Allah’ın Adıyla…
Bizleri İslam’a hidayet edip, Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem ümmet kılan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam; önderimiz ve bizlere nefislerimizden daha evla olan Rasûlullah’a, pak ailesine ve seçkin ashabının üzerine olsun.
Bir önceki yazımızda Allah Rasûlü’nün Peygamberliğine şahitlik etmenin dört hususu gerektirdiğini söylemiştik:
1. Haber verdiklerinde onu sallallahu aleyhi ve sellem tasdik etmek
2. Emrettiklerinde ona sallallahu aleyhi ve sellem itaat etmek
3. Nehyettiklerinden kaçınmak
4. Allah’a yalnız onun sallallahu aleyhi ve sellem gösterdiği şekilde itaat etmek.
Geçen iki aylık sürede, Allah’ın izin verdiği kadarıyla; bidatlerin iptal edilmesindeki usuller ve bidatlerin ortaya çıkış nedenlerini zikrettik. Bu yazımızda ise bidatlerin zararları üzerinde duracağız.
Bidatin Zararları
Allah’ın yasakladığı her şeyde, kulların dini ve dünyası için zararlar olduğu ve yasakların, bu zararları kullardan defetmek için vazedildiğini biliyoruz. Bidat de kişinin dini ve dünyasına, topluma ve ferde birtakım zararlar verdiğinden dinimiz şiddetle sakındırmış, bidate ve ehline tavır alınmasını istemiştir. Şeriatın nas kılması ve İslam ulemasının istinbatıyla, bidatin zararları şu şekilde zikredilebilir:
1. Bidat Sahibinin Ameli Allah Katında Reddedilir
Bidatçi; ister itikadi isterse amelî olsun, dinde uydurduğu bidatle Allah’a daha fazla yakınlaşmayı murat eder. Allah subhanehu ve teâlâ ise onu, kastının zıddıyla cezalandırır; amelini kabul etmez ve onu kendi mukaddes zatından ve rızasından uzaklaştırır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hadisinde şöyle buyurdu:
“Kimin yaptığı amel, bizim yolumuz üzere (meşru kıldığımız ve yaptığımız şekilde) olmazsa onun ameli reddedilir.” (Müslim, 17-18)
“Kim dinimizde olmayan bir yenilik çıkarırsa, o amel reddedilir.” (Müslim, 17-18)
Bu hadislerde; dinde olmayan yenilik, iki kısma ayrılmıştır. Biri dinde aslı olmayan, sonradan ortaya çıkan yenilikler; diğeri ise aslı İslam’da olup, Allah Rasûlü’nün uygulama şekline aykırı olan yenilikler…
İki hadis dikkatle okunursa, Allah Rasûlü her ikisini de aynı kategoriye sokmuş ve reddetmiştir.
“…Kim Rabbiyle karşılaşacağı günde, ecir almayı umuyorsa, salih amel işlesin, Rabbine ibadetinde hiçbir şeyi şirk/ortak koşmasın…” (18/Kehf, 110)
İbni Kesir rahimehullah: ‘…’Salih amel yapsın!’ O, şeriata muvafık olan ameldir. ‘Hiçbir şeyi şirk koşmasın!’ Yani sadece Allah’ın rızası kastedilerek amel işlesin. Bu iki şart, amelin kabulü için gereklidir. Mutlaka amelin ihlaslı ve Rasûl’ün şeriatına uygun olması gerekir.’ (18/Kehf, 110 tefsiri)
Bidatın sair zararları görmezlikten gelinse ve sadece bu zararına dikkat edilse dahi, bidatlerin yersizliği ve sahibine verdiği zararın büyüklüğü anlaşılır. Bidat, kişinin ebedî hayatını ve uhrevi saadetini bulandıran, insanı iki hayattan en hayırlısı olan ahiret hayatının güzelliklerinden mahrum eden bir beladır.
2. Bidat, Sahibini Lanetliler Sınıfına Dahil Eder
Rabbimizin en yüce olan ve kullarının ihitiyaç duyduğu sıfatı, şüphesiz O’nun rahmetidir. Lanet ise kişinin rahmetten uzaklaştırılması ve ondan mahrum olmasıdır. Bidatçi, âlemlere rahmet olarak gelen Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem diliyle lanetlenmiştir:
“Medine, Allah tarafından haram kılınmıştır. Kim orada bir bidat çıkarırsa Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun. Allah ondan hiçbir yaptığını kabul etmesin/etmeyecektir.” (Buhari, 1734; Müslim, 2429. Hadisin orijinal metninde لا يُقْبَل منه صَرْف ولا عَدْل şeklinde geçmektedir. Yani ‘Allah ondan sarf ve adl kabul etmez’ şeklindedir. Hadisin bu kısmından tam olarak ne kastedildiği hadisi şerh eden âlimler tarafından tartışılmıştır. Kimisi tevbe ve şefaat, kimi farz ve nafile, kimi tevbe ve fidye demiştir. Allah en doğrusunu bilir. Burada kast edilen, diğer hadislerle beraber ele alındığında: amellerinin reddedileceği, insanların Allah’ın rahmeti sayesinde kabul edilen amellerinin, bidatçinin lanete uğraması nedeniyle söz konusu olmayacağıdır.)
3. Bidatçi Kıyamet Günü Havuzun Başından Döndürülecektir
“Kıyamet gününde havuz başında sizden yanıma gelenleri bekleyeceğim. Ancak bazı kimseler bana gelmekten alıkonulacaktır. Ben: ‘Ey Rabbim! Bunlar bendendir, benim ümmetimdendir’ diyececeğim. Bana şöyle denecek: ‘Onların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun/senden sonra ne yenilikler çıkardıklarını biliyor musun?’ Ben de derim: ‘Yazıklar olsun benden sonra değiştirenlere.’ ” (Buhari, 6212; Müslim, 2290.)
Bidatçiler, sonradan yenilik çıkaran, bulduğuyla yetinmeyip değiştirenler; havuza kadar başlarına gelecek olanın farkında değillerdir. Havuzun başında, Allah Rasûlü’yle karşılaştıklarında hakikati öğreneceklerdir. ‘Cezalar, amelin cinsindendir.’ Onlar ittibayla emrolundukları Nebi’nin sallallahu aleyhi ve sellem sünnetine ittiba etmemiş, dinde bidatler/yenilikler çıkarmışlardır. Allah Rasûlü’yle karşılaşma anında da bu amellerinin cezasıyla karşılaşacaklardır.
Sabahlara kadar ‘ümmetim,ümmetim’ diyerek ağlayan, kendisine verilen icabet hakkı saklı duayı, ümmeti için kıyamete erteleyen Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, bu insanlara acımayacak ve: ‘Yazıklar olsun benden sonra değiştirenlere’ diyerek tepkisini belli edecektir.
Her bidatçi, bu tehdite muhataptır. Birilerinin, değişikliklerin bazısına hasene diyerek insanları aldatması, kişiyi diniyle kumar oynamaya itmemelidir. Neredeyse bütün naslarda lafızların umumi olduğunu ve her bidatçiyi ayrım yapmaksızın kapsadığını görüyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz hadisin bazı lafızlarında: “Ashabımdan bazıları” demiştir Rasûl. Yani yenilik çıkaran, bulduğuyla yetinmeyen, Allah Rasûlü’nü görme şerefine nail olan sahabe dahi olsa; bu akıbetten müstesna değildir. Her kişinin bu noktayı baz alarak sünnete bağlılığını ve bidatlerle arasındaki mesafeyi gözden geçirmesi gerekir.
4. Her Bidat Bir Sünneti Öldürür
“Dinde bidat çıkaran hiçbir kavim yoktur ki; mutlaka Allah, onlardan benzer bir sünneti çekip almasın.” (Bu lafzı İmam Ahmed, Müsned’inde (4/105), Allah Rasûlü’nün hadisi olarak rivayet etmiştir. Aynı söz, tabiin ve selefe ait sözler olarak da nakledilmiştir. Hassan bin Sabit ve Ömer bin Abdulaziz gibi kimselere ait sözler olarak da nakledilmiştir. Racih olan; sözün hadis değil de, selefe ait bir söz olmasıdır.)
İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der:
“İnsanların bidat çıkardıkları her yıl, mutlaka bir sünnet ölür. Böylece bidatler canlanır, sünnetler yok olur.”
Buna misal olarak namazlardan sonra yapılan sesli tesbihatı verebiliriz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem namazdan sonra ashabıyla beraber toplu ve sesli tesbihat yapmaz, herkes zikirlerini münferit yapardı. Daha sonra bu sünnet değiştirildi ve toplu yapılan sesli tesbihat, uygulamaya kondu. Bu bidat; namazların en önemli sünnetlerinden olan, ‘vakit namazlarına bağlı nafile namazları evde kılma’ sünnetini öldürdü. Şöyle ki: Allah Rasûlü farz namazların dışında kılınan namazların, evde kılınmasını ister ve fiilî olarak da böyle uygulardı.
“Farz namazlar dışında, kişinin kıldığı en faziletli namaz, evinde kıldığı namazdır.” (Buhari, 698; Müslim, 781.)
Tesbihat için mescidde kalan insanlar, bu sünneti terk etmiş, namazlarının tümünü mescidde kılar olmuşlardır.
Bunun bir misali de kabirler ve mescidlerin yapım ve tezyinidir. Bu iki mekân, dünyanın içinde ahireti insanı belli bir süreliğine de olsa dünyanın cazibesinden kurtarıp, asıl yurdunu ona hatırlatan mekânlardır. Kabirlerin ve mescidlerin süslenmesinin yasaklanması, bu hikmete mebnidir.
Bundan ötürü; kabirlerin bir karıştan yükseltilmesi, üzerine isim yazılması, kireçlenip belirginleştirilmesi ve üzerine kandil asılması yasaklanmıştır.
Cabir radıyallahu anh Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem rivayet ediyor:
“O, kabirlerin kireçlenmesini, üzerine oturulmasını ve üzerine bina yapılmasını yasakladı.” (Müslim, 970)
Mescidlerin sade olması teşvik edilmiş, onu süslemenin ve süsüyle övünmenin kıyametten önce vuku bulacak münkerattan olduğu haber verilmiştir.
“İnsanlar mescidlerin süsü konusunda övünmede yarışmadıkça, kıyamet kopmaz.” (Ebu Davud, 449; İbni Mace, 739.)
“Ben mescidleri süslemekle emrolunmadım.” (Ebu Davud, 448)
Bu konuda insanların Rasûl’ün sünnetinden yüz çevirmesi, böylesi hayırlı bir sünnetin -bu mekânlarda ahireti hatırlamanın- ölmesine neden olmuş, neredeyse bu mekânların süsü ve ihtişamı insana daha fazla dünyayı hatırlatır olmuştur.
Bunun bir misali de ölülere Fatiha okuma bidatinin, bu konuda varid olan sünneti öldürmesidir.
Aişe annemiz, Allah Rasûlü’nün kabir ziyareti yapanlara şu duayı öğrettiğini nakletmiştir:
“Es selamun aleykum ey bu diyarın ehli! Allah’ın izniyle bir gün biz de sizlere katılacağız. Sizler için ve kendim için Allah’tan afiyet talep ediyorum.” (Müslim, 974-975)
Bugün Fatiha okumak, o denli yaygınlaşmıştır ki; insanların çoğu bu sünnetten haberdar dahi değildir.
5. Bidatçi Tevbeye Muvaffak Olmaz
Allah Rasûlü’nden şu hadis nakledilmiştir:
“Allah bidatçiyi tevbeden menetmiştir.” (Es-Sunne, 21; Tergib 1/59 hasen isnadla.)
Bu hadisten ne kastedildiği hususunda, ilim ehlinden farklı görüşler varid olmuştur.
Bir grup âlim, hadisin zahirini alarak: ‘Bidat ehli tevbe etmek istese dahi Allah, onlarla tevbe arasına perde koyar’ demişlerdir. Yani bidatinden tevbe etmeye muvaffak olamaz ve bu hâl üzere ölür.
Bu tefsirlerini delillendirirken şu esaslara dayanırlar:
Bidat, kalpleri ifsat eden şüpheler babındandır. Kur’an, bu ve benzeri durumları ‘Kalp hastalığı’, ‘Kalbin eğrilmesi’ olarak isimlendirir. Ve bu hâlin sürekli artarak devam edeceğini, sahibinin bu hâl üzere can vereceğini söyler.
“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların kalp hastalıklarını arttırmıştır.” (2/Bakara, 10)
“Onlar eğrilince, Allah da onların kalplerini eğriltti. Muhakak Allah, fasık kavmi hidayet etmez.” (61/Saff, 5)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bidat taifelerinden Haricileri, ümmetine tanıtırken bu noktaya dikkat çekmiştir:
“…Onlar Kur’an’ı okurlar da boğazlarından aşağıya inmez. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar, bir daha da ona dönemezler…” (Buhari, 4351; Müslim, 1064.)
Seleften de bu ayetlerin ve hadisin içeriğini destekleyen ve bidatçilerin her geçen gün daha kötüye gideceğini, tevbeye muvaffak olamayacaklarını bildiren sözler varid olmuştur.
Ali’den radyallahu anh şu söz nakledilmiştir:
”Bidatçi bidatini terk edemez, ancak ondan daha şerli bir bidate geçer” (el-Bida ve en-Nehyu anha 55)
Hasan-ı Basri’den rahimehullah buna benzer şu söz aktarılmıştır:
“Allah bidat sahibinin tevbe etmesini kabul etmez.” (Şerh-u İtikad Ehli Sunne, 285 nolu rivayet)
Bazı âlimler de tevbe eden herkesin tevbesinin kabul olacağını söylemiş; kâfirin dahi tevbe ettiği takdirde Allah’ın affına mazhar olduğuna delalet eden nasların varlığını delil alarak bu hadisi farklı yorumlamışlardır.
“Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği -veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle- kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır.” (Tirmizi, 3529)
İbni Ömer radıyallahu anh anlatıyor, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Son nefesini vermedikçe; Allah, kulun tevbesini kabul eder.” (Tirmizi, 3551)
Biliyoruz ki; müşrikler de dahil, Allah’a tevbe etmek isteyen herkes, bu kapsamdadır. Allah subhanehu ve teâlâ kendisine çocuk nispet eden, O’na şirk koşmak suretiyle hakaret edenleri dahi tevbeye davet etmiş ve bunun kapısını kıyamete kadar açık tutmuştur. Malumdur ki; tevbeye davet edilenlerin cürmü, bidatçinin cürmünden çok daha büyüktür. Öyleyse nasları bir arada değerlendirmeli ve ortaya bir sonuç konulmalıdır: ‘Bu hadis: ‘Bidat sahibi, hak yol üzere olduğunu zannettiğinden; onun bu zannı, tevbe etmesine engeldir şeklinde anlamalıyız.’ demişlerdir.’
İbni Teymiyye rahimehullah konuyu şöyle izah eder: ‘…Bundan dolayı Sufyan-ı Sevri gibi seleften bir çok imam: ‘Bidatler, şeytana masiyetten daha sevimlidir.’ demişlerdir. Çünkü bidatlerden tevbe edilmez, masiyetlerden tevbe edilir. Onların ‘Bidatlerden tevbe edilmez’ sözlerinin anlamı şudur: Bidatçi, bidatini din edinmiştir ve kötü ameli, ona din adına süslü gösterilmiştir. Amelini güzel gören, elbette ondan tevbe etmeyecektir. Çünkü tevbenin ilk adımı, amelin kötü olduğuna inanmaktır. O amelini güzel gördükçe, ondan tevbe etmeyecek, bilakis ona devam edecektir…’ (Fetava, 10/9)
6. Bidat İslam Ümmetini Böler
Allah katında en değerli şey tevhiddir. Tevhidden hemen sonraysa, Müslümanların birliği ve ayrılığa düşmemeleri gelir. Bundan dolayı Peygamberlere, dinin ikamesi olan tevhidle beraber, onda ayrılığa düşmeme tavsiye edilmiştir.
“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin! diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslam dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.” (42/Şûra, 13)
Müslümanların; birliği sağlayacak esaslara önem verip, ayrılığa sebep olacak şeylerden kaçınmaları farzdır. Çünkü vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir.
Bidatin zararlarından biri de; ümmetin bölünmesine neden oluşudur. Her heva sahibinin, hevasına uyarak dinde çıkardığı bidat, bir başkasına göre sapıklık sayılır. Bu da Müslümanların bölünme nedenidir.
Yine Allah subhanehu ve teâlâ yolun tek olduğunu, insanların belirlenmiş yol dışındaki yollara girmesiyle, dinde ayrılık yaşayacaklarını belirtmiştir.
“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah, sakınasınız diye emretti.” (6/En’am, 153)
Bugün ümmetin yaşamış olduğu bölünmüşlüğün sebeplerinden biri; taifelerin sonradan uydurdukları ve hakkında delil olmayan bidatlerdir. Her bidat, yeni bir yol, her yol ise ümmeti bölen bir tefrika vesilesidir.
Abdullah b. Mesud radıyallahu anh şöyle rivayet eder:
“Rasûlullah, yere dümdüz bir çizgi çizdi ve sonra şöyle dedi: ‘İşte bu, Allah’ın dosdoğru olan yoludur.’ Sonra o çizginin sağından ve solundan çizgiler çizdi ve şöyle dedi: ‘İşte bunlar, sapık olan yollardır. Her yolda bir şeytan vardır. Bu yolda yürümeleri için, insanları çağırmaktadır.’ Sonra elini, çizginin üzerine koydu ve şu ayeti okudu: ‘İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.’ (6/En’am, 153) “
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, her hutbesinin başında yolları ikiye ayırır ve en hayırlı yolun kendi yolu olduğunu, bunun dışında kalan ve sonradan çıkan yolların ise dalalet yolu olduğunu belirtirdi:
“…Şüphesiz sözlerin en doğru olanı Allah’ın kelamıdır. Yolların en hayırlısı, Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlileri, sonradan ortaya çıkanlarıdır. Her yenilik bidat, her bidat sapıklıktır…” (Müslim, 867)
Buradan anlıyoruz ki; Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetinden olmayan her yol, yenilik kapsamındadır ve sapıklıktır. Bu yollar iyi niyetle ihdas edilmiş olsa da, insanları bölmekten ve onları müstakim olan yoldan uzaklaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmez.
7. Her Bidat Daha Şerli Olanına Kapı Aralar
Bidat sahibi, başladığı noktada duramaz. Her geçen gün, bidati onu yeni bidatlere sevk eder. Vardığı nokta, başladığı noktadan çok daha şerlidir. Çünkü sünnet yolunun dışına çıkan insan, şeytanın ve hevanın esiridir. O ikisi neyi emretse onu yapacak, onların gösterdiği doğrultuda ilerleyecektir. İnsanlık tarihine baktığımızda küçük olarak görülen ve dinde olmayan yeniliklerin, sahiplerini helak eden şeylere döndüğünü görürüz.
Bazen amelî bidat, insanları itikadi olan bidatlere sevk eder. Buna örnek olarak, geçen yazımızda zikrettiğimiz rivayeti verebiliriz:
İmam Dârimi, Sünen’in Mukaddime’sinde Amr bin Seleme’den radıyallahu anh şu rivayeti aktarır:
“Biz Abdullah b. Mesud’un kapısında sabah namazından önce oturuyorduk. Ebu Musa El-Eş’ari geldi. Ebu Abdurrahman (İbni Mesud) henüz çıkmadı mı? diye sordu. Bizler: Hayır dedik. Ebu Abdurrahman çıkınca hep beraber yanına gittik. Ebu Musa: Az önce mescidte bir şey gördüm. Daha önce hiç görmediğim bu şeyin hayırlı bir şey olduğunu düşünüyorum… Sonra anlatmaya başladı: Mescidde halkalar hâlinde oturmuş, ellerinde taşlar olan ve başlarında bulunan birinin: Yüz defa tekbir getirin! demesiyle tekbir getiren insanlar gördüm. Aynı usulle yüzer defa kelime-i Tevhid’i söylüyor ve Allah’ı tesbih ediyorlar. İbni Mesud: Onlara ne dedin? dedi. Ebu Musa: Sana danışmadan bir şey demedim, diye karşılık verdi. Onlara iyiliklerini değil, kötülüklerini saymalarını emretseydin! dedi ve mescide girdi. Biz de onunla beraber girdik. Halkalardan birinin yanına geldi ve dedi ki:
— Bu yaptığınız nedir?
— Ey Ebu Abdurrahman, zikirlerimizi saydığımız taşlardır.
— Kötülüklerinizi sayınız! Ben iyiliklerinizin zayi olmayacağını garanti ederim. Ey Muhammed ümmeti! Ne de çabuk helaka yöneldiniz. Allah Rasûlü’nün bedeni çürümeden, kullandığı kaplar kırılmadan ve ashabı henüz aranızdayken mi sapıtacaksınız? Nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, ya sizler Muhammed’in üzerinde olduğu yoldan daha hayırlı bir yol üzeresiniz ya da sizler sapıklık kapısını açmaktasınız!
— Vallahi, ey Ebu Abdurrahman, biz bu yaptığımızla hayrı elde etmekten başka bir şey kast etmedik.
— Hayrı amaçlayan nice insan, ona ulaşamaz. Allah Rasûlü, Kur’an okuyup da boğazlarından geçmeyecek (onu anlamayacak) insanlardan bahsetmişti. Zannım odur ki, onların çoğu sizdendir.”
Kıssayı rivayet eden Amr bin Seleme radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Bu halkada bulunanların çoğunun Nahrevan gününde Haricilerin safında, bize karşı savaşanlar arasında gördüm.” dedi.
Ümmet arasında amelî bir bidat ortaya çıkıyor. Bu bidat, sahiplerini zamanla akidevi bir bidate sürüklüyor. İbadetle ilgili bir meselede sünnetten sapanlar, ümmeti bin dört yüz yıldır meşgul eden bir bidatin pençesine düşürüyorlar.
Günümüzde de durum farklı değildir. Amelî bidatleri önemsemeyip sükût edenler, bu durumun Allah’ın yardımına engel olduğu gibi, sahiplerini itikadi bidatlere sevk ettiğini bilmiyor ya da bilmek istemiyorlar.
Bazı yeniliklere amelî olarak bakıp, onları küçümseme gafletine düşülmemelidir. Çünkü dinin kâmil olduğu ve yenilik kabul etmeyeceği ilkesi bir defa çiğnendi mi, bunun dinin her alanına sıçrayacağı, sahibini amelî olarak savurduğu gibi itikadi olarak da savurabileceği düşünülmelidir. Rabbimizin Kur’an’da müteaddid defalar “…Şeytanın adımlarına uymayın…” buyruğu, bu ve benzeri durumlara dikkat çekmek içindir. Amelî bidatler, şeytanın, insanları itikadi bidatlere götürmek için ilk adımıdır.
Bazen de bidatler, insanı şirke götürür. Nuh’un aleyhisselam kavmi, buna en güzel örnektir:
“Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Vedd’den, Suva’dan, Yeğus’dan, Yeuk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin’ dediler.” (71/Nuh, 23)
Bu ayetin tefsirinde İbni Abbas radıyallahu anh ve seleften bazıları, Nuh’un aleyhisselam kavminde şirkin nasıl yaygınlaştığını anlatmışlardır.
“Bu isimler, esasen Nuh kavminden bazı salih adamların isimleridir. Bu iyi kimseler, vefat ettikleri zaman, şeytan onların mensup oldukları kavimlerine: ‘Bunların adlarına birtakım putlar dikin ve onlara bu adamların isimlerini verin’ diye vahyetmiştir. Onlar da putları dikmişler ve bunlara o iyi kimselerin adlarını vermişlerdir. Bu heykellere ilk zamanlarda ibadet edilmemiştir. Nihayet bunları dikmiş olan nesil vefat ettiği ve bunlarla ilgili bilgiler unutulduğu zaman, cehaletle bunlara tapılmıştır.” (Buhari)
Başka bir rivayette şöyle geçer:
“…Bunlar, salih insanların isimleriydi. Vefat ettiklerinde bunlara tabi olanlar dediler ki: ‘Biz bunların resimlerini yaparsak, onları gördüğümüzde Allah’ı hatırlar, ibadetleri daha bir şevkle yaparız.’ Resimlerini yaptılar. Bu nesil ölüp yeni bir nesil gelince şeytan onlara yaklaştı ve: ‘Atalarınız bunlara ibadet ediyor ve onlarla yağmur talebinde bulunuyorlardı’ dedi. Böylece bu putlara ibadet edildi.” (Taberi Tefsiri, Muhammed bin Kays’tan.)
Salihlerin resimlerini çizmek, onları hatırlatsın diye onlara türbe yapmak Peygamberlerin mirasında yoktur. Ne hayatlarında böyle bir şeye yeltenmiş ne de sözlü olarak insanlara bunu tavsiye etmişlerdir. İyi niyetlerle ihdas edilen bidatler, zaman içerisinde nesillerin Allah’tan subhanehu ve teâlâ başkasına ibadet edilmesine neden olmuştur. Benzeri bir durumu Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Yahudi ve Hristiyanlar için de kullanmıştır.
“Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme, Nebi’ye, Habeşistan’da gördükleri bir kiliseden ve içindeki resimlerden söz ederler. Bunun üzerine Nebi şöyle buyurur: ‘Onlar, aralarında salih bir kimse öldüğünde, kabri üzerine bir mescid inşa eder ve içine o (gördüğünüz) suretleri resmederler. Onlar, Allah katında yaratılmışların en şerlileridir.’ ” (Buhari, 1341; Müslim, 528.)
Abdullah bin Mesud radıyallahu anh bu konuda bizleri, şu değerli nasihatle uyarmaktadır:
“İnsanların sonradan çıkardıkları yeniliklerden sakının. Muhakkak ki din, kalplerden bir kerede silinip gitmez. Fakat şeytan, insanların kalbinden iman çıksın diye bidatler ihdas eder. İnsanların, kendilerine farz kılınanları terk edip Rabbleri hakkında konuşmaları yakındır. Kim o zamana kavuşursa kaçsın. ‘Nereye’ diye soruldu. ‘Nereye değil, kalbiyle ve diliyle kaçsın, bidat ehlinden kimseyle oturmasın’ diye cevap verdi.” (El-Hucce, 312)
Asrımızın şirki ve putu olan demokrasi de bidat bir din olarak, kendini İslam’a nispet edenlerin hayatına bir defada girmemiştir. İslam’ın yönetim anlayışını tartışanlar, halifenin yetki sınırlarını ‘İstibdat’ olarak isimlendirenlere içinde yaşadığımız vakıa gösterilse ve ‘Şu an konuştuklarınızın elli yıl sonra varacağı netice budur’ denilse, konuşmamaya yemin eder, kalan ömürlerini tevbeyle geçirirlerdi.
Buradan anlıyoruz ki;
İslam’a uygun olmayan ve sonradan ortaya çıkan her tartışma, amel ve düşünce/itikad; daha şerlisini içinde barındırır. İlk adımı atılan şerrin varacağı noktayı, kimse hesap edemez. Çünkü her başlangıç, şeytanın ilk adımına ittibadır ve şeytani bir yola girişin ilk merhalesidir. Şeytani olan bir yoldan, İslami ve Rahmani bir sonuç elde edilemez.
8. Bidatler İslam’ın Pak Suretini Bozar
İslam, fıtrat dinidir. Onu hakkıyla düşünen ve fıtratı bozulmamış her kişi, insanlığın kurtuluş reçetesinin bu dinde olduğunu bilir. Allah’a hamd olsun ki; İslam dini, bugün dünya gündemindedir. Özellikle küresel şer odaklarının İslam beldelerini işgalleri ve bu işgallere cevap olarak başlayan İslami direniş, dünyanın İslam’ı konuşmasını sağlamıştır. 11 Eylül hadisesinden sonra, dünya dillerine çevrilmiş Kur’an meallerinin stoklarda tükendiğini; yayıncıların, çoğu zaman meal taleplerine cevap veremediklerini biliyoruz.
İslam’a yönelen ve onu araştıran bireyler, her zaman onu asli kaynağından araştırmıyorlar. Ya da asli kaynakla yazanla yetinmiyor, ona mensup olduğunu iddia eden insanların hayatlarına da bakıyorlar. Özellikle Batı’da her geçen gün bir yenisi çıkan ve hızla yayılan mistik tarikatlarla karşılaşıyorlar. İslam diye onların ve şeyhlerinin uydurduğu, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği birtakım manzaralara şahit oluyorlar. Allah’ı subhanehu ve teâlâ anmak diye kendini şişleyen, kula kulluğa hayır diyerek girilen bir dinde şeyhlere kulluk edildiği, El-Hayy ve El-Kayyum olan Allah’a değil de bez parçasına, toprak, taş ve ölülere tevekkül edilen bir din buluyorlar.
Aklını ilah edinen ve yüzyıldır bunalım yaşayan bir Avrupalı, bazen de modernistlerle karşılaşıyor. Avrupa’nın yaşadığı sorunların asli sebebinden kaçarken, İslam’ın da insanları buna davet ettiğini, aslında insaların Allah’a değil, Allah’ın yarattığı akla göre hüküm vermek zorunda olduğunu (!) iddia ettiklerini görüyor.
Bu ve benzeri, ismi İslam olup da sonradan eklenen akidevi ve amelî bidatlerle, İslam’dan hiçbir eser taşımayan akımlar; İslam’ın pak çehresini kirletiyor, ona yönelmek isteyen insanların, onu tanımasına engel oluyor.
Fazla uzaklara gitmeye gerek yok. Bugün biz davetçilerin, insanları İslam’a davet ederken karşılaştığı en büyük zorluk da bu değil midir? Başkalarının uydurduğu ve dinden olmadığı hâlde, uygulana uygulana dinden zannedilen yanlışları izah etmekten veya ondan kaynaklı şüphelere cevap vermekten, pak İslam’ı anlatamıyoruz! Avamın zihni, uydurulmuş dinle o denli kirlenmiştir ki; saf ve halis tevhidi, İslam dışı yeni bir din olarak algılıyor ve cephe alıyor. Elbette bu, biz davetçileri hikmetten uzaklaştırmamalı, halis dini anlatmamıza engel olmamalıdır. Ancak amelî ve itikadi bidatlerin zamanla insanları ne hâle getirdiği konusunda da bu durum, bizde bidatlere karşı hassasiyet oluşturmalıdır.
İlk Yorumu Sen Yap