklı isimler bularak kendilerini tatmin etseler de durum değişmez. Yahudi ve Hristiyanlar bilgin ve ibadet ehli önderlerini rab edindiklerinde bunu farklı isimler ve şiarlar altında yaptılar. Âlimlerin önemi, onlara saygı duymanın gerekliliği, din hakkında onlara soru sormanın zaruretine dair kitaptan ayetler okuyup, nebilerin hikmetli sözlerini aktardılar. Ancak bunların hiçbirisi onları kurtarmadı. Çünkü âlimlere kanun yapma, helal-haram belirleme yetkisi verdiler. Yani Allah’a ait olan ve O’nun Rububiyyetinin değişmez parçası olan egemenlik, otorite ve yasama hakkını âlimlere verdiler. Bu yaptıklarından o kadar gafillerdi ki, Allah Rasûlü (sav) ilgili ayeti okuduğunda şaşırdılar. Din bilgini olan Adiyy bin Hatim dahi meseleyi anlayamadı. Çünkü, din adamlarına secde edip, rüku yapmadıklarını, namazlarını onlara kılıp, kurbanlarını onlara kesmediklerini düşünüyordu. Ya da âlimlerin yaratan, rızık veren, mülkün sahibi olup mülklerinde diledikleri gibi tasarruf eden varlıklar olduğuna da inanmamışlardı hiçbir zaman.

Ancak unuttukları bir şey vardı! Allah’a ait olanı O’ndan (cc) başkasına vermişlerdi. Birine, ‘bu benim rabbimdir’ demek ile Rabbin sıfat ve haklarını ona verme arasında hiçbir fark yoktu İslam nezdinde. Birine ‘bu benim ilahımdır’ demek ile sadece ilaha yapılan ibadetleri ona yapmak arasında hiçbir fark yoktu vahyin ilkelerinde. İki durumda da o varlığı rab ve ilah edinmiş sayılırdı insan.

Daha üzücü olanıysa bu gaflet ve cehaletleri onlar için mazeret sayılmamıştı. Madem bilmiyordunuz, affa uğradınız, bir daha yapmayın denmemişti. Çünkü elest bezminde bu konuda öne sürülecek hiçbir mazeretin kabul edilmeyeceği açıkça söylenmişti. Ve Allah’la kulları arasındaki sözleşmede iki özür öne çıkarılmış, anlaşmanın maddeleri arasına yazılmıştı. Bilmiyorum denerek cehaletin, babalarıma uydum denerek taklidin geçersizliği âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından tescillenmişti.

Günümüz insanın Demokratik seçimlere katılması da farklı bir anlam taşımamaktadır. Çoğunluk, Allah dışında rabler edinmek ya da Allah’a ortak koşmak niyetiyle bu seçimlere katılmıyor elbet. Fakat ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesi üzere kurulmuş ve bu ilkeyi seçimlere katılıma davet ederek pratize eden bir sisteme tâbi oluyor. Buna İslami demokrasi, muhafazakar demokratlık, kötünün iyisini seçmek, falancaya vermeyelim de filanca mı gelsin, bunlar iyi hizmet ediyor gibi isimler kullanılması ve değişik mazeretler ardına saklanması bu hakikati değiştirmiyor. Sonuç aynı: Siz Allah’a ait olan ve O’nun Rububiyyetinin en belirgin sıfatı olan kanun yapma yetkisini insana vermiş oluyorsunuz.

Yahudi ve Hristiyanların yaptıkları benzer bir yanlışa şeriatten kılıflar bulması ve konunun tamamen cahili olmalarına rağmen özürlü kabul edilmemiş olmaları göz önünde bulundurulduğunda, akıl, maslahat, menfaat gibi Allah’ın hakkında delil indirmediği gerekçelerle bu işi yapanların vay hâline diyesi geliyor insanın.

Neden Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır?

Tek hükümran ve kanun yapma hakkına sahip olan Allah’tır. İmanın en önemli ilkelerinden biri olan bu hükmün sadece bir tane gerekçesi yoktur. Kur’an-ı Mubin incelendiğinde bunun gerekçelerinin tafsilatlı bir şekilde belirtildiği görülür. Aşağıda hüküm, yasama ve otoritenin Allah’a ait olduğunu belirten altı ayet zikredilecektir. Her bir ayet dikkatle okunduğunda bu hükmün gerekçesinin de ayetin içinde zikredilği fark edilecektir. Hükmün Allah’a ait olduğunu ifade eden bölüm altı çizili, gerekçesi ise belirgin bir fontta verilecektir.

“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Dikkat edin, yaratmak da, emir de (hüküm de) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” [25]

Allah’tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir…” [26]

Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır. İşte Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp yönelirim. O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O’nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. O, dilediğine rızkı genişletip yayar ve kısar da. Çünkü O, her şeyi bilendir.” [27]

“De ki: ‘Ben, gerçekten Rabbimden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz (azap) yanımda değildir. Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, doğru haberi verir ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır.’ ” [28]

“Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” [29]

“Ve dedi ki: ‘Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler.’ ” [30]

Gerekçeler;

Her şeyin yaratıcısı olmak, yarattıklarını en iyi bilmek, gece ve gündüze hükmetmek, insanları belirsizlik ve şüpheden kurtaracak apaçık ve tafsilatlı bir kitabın sahibi olmak, vekil tayin edilecek kadar güvenilir olmak, dünyanın ve ahiretin tek sahibi olmak, herşeyin kendisine döndürülecek olması, tüm hayırların anahtarını elinde bulundurmak, kullarını sayısız nimetlerle rızıklandırmak, söyledikleri en doğru olmak, en güzel şekilde ayırıyor olmak, sadece kendisine ibadet ediliyor olması ve dosdoğru dinin sahibi olmak, hükmünün karşısında kimsenin duramadığı güce sahip olmak.

Kanun yapmak ve mutlak anlamda egemen olmak için gerekli olan sıfatlar bunlardır. Ve bunların ne biri ne de bir kısmı Allah dışında bir varlık için söz konusu değildir. Bu sıfatlara haiz olmayan varlıklar, otorite olma sevdasına kapılır, sürüler de onların peşinde giderse insan ve evren için kıyamet kopmuş demektir. Bu durum, kurdun sürüye çoban kılınması, tavşanın aslanın hizmetine verilmesi, şirket müdürünün mahalle bakkalına CEO olarak atanması, bakkalın ticaret bakanlığına getirilmesi kadar komik ve absürt, onarılmaz neticeleri ve zararları açısından da felaket ve yıkımdır.

İçinde yaşadığımız dünyanın bu denli bozulmasının yegane sebebi de bu değil midir? Karada ve denizde fesadın ortaya çıkması, huzur ve emniyetin yerini kaos ve terörün alması, dünyanın bir yanı açlıktan ölürken diğer yanının tokluktan ölüyor olması, mal, can ve namus emniyetinin kalmamasının nedeni; insanların hakimiyeti Allah’a değil de aciz, zavallı, bencil ve arzularının esiri olan beşere vermesi sebebiyledir.

Allah Rasûlü (sav), kendini İslam’a nispet edenlerin bugün yaşadıkları sıkıntıları ve İslam âleminin boğuştuğu sorunları asırlar öncesinden bildirmiştir.

“(Bir gün) Rasûlullah yanımıza gelip şöyle buyurdular: ‘Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman vay hâlinize! Onların siz hayatta iken açığa çıkmasından Allah’a sığınırım.

Bir millette zina ortaya çıkar ve alenî işlenecek bir hâle gelirse, mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görülmeyen hastalıklar yayılır.

Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.

Hangi millet mallarının zekatını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmurla rızıklandırılmazlardı.

Hangi millet Allah ve Rasûlü’ne verdikleri sözü bozarsa, Allah (cc) o millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki zenginliklerin bir kısmını onlardan alır. Hangi milletin yöneticileri Allah’ın kitabıyla yönetmeyi terkederse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.[31]

•••

Netice olarak;

İslam’ın çağrısı, insanların Allah’ın otoritesine boyun eğip, birbirlerini Allah’ın dışında rab edinmemeleri esasına dayanır. Hangi gerekçeyle olursa olsun Allah’ın Rububiyyetini beşere veya herhangi bir varlığa veren kimse İslam dininden değildir. Onun İslam’la bağı Yahudi ve Hristiyanların İbrahim’le (as) bağı gibi, sadece zandan ibaret olup, hakikatten zerre kadar nasibi olmayan bir iddiadır.

 

[1]      .   7/Araf, 172-173

 

[2]      .   1/Fatiha, 2

 

[3]      .   113/Felak, 1

 

[4]      .   114/Nas, 1

 

[5]      .   Tirmizi, 2308.

 

[6]      .   Müsned, 17803; Ebu Davud, 4753.

 

[7]      .   Lisanu’l Arab 4/23, Re-be-be maddesi.

 

[8]      .   Mu’cemu’l Tehzibu’l Luğa 2/1336.

 

[9]      .   2/Bakara, 21-22

 

[10]     .   2/Bakara, 131

 

[11]     .   6/Enam, 164

 

[12]     .   7/Araf, 54

 

[13]     .   9/Tevbe, 31

 

[14]     .   10/Yunus, 31-32

 

[15]     .   26/Şuara, 23-27

 

[16]     .   26/Şuara, 77-83

 

[17]     .   73/Müzzemmil, 9

 

[18]     .   35/Fatır, 13

 

[19]     .   35/Fatır, 13- 14

 

[20]     .   Taberani, el-Mu’cemu’l Kebir 7694.

 

[21]     .   12/Yusuf, 39-40

 

[22]     .   9/Tevbe, 31

 

[23]     .   Tefsiru’l Kur’ani’l Azim 4/119.

 

[24]     .   Fi Zilali’l Kur’an, Tevbe suresi 31. ayet özetle.

 

[25]     .   7/Araf, 54

 

[26]     .   6/Enam, 114

 

[27]     .   42/Şura, 10-13

 

[28]     .   6/Enam, 57

 

[29]     .   12/Yusuf, 39-40

 

[30]     .   12/Yusuf, 67

 

[31]     .   İbni Mace, 4019; Hakim Müstedrek, 8623.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver