Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam O’nun Nebisine, pak âline, ashabına ve etbaının üzerine olsun.
İnsana hayat veren Allah’ın subhanehu ve teâlâ insan üzerinde nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunların başında da iman nimeti gelir… Ve her nimet gibi, Allah subhanehu ve teâlâ bu nimetin de şükrünü istiyor.
İman; onunla amel, insanları ona davet ve onun için mücadele etmek suretiyle şükrü eda edilecek nimetlerdendir. İman nimetinin şükrü için en uygun dönem gençlik dönemidir. Bu büyük nimetin şükrü için mezkur unsurlar gençlik döneminde hakkıyla yerine getirilebilir. İhtiyaç duyulan canlılık, hareket kabiliyeti, heyecan bu dönemin başlıca özelliklerindendir.
Allah subhanehu ve teâlâ gençlik döneminin kuvvet dönemi olduğuna dikkat çekmiştir.
“…Rahimlerde dilediğimizi belli bir zamana kadar durduruyoruz, sonra sizi çocuk olarak çıkarıyoruz. Sonra en güçlü ve olgun çağınıza varmanız için bunu yapıyoruz. Sonra kiminiz ölür, kiminiz ömrün kötü dönemine (yaşlılık) döndürülür…” (22/Hac, 5)
“Allah sizi önce bir zayıflıktan yaratan, sonra zayıflığın ardından kuvvet (gençlik), sonra kuvvetin ardından zayıflık ve ihtiyarlık kılandır. Dilediğini aratır. O çok iyi bilendir, gücü yetendir.” (52/Rum, 54) İmanın gerekleriyle amel ve İslam’a hizmet için gerekli olan kuvvetin gençlik döneminde olduğu ayetin nassıyla sabittir.
İbni Mes’ud radıyallahu anh Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle rivayet eder:
“Kul kıyamet gününde beş şeyin hesabını vermeden ayağı yerinden oynamaz; ömrünü nerede harcadığı, gençliğini nerede eskittiği, malını nereden kazandığı, malını nerede harcadığı, bildikleriyle ne kadar amel ettiği.” (Tirmizi)
Hadiste zikredilen birinci ve ikinci maddeye dikkat edelim. Önce ömrün nasıl geçirildiği genel olarak soruluyor, sonra ömrün içinden bir parça olan gençlik… Bu gençliğin, ömür nimeti içinde insana verilmiş ayrıcalıklı bir nimet oluşundandır.
İslam tarihi bu hakikatin en yalın şahidi olmuştur. Ne zaman ümmet fedakârlık ve hizmete ihtiyaç duysa, davayı gençler omuzlamış, Allah’ın subhanehu ve teâlâ onlara bahşettiği gençlik ve kuvvetin hakkını vermişlerdir.
Günümüz düne oranla hizmet ve fedakarlığa daha fazla muhtaçtır. İnsanlık tarihi boyunca, İslam ve Müslümanlar bugün yaşadıkları türden sıkıntıları yaşamadılar. İslam’ın her yönden hedef olduğu, mukaddesatın ayaklar altına alınıp çiğnendiği daha şerli bir dönem yaşanmadı… Sıkıntılı dönemlerde birşey yapmasa da bu din için ağlayanlar vardı. Bugün ‘ağlayanı olmayan bir din’ ve ‘ağlanacak haline gülen’ dindarlar var(!).
İnsanlık İslam’a şirk, Rasûllerin hikmetine bidat karıştırdığı her dönemde perişanlık yaşadı. Huzur ve emniyeti yitirdi. Adalet yerini zulme, sadakat yerini yalana terk etti. Müstekbirler dinlerini değiştiren halkları mustazaflaştırdılar. Münkere karşı çıkmak için ellerindeki din gücüne nankörlük edenler zilletin ve zayıflığın her türlüsünü tattılar.
Ve her diriliş bu işe gönül vermiş gençlerin eliyle gerçekleşti. Her Rasûl’e, onlar havarilik ve ashablık ettiği gibi, her müceddit ve hareket adamına onlar yaren oldular. Hangi ümmet tarihe hayırlı bir şehadette bulunmuşsa, mutlaka orada Rabbine iman etmiş bir genç topluluğu bulunmuştur.
Ümmetin içinde olduğu bu ölü hal, tekrar dirilmeyle son bulacaktır. Bu Allah’ın ve Rasûlü’nün mutlak vaadidir… Garipler, Rabbleri tarafından desteklenenler ‘Taifetu’l-Mansura’ mutlaka olacak ve Rasûllerinden miras aldıkları sancağı dalgalandıracaklardır. Buna en layık olup seçkin konumları itibariyle müsait olanlar da gençlerimizdir.
Esefle belirtmek istiyorum ki –Rabbimin rahmet ettikleri müstesna- gençler bu bilinçten uzaktırlar. Ümmetin dirilişi onlardan bekleniyorken, onların isimleri sorun kelimesiyle özdeşleşmiştir. Ailede, eğitim kurumlarında, çalışma hayatında İslami harekette, genç denildiğinde sorunların ardı sıra sayılması, âdetten olmuştur.
Birbiriyle didişen, ergenlik bunalımını atlatamayan, ne istediğini bilmeyen, anlaşılmadığını iddia eden ve hiçbir yerde dikiş tutturamayan gençler…
Sürekli başında beklenmesi gereken, kendi haline bırakılınca hiçbir noktada irade gösteremeyen gençler…
Oysa; ne Allah subhanehu ve teâlâ gençliği bu sayılanlar için bahşetmiş ne de ümmetin duymak istediği bunlardır. Bu yazı gençler için yazılmıştır. Hem geçmişte yaşamış olan akranlarını onlara hatırlatmak hem de o gençlerin nelere dikkat ederek o seviyeye ulaştıklarını anlatmak için.
Rabbimden temennim gençlere anlayış, kalemime kuvvet vermesidir. Genç kardeşim bilsin ki, onun ihyası ümmetin ihyasıdır. Bu hep böyle olageldi, bundan sonra da böyle olacaktır. Okuyacağımız her örnek şahsiyet, olağanüstü varlık değil bizim gibi insandır. Gençliğin tüm menfi özellikleri ile maluldür. Lakin Rabblerine olan tevekkülleri ve menhece bağlılıklarıyla gençliğin olumsuz yönlerini terbiye etmiş, hatta hayra çevirmişlerdir. İçlerinden her biri gençliğin hırçınlık ve delikanlılığını, davada atılganlık ve fedakarlığa; merakını, ilme; güç ve kuvvetini, hizmete çevirmişlerdir. Bugünün gençliğinin dünün gençliğinden bu anlamda hiçbir farkı yoktur. Onların cehd ve gayretlerini misli ile mükâfatlandıran Allah subhanehu ve teâlâ bugünün gençlerine de lütufta bulunacaktır. Yeter ki O’na subhanehu ve teâlâ dayanıp, izlenmesi gereken menheci izlesinler.
Küfrün Karşısında Ümmet Gibi Duran Gençler
“Sonra da iki guruptan (Ashâb-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık. Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.” (18/Kehf, 13-14)
İsa’nın aleyhisselam getirdiği tevhid unutulmuş, insanlar şirk bataklığına saplanmıştı. Bu dönemde ayağa kalkıp insanlara hakkı haykıranlar “Rablerine iman etmiş bir grup GENÇ”ten başkası değildi.
Bu gençler her nesle örnek olacak bir mücadele verdiklerinden, kıssaları Kur’an’a konu oldu. Bu ne büyük şereftir ki, Allah subhanehu ve teâlâ her neslin kalbini sabit kılmak için bu gençleri en şerefli kitaba konu etmiştir.
“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.” (11/Hud, 120)
“Burçlara sahip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan güne, (O günde) tanıklık edene ve edilene and olsun ki, kahroldu o hendeğin sahipleri, çıralı ateşin onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar, müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Onlardan, sırf, aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.
O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir, ve Allah her şeye şahittir. şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır. İman edip sâlih ameller işleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (85/Buruc, 1-11)
Adına sure inen bir kıssa daha ve bu kıssasının yaşanmasına sebep olan genç bir çocuk…
Alemlerin Rabbi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ birliğini göstermek için çekinmeden hayatını ortaya koyan bir genç. Defaeten ölümden dönmesine rağmen yılmayan ve davasında sebat eden tek başına bir ümmet… Yakılmak pahasına imanından dönmeyen ve adları Kur’an’da zikredilen bir topluluğun hidayetine vesile olmuş bir yiğit…
“Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala: ‘Ben artık yaşlandım. Bana bir genç bir çocuk gönder ve sihir yapmayı öğreteyim!’ dedi. Kral da öğretmesi için ona bir genç gönderdi. Gencin geçtiği yolda bir rahip yaşıyordu. (Bir gün) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, rahibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu. Bir gün sihirbaz, genci yanına gelince dövdü. Genç de durumu rahibe şikâyet etti. Rahip ona: ‘Eğer sihirbazdan korkarsan: ‘Ailem beni oyaladı!’ de; ailenden korkacak olursan, ‘Beni sihirbaz oyaladı” de!’ diye tembihte bulundu.
O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine): ‘Bugün bileceğim; sihirbaz mı üstün, rahip mi üstün!’ diye mırıldandı. Bir taş aldı ve: ‘Allah’ım! Eğer rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür ve insanlar geçsinler!’ deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Genç, rahibe gelip durumu anlattı. Rahip ona: ‘Evet! Bugün sen benden üstünsün! Görüyorum ki, yüce bir mertebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!’ dedi. Çocuk anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözleri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: ‘Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir’ dedi. O da: ‘Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah’tır. Eğer Allah’a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!’ dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.
Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral: ‘Gözünü sana kim iade etti?’ diye sordu.
‘Rabbim!’ dedi. Kral: ‘Senin benden başka bir rabbin mi var?’ dedi. Adam: ‘Benim de senin de rabbimiz Allah’tır!’ cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O da gencin yerini gösterdi. Genç de oraya getirildi. Kral ona: ‘Ey genç! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!’ dedi. Genç: ‘Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah’tır!’ dedi. Kral onu da alıp, işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona: ‘Dininden dön!’ denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra genç getirildi. Ona da: ‘Dininden dön!’ denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti. ‘Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!’ dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Genç: ‘Allah’ım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana yardım et!’ dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: ‘Arkadaşlarıma ne oldu?’ dedi.
‘Allah, onlara karşı bana yardım etti’ cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve: ‘Bunu bir gemiye götürün. Denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!’ dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Genç orada:
‘Allah’ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana yardım et!’ diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular.
Genç yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral: ‘Arkadaşlarıma ne oldu?’ diye sordu. Genç: ‘Allah onlara karşı bana yardım etti’ dedi. Sonra krala: ‘Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!’ dedi. Kral: ‘O nedir?’ diye sordu. Genç: ‘İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştirir ve: ‘Gencin Rabbinin adıyla’ dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!’ dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Genci bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra: ‘Gencin Rabbinin adıyla!’ dedi ve oku fırlattı. Ok gencin şakağına isabet etti. Genç, elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah’ın rahmetine kavuşup öldü.
Halk: ‘Gencin Rabbine iman ettik!’ dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra adamları krala: ‘Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk gencin Rabbine iman etti!’ denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral: ‘Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!’ diye emir verdi. Yahut hükümdara ‘Sen at!’ diye emir verildi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu: ‘Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin!’ dedi.” (Müslim)
Her genç kardeşimizin kendi hayatına dönüp bakması lazımdır. Şirkin her yönden insanları kuşattığı, zulmün ve tuğyanın insanları, özellikle İslam ehlini ezip geçtiği şu günlerde gençlerimiz ne ile meşguldür. Onun yaşında, belki çocuk yaşlarda gençler hayatlarını ortaya koydular. Güzel bir mücadele, şerefli bir ölüm, imanlarının ve mücadelelerin Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına nail olduğuna dair Kur’an-î şehadet…
İşte böyle! Sen neredesin genç kardeşim, adını sorunla özdeşleştirip, insanları bunaltmak da; bir nesli ihya edip, onlarca nesle örnek olmak da senin elindedir. Senin kendini nerede gördüğün ve ne yapmaya karar verdiğindir mesele! Tarih onları örnek alıp, onlar gibi yaşayanları hiç unutmadı. Belki haklarında Kur’an ayeti inmedi, ancak adil olan Rabb-i zu’l-Celal onların adını muhafaza ettiği gibi, onların adını örnek alanları da aynı şekilde muhafaza etti. Bu ümmet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem etrafında kenetlenen Mus’abları, Bilal, Ammar, Ali ve Zübeyrleri radıyallahu anhum unutmadı. Onları hayırla takip eden ve hakkın açığa çıkması için gençliklerini ortaya koyan Hüseyin bin Ali’leri, Ömer bin Abdülaziz ve Selahaddin Eyyubileri de unutmadı.
Dava Kahramanı Gençler
Gençlik dönemi kanın dikine aktığı, gözlerin pek olduğu bir dönemdir. Gençlik heyecanı ve kuvvetini ifade etmek için ‘deli cesareti’ tabiri kullanılır.
Ali radıyallahu anh 9 yaşında İslam’la şereflendi. 9-19 yaş arası Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem en mahrem işlerini görmüştü. Öyle ki Mekke’ye gelenleri karşılıyor, gizli bir şekilde Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem ulaştırıyordu. Daha yirmili yaşlarında tek başına, ümmet olmayı hak edecek işler yapmıştı.
Müşrikler Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem öldürmeye karar vermiş, hazırlıklarını tamamlıyordu. Allah, Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’den hicret etmesini emretmişti. Müşrikler Daru’n Nedve’de toplanmıştı. Şeytan Necd’li bir yaşlı suretinde toplantılarına katılmıştı. Şu karara vardılar: Her kabileden bir genç seçilecek, Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem hep beraber öldürecekler. Böylece ondan sallallahu aleyhi ve sellem kurtulmuş olacaklar, akrabaları intikam da alamayacaktı. Diğer kabilelerden de birer suikastçi olacağı için, her kabileyle kan davası güdemezlerdi, geriye diyete razı olmak seçeneği kalıyordu.
Cibril aleyhisselam bu toplantıyı Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem haber verip onu uyarmıştı. “Bu gece kendi yatağında uyuma ve yola çık.” talimatını almıştı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Ali’ye radıyallahu anh “Yerimde uyu, sana zarar veremezler.” demiş ve ayrılmıştı. Ali radıyallahu anh kapıda suikast için bekleyen bir grubun varlığında bu emri kabul etmiş, tereddütsüz onun sallallahu aleyhi ve sellem yatağına uzanmıştı…
Öldürülmese dahi, sonu tarifsiz işkencelerle sonuçlanacak bir itaatti onunkisi.
Bir başkası Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh, Mekke’nin en zengin ve yakışıklı genci İslam’la tanıştığında henüz 15 yaşında bile değildi, türlü işkenceler gördü, elindeki tüm dünyalıkları kaybetti. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emriyle Habeşistan’a hicret eden kafileye katıldı. Bu teslimiyeti ve fedakarlığı ona İslam’ın en zorlu ve şerefli görevlerinden birini nasip etti. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem elçisi olarak Medine’ye hicret etti. Tek başına, henüz on sekiz yaşında… İslam’ın Medine’sinin temellerini attı. Gittiği yer hiç bilmediği, sonucun belli olmadığı bir şehirdi. İlk etapta hoş karşılanmamış, kabile reisleri onun gelişinden rahatsız olmuştu. Ancak göreve bağlılığı, işinin hakkını vermesi ve sebatıyla gönülleri fethetmişti.
Bugün bu yaşlarda olan hiçbir gencin yaratılış, yetenek, istek ve heves bakımından onlardan farkı yoktur. Hakikat gençlerin durduğu noktadır. Ali, Mus’ab ve diğerleri. Kendilerine ait bir hayatları yoktur. Onların hayatı İslami davanın bizzat kendisidir, vücudun sadık azalarıdırlar. Baş nereye çekse o yöne hareket eden uzuv olmuşlar ve henüz yirmili yaşlarına dahi ulaşmadan tarih yazmışlardır.
Gençlerimizin en büyük şikayeti kendilerine güvenilmiyor oluşu, görev verilmeden beklenti içerisine girildiğidir. Ancak gençlerin şu noktada kendilerini sorgulaması elzemdir. Mus’ab ve Ali radıyallahu anhum gibi bir duruş sergiledik mi? Hayatın hiçbir alanında göze batmayan, ancak hizmet ve fedakarlık esnasında öne çıkan insanlardan olabildik mi? Bize bakan yöneticilerimizin gözlerini doldurabildik mi? En tehlikeli ve sonucu belirsiz görevlerde ‘evet’ diyebilecek bir izlenim bıraktık mı?
Bir günlük yaşantımıza bakmak bu sorulara doğru cevap verebilmemiz için yeterlidir ve bilmeliyiz ki her insan duruşu ve bıraktığı izlenimle müminlerin kalbinde yer eder. Görev ve ciddiyet, adanmışlığın getirisidir. Bunun için lakaytlıktan uzak, edebiyle göz dolduran, yaptıklarıyla yapabileceği işlere teminat veren gençlere ihtiyaç vardır İslam sadece bir nesilden Aliler, Mus’ablar çıkarmak için değil, her nesli ihya için vardır.
Derdiyle Değerlenen Gençler
Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh anlatıyor: ‘Bedir gününde safta duruyordum. Sağıma ve soluma baktım ensardan yaşı küçük iki gencin arasında olduğumu gördüm. Ben onlardan daha güçlü iki adamın arasında durmayı temenni ediyordum. Biri bana sessizce ‘Ey Amca! Ebu Cehil’i tanıyor musun?’ dedi. Ben ‘Evet, tanıyorum, senin Ebu Cehil’le ne işin var?’ diye sordum. ‘Duydum ki Allah Rasûlü’ne sövüp, eziyet ediyormuş. Allah’a söz verdim ya onu öldüreceğim ya da ben öleceğim.’ Sonra diğer yanımdaki gizlice aynı şeyi sordu. Vallahi onlar gibi iki adamın arasında bulunmak beni sevindirmişti. Onlara Ebu Cehil’i göstermemle ona saldırmaları ve onu kılıç darbeleriyle öldürmeleri bir oldu. İki kartal gibi saldırıp, onu öldürdüler.’ (Buhari, Müslim)
Urve radıyallahu anh şöyle nakletti: Zübeyr bin Avvam, sekiz yaşında Müslüman oldu. Şeytan, Rasûlullah’ın Mekke’nin üst tarafında alıkonduğunu yaymıştı. Zübeyr bunu duyunca kılıcını alıp oraya koştu. O sırada on iki yaşındaydı, onu o halde görenler şaşırıyor, ‘çocuğun kılıcı var’ diyorlardı. Ta ki Rasûlullah’a ulaştı. Allah Rasûlü, ona durumunu sordu, ‘Kılıcımla seni alıkoyanı vurmaya geldim.’ dedi. Allah Rasûlü ona ve kılıcına dua etti. (Siyer A’lem Nubela)
Henüz genç yaşında bu dertle dertlenen gençler, buluğdan sonra “Her Nebi’nin havarisi vardır, benim havarim de Zübeyr’dir” övgüsüne layık görüldüler.
İnsanı değerli kılan, dert ettiği şeyler ve hedefleridir. Gençliğini Allah’a subhanehu ve teâlâ adayıp, ahiret gençliğine talip olan her birimizin şu soruyu sorması şarttır:
‘Benim derdim nedir? Uykularımı kaçıran, tüm benliğimi meşgul eden derdim nedir?’
Bu soruya vereceğimiz cevap hayrın başlangıcı olabilir. İnsanlar dert ettikleri şeylerle hayatlarına değer katarlar. Yoksa derdimiz güzel bir bilgisayar, iyi bir telefon, bir elbise takımı ya da mevsime uygun ayakkabı mı? Allah’ın subhanehu ve teâlâ bahşettiği kuvvet ve heyecanı bu süfli duygularla öldürmeye, değersizleştirmeye değer mi?
Her yerde Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem hakaret ediliyor, ondan kalan ne varsa dalga geçiliyor, ona ait tüm değerler aşağılanıyor! Senin kinin kime? Düşmanlığın hangi yönde? Kalbin kimlere buğz ile dolu?
Aynı safları paylaştığın, aynı menbadan beslendiğin kardeşlerine mi? O bana şunu dedi, falan şöyle baktı, diğeri bana şaka yaptı, bir öbürü hastaydım ziyaret etmedi, selam vermiştim selamımı almadı…
Dertlerin bunlarsa, vay haline! Gençlik ellerinden gitmeden, derdini Rabbini razı edecek duruma getir. Unutma insanın amelleri dert ettiklerine paraleldir. Değersiz şeyleri dert edinenler, değersiz bir ömür yaşar, değersiz işlerde harcanır, değersiz bir ölümle ölür, Allah subhanehu ve teâlâ katında değersizlerle haşrolunurlar… Allah’ı subhanehu ve teâlâ, O’nun rızasını, davasını dert edinenler değerlenir, değerli bir yaşamla şereflenir, değerli bir ölümle Rabblerine kavuşur. ‘Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber’ olurlar. Ne güzel refiktir onlar.
Alim ve Müçtehid Gençler
İbni Abbas radıyallahu anh; Ümmetin mürekkebi, alimi, Kur’an’ın tercümanı…
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde henüz buluğ çağındaydı. Sahabeler sorularını ona soruyor, ihtilaf ettikleri meselelerde son sözü söylemesi için ona başvuruyorlardı. Birçoğu Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yanında yirmi yıl kalmış, yaşlanmıştı. Ancak fetvayı, bu henüz yirmisine ulaşmamış gençten talep ederlerdi. Kur’an tefsirinde en önemli rivayetlerin başında da yine bu ismi görürüz.
Muaz b. Cebel radıyallahu anh; Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Muaz kıyamet günü alimlerin önünde olacaktır.” demiştir. (Hakim, İbn Sa’d)
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh; ‘Muaz tek başına bir ümmetti.’ demiştir.
Muaz vefat ettiğinde otuz üç yaşındaydı ve Ömer radıyallahu anh döneminde vefat etmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde yirmili yaşlarda olan bu genç için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Kur’an’ı dört kişiden okuyun; Abdullah b. Mes’ud, Salim, Ubey b. Ka’b ve Muaz b. Cebel” demiştir. (Buhari, Müslim)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun için; “Ümmetimin helal ve haramını en iyi bilen Muaz’dır” diyerek onun ilmine şahitlik etmiştir. Ve şu sözler henüz yirmili yaşlarında bir alim için Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem dudaklarından dökülüyordu:
“Vallahi ben seni seviyorum ey Muaz! Her namazdan sonra şu sözleri söylemeyi bırakma: ‘Allah’ım seni zikretmem, şükretmem ve en güzel şekilde ibadet etmem için bana yardım et.’ ” (Ebu Davud, Nesai, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibban)
Zeyd b. Sabit radıyallahu anh: İslam tarihinin en önemli vazifesi ona verildiğinde henüz genç bir delikanlıydı. Ebubekir radıyallahu anh döneminde Kur’an toplama işinden mesul tutulmuştu. Ebubekir radıyallahu anh ona: ‘Sen genç ve akıllı bir adamsın Allah Rasûlü’ne vahiy katipliği yaptın, Kur’an ayetlerini bir araya topla.’ (Buhari) demişti.
Osman radıyallahu anh Kur’an’ı tek elde toplayıp çoğaltmak isteyince, bu iş yine bu gence verilmişti. (Buhari)
O vefat ettiği gün İbni Abbas radıyallahu anh şöyle diyordu: ‘İşte ilmin gidişi böyle olur, bugün çok ilim defnedildi.’
Abdullah İbni Ömer ve Enes b. Malik radıyallahu anhum, henüz on yaşlarında Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem meclislerinde bulunmuşlardı. O vefat ettiğinde henüz yirmisinde olan bu gençler hadis rivayet ediyor, insanlara fetva veriyorlardı.
Gençliğin merakını ilme yönlendirmiş ve böylece onlar bu mertebelere ulaşmışlardı. Bu onlara özel bir durum değildi. Gençliğinde boş işlerden yüz çevirip, ilme yönelenler her çağda aynı zirveye ulaşmışlardı.
İmam Şafi rahimehullah insanlara fetva verip, onların meselelerine içtihad ettiğinde yirmisine ulaşmamıştı. (Risale Mukaddimesi, Ahmed Şakir)
İmam Buhari rahimehullah tarihin en önemli kitabını yazdığında (Tarih’ul-Kebir) on sekiz yaşındaydı.
Ahmed b. Hanbel rahimehullah, çocuk yaşta Ebubekir b. Ayyas’ın hadis meclislerine gidiyordu. Evden o kadar erken çıkıyordu ki, annesi ‘insanlar çıkmadan olmaz’ deyip, onu engelliyordu.
Her dönem ve her zaman için geçerli hakikatlerdir bunlar. Gençler meraklarını dine harcayabilecekleri gibi, batıl ve boş şeylere de harcayabilirler. Her genç merakını yönlendirdiği nispette değer kazanacaktır.
Genç Kardeşim!
Daha verilecek çok örnek var. Ancak bilmeni isterim ki, bizim tarihimizle kafirlerin tarihi aynı şeyleri söylemiyor. Onlar gençliği uyuşturucu madde, şehvet, dünyaya düşkünlük, hırçınlık ve benzerleri ile yanyana getirirler. Gençlerin tedavisi(!) amacıyla ‘psikiyatri’ adıyla tıp alanı açıp, ergenlik danışmanları yetiştirirler. Bizim tarihimiz ise bunları kabul etmez. Onların gençlerde olumsuz dediği ne varsa, tarih onunla başarıya ulaşmış gençlerin kıssalarıyla doludur. Ne zaman fedakarlık, adanmışlık, hizmete ihtiyaç duyulmuşsa gençler en önde yer almıştır. Rasûller havari ve ashabını, mücedditler yarenlerini hep onlardan seçmiştir.
Bu örnekleri gözünün önüne koymalı ve düşünmelisin! Ben neredeyim? İslam tarihinin anlattığı yerde mi, yoksa günümüzün felaket tellallarının anlattıkları yerde mi?
İslam tarihini ihya eden gençlerdeki tüm özellikler sende de mevcuttur. Heyecan, güç, cesaret, merak ve atılganlık. Mühim olan bunları nerede kullandığın ve neyi dert edindiğindir.
Sen de merakını hayır ve ilimde kullanıp bir İbni Abbas radıyallahu anh olabilirsin. Ya da merakını dediler-denildi (kil-u kal), dedikodu, çağın hümeze ve lümeze erbabının haberlerine yönlendirebilirsin. Tercih ve tercihine uygun amel sana kalmıştır.
Ya da Ali ve Mus’ab radıyallahu anhuma gibi gençliğin atılganlığını hayra kullanabilir, bu çağda onların modeli olabilirsin. Veya atılganlığını anlayıp-anlamadığın her meseleye dalarak gösterebilir ve bu gayede hezimete uğrayabilir, hayata dair şevkini kırabilirsin.
Sen de Zübeyr radıyallahu anh gibi dinini dert edinerek, onun için hazırlık yapıp yola koyulabilirsin. Ya da sokak kavgaları, ağız dalaşlarıyla gençliğini geçirebilirsin.
Usame b. Zeyd radıyallahu anh gibi on sekizinde, içinde Ebubekirler, Ömerler, Halid b. Velidler, Aliler olan bir orduya kumandanlık da yapabilirsin; mahalle takımına kaptanlık veya çete de yönetebilirsin. Tercih senin!
Hayallerin, dertlerin, olmak istediğin nedir?
Bil ki bu gençliği Allah’a subhanehu ve teâlâ adayıp, onu ebedi gençliğe çevirmek de, onu dünyası ve ahireti hüsranla neticelenen bir hayat eylemek de senin elindedir.
Bunlar her isteyenin, azim ve tevekkülle elde edebileceği örneklerdir. Sen bu örnekleri tefekkür et, bir sonraki yazıda, ‘Nelere dikkat edilirse gençlik Allah’a adanır’ konusunu işleyelim. Rabbim bizleri gençliğin heyecan, güç, cesaret, atılganlık ve hırçınlığını O’nun rızasına yönlendiren yiğitlerden eylesin.
Selam ve dua ile Ebu Hanzala
İlk Yorumu Sen Yap