Müzzemmil Suresi

 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, Onun Rasûlü’ne olsun.

Risaletin ilk zamanlarında Allah Rasûlü’ne vahyolunan ayetler üzerinden bazı dersler çıkartmaya başlamıştık. Geçen yazılarımızda Alak ve Müddessir Surelerinin ilk ayetlerini, bu ayetler ile Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem ve ondan sonra onun yolunu takip edeceklerin yol haritasının nasıl çizildiğini görmüştük. Özellikle Müddessir Suresi, davetin içeriği ve davetçinin vasıfları hususunda bize mühim dersler vermişti.

Allah subhanehu ve teala nasip ederse bu yazımızda da Müzzemmil Suresi’nin üzerinde duracak ve bazı hususlara değinmeye çalışacağız.

“Ey örtünüp bürünen (Peygamber)! Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt.” (73/Müzzemmil, 1-2)

Allah’ın, evine kapanmış, şaşkın ve sıkıntılı bir hâlde olan Peygamberine sallallahu aleyhi ve sellem hitabının bir benzerini Müddessir Suresi’nde de görmüştük. Onun sallallahu aleyhi ve sellem hâlinden haberdar olduğunu habibine hissettiren ve ona kızgın olmadığını Peygamber’in bulunduğu hâl ile hitap ederek belirten Allah subhanehu ve teala, nasıl bir Peygamber istediğini de hemen sonrasında belirtmiştir:

Ayağa kalkan bir Peygamber!

Evet! Allah subhanehu ve teala oturan, gizlenen, saklanan, pısırık, inandığını söylemekten çekinen bir Peygamber istemiyor. Ayağa kalkan, kalkınca da beraberinde dünyayı ayağa kaldıracak bir Peygamber istiyor. En ufak sıkıntıyı, karışıklığı, belirsizliği dahi aylarca bazen senelerce ortalıktan kaybolmaya sebep sayan bir Peygamber; doğal olarak da bir ümmet istemiyor.

Ayağa kalkmanın ve Allah’ın rızasına uygun bir şekilde daveti insanlara ulaştırmanın asıl faydası aslında kişiyedir. Allah subhanehu ve teala, dinini yüceltmede kimseye ihtiyaç duymaz. Fakat mümin kul, nefes almaya ihtiyaç duyduğu kadar ‘ayağa kalkmaya’ da ihtiyaç duyar. Çünkü Allah’ın subhanehu ve teala dinini yeryüzünde ikame etmeye çalışanlara lazım olan birçok şey bu kıyama bağlanmıştır.

Mesela; Nuh aleyhisselam kavmine dokuz yüz elli sene boyunca davet yapmış ve tebliği sırasındaki hâlini şu şekilde özetlemiştir:

“Andolsun, biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi.” (29/Ankebut, 14)

“Nûh, şöyle dedi: ‘Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı. Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler. Sonra ben onları açık açık davet ettim. Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.’ ” (71/Nuh, 5-9)

Risalet yıllarını bize bu ayetler ile tanıtan Nuh’un aleyhisselam hayatını biz de şu sözler ile özetleyebiliriz:

‘Ayağa kalkmış ve hiç oturmamış!’

İşte bu yaşantı denizinin olmadığı bir memlekette Peygamber’ini ve ona tabi olanları gemi ile kurtarmaya ve Nuh’un aleyhisselam şu duasına icabet edilmesine vesile olmuştur:

“Nûh, şöyle dedi: ‘Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler. Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.’ ” (71/Nuh, 26-28)

“Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar.” (71/Nuh, 25)

Aynı şeyi İsa’nın aleyhisselam davetini tekrardan canlandırmaya çalışan bir grup gencin kıssasında da görmekteyiz. Onlar inandıklarını gizli gizli yaşama aşamasından, daveti insanlara ulaştırma evresine geçtikleri anda Allah’ın subhanehu ve teala yardımı peş peşe gelmeye başladı.

“Kalkıp da, ‘Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan başka ilahlar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?’ dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.” (18/Kehf, 14-15)

Onlar, zamanlarının tağutuna hakkı haykırmak için ayağa kalktıkları anda Allah subhanehu ve teala hemen kalplerini sağlamlaştırdı. Kalplerindeki o sürur, sebat nedeni ile korkmadan batılı izale etmek için uğraştılar. Ama bu kalp mutmainliği, hiçbir şey yapmıyor iken değil; ayağa kalktıklarında, harekete geçtiklerinde gerçekleşti.

Bu gençler kavimlerinin ilahlarını ve onlara tapanları terk edince de yardımlar peşi sıra gelmeyi sürdürdü. Çünkü itikadın hakiki manada kemale erebilmesi için gerekli olan şeylerden biri olan müşrikleri ve onların ilahlarını terk etmek de kıyamın bir parçasıdır ve insanoğluna en ağır gelen meselelerden olduğu için mükafatı da büyüktür.

Özellikle akrabalık, iş, arkadaşlık, komşuluk gibi bağlar ile bağlı olduğu tanıdıkları terk etmek ve hiç tanımadığı, sadece iman bağı ile bağlı olduğu kişiler ile kardeş olmak kolay değildir. O yüzden ayetlerde ilahlardan önce müşriklerden beri olmak zikredilmiştir.

Allah subhanehu ve teala, dostu ve Peygamberi’ne sallallahu aleyhi ve sellem örnek olarak gösterdiği İbrahim’in aleyhisselam dilinden bize bu durumu bildirmiştir:

“İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, ‘Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ sözü başka. Onlar şöyle dediler: ‘Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.’ ” (60/Mümtehine, 4)

İşte bu zor amel ancak Allah’ın subhanehu ve teala rahmeti ve kolay kılması ile gerçekleştirilebilir. Tüm bu saydıklarımız ise yine adım atmaya bağlanmıştır:

“(İçlerinden biri şöyle dedi:) ‘Madem ki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.’ ” (18/Kehf, 16)

Burada verdiğimiz örneklerdeki özel yardımların dışında, Allah’a subhanehu ve teala yakın olmak gibi her müminin ihtiyacı olan durumlar da harekete geçmeye bağlanmıştır:

“Ben kulumum zannı üzereyim. Benim hakkımda dilediğini zannetsin. Hangi kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım. Kim bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşar adım gelirim.”

Bu ve benzeri tüm örneklerden anlaşılan odur ki: Allah’ın subhanehu ve teala istediği ve yardımını vadettiği Müslüman, ayağa kalkan ve son nefesine kadar dava için koşturandır. Bütün peygamberlerin kıssaları ve onların hayırlı takipçilerinin hayatları bu gerçeğe işaret etmektedir.

Acı olan şudur ki; bu peygamberlere iman ettiğini söyleyen, Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem ve O’nun ashabını örnek aldığını iddia eden ama yere çakılı vaziyette duran bir toplulukla karşı karşıyayız.

Daha ilk inen surelerde “Kalk!” emrine muhatap olan Peygamber’i sallallahu aleyhi ve sellem model aldıklarını söyleyenler, İslami şiarların hiçbirini üzerlerinde taşımayıp sadece kendi küçük dünyalarında yaşadıkları din ile o Peygamber’e tabi olduklarını iddia etmektedirler ve sonuç itibari ile Allah’ın subhanehu ve teala yardımı gelmediği için ellerindeki tek nimet olan hidayeti de bir süre sonra kaybetmektedirler.

Siyer ile ilgili belki de insanların yanlışa düştükleri en ciddi nokta ‘gizli davet’ dönemi ile alakalı bilgilerdir. Arkasına saklandıkları tarihi bazı olguların onların nefislerinin hoşuna giden ve şeytanın onlara ilham ettiği bazı şeyler olduğunu çok iyi bilmektedirler.

“İnsan kendi nefsini iyi bilendir. Her ne kadar bahaneler ileri sürse de!” (75/Kıyamet, 14-15)

Hem Müslüman olarak adlandırılmak hem de rahat bir yaşam sürdürmek sünnetullaha aykırıdır. Bu topluluğun amellerine kalkan yaptıkları ‘Gizli davet’ diye bir dönem hiçbir zaman çıkmamıştır. Daha ilk inen ayetlerde “Kalk ve uyar!” deniliyor iken bu nasıl mümkün olabilir ki? Sadece zayıflıklarından dolayı işkence görmekten endişe eden bazı sahabeler imanlarını gizlemişlerdir ki, bunu da üç yıl gibi bir zaman ile sınırlandırmak mümkün değildir. Mekke döneminin ileri zamanlarında dahi bazı Müslümanların inançlarını gizledikleri tarihi bir gerçektir.

Bu taifenin yanında, harekete geçen fakat ürkek kuş misali dünyanın başka bir ucundaki kıpırdanmayı dahi kendi çalışmalarına bir uyarı gören ve hemen kepenk indiren Müslümanlar da bulunmakta. Birkaç mevsim ortalıkta görünmeyip sonra tekrardan çalışmaya başlayan, bela ve musibetin kendilerine uğramamış olmasını övünç kaynağı olarak gören ve bunun reklamını yapanlar, acaba Kur’an kıssalarını hiç açıp bakmazlar mı?

Bu anlayış, bütün peygamberler ve onların tabiilerini ‘Tedbirsizlik’ damgası ile damgalamayı, ‘Kanı kaynayan bir grup genç’ yaftası vurmayı gerektirmeyecek mi?

Allah’ın dinini her ortam ve şartta açıktan haykırmayı ‘Müslümanları ifşa etmek’ diye adlandıranlar acaba peygamberlerin takipçilerini birer yeraltı üyesi mi zannediyorlar?

Hayır! Gerçek şudur ki; ne peygamberler ne de onlardan sonra gelen hayırlı nesiller, hakkı haykırma hususunda ayağa kalkmaktan çekinmişler ve ecel onlara ulaşıncaya kadar da duraksamamışlardır. Peygamber tarihi ile sabittir ki, bu kıyamlar sonucunda ortaya çıkan her bela ve musibet, müminleri birbirine daha sıkı kenetlemiş, daveti bir aşama daha ileri taşımış, amelleri bereketlendirmiştir.

Allah’tan subhanehu ve teala her daim af ve afiyet ister imtihan anında kalbimize sekinet, ayaklarımıza sebat vermesini dileriz.

Hem kendimize hem de kardeşlerimize nasihat olması temennisi ile şu hadisi hatırlatmayı bir borç biliriz:

İbn Abbas radıyallahu anh anlatıyor:

“Ben Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem terkisinde idim. Bana şöyle dedi:

— Ey çocuk! Sana bazı kelimeler öğreteceğim. Onları hıfzet. Allah’ı koru ki her yöneldiğin yerde Allah’ı bulasın. İstediğinde Allah’tan iste. Yardım talep ettiğinde Allah’tan talep et. Bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için bir araya gelse Allah’ın yazdığından başka bir fayda sana veremezler. Ve bil ki bütün insanlar sana zarar vermek için bir araya gelse Allah’ın senin aleyhine yazdığının dışında sana bir zarar veremezler. (Çünkü)Kalemler kaldırılmış, sayfalar tükenmiştir.” ( Tirmizi)

“Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku. Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz, Şüphesiz gece ibadetinin etkisi daha fazla, (bu ibadetteki) sözler (Kur’an ve dua okuyuşlar) ise daha düzgün ve açıktır.” (73/Müzzemmil, 2-6)

Ayağa kalkmak, hakkı insanlara ulaştırmak, karanlıkları onun nuruyla aydınlatmak kolay bir iş değildir. Bu yolda karşılaşılan zorluklar nedeni ile peygamberler dahi sıkıntıya düşmüşler. Bizzat koruması altında oldukları Rabbleri tarafından teskin edildikten sonra kendilerini toparlayabilmişlerdir.

Bu davetin özü Kur’an’dır. Kur’an’ın hakikatlerini insanlara ulaştırmaktır. Allah subhanehu ve teala ise bu Kur’an için “Ağır bir yük” tanımlaması yapmaktadır. Kur’an’ın başka yerlerinde de bu manayı pekiştirici buyruklar vahyolunmuştur.

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (33/Ahzab, 72-73)

“Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (59/Haşr, 21)

Ayetin sonundaki vurgu aklımızda bazı şeyleri canlandırmaktadır. Kur’an’ın ağır bir yük olduğunu, hakkı haykırmanın kolay olmadığını anlatan ayetlerden sonraki düşünme emri neye işarettir?

Evet! Düşünmemiz gereken en temel mesele, elimizi altına sokmakla yükümlü olduğumuz bu taşı kaldırabilmemiz için ne yapmamız gerektiğidir.

Allah subhanehu ve teala rahmetinin bir tecellisi olarak peygamberlik görevinin hemen daha başında formülü bize vermiş ve çıkış yolu göstermiştir.

Ağır yükü kaldırmanın en kestirme yolu Allah’ın subhanehu ve teala emri, Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem sünneti, salihlerin en önemli azığı olan gece namazında yarışmaktır. Bu, o kadar mühim ve gerekli bir ameldir ki, Allah subhanehu ve teala ilk zamanlarda gece kıyamını tüm Müslümanlar üzerine farz kılmıştır. Sonrasında da yine bu surenin son ayetini indirerek bu farziyeti düşürmüştür.

“(Ey Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.) Artık, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz. Allah’tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (73/Müzzemmil, 20)

Öyleyse her Müslüman, gündüz gerçekleştireceği kıyamın kalitesini, geceleri Rabbinin huzurundaki kıyamın kalitesine göre şekilleneceğini bilmelidir.

Müslümanların arasında maalesef şu durumla karşılaşılmaktadır: Allah’ın yardımı ve dilemesi ile hakkı haykıran bazı kişiler ya da yapıları gören Müslümanın kalbi harekete geçmekte, duyguları kabarmaktadır ve bu ruh hâli onu amele sevk etmektedir. Ancak bu kardeş ağır yükü kaldırmanın, “Kalk!” emrinin öncesinde ve beraberinde yapılması gereken hazırlığı yapmadığı için ilk zorluk onu yerine temelli oturtmakta, ümitsizliğe sevk etmektedir. Kendisinden kat kat daha ağır olan bir ağırlığı kaldıran halterciyi görüp de aynı fiili yapmaya çalışan sıradan bir vatandaşın karşılaşacağı bir son gibi.

 O yüzden Müslümanın belini kıracak hareketlerden kaçınması ve her şeyi usulüne göre yapması gerekir. Hakkı insanlara ulaştırırken güç depolamanın en güzel yolu ise, Allah’ın subhanehu ve teala Rasûlü’ne tavsiye ettiği yoldur; o da gece namazıdır.

Gece namazını bu kadar kritik hâle getiren en önemli nokta ise, ibadetin gerçekleştirildiği vakittir. Gecenin karanlığında insanların uykuda olduğu fakat kainatın kulluğu bırakmadığı vakitte, Allah’ın subhanehu ve teala huzurunda durmak mümin kul için müthiş bir doping, bitmek bilmeyen bir kaynağın anahtarıdır. Özellikle Müslüman tüm kainatın Allah’ı kesintisiz bir şekilde tesbih ettiğini, kulluklarına asla ara vermediklerini haber veren o ayetleri okuyunca, gecenin o tenha vakitlerinde kıyamda duranın sadece kendisi olmadığını anlayacaktır. Yer ve gökteki küçük-büyük her şeyin bu düzen içerisinde Allah’a yöneldiklerini gören mümin, bu bilinçle gündüz olunca Allah’ın dinini haykırmaktan asla geri durmayacak, hiçbir şeyden çekinmeyecektir.

“Andolsun, Davud’a tarafımızdan bir lütuf verdik. “Ey dağlar! Kuşların eşliğinde onunla birlikte tespih edin” dedik ve “(Bütün vücudu örtecek) zırhlar yap, işçilikte de ölçüyü tuttur” diye demiri ona yumuşattık. “Salih amel işleyin. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görürüm” diye vahyettik.” (34/Sebe, 10-11)

“Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.” (24/Nur, 41)

“Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” (22/Hac, 18)

“Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvûd ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik.” (21/Enbiya, 79)

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.” (17/İsra, 44)

“Gök gürlemesi O’na hamd ederek tespih eder. Melekler de O’nun korkusundan tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.” (13/Rad, 13)

Tabii ki kulluğumuzu gün içerisinde hakkıyla yerine getirmek için gecenin ilerleyen saatlerinde kıyamda durmak yeterli değildir. Ayettte belirtildiği üzere bu kıyamı Kur’an ile süslemek gerekir. Yalnız burada üzerinde özellikle durulan bir kavram olduğunu görüyoruz. O da “Tertil” üzere okumaktır. Demek ki sıradan bir okuma hedeflenen faydayı sağlamayacaktır. Allah birçok ayetinde kendi kitabının sıfatlarını zikretmiştir.

“Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.” (17/İsra, 15)

“Elif Lâm Râ. Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin hâline.” (14/İbrahim, 1-2)

“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.” (10/Yunus, 57)

Ayetlerde de gördüğümüz gibi bu kitap en doğru yola ileten, karanlıklardan aydınlığa çıkartan ve rahmet kapılarını aralayandır. Ancak bu sıfatları ve Müzzemmil Suresi’ndeki “Ağır yükü kaldırtma” vasfını bir kenara koyup, günümüzde Kur’an okuyanlara baktığımızda, bu vasıfların insanlar üzerinde tecelli etmediğini görmekteyiz. Bunun elbette birçok nedeni vardır. Açıklamaya çalıştığımız ayetlerde dikkat çekilen sebep ise “Tertil” üzerine okumamaktır. Tertil üzere okumak; ağır ağır, manalarını düşünerek, rahmet-azap ayetlerine uygun duaları, o ayetlere peşi sıra ekleyerek okumaktır.

Abdullah bin Mesud radıyallahu anh şöyle der: ‘Kur’an’ı şiir okur gibi okumayın. Onun acayip ayetlerinde durunuz, onunla kalplerinizi harekete geçiriniz, düşünceniz bir an önce surenin sonuna ulaşmak olmasın.’ ( İbn Ebi Şeybe) ( Daha ayrıntılı bilgi için “Allah’a Adanmış Gençlikler” kitabının ilgili bölümünden faydalanılabilir.)

Hem Kur’an’dan hem de gece namazından hakkıyla istifade edebilmek için dikkat edilmesi gereken başka edepler de vardır. Konumuz olmadığı için tertil meselesini vurgulamakla yetiniyoruz.

“Çünkü gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır.” (73/Müzzemmil, 7)

Allah subhanehu ve teala Peygamber’ine ve onun nezdinde tüm Müslümanlara gece namazı emrinin illetini bu ayet ile açıklıyor. İnsanoğlunun hem dünyada yaşayıp hem de kendini sadece ibadete adaması pek mümkün değildir. Kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gündüzleyin meşgul olacağı muhakkaktır.

Allah subhanehu ve teala da bu durumu tasdik ediyor ve gündüzün meşguliyetinin “Ağır yükü” kaldırmayı sağlayacak ibadetleri yapmaya engel olacağını belirtiyor. Bu aynı zamanda birçok Müslümanın da ileri sürdüğü temel bir bahanedir. Ama Allah’ın bunu tasdik etmesi ile Müslümanların hakkıyla ibadet etmemeye bahane göstermeleri arasında önemli bir fark vardır. Allah subhanehu ve teala bu durumun alternatifi olarak gece namazını göstermektedir. Müslümanlar ise böyle bir ibadeti seneden seneye ancak Ramazan aylarına sıkıştırmaktadırlar. Burada asıl üzücü olan şey ise, gündüzünü Allah’ın dinine hizmet etmek için harcadığını iddia eden, bu yüzden ibadetlerini tam yapamadığını söyleyen Müslümanın gece ibadetinden gafil olmasıdır. Maalesef bu, hepimizin içine düştüğü bir hâldir. Dünya tarihinde Allah’ın dinine hizmet etmek için çabalayan ama O’nun yardımına mazhar olacağı asıl vakitlerin kıymetini bilmeyen başka bir topluluk yoktur.

Rabbim bizleri hazırlıkları tamamladıktan sonra hakkı ikame etmek için ayağa kalkan, omuzlarındaki yükün ağırlığını bilen ve ezilmemek için Allah ve Rasûlü’nün yoluna tabi olan kullarından eylesin.

Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver