Beşinci Hadis
“Kim bir işi, yapmadığımız şekilde yaparsa o kabul olunmaz, reddedilir.”[1]
“Kim dinimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas eder, ortaya atarsa bu ortaya çıkardığı reddedilir.”[2]
Bu ayki yazımızla beraber bidatler konusunu ele alacağız. Yukarıda zikredilen hadisler, bidatin ve bidatçinin reddedilmiş olduğunu ifade etmektedir. Gelin, birlikte bidat hususunu etraflıca inceleyelim:
Bidat
Bidat kelimesi, Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kavramdır. Yenilik, önceden benzeri geçmemiş olup sonradan ortaya çıkan şey anlamlarında kullanılmıştır. Bu anlam göz önünde bulundurulduğunda her yenilik, icat, sonradan ortaya konan benzersiz şey… Araplar nezdinde bidat ismini alır.
Allah (cc), Kitab’ını Arapça olarak indirmiş ve Kitab’ında Arapların kullandıkları kavramları kullanmıştır. Allah Resûlü de (sav) bir Arap olarak hadislerinde Arapların kullandığı kavramları kullanmıştır. Allah ve Resûl’ü, Arapçadan bir kavramı kullandıkları zaman bazen kelime ve kavram üzerinden tasarrufta bulunmuşlardır. Kavrama ek bir anlam ziyade etmek suretiyle anlam genişletmesine gittikleri gibi, kavramın anlamlarında daraltma yapıp geniş anlamlı bir kelimeyi, daha dar bir alanda kullandıkları da olmuştur.
Bu bilgi ışığında bidat kavramını incelediğimizde anlam daralmasına gidildiğini apaçık görmekteyiz. Nebi (sav), “Kim dinimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas eder, ortaya atarsa bu ortaya çıkardığı reddedilir.” buyurmuştur. Hadisteki “dinimizde” ifadesi, her bidatin/yeniliğin değil, din alanında olan her yeniliğin, şeriatın konusu olduğunu açıkça belirtmektedir.
Bidat dinimizce, “Aslen dinden olmayıp sonradan dine dâhil edilen ve Allah’ın rızasına ulaştıracağına inanılan sapık inanç, söz ve eylemler…” olarak kabul edilmiştir. Din, Allah’ındır. Dinin sahibi olarak Allah (cc), elçisi olarak Muhammed (sav), sınırları belirtmiş, inanç esaslarını detaylarıyla açıklamış ve ibadet şekillerini tayin etmiştir. Bu hakikati bir kenara itmek suretiyle dinde yenilik çıkaran, ondan olmayanları dâhil eden, bununla da Allah’ın rızasına erişeceğini zanneden insan mübtedidir/bidatçidir, sapıktır. Hayra ulaşmayı amaç edinmiş olması ya da samimi niyetlerle güzel amel yaptığına inanması var olan gerçekliği değiştirmez.
Kur’ân-ı Kerim, salih niyetlerle yola çıkan, ancak realitede ulaşmak istediği maksadı ıskalayan nice insandan bahsetmektedir:
“Sana her şeyi örtüp bürüyecek olan (kıyametin) haberi geldi mi? O gün, (bazı) yüzler korku ve zillet içindedir. Çalışmış, yorulmuştur. Kızgın ateşe girecektir.”[3]
“De ki: ‘Size amel yönünden en fazla hüsrana uğrayanları haber verelim mi?’ Onlar ki dünya hayatındaki çabaları boşa gittiği hâlde gerçekte iyi şeyler yaptıklarını sanırlar.”[4]
Bidat, söz, eylem ve inançtır, dedik. Buyurun, daha iyi anlaşılsın diye bu üçlü taksimatı açıklayalım:
Bidat, sözdür. Dinden olmadığı halde dine dahil edilmiş, dine nispet edilmiştir. Bu sözle insanlar Allah’a (cc) yakınlaşacaklarını düşünürler. Örnek verelim: Ezandan sonra okunması gereken dualar sünnet vesilesiyle bize aktarılmıştır. Lakin bizim toplum Peygamberimizden (sav) gelen zikri terketmiştir. Sünneti terk ettikleri için de yerini bir bidat ile doldurma ihtiyacı hissetmişlerdir. “Azizallah; Şefaat, ya Resûlallah!” şeklinde, “Allah azizdir. Yücedir. Ey Allah’ın Resûlü, bize şefaat et.” diye terceme edebileceğimiz bir söz uydurmuşlardır. Bu söz bidat olmasının yanında, şefaati Allah’tan değil, ölmüş bir insana dua etmek suretiyle istemek olduğundan şirktir.
Bidat eylemdir, ameldir, fiil ve davranıştır. Allah’a yakınlaşmak için yapılmış olsa da Bidatin tarifinde de belirttiğimiz gibi bu mümkün olmaz. Zira Allah (cc) bidat sahibinin bidatinden razı değildir. Kabristanlarda Nebi’nin (as) duasını terk edip Fâtiha Suresini okumak, ölmüş kimseye fayda versin diye Kur’ân okumak, kabrinin başında durup telkin yapmak, teravih aralarında sünnette olmayan dualar… yapmak bu bidatlerin günümüzde en bilinenleri olarak zikredilebilir.
Bidat inanç ve itikad olabilir. İslam’dan olmayan, şer’i olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığı ancak İslam’a nispet edilerek İslami bir fikir, düşünce veya inanç olarak lanse edilen her inanış bu kabildendir. Amelin imandan olmadığı imanın yalnızca söz ve tasdik olduğu ve amelsizliğin hiçbir surette kişinin dinine zarar vermediği yönündeki itikat bidattır. Şeri delillere aykırıdır. Dine sonradan sıkıştırılmış olan mürcie/irca inancıdır.
“Kainatta gerçekleşen her şey aniden olur. Önceden geçmiş bir kader yoktur. Olur ve olduktan sonra Allah bilir, öğrenir” diyen Kaderiye’nin bu inançları dine sonradan sokuşturulmuş bidat olan bir inançtır. Çünkü bu hususta naslar açıktır ve sahabe başta olmak üzere selefin ilgili delilleri kaderin varlığı şeklinde anladıklarını tüm açıklığıyla görebiliyoruz. Örnekleri çoğaltmamız mümkündür, fakat konunun anlaşılması açısından zikrettiklerimiz yeterlidir diye düşünüyorum.
Bidatler konusu dinin mühim konularındandır. Bundan olacak ki Allah Resûlü (sav) pek çok hadisinde sünnetine ittibaya teşvik etmiş, dinde yenilik çıkaran insanları ise şiddetle kınamış ve amellerinin kabul edilmeyeceğini belirmiştir. Sahabe, Allah Resûlü’nden (sav) bu şer’i hassasiyeti almış ve özenle muhafaza etmiştir. Dine yeniliklerin dâhil edilmesine müsaade etmeyip sünnetin müdafaası noktasında hakikaten güzel bir örneklik sergilemişlerdir. Allah (cc) onlardan razı olsun.
Sahabeden sonraki her kuşakta/nesilde sünnet hassasiyeti giderek azalmış, bidatler yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bidat ehli olan insanlar giderek daha fazla değer görmüştür. Sünnetler bidat, bidatler sünnet olarak kabul edilmiştir. Bu vahim tablo yalnızca bizim ortaya koyduğumuz acizane bir tespit değil, sahabe de dâhil olmak üzere ilim adamlarının farklı vesilelerle değindikleri ciddi bir problemdir:
Enes ibni Malik (ra) şöyle demiştir:
“ ‘Şayet bir kimse ilk selefin yaşadığı döneme (yani Peygamberin zamanı) yetişmiş olsa, sonra da bugüne gelse, İslam’dan hiçbir şeyi tanıyamaz.
Sonra Enes elini şakağına koydu ve ‘Sadece şu kıldığınız namaz hariç (bu ameliniz Nebi’ninkine benziyor.)’ dedi.’
Sehl ibni Malik (ra) babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
‘Namaza çağrıdan başka, insanların yaptıklarını gördüğüm şeylerden hiçbirisini tanımıyorum.’ ”[5]
Ebu’d Derda’nın (ra) şöyle dediği nakledilir:
“ ‘Eğer Resûlullah (sav) şimdi çıkıp gelse, aranızda kendisinin ve dostlarının amelinden sadece namazı bulurdu.’
Bu sözlere Evzai, ‘Acaba Ebu’d Derda bu günü görseydi ne derdi?’ ilavesini yaparken İsa ibni Yunus da, ‘Ya Evzai bu güne yetişseydi acaba nasıl değerlendirirdi?’ demiştir.”[6]
Biz de diyoruz ki; Acaba Allah Resûlü, Ebu Derda ve Evzai günümüzü görmüş olsalardı nasıl değerlendirirlerdi? Üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir soru.
Bidati Yasaklayan Naslar
Bidat, şeriatın kabul etmediği, nehyettiği ve sapıklık olarak isimlendirdiği bir olgudur. Şenaatini, kötülük ve saptırıcılığını anlatan onlarca nas şer’i kanıt varid olmuştur. Bu nasları beraber inceleyelim:
Birinci delil:
“O gün bazı yüzler aydınlanacak, bazı yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara gelince (onlara denilecek ki:) ‘İman ettikten sonra küfre mi girdiniz? Kâfir olmanıza karşılık azabı tadın (bakalım)!’ ”[7]
Kıyamet Günü’nde insanlar, ayetikerimenin açık ibaresiyle iki sınıfa ayrılacaklardır; yüzü aydın olanlar ve yüzü kararanlar. Başka ayetikerimeler, bu sahneyi daha açık şekilde tasvir etmektedir:
“O gün (bazı) yüzler aydınlıktır. (Yüzleri) gülmekte ve sevinç içindedir. O gün, (bazı) yüzlerin üzerini toz kaplamıştır. Çehrelerini (duman isi gibi) bir karartı bürümüştür. İşte bunlar, kâfir ve facir olanların ta kendilerilerdir.”[8]
Ayette ifade edilen; yüzleri aydınlık olanlar ve karanlık olanları Abdullah ibni Abbas şöyle tefsir etmektedir: “Ehli Sünnet ve’l Cemaatin yüzü aydınlanacak, bidat ve sapkınlık sahibi insanların ise yüzleri kararacaktır.”[9]
Bu tefsir, bidatin Allah (cc) indinde ne kadar çirkin bir amel olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Ayetin ifadesiyle yüzleri toza toprağa bulanmış bu kimseler, dünyadayken kendilerince güzel işler peşinde koşturmuş olmalarına rağmen o gün, sapkın insanlar safında yer almışlardır. Burada işin daha vahim tarafı ise ayetikerimenin devamında ifade edildiği gibi bu insanların imanlarından sonra kâfir olmalarıdır. İleride de geleceği gibi bidat, dağın başından yuvarlanan, ancak önemsenmeyen bir kar topu misalidir. Aşağı doğru hızla yuvarlanır ve yuvarlandıkça dev bir kütle hâlini alarak çığa dönüşür, felaket olur. Ne kadar güzellik varsa altında kalmıştır. Bidatçi, dinden çıkarmayan bidatlerle iştigal etmeye devam ettiği sürece dinden çıkması da muhtemeldir. Bu nedenle ayrım yapmaksızın dinde “ekleme/yenilik” yapmaya karşı durmak ve bu mücadeleyi bir hassasiyet değil, şer’i zorunluluk olarak kabul etmek gerekir.
İkinci delil:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Onun dışındaki yollara uymayın. Yoksa sizi (Allah’ın dosdoğru olan) yolundan saptırırlar. Korkup sakınasınız diye bunu size emretti.”[10]
İbni Mesud’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir gün Allah Resûlü (sav), eliyle bir çizgi çizdi, sonra dedi ki: ‘Bu, Allah’ın (cc) istikamet üzere olan yoludur.’
Sonra o çizginin sağına ve soluna bazı çizgiler çizdi.
Sonra dedi ki: ‘Bunlar, her birinin başında o yola davet eden birer şeytanın bulunduğu yollardır.’
Sonra Allah Resûlü (sav) bu ayeti okudu.”[11]
Ayet-i kerimede ve mezkûr hadiste insanın önüne iki yol sunulmuştur: Nebevi yol ve diğer yollar. Nebevi yola, menhece ve sünnete tabi olmak mümine farz, başka yollara uymak ise yasaktır. Çünkü diğer yollar ne kadar “güzel, iyi, tatlı, hoş” görünse de öyle değildir. Zira diğer yollar, İmam Mücahid’in de (rh) tefsir ettiği gibi “bidatler ve şüphelerdir.” O hâlde bidatler henüz Mekke’de indirilen ayeti kerimede, yani davetin ilk döneminde yasaklanmıştır. İşte tam da bu nokta, şeriatın bu hususa verdiği önemi gösterir.
Üçüncü delil:
“Bundan sonra, şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Sonradan çıkarılan her şey bidattir, her bidat sapıklıktır, her sapıklık da ateştedir.”[12]
Hadis, dinde sonradan çıkarılan yeniliklerin, işlerin en şerlisi olduğunu izah eder. Akabinde sonradan dine dâhil edilen her amele bidat ismi verir ve istisnaya gitmez. İstisnaya gitmemesi çok önemlidir. Kimilerinin “iyi bidat” diye yeni bir kavram sokuşturmalarına en esaslı cevap bu hadistir. Öyle ki dine yeni eklemelerde bulunmayı yasaklayan hadis “iyi bidat” ayrımının da dinen meşru olmadığını izah eder.
Dördüncü delil:
Abdurrahman ibni Amr Es-Sülemi ve Hucr ibni Hucr (r.anhuma) şöyle demişlerdir:
“Irbad Sâriye’nin yanına varmıştık. (Tevbe Suresi’nin 92. ayeti kendisi hakkında nazil olmuştu.) Selam verdik.
‘Seni ziyarete, hastalığın için geçmiş olsun demeye ve senden ilim almaya geldik.’ dedik.
Bunun üzerine Irbad şöyle dedi: ‘Bir gün Resûlullah (sav) bize namaz kıldırdı. Sonra bize dönüp çok tesirli bir vaaz yaptı. Bu vaazdan dolayı gözler yaşarıp kalpler ürperdi.
Bir sözcü, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Şu konuşma, ayrılış konuşmasına benziyor, dolayısıyla bize ne tavsiye ediyorsunuz?’ dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Size, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymamızı ve yolunuzu Kitap ile bulmanızı tavsiye ediyorum. Üzerinize Habeşli bir köle bile başkan olsa mutlaka onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Gerçekten benden sonra kim yaşarsa pek çok dinî ihtilaflara şahit olacaktır, dolayısıyla size gereken sünnetime ve doğru yolum üzerinde bulunan Raşid Halifelerimin sünnetine sarılınız. Bu sünnetlere âdeta azı dişlerinizle ısırırcasına sımsıkı sarılınız. Dinde sonradan çıkan işlerden sakınınız. Çünkü din adına sonradan ortaya çıkarılan her şey bidattir ve her bidat da sapıklıktır.’ ’ ”[13]
Allah Resûlü (sav) ileride oluşacak ihtilaflardaki kesin çözümü veya kesin felahı, “Benim ve Raşid Halifelerimin sünnetine azı dişlerinizle yapışın.” ifadesiyle belirtmiş, sonra faide kemale ersin diye önemli bir hususa işaret etmiştir. İleride çıkacak olan ihtilafların temel sebebini de hadisin sonunda “bidatler meselesi” olarak izah etmiştir. Zaten İslam tarihini şöyle kapsamlı bir incelemeye alacak olursak, dışarıda var olan düşman kadar, içeride yer alan bidat ehlinin de dine zarar verdiğini görebiliriz. Allah Resûlü’nün (sav) bu hadisinden ve bunun yanı sıra var olan pek çok nastan ötürü ilim adamları bidatlerle mücadele etmeyi, Allah (cc) yolunda cihadın bir sınıfı olarak kabul etmişlerdir.
Beşinci delil:
Amr ibni Avf El-Müzenî’nin (ra) babasından ve dedesinden şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullah (sav), Bilal ibni Harise’ye, ‘Bil bakalım.’ buyurdu.
Bunun üzerine Bilal, ‘Neyi bileyim? Ey Allah’ın Resûlü!’ dedi.
Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Benden sonra sünnetimden kaldırılan bir sünneti kim ihya edip ortaya çıkarırsa ona, o sünnetle amel edenler kadar sevap vardır. Amel edenlerin sevapları da hiç eksiltilmez, her kim de Allah ve Resûl’ünün razı olmadığı, sonradan çıkan bidat denilen bir sapıklığı ortaya çıkarırsa o kimseye, o bidatle amel edenlerin günahları da birlikte yazılır ve onların günahlarından da hiçbir şey eksiltilmez.’ ”[14]
İmam Tirmizi (rh) hadisi aktarır ve akabinde, “Bu, hasen olan bir hadistir.” demek suretiyle rivayetin makbul (kabul edilebilir, delil olarak kullanılabilir) bir hadis olduğunu ifade eder.
Hadiste de ifade edildiği gibi öncelikli olarak Allah (cc), bidatten razı değildir. Bidatçi, Allah’ın rızasına erişemez. Aynı zamanda bidatçinin, yani bidati çıkaranın; bunu ihya edenin yahut bidatin insanlar arasında intişar bulmasına sebep olan kimsenin günahı katlanır. O günaha iştirak eden her insanın vebalinden bu kimseye de pay vardır.
Altıncı delil:
“Kim bir işi, yapmadığımız şekilde yaparsa o kabul olunmaz, reddedilir.”[15]
“Kim dinimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas eder, ortaya atarsa bu ortaya çıkardığı reddedilir.”[16]
Bu iki hadis, dinde yenilik çıkarmayı en açık biçimde yasaklayan ve yapılan eylemlerin batıl olacağını ifade eden iki delildir.
İkinci hadis, dinde yenilik çıkaran insanları yererken; birinci hadis, yenilik çıkarmadığı hâlde başkasının bidatine tabi olanı da kapsar. Bu yönüyle birinci hadis daha kapsamlıdır. İkinci hadiste, “Kim dinde ihdas ederse…” kısmı “söz, amel, inanç” farketmeksizin her yeniliği içerisine alması yönüyle birinci hadisten daha kapsamlıdır. Çünkü birinci hadis bidati “amel” üzerinden izah etmektedir.
[1]. Müslim, 1718
[2]. Buhari, 2697; Müslim, 1718
[3]. 88/Ğaşiye, 1-4
[4]. 18/Kehf, 103-104
[5]. Rivayetler için bk. el-i’tisâm, İmam Şâtıbî, Kitap Dünyası Yayınları, s. 33
[6]. el-i’tisâm, İmam Şâtıbî, Kitap Dünyası Yayınları, s. 8
[7]. 3/Âl-i İmran, 106
[8]. 80/Abese, 38-42
[9]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 14127
[10]. 6/En’âm, 153
[11]. Darimi, 202; Ahmed, 4437
[12]. Müslim, 867
[13]. Ebu Davud, 4607A
[14]. Tirmizi, 2677
[15]. Müslim, 1718
[16]. Buhari, 2697; Müslim, 1718
İlk Yorumu Sen Yap