Allah’ın, Bedir Savaşı’ndaki Yardımına Dair Birkaç Misal

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam O’nun Resûl’üne olsun.

Allah Resûlü (sav) ashabı ile beraber ticaret kervanını ele geçirmek için yola çıkmış; ancak Ebu Sufyan’ın Mekkelilere gönderdiği haberci nedeniyle Müslimler kervanla değil, bir ordu ile karşılaşmışlardı. Bedir Ovası’nda gerçekleşen bu savaş ile ilgili önemli birçok ayrıntı Enfâl Suresi’nde Rabbimiz (cc) tarafından bizlere bildirilmiştir. Savaş sırasındaki hadiseleri anlattıkça ilgili ayetleri zikredeceğiz. Bu ayetlerden en dikkat çekici olanları ise şunlardır:

“(Hatırlayın!) Hani Allah (biri güçlü, diğeri zayıf) iki topluluktan birini size vadetmişti. Siz, (yorulmadan) elde edebileceğiniz güçsüz topluluğu istiyordunuz. Oysa Allah, kelimeleriyle hakkı üstün kılmak ve kâfirlerin (kökünü kurutup) arkalarını kesmek istiyordu. Suçlu günahkârlar hoşlanmasa da, (Allah) hakkı (her daim) üstün kılmak ve batılı da boşa çıkarmak (istiyordu).”[1]

“(Hatırlayın!) Hani siz vadinin yakın tarafında, onlar ise vadinin uzak tarafındaydı. (İstediğiniz) kervansa sizden daha aşağıdaydı. Şayet buluşmak için sözleşseydiniz, kesinlikle vakit tayininde anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat Allah, gerçekleşmesini istediği iş için böyle yaptı. Ta ki helak olan delil üzere helak olsun, hayat bulan da delil üzere hayat bulsun. Ve Allah, gerçekten (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. (Hatırlayın)! Hani Allah, onları sana rüyanda az gösteriyordu. Şayet onları (gerçek sayıları gibi) çok gösterseydi, yenilmişlik (psikolojisine) kapılacak ve o iş (savaşmak) konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Ama Allah (sizi) korudu. Şüphesiz ki O, sinelerde olanı bilendir.

Hani (savaşmak için) karşı karşıya geldiğinizde, Allah olmasını istediği işi gerçekleştirmek için sizi onların gözüne, onları da sizin gözünüze az gösteriyordu. Bütün işler Allah’a döndürülür.”[2]

Bu ayetlerden açık ve net bir şekilde Allah’ın (cc) kudretini, aynı zamanda bu kudretin İslami hareketin üzerindeki etkilerini görüyoruz. İslami mücadelede bireyler kendileri ve davaları için en iyi olduğunu düşündükleri hususları amele dökmek isterler. Bunun için şartları zorlarlar, fakat neyin hayır neyin şer olduğunu mutlak olarak bilemezler. Gaybın bilgisi Allah’ın katındadır. O, bir şeyi Müslimler için takdir ettiğinde bu hoşumuza gitse de gitmese de bizim için hayır olan o demektir. Allah Resulü (sav) ve ashabı kolayca ganimet elde etmek için sefer planlamışlardı. Ancak Allah (cc) kâfirlere unutamayacakları bir darbe indirdi. Buna da Allah Resûlü’nü ve ashabını vesile kıldı.

Karşılaşılan zorluklardaki en selametli yol, tedbirleri aldıktan sonra teslim olmaktır. Allah (cc) dinini zayi etmeyecektir. Kendi dinine yardımcı olanları yardımsız bırakmayacaktır. Bizler buna yakinen inanırız, bununla birlikte bunun nerede ve nasıl olacağını bilemeyiz.

Allah’ın (cc) bu ayetlerde belirttiği hakikat, siyerdeki birçok rivayetle desteklenmektedir. Allah, yardımı ile hem kâfirlerin kalplerine korkuyu yerleştirmiş hem de mümin kullarına huzur ve sekinet ihsan etmiştir. Şimdi Bedir Savaşı öncesinde Allah’ın yardımının açıkça görüldüğü hadiseleri tek tek inceleyelim:

1. Müşriklerin, Atike’nin Rüyası ile Psikolojik Olarak Çökmesi

“Peygamber’imizin (sav) halası Atike binti Abdulmuttalib, Damdam’ın Mekke’ye gelişinden üç gece önce bir rüya gördü ve bundan korktu.

Kardeşi Abbas’a haber gönderip onu yanına çağırdı ve:

__ Kardeşim! Vallahi, geceleyin gördüğüm rüya beni çok sarstı. Kavminin başına bir felaket ve musibet gelmesinden korkuyorum! Sana anlatacağım bu rüyayı gizli tut, kimseye söyleme, dedi. Abbas:

__ Ne gördün? Anlat, dedi. Atike:

__ Gördüm ki; deveye binmiş bir adam gelip Ebtah’ta[3] durduktan sonra yüksek sesle, ‘Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar, muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!’ diyerek üç kere bağırdı! Onu gören halk, onun başına toplandılar. Sonra o adam Mescid-i Haram’a girdi. Halk da kendisini takip ediyordu. Halk, etrafını sarmış olduğu hâldeyken, devesi Kâbe’nin arkasında durunca o yine aynı şekilde yüksek sesle, ‘Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar, muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!’diyerek üç kere bağırdı. Sonra devesi Ebu Kubeys Dağı’nın başında durup orada da aynı şekilde yüksek sesle, ‘Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar, muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!’diyerek üç kere bağırdı.

Sonra da bir kayayı iterek yuvarladı. Kaya yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanarak dağın dibinde parçalandı. Mekke evlerinden, o parçaların girip isabet etmediği ne bir ev ne bir mahal kaldı, dedi. Abbas:

__ Vallahi, bu çok mühim bir rüyadır! Sen onu gizli tut, hiç kimseye anlatma, dedi.

Abbas, Atike’nin yanından ayrılınca dostu Velid b. Utbe ile karşılaştı. Ona rüyayı anlatıp gizli tutmasını söyledi. Velid de babası Utbe’ye nakletti. Böylece bu rüya, Mekke’de yayıldı. Kureyşlilerin toplantılarında konuşulmaya başlandı.

Abbas der ki:

__ Ertesi gün, Kâbe’yi tavaf ediyordum. Ebu Cehil b. Hişam da Kureyşlilerden bir cemaatle oturmuş, Atike’nin rüyasını konuşuyordu. Ebu Cehil beni görünce ‘Ey Ebu’l Fadl! Tavafını bitirince yanımıza gel!’ dedi.

Tavafı bitirince, varıp yanlarına oturdum. Ebu Cehil, bana:

__ Ey Abdulmuttaliboğulları! Sizin şu kadın peygamberiniz de ne zaman türedi, dedi. Ona:

__ Nedir bu, dedim.

__ Âtike’nin gördüğü şu rüya meselesi, dedi.

__ O ne görmüş, dedim. Ebu Cehil:

__ Siz, erkeklerinizin peygamberliklerine kanaat etmediniz de kadınlarınız da mı peygamberliğe kalkıştı?! Güya Atike, birinin ‘Üç güne kadar, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!’ dediğini rüyasında gördüğünü söylüyormuş! Bu üç gün içinde, sizi bekleyeceğiz. Eğer söylemiş olduğu söz doğru ise elbette bir şey zuhur edecektir. Eğer üç gün dolar da bir şey zuhur etmezse hakkınızda yazacağımız bir yazıda Araplar arasında sizin kadınlarınızdan daha yalancı kadın bulunmadığını yayacağız, dedi.

Vallahi, benim için, bunu inkâr etmekten daha ağır bir şey olmamıştır. Onun herhangi bir şey görmüş olduğunu inkâr ettim. Bundan sonra, birbirimizden ayrıldık.

Akşam olduğunda Abdulmuttaliboğulları kadınlarından yanıma gelmedik hiçbir kadın kalmadı. Onlar:

__ Demek, siz şu fasık, pis herifin, erkeklerinize dil uzatmasını hoş gördünüz! Sonra da sen onun kadınlarınıza da dil uzattığını işittiğin hâlde, işittiğin şeylerden seni gayrete getirecek bir şey bulamadın ha, dediler. Onlara:

__ Vallahi, öyle yaptım. Benim için bundan daha ağır bir şey olmamıştır. Allah’a andolsun ki, o sözünü tekrarlayacak olursa ona saldıracağım ve sizin hesabınıza onun hakkından geleceğim, dedim.

Âtike’nin rüyasının üçüncü günü sabaha çıkınca, kaçırdığım fırsatı elde etmek arzusu ile çok kızgın ve hiddetli bir hâlde Mescid-i Haram’a girdim. Onu görünce, vallahi, ona doğru yürüdüm. Evvelce söylediklerinden bazılarını tekrarlayıp kendisine saldıracaktım. Ebu Cehil zayıf yapılı, asık suratlı, acı dilli, sert bakışlı bir adamdı. O, Mescid-i Haram’ın Sehmoğulları kapısına doğru fırlayıp çıkınca kendi kendime ‘Allah’ın lanetine uğrayasıca, benim kendisine hakaret edeceğimden korktu da benden uzaklaşıyor.’ dedim. Hâlbuki benim Damdam b. Amr’ın işitmemiş olduğum sesini, o işitmiş bulunuyormuş! Damdam; devesinin burnunu kesmiş, semerini tersine çevirmiş, gömleğinin önünü, arkasını yırtmış bir hâlde Mekke Vadisi’nin ortasında, devesinin üzerinde avazının çıktığı kadar bağırıyordu:

‘Ey Kureyş cemaati! Muhammed ve ashabı, ticaret kervanınızın, Ebu Sufyan’ın yanındaki mallarınızın önüne gerildiler! Ona erişebileceğinizi sanmıyorum! İmdat! İmdat!’ diyerek haykırıyordu. Başa gelen iş, beni de onu da birbirimizle uğraşmaktan alıkoydu.”[4]

2. Savaş Konusunda Bir İttifakın Olmaması, Kureyş Ordusunun Tereddüt Yaşaması ve Bazı Kabilelerin Ordudan Kopması

“Zühreoğullarının müttefiklerinden Ahnes b. Şerik, Kureyş cemaatinin Cuhfe mıntıkasında bulundukları sırada ‘Ey Zühreoğulları! Allah sizin mallarınızı kurtardı. Adamınız Mahreme b. Nevfel’i de kurtardı. Siz onu ve malınızı korumak için yola çıkmıştınız. Siz korkaklığı bana yükleyiniz, geri dönünüz! İhtiyaç olmadıkça sefere çıkmanızın size bir gerekliliği yoktur. Siz onun (Ebu Cehil’in) sözüne bakmayınız!’ dedi.

Bunun üzerine Zühreoğulları, Ahnes b. Şerik’le birlikte geri döndü. Zühreoğullarından hiç kimse Bedir’de bulunmadı. Çünkü Ahnes b. Şerik, onların arasında sözü dinlenir bir kişi idi.”

“Peygamber’imiz (sav) Ömer’i (ra) Kureyşlilere göndererek ‘Geri dönüp gidiniz! Sizden başkasıyla çarpışmak, bana, sizinle çarpışmaktan daha iyidir!’ buyurdu.

Hakîm b. Hizam, ‘Bu, insaflı bir davranıştır! Onu hemen kabul ediniz! Vallahi, bu insaflı davranıştan sonra, sizin hakkınızda insaflı davranılmaz!’ dedi.

Ebu Cehil ise ‘Allah bize onlardan öç alma fırsatını verdikten sonra öcümüzü almadıkça, andolsun ki geri dönmeyeceğiz; onlara hadlerini bildireceğiz ki, bundan sonra ne gözcü çıkarılabilsin ne de kervanımızın önüne geçilebilsin!’ dedi.”[5]

“Hakîm b. Hizam, Utbe b. Rebia’nın yanına vardı. Ona:

__ Ey Ebu Velid! Sen Kureyşlilerin büyüğü, seyyidi, içlerinde sözü dinlenilir olansın! Sen zamanın sonuna kadar hayırla anılmak istemez misin, dedi. Utbe:

__ Ey Hakîm! Nedir o, diye sordu. Hakîm:

__ Halkı seferden geri çevir! Müttefikin Amr b. Hadramî’nin işini (diyetini) üzerine al, dedi. Utbe:

__ Yaptım gitti! Sen bunu bana bırak! Çünkü o benim müttefikimdir. Onun diyetini, kaybettiği malını ödemek bana düşer. Yalnız, sen Ebu Cehil’e git de onunla bir görüş, konuş. Ben buna ondan başkasının muhalefetinden korkmuyorum, dedi. 

Sonra da kalkıp bir nutuk irat etti ve nutkunda şöyle dedi:

‘Ey Kureyş cemaati! Vallahi, siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşırsanız, bir şey yapamazsınız!

Vallahi, onlardan birini öldürecek olan ya amcasının ya dayısının oğlunu ya da kabilesinden bir kimseyi öldürmüş, yüzüne hiç bakmak istemeyeceği bir kimsenin yüzüne bakmak zorunda kalmış olacaktır. Siz geri dönünüz! Muhammed ile sair Araplar arasından çekiliniz, onu onlarla baş başa bırakınız! Eğer onlar onu öldürürlerse -ki zaten sizin de istediğiniz bu idi- istediğiniz olmuş olur. Eğer bunun aksi olur da (Muhammed onlara galebe çalıp) size gelir kavuşursa, onun aleyhinde istediğiniz şeyden dolayı, size ondan bir zarar gelmez.’

Hakîm b. Hizam, hemen Ebu Cehil’in yanına vardı. Ebu Cehil o sırada zırhını hazırlıyordu. Ona:

__ Utbe, beni sana şöyle şöyle söyleyeyim diye gönderdi, diyerek Utbe’nin söylediklerini nakletti. Ebu Cehil:

__ Vallahi, Muhammed’i ve ashabını görünce, Utbe’nin ödü kopmuş! Hayır! Vallahi, Allah, Muhammed’le bizim aramızda hükmünü verinceye kadar geri dönmeyeceğiz! Utbe bu sözü ancak deve eti yiyici Muhammed ve ashabını görünce korktuğu için söylemiştir. Onun oğlu da onların içindedir. O sizleri bundan dolayı korkutuyor, dedi.”[6]

Kureyşlilerin arasındaki bu parçalanmışlığı gösteren daha pek çok rivayet vardır. Hatta o kadar ki Mekkeli müşrikler; kendilerine destek çıksın, kafalarda soru işareti olursa o kadınlara bakıp da savaştan geri kalınmasın diye şarkıcı cariyeleri dahi orduya dâhil etmişlerdir. Bu rivayetlerin tamamen zıttı olan örnekler ise İslam Cephesi’nde yaşanmaktadır. Bir kervan için yola çıkan bu topluluk, kervanla değil, bir ordu ile karşılaşıyor ve bu ordunun içerisinde tek bir çatlak ses dahi çıkmıyor! Dahası sahabilerden bu savaşa katılamayanlar hayatlarının geri kalanını niçin Bedir’de bulunamadıklarına dair bir hayıflanma ile geçiriyorlar. Çocuklar fark edilip de geri çevrilince ağlıyorlar. Münafıklar dışında hiç kimse bu savaştan geri kaldığı için sevinmiyor. İşte asıl güç buradadır. Sayı çokluğunun ise bunun yanında değeri yok denecek kadar azdır.

Bu durum, İslam cemaatinin fertlerine itikad ve menheclerinde hiçbir şüphe olmadan yola devam etmeleri hususunda önemli bir uyarıdır. Bu ikisinden birisi hakkında kafasında soru işareti olan kişi er ya da geç yolda sorun yaşayacak ve sadece kendisinin değil, etki alanındaki kişilerin de İslami mücadeleden soğumasına neden olacaktır. Menhecî kaidelerin anlaşılıp anlaşılmadığının ortaya çıkacağı o imtihan günleri gelmeden kişi kendi muhasebesini yapmalıdır. Eksiklerini kardeşlerinden yardım alarak, Rabbine yönelerek gidermelidir.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

 


[1].     8/Enfâl, 7-8

[2].     8/Enfâl, 42-44

[3].     Muhassab ile Mekke arasında bir yer

[4].     İbni Hişam

[5].     Vâkıdî

[6].     İbni İshak

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver