Tevbe Suresi Tefsiri

 

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı:Tevbe Suresi Tefsiri

Kitabın Yazarı:Şeyh Abdullah Azzam

Yayınevi: Buruc

Yayın Tarihi:2017

Basım Yeri:İstanbul

Sayfa Sayısı:751

Cilt/Kâğıt:Ciltli, Şamua Kitap Kâğıdı

Ebat:En 16,5 cm, boy 23,5 cm

Yazara Dair

Dr. Abdullah Azzam 1941 Yılında Filistin’in Siletül Harisiye kasabasında doğdu. Buradaki ilk ve orta öğreniminden sonra 1966’da Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesini bitirdi. 1967 yılında Amman’da öğretmenlik yaparken Batı Şeria ve Mescid-i Aksa’nın Yahudilerin eline geçmesi üzerine o dönemki “Müslüman Kardeşler”in askerî birliklerine katıldı. İlimsiz cihadın olmayacağını tam olarak kavradıktan sonra devam ettiği ilim tahsilinde doktorasını 1973’de El-Ezher’de Usul-u Fıkıh dalında başarıyla tamamladı. 1973-1980 yılları arasında Ürdün Şeriat Fakültesinde öğretim üyesi olarak bulundu. Askerî Yargıtay kararıyla Ürdün’den sürülünce 1981’de Cidde Kral Abdulaziz Üniversitesinde çalışmaya başladı. Burada istediği ortamı bulamayan Abdullah Azzam Pakistan’a gitti. İslamabad’daki Uluslararası İslam Üniversitesi’nde ders verirken o sıralarda yeni başlayan Afgan Savaşı ile yakından ilgilenmeye başladı. Bir müddet sonra üniversitedeki görevini tamamen bırakarak Peşaver’e taşındı.

Bombalı bir suikast neticesindeki ölümüne kadar tüm ömrünü kâh cephede savaşarak kâh Arap ülkelerinden gelen gençlerin eğitildiği eğitim kamplarında kâh muhacirlerin toplandığı mülteci kamplarında geçirdi. İsmi sonradan “Hidemat”olarak değiştirilen “Beytül Ensar”adıyla açtığı büroda Arap ülkelerinden gelen gençleri ve yardımları organize ediyordu. Savaşçılara yardım, Arap ülkelerinden gelen gençlerin kamplarda hızlı bir eğitimden geçirildikten sonra fiilî savaş alanlarına transferi, savaşçıların ve muhacirlerin İslami eğitimi için gayret gösterme, dergi ve kasetlerle Afgan Savaşı’nı İslam dünyasında gündemleştirip tanıtma çabalarının yanında, yazdığı “Cihad Ahkâmı, Afgan Cihadında Rahmanın Ayetleri, İslam ve İnsanlığın Geleceği, Müslüman Halkın Cihadı ve Kayıp Minare”gibi eserlerle ümmete büyük hizmet etmiş bir ilim ehliydi.

Abdullah Azzam, 24 Kasım 1989 Cuma günü, cuma hutbesini okumak ve cuma namazını kıldırmak için genellikle namaz kıldığı “Seb’ul-Leyle Mescidi”ne gitmek üzere evinden çıktı. İki oğlu Muhammed ve İbrahim ile birlikte arabasına doğru yaklaşırken 20 kilo ağırlığındaki bombanın uzaktan kumandalı olarak patlatılmasıyla arabası parçalandı. Bu patlama sonucunda Abdullah Azzam, Muhammed ve İbrahim isimli oğullarıyla birlikte hayatını kaybetti.

Olaylar ve Ayetler Eşliğinde “Cihada Methiye”

Şeyh Abdullah Azzam’ın “Tevbe Suresi Tefsiri” isimli eseri, 1980’li yıllar boyunca Komünist Ruslara karşı yürütülen Afgan Savaşı yıllarında, savaş için bölgeye giden Arap gençlerin bulunduğu eğitim kamplarında yapılan derslerden derlenerek hazırlanmış olan bir kitaptır. Bu derslerin kaydedildiği kasetler ileriki yıllarda deşifre edilerek derlenmiş ve yayına hazırlanarak kitap hâlinde basılmıştır. Okuyucu kitabı okurken bu derslerin günümüzden yaklaşık olarak kırk yıl önce yapılmış olduğunu hatırda tutmalıdır. Güncel olanın neredeyse her saat değişebildiği günümüzde, mesele ümmetin kahreden sorunları olduğunda aslında değişmeyen bir gündemle yaşamakta olduğumuzu da fark ettiriyor bize bu kitap.

Cihad ahkâmı ve Müslimlerle diğer toplumların nihai ilişkilerini düzenleyen bu sure, özelde müminlerin münafık ve kâfirlerle olan ve olması gereken münasebetlerinin çerçevesini de belirlemiştir. Şeyh Azzam’ın ders verdiği mekân, yirminci yüzyılın son çeyreğinde Afganistan gibi, cihadın yeniden İslam ümmeti ve dünya gündemine girdiği bir yer olunca derslerin konusu da doğal olarak cihad hukukunun nihaî hükümlerini içeren Tevbe Suresi’nin tefsiri olmuştur.

Kitabın başlarında çok önemli bir konuya, Seyyid Kutub’dan (rh)alıntı yaparak açıklık getiriyor Şeyh Azzam. Akidede takiye yapmanın ve hakkı gizlemeye çalışmanın özellikle de ilim ehli, önder ve lider konumdaki kimseler için caiz olmadığını ifade etmektedir. Bu bağlamda âlim, taslaklarına da sarsıcı eleştirilerde bulunmaktadır. Ne idiği belirsiz ne yapacağı kestirilemeyen ve insanları neye çağırdığının farkında bile olmayan, her gün bir renge bürünerek tağut yönetici ve yetkililerin safında ve yakınında yer alan hoca ve âlim sıfatlı kimseleri, tevhid ehli müminlerin örnek almasının asla düşünülemeyeceğini belirtmekte ve bu hususta İmam Nevevi’nin Zahir Baybars’a karşı tavrı ile şeyh Mervan El-Hadid’in tavrı ve mücadelesini örnek olarak göstermektedir.

Eski cahiliye ile asrımız cahiliyesi arasındaki farklara da karşılaştırmalar yaparak değinmektedir. İslam’ın antlaşmalara ve ahidlere bağlı kalmaya verdiği önem kadar başka hiçbir şeye önem verdiğini görmedim diyor, Şeyh Azzam.

Kitabın hemen hemen tamamına yakını cihadın fazileti ve cihad methiyesiyle doluyken ahde vefa ve İslam ahlakının insanlar üzerindeki etkisi bağlamında ilginç bir şey de söylüyor Şeyh. Endonezya, Malezya ve Filipinler gibi ülkelerdeki halkların, bu ülkelere cihad amacıyla bir tek mücahidin dahi ayağını basmadan İslam’a girdiklerini aktarıyor. Bunun başlıca sebeplerini ise o ülke halklarının oralara giden Müslim tüccarların güzel ahlakından, faziletli şahsiyetlerinden, dürüstlüklerinden ve ahde vefalarından etkilenmeleri olarak sıralıyor.

Demokratik siyasette yer alarak particilik yapan cemaatlerin ibretlik bazı yaşanmış hikâyeleri de yer alır kitapta. Ürdün’den bir örnekle sözde İslami bir partinin önde gelenlerinden birinin (Emin Şennar) anlatımlarına yer verir. Kısaca ve özetle, İslami de olsa bir partinin temel hedeflerinden birisinin de partiye kazandırılacak gençlerin muvahhid ve muttaki değil, partinin ilkelerine ve ileri gelen kadrolarına tabi ve itaatkâr olmalarının sağlanması olduğunu nakleder.

İlmî ve maddi bütün imkânlarını ölülerle koşulan şirkle mücadeleye hasreden “Telefî”taifeye de nasihatlerde bulunur. Şöyle seslenir onlara: “Ahmed Bedevî veya Abdulkadir Geylanî üzerinde devamlı duruyorsunuz. Halbuki Hafız Esed [1]ve Muammer Kaddafi’yi [2]terk ediyorsunuz, onlardan söz etmiyorsunuz. Ahmed Bedevî ile Abdulkadir Geylanî’nin kabrinin başında da Hafız Esed’in veya Muammer Kaddafî’nin yanında bulunan korumalar kadar asker, polis ve istihbaratçı bulunmuş olsaydı onların aleyhine tek kelime konuşamazdınız! Evet, dirilerle Allah’a ortak koşulma meselesi üzerinde durun. Tağutların, Allah’ı bıraktırıp insanları kendilerine taptırma şirkine karşı çıkın!”

Geçmiş devirlerde olduğu gibi asrımızdaki büyük çaplı yıkım ve ahlaksızlığın da arkasında yine Yahudilerin olduğunu belirterek siyonizme karşı tevhid ve cihad şuurunun diri ve daimî kılınmasını öğütler.

Tağuti düzenlerin hizmetkârlarının günü geldiğinde aynı düzenin çarkları arasında ezilip iğdiş edilmekten kurtulamayacaklarını, Mısır istihbaratının Abdunnasır dönemindeki başkanı ve sonra Savunma Bakanı olan Şemsi Bedran üzerinden örneklendirir. Seyyid Kutub’a ve binlerce mümine en ağır işkenceler yapan bu cellat, sonraları Cemal Abdunnasır’ın hışmına uğrayıp aynı zindana atılır ve işkenceci olarak yetiştirdiği kendi elemanları tarafından işkencelere tabi tutulur.

Resûlullah’ın (sav)Tebük’ten geri kalmak isteyenlere izin vermesini konu alan 42-45. ayetlerle ilgili açıklamalarında şöyle der: “… Namazı terk etmesi için bir kimseye izin vermen caiz midir? O hâlde bir kimseye cihaddan geri kalması için nasıl izin verebilirsin? Evet, Tebük günü durumunun hâkim olduğu günümüzde de cihadla namaz ve cihadla Ramazan orucu arasında farziyet itibariyle fark yoktur.”

Şeyh Azzam, İslami mücadelenin farklı alanlarında faaliyet gösteren hemen hemen bütün camialar aleyhinde yapılan insafsızca saldırılara karşı da sesini yükseltmiştir:

“Efendiler! Bu insanları kendi hâllerine bırakın da benliğini kaybetmiş ve küfür, şirk ve bidat bataklığına saplanmış kimseleri ıslah etsinler. Ey tağutlar, İhvan Cemaati’ni siyasete giriyor diye neredeyse yok ettiniz. Cihad cemaatini ise silahlı eylem yapıyor diye kesip attınız. Falan cemaat şöyle, filan cemaat böyle diye mahkûm ettiniz. Şimdi ortada tebliğ cemaati kaldı. İlim ehlinden bazı kimseler de bu cemaate karşı savaş açmış durumdalar. Lâ havle ve Lâ kuvvete illa billah…”

Şeyh Azzam’ın çağdaş toplumun ahvaliyle ilgili saptamaları da kayda değerdir. Bundan yaklaşık kırk yıl önceki toplumu “Boş kalıplar ve iki yüzlü topluluklar”olarak nitelemektedir. Tarih boyunca Firavunları “Firavun”yapanın da esasen bu gibi iki yüzlü münafık topluluklar olduğu tespitinde bulunur.

İslami bir cemaatin ne olduğu sorusuna da güzel bir cevabı vardır Şeyh Azzam’ın:

“Gerçek şu ki İslami bir cemaat, birbiriyle kaynaşmış, birbirini seven, hep birlikte canlarını feda etmeye hazır olan ve kardeşlerini korumak için ölüme dahi gidebilen insanlardan oluşursa işte bu cemaat, inşallah zaferin ilk adımı ve sinyalidir.”

Kitabın sonuna Şeyh Abdullah Azzam’ın gençler için hazırladığı sekiz sayfalık vasiyetnamesi eklenmiştir:

“Cihad hayatı en lezzetli hayattır. Sıkıntılara ve darlığa sabır ve tahammül, nimetler ve konfor içinde yaşamaktan daha güzeldir.”

“Ey İslam davetçileri, ölüm tutkunu olunuz ki size hayat bağışlansın… Okuduğunuz kitaplar, devam ettiğiniz nafileler sakın sizi aldatmasın!”

“Bir bardak, taşmadıkça dolmuş sayılmaz. Bir kalp de çevresinde bulunan insanlara taşmadıkça bu din ile dolmuş olmaz…”

 

[1]       .   Beşşar Esed’in babası ve devrin Suriye tağutu

[2]       .   Bu da o devirde Libya’da hüküm süren gaddar bir tağut idi

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver