Müminin Aile Yuvası, Cennetin Dünya “Şube”si
Aile mefhumu günümüzde birçok kesim tarafından genellikle aşınma, çözülme, gerileme ve dağılma bağlamında ele alınıyor. Ailenin topluma sürdürülebilir güç, kalite ve değer katan fonksiyonuyla mutlak surette muhafazasının zarureti, fıtrat ve inanç değerleri sağlam her insanın nazarında tartışmasızdır. Dolayısıyla aileye yönelik en basit bir aşınmayı dahi kabul edilemez olarak görmek fıtri ve imani bir duruştur.
Aile, insan yetiştirmenin ilk ve en sağlıklı kurumudur. Aileyi hedef alan organize ihmaller, tehditler ve saldırılar karşısındaki aymazlık, doğal olarak toplumun istikbaline yönelik kaygıları ve korkuları harekete geçirmektedir.
Aile kurumu; devasa bir binanın temeli ve beton kalitesini belirleyen çimento gibidir. Zemini sağlam olmayan bir bina ve kalitesiz betonla inşa edilmiş bir yapı zamanla yahut en ufak bir sarsıntıyla nasıl tuzla buz oluyorsa sağlıklı aile yapısına dayanmayan toplumlar da benzer bir akıbete mahkûm olur.
İdeal aile düzeni için nasıl bir aile modeline ihtiyacımız vardır veya örnek aile modelimiz kimdir? Kitaplarının bibliyografya/kaynakça sayfalarında referans olarak Batılı yazarların eserlerini sıralayan pedagoglar mı? Yaşanarak, gözlenerek ve taklit yoluyla elde edilen bilgi ve pratik mi? Yoksa hayatın her alanında örnek almamız gereken Allah Resûlü’nün (sav) yüksek ahlakıyla ziynetlenmiş aile pratiği mi?
Aile; muvahhid olsun veya olmasın aslında her bir ferdi koruyan, kollayan, yetiştiren ve geliştiren sağlam bir koruma ve korunma alanıdır. Aile içinde içselleştirilerek öğrenilebilecek ahlak, iffet, hürmet, sıla-i rahim ve vefa gibi değerler, günümüzde özellikle de inanç ve amelde tevhid ve sünnetten uzak, ilgisiz veya hasım kesimler tarafından önemsenmesi gereksiz hassasiyetler zinciri olarak görülür olmuştur.
Günümüz iletişim çağında dış uyaranlar, tehditler ve saldırılar karşısında açık bir hedef olan ailenin korunması; Müslimler başta olmak üzere insanlığın istikbalini önemseyen herkesin mesuliyetidir. Aile yuvası nimetini kaybedenler ile bu nimetten mahrum kalanlar bu emsalsiz nimetin ne denli azim ve mühim olduğunu daha iyi anlayabilmektedir.
Aile Hukuku/Ahlakı
Hiç şüphe yok ki aile kurumu her yönüyle binlerce yıllık insanlık tarihinin bütün devirlerinde toplumlar içerisinde mühim ve seçkin bir konuma sahip olmuştur. İnsanlık tarihinin ilk ailesi, insanlığın ilk ebeveyni Âdem (as) ve eşinden oluşmuştur. Aile kurumu sadece İslam’da değil, diğer dinlerde, öğretilerde ve milletlerde de seçkin ve mühim konumunu genel olarak korumuştur.
Salih bir erkek ve saliha bir hanım ile çocuklarının oluşturduğu yuva, âdeta cennetin dünya hayatındaki şubesidir. Nikâh ile temeli atılıp sevgiyle yoğrularak merhametle sıvanmış böyle bir yuva gerçek anlamda bir saadethanedir. Böyle bir yuva bilhassa şirk karanlığının giderek yaygınlaştığı çağımızda nur saçan bir kandil gibidir.
İyi örneklerin her geçen gün azalıyor olması endişe verici olsa da erkek ve kadının en başta evlilik müessesesinin hukukunu ve ahlakını öğrenmeden adım atmaları, eşlerden her birinin ailesinin kendilerine doğru rehberlik yapamamaları, başta sosyal medya olmak üzere aile yuvasını temelden sarsan yayınlar ve haricî tahrip unsurları aile birliğini zayıflatıcı ve yıkıcı en önemli sebeplerdir.
Evlilik yoluyla temeli atılan aile kurumu insan neslinin devamının vesilesidir. Aynı zamanda insanlığın tevhid üzere huzur, barış ve saadet ikliminde yaşaması için de oldukça önemlidir. Bir kavmin sırat-ı mustakim/dosdoğru yol üzere olması; yüksek bir medeniyet seviyesi, aralarında manevi değerler ile ahlaki meziyetlerin egemen oluşu, iç barışın tesisi ve adaletin hâkim olması gibi hususlarla beraber aile kurumunun sağlıklı ve güçlü olmasıyla anlaşılır. Zira aile her ülkede ve her millet içerisinde o toplumun aynası gibidir.
Doğrusu evlilik, nimetleriyle ve zorluklarıyla ahiret hayatına uzanan bir yoldur. Bu yolu hakkını vererek yürüyebilmek için aile hukukunun ve ahlakının eşlerden her birisi tarafından iyi öğrenilmesi gerekir.
Dünyadaki canlı varlıklar içerisinde ihtiyaçlarını kendisi karşılayabilecek ve hayatını idame ettirebilecek seviyeye gelene kadar bakım, korunma ve bir beşer olarak sosyal fonksiyonlarını yerine getirme süreci en uzun olan canlı türü insandır.
Aile, insan karakterinin ve sosyal fonksiyonlarının oluşup olgunlaşmaya başladığı ilk ve en önemli okuldur. Yıllarca devam eden bu eğitim ve olgunlaşma sürecinin sonunda insan sosyal hayata donanımlı bir şekilde katılır. Aile, her milleti yeni kuşaklarıyla huzur, barış ve refah dolu aydınlık yarınlara ulaşmasını mümkün kılan katalizör bir güç gibidir.
Hayatta başarılı olan veya insanlık âleminin başına bela olmuş nice insanın hikâyesi bir ailede başlamıştır. İnsanlık tarihinde hidayet önderi peygamberler (as) her zaman ailenin öneminin ve değerinin farkında olmuş ve bu bilinci en güzel bir şekilde uygulamak suretiyle sözlü ve fiilî olarak insanlara tavsiye etmişlerdir. Öyleyse iki hususun öncelikle ele alınması gerekmektedir. Bunlardan ilki, müminlerin aile tasavvuru, ikincisi de ideal ailede her bir ferdin üzerine düşen haklar, görevler ve sorumluluklar meselesidir.
İslam Nasıl Bir Aile Tasavvuru Öngörür?
İslam’da aile, toplumun/ümmetin temel taşı ve dünya hayatının dengeleyicisidir. Kişinin ayakta kalabilmesinin en önemli unsurlarından birisidir. Sevincin paylaşıldıkça çoğaldığı ve ağır yükler ile sıkıntıların paylaşıldıkça hafiflediği saadet yuvasıdır. Aile yuvasında insan için cidden ağır bir yük olan kulluk vazifesi muavenet ve paylaşımla kolaylaşır. Aile yuvası huzur, saadet ve sekineti temin eder. Aile yuvası dışarıdan gelebilecek her türlü saldırılara karşı bir korunma kalkanıdır. Aile yuvası mümin yüreklerde en büyük hasret olan cennetin dünya hayatındaki tadımlık bir sevinç efiltisidir.
İnsan, fıtrat itibarıyla iki yönlü bir yaradılışa sahiptir. Ruhi, kalbî ve zihinsel aktiviteler ile bedensel olarak ortaya koyduğu pratik şeklinde özetlenebilir bu yapı. Mesela insan inanmak, düşünmek, iç değerlendirme ve muhasebe yapmak, bilinç süzgecinden geçirmek ve tüm bunların neticesinde kendisi için iyi olduğunu düşündüğü kararı verip iradesini ortaya koymakla ilk aşamayı tamamlamış olur. Bu aşamadan sonra ikinci aşamaya geçer ve fiilî olarak iş ve amellerde bulunur.
İslam, insanın bu her iki yönüne de doğrudan ve istikamet belirleyici nitelikte müdahalede bulunur. Fert, aile, toplum, uluslararası münasebetler ve hatta doğadaki diğer canlı cansız varlıklarla ilişkilerde de İslam, insanın mutlak manada yararına olan ıslah edici/yapıcı müdahalelerde bulunarak mümine tüm bu hususlarda doğru ve sağlıklı bir bakış açısı kazandırır.
İnsanı düşünüp akletmeye teşvik eder ve bunu yaparken apaçık aydınlık yolu göstererek temel prensipler belirler. Daha sonraki aşamada iş ve amellerle ilgili olarak da birtakım esaslar tespit ederek genel bir çerçeve çizer. Her hâlükarda bu iki aşamanın da, yani hem düşünüş ve tasavvurunun hem de işinin ve amelinin İslam’a uygun olması gerekir.
Müslim de olsa bir kimsenin zihninde mükemmel bir örnek olarak idealize ettiği aile tasavvuru, eğer İslam’ın öğrettiği, gösterdiği ve model olarak takdim ettiği aile tasavvuruna uygun değilse ne kadar çabalasa da amaçladığı huzuru, sükûneti ve saadeti bulamayacaktır. Çünkü düşünüşte ve tasavvurda aslolanı, yani İslam’ın öngördüğü ideal modeli devre dışı bırakmıştır.
İslam’ın Aile Tasavvurunda Eşlerin Hak ve Sorumluluklarına Dair
İslam bizlere aile kurumunun dünya hayatında muazzam bir nimet olduğunu öğretmektedir. Fıtratı bozulmamış ve aklıselim hiçbir fert aile kurumu hakkında olumsuz ve yıkıcı fikirlere sempatiyle bakamaz. Aileyi oluşturan asıl unsurlar olan erkek ve kadının her biri, üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları bir angarya olarak göremez, görmemelidir de.
Mesela erkek, aile kurumunu korumak, maddi ihtiyaçlarını temin etmek, aile bütünlüğünü sürdürmek ve çocuklarının İslam terbiyesiyle yetiştirilmesinden sorumludur. Çocukların İslam terbiyesi üzerine yetiştirilmeleri hususunda kadına da çok iş düşmekle beraber kadın ve erkek eşit sorumluluğa sahiptir.
İslam’ın seçkin ve saygın bir konuma yükselttiği kadın ise yaradılışı itibarıyla bazı görevler yüklenir. Ailenin soy olarak devamlılığını sağlayan çocuğun doğumdan önce anne karnında taşınması, doğumu, bakımı ve yetiştirilmesi kadın için ayrıca büyük bir ecir ve onur vesilesidir. Kadının yüklendiği işler arasında evin düzeni ile aile huzuru ve saadetinin sürekliliğini sağlamada üzerine düşen diğer görevler de vardır.
Erkek ya da kadın, fıtri olarak hazırlanıp yeteneklerle donatılmış oldukları bu vazifeleri ifa ederlerken bunu asla bir yük olarak görmezler. Tabii olan da budur. Bunun aksi bir tutum ve tavır fıtrata ve selim akla da aykırıdır. Böyle bir şey esasen küfran-ı nimettir, nankörlüktür.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Kendilerinde sükûnet bulup (huzura kavuşasınız diye) sizin için nefislerinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.”[1]
Şüphesiz ki Yüce Allah’ın, kullarına bağışladığı sayısız nimetleri vardır ki hepsini saymak isteyen sayamaz. Kur’ân-ı Kerim bu hakikati şöyle dile getirir:
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟
“Şayet Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, O’nun nimetlerini saymakla bitiremezsiniz. Şüphesiz ki insan, çokça zulmeden ve pek nankör bir varlıktır.”[2]
Yaşadığımız her ân, Allah’ın (cc) nimetlerinden istifade ediyoruz. Görmek, işitmek, konuşmak nefes alıp veriyor olmak… Aynı ânda birçok nimetlerinden yararlanıyorken insanların büyük çoğunluğu, ancak bu nimetlerden mahrum kaldığında önem ve değerinin farkına varabilmektedir.
Evlilikle temeli atılan aile yuvası da böylesi büyük nimetlerdendir. Bu nimetin değerinin farkında olan insanlar, Allah’ın bu nimetini itiraf ve çokça şükürle beraber tefekkür ederler. Allah’ın nimetlerine çokça şükreden mümin bilir ki, Allah (cc) şükreden kulu üzerindeki nimetlerini daimî kılacak ve arttıracaktır.
Allah’ın nimetleri karşısında gaflet hâlinde olanlar ve küfran-ı nimette bulunanların bu durumu ise kendilerini kesin bir zarara uğratacaktır. Gafil, nankör ve hatta asi ve kâfir olanların nimetlendirilmesi Allah’ın (cc) Er-Rahmân sıfatının “Bütün mahlukatın rızıklarını, geçimlerini ve maişetlerini” sağlamaya sebep olan sonsuz merhametinin bir gereğidir, ki Allah’ın bu sıfatı müminlere de gafillere de salihlere de mücrimlere de şamildir.
Şükür, mümin ve salihlere; gaflet ve nankörlük de salih olmayıp küfran-ı nimette bulunanlara has özelliklerdir.
“Aile Makaleleri” adıyla aile konulu yazılara sonraki sayılarda da devam edeceğiz, inşallah. Allahu Teâla’dan aile yuvalarımızı gerçek anlamda cennetin dünya hayatındaki “şube”lerinden kılmasını ve ahirette de tamamına erdirmesini niyaz ediyoruz.
[1]. 30/Rûm, 21
[2]. bk. 14/İbrâhîm, 34
İlk Yorumu Sen Yap