Allah’ın adıyla…
“Yakın akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, malı saçıp savurma. (Çünkü) saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridirler. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. Rabbinin rahmetini umduğundan dolayı onlardan yüz çevirirsen, onlara yumuşak söz söyle. Elini boynunda bağlı tutma (eli sıkılık-cimrilik etme), onu tamamen de açma (müsriflik edip saçıp savurma). Yoksa ayıplanmış ve bitkin düşmüş olarak kalakalırsın.” [1]
Genel Anlam
Allah (cc), işlerini kolaylıkla görsün diye insana mal vermiştir.[2] Aynı zamanda insanın kalbinde mala dair fıtri bir sevgi yaratmış[3] ve ona infağı, sadakayı, zekâtı emrederek insanı imtihana tâbi tutmuştur. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, insanın en çetin imtihanı malla olanıdır. Sahabi (r.anhum): “Allah Rasûlü ile birlikte zorlukla sınandık ve sabrettik. (Onun vefatından) sonra rahatlık/zenginlikle sınandık sabredemedik.” [4] demiştir.
Mal ile imtihanı kazanmak, vahyin gösterdiği şekilde orta yollu olmakla; onu kaybetmek ise, aşırılık (müsriflik) veya gevşeklik (cimrilik) göstermekle gerçekleşir.
“Elini boynunda bağlı tutma (eli sıkılık-cimrilik etme), onu tamamen de açma (müsriflik edip saçıp savurma). Yoksa ayıplanmış ve bitkin düşmüş olarak kalakalırsın.” [5]
“Onlar ki harcadıklarında israf ve cimrilik etmez, bu ikisi arasında (dengeli) bir yol tutarlar.” [6]
Geçmiş dönemde âlimlerimiz cimrilik hastalığı üzerinde durmuşlardı. Çünkü malın ve üretimin az, harcamanın zenginlere özel bir durum olduğu, halkın genelinin fakirlerden teşekkül ettiği bir dönemde yaşamışlardı. Toplum, fakirlik korkusuyla harcamaktan kaçınıyor, farz zekât haricinde nafile tasadduk konusunda gevşeklik gösterebiliyordu. Hâliyle o günün problemi cimrilikti.
Günümüzde ise, insanlık tarihinde ilk kez karşılaşılan bir durum yaşanıyor. Üretim ihtiyaca göre değil, sanal ihtiyaçlara göre yapılıyor. Yani geçmişte günlük hayatın olağan ihtiyaçları olur, üreticiler de bu ihtiyaca göre üretim yapardı. Örneğin, kışın soğuğundan korunmak için dış kıyafete ihtiyaç vardır. Üretici buna uygun dış kıyafet üretir, tüketici de ihtiyacını satın alırdı. Kullanılamayacak hale gelinceye kadar dış kıyafeti giyinir, sonra ihtiyaca göre yenisini alırdı.
Şimdi ise ihtiyaçları günlük yaşamın olağan akışı değil, malı üretip satan ve ondan para kazanan üretici belirliyor. Hâliyle sanal ihtiyaçlar üretiyor, reklam aracılığıyla toplumu bunun ihtiyaç olduğuna ikna ediyor, toplumun örnek aldığı tanınmış simalar üzerinden üretileni bir kimlik hâline getiriyor ve ürettiğini bu şeytani tezgahla satıyor.
Buna bağlı olarak toplumda tüketim çılgınlığı yaşanıyor. Alınacak olan bir eşya, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın, sırf almış olmak için alınıyor. Toplumun tüm kesimleri bir noktada hem fikir: İnsanlar aldıkça mutsuzlaşıyor, aldıkça tükeniyorlar. Artık hiçbir şey insanları mutlu etmiyor, doyurmuyor, huzur ve sükûnet vermiyor. Zira bir aylık emeğini bir alışverişte harcayan bir insan, daha evine ulaşmadan akıllı telefonu kendisini uyarıyor: “Bip! Yeni ürünlere bakmak ister misiniz?” Evet, evine ulaşmadan aldıkları eskimiş oluyor, çünkü yenileri çıktı. Yenisi çıktıkça insanlar saçıp savuruyor, onlar savurdukça şeytan mutlu oluyor. Çünkü her saçıp savuran şeytana kardeş oluyor! İşte bu ayetler, bir yaraya parmak basıyor ve mümini saçıp savurmaktan, tüketim çılgınlığından, şeytanın evi olmaya aday AVM’lerden, yeniyi alabilmek için Allah’a ve Rasûlü’ne harp ilan etme pahasına kredi kartlarına başvurmaktan sakındırıyor.
Allah’ın (cc) yardımıyla ayete bakalım:
“Yakın akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver…” [7]
İfadeye dikkat buyurun lütfen! “Hakkını ver!” Allah (cc) saçıp savurma hastalığını tedavi etmeye “hak” mefhumuyla başlıyor. “Senin malında başkalarının da hakkı var.” diyor. Akraba, yolda kalmış ve yoksul bunlardan bazılarıdır. “Ne yani, ben çalışıyorum, ben kazanıyorum, ben yoruluyorum, bu mal yalnızca bana ait değil mi?” diye sormamıza dahi fırsat vermiyor. Çalışan, yorulan, kazanan sen olsan da malın asıl sahibi Allah’tır, onu rızık olarak sana ulaştıran O’dur. Ve malın gerçek sahibi senin malında başkalarının da hakkı olduğunu söylüyor.
“Onların mallarında dilencilerin ve yoksul olanların hakkı vardı.” [8]
“Onların mallarında belli bir hak vardır. Dilenen ve mahrum olan (fakir) için.” [9]
Küresel tuğyan insanları tüketim hastalığına ve ağababaları olan İblis’in kardeşliğine davet ederken bireyselliği alt zemin olarak kullanıyor. Bencil, sorumsuz, yalnızca kendi ihtiyaçlarını düşünen bir insan modelini özgür/mutlu/kendini gerçekleştirmiş insan olarak işliyor.
Allah ise insanı “hak” mefhumuyla terbiye ediyor. “Kazandığını masaya koy, önce hak sahiplerinin hakkını çıkar. Yakın akraba içinde ihtiyaç sahibi var mı? Çevrende yolda kalmış, çıktığı yolculuğu ya da başladığı işi bitirememiş kimse var mı? Miskin var mı? Yani ihtiyacı var ama iffeti ve hayası nedeniyle kimseden isteyemiyor. Böylelerini araştır, simalarına bak[10] ve ihtiyaçlarını gidermeye çalış”, diyor.
Rabbinin öğüdüne kulak veren ve ayetin çizdiği ahlakla ahlaklanan bir insan saçıp savuramaz. Sorumluluk duygusu engel olur, elinden tutar ve başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmesini sağlar.
“Malı saçıp savurma.” [11]
Ayet, bu fiili anlatmak için “tebzir” kelimesini tercih etmiştir. Kelimenin kökü olan بذر/be-ze-re aynı zamanda tohum, çekirdek, fide gibi anlamlara gelmektedir. Ayet, muhatabın gözünde ekim işlerini canlandırmak istemektedir. İnsana bahşedilen mal tohum, harcadığı yer ise tohumu saçtığı tarladır. Nasıl ki tohumun bitki olarak yeşermesi için uygun bir zemin şarttır, öyle de malını harcayanın karşılık alabilmesi için uygun yere harcaması gerekmektedir. Dünyanın en iyi tohumunu denize, kayalığa, asfalta yani tohuma elverişli olmayan yere saçarsanız tohumu israf etmiş ve hüsrana uğramış olursunuz. Malınız da böyledir. Yerli yerinde harcama yapmazsanız, malınızı telef etmiş olur, dünya ve ahiret mahrumiyeti yaşarsınız.
Ayetin odak noktasını oluşturan “be-ze-re” kökü, fide anlamına gelir dedik. Bilindiği gibi fide başka yerde ekilmek üzere hazırlanır. Onu kıvamına gelmeden koparırsanız hiçbir işe yaramaz, elinizde kalır. Mal da böyledir, elinize geçtiği anda harcıyorsanız, o maldan istifade edemezsiniz. Çünkü yoksulun, fakirin, akrabanın, yolda kalmışın, mahrumun hakkını gözetmeden, sorumsuzca harcamış olursunuz. Bu da malın bereketini öldürür ve saçıp savurmuş olduğunuz için şeytanı malınıza ortak etmiş[12] ve şeytana kardeş olmuş olursunuz.
Ayetin merkezinde yer alan ve saçıp savurma eylemini karşılayan “be-ze-re” kökü tohumu/malı doğru yere harcamayı; düşünerek hak sahiplerinin hakkını gözettikten sonra harcamaya işaret eder. Ayete birinci dereceden muhatap olan seleflerimiz de ayeti bu minvalde tefsir etmişlerdir:[13]
• Abdullah b. Mesud:
“Saçıp savurma, malı hak olmayan yere harcamaktır.”
der.
• Abdullah b. Abbas:
“Saçıp savurma, malının tamamını (sorumsuzca) harcayıp hiçbir şeyi olmayan kimse gibi olmaktır.”
der.
• Mücahid:
“Kişi malının tamamını hak yolda harcasa saçıp savurmuş olmaz. Ancak bir avuç kadar malını batıl uğruna harcasa saçıp savurmuş olur.”
der.
• Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem:
“Saçıp savurma, malını Allah’a isyan olan şeye harcamaktır.”
der.
• Bazı ilim ehli bu ayet ve A’raf suresi 31. ayette
yasaklanan israfla ilgili derler ki:
“Müşrikler övünmek ve gösteriş olsun diye mallarını harcar, kurban keserlerdi. Allah malın yerli yerinde ve Allah’a yakınlaştıracak şekilde harcanmasını emretti.”
“Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridirler…”
Kur’an’da kullanılmış en ağır ifadelerden biri budur: Şeytana kardeş olmak. Araplar bir şeye mulazemet eden, sürekli onunla beraber olan, ahlak hâline gelmiş ve kişinin ayrılmaz parçası olan şeyi أخي/kardeş olarak ifade ederler. Örneğin, çok cömert kimseye أخي الكريم/cömertin kardeşi, çok cesur kimseye أخي الشجاعة/cesaretin kardeşi derler.
Şeytanların kardeşleri ifadesinden ilk olarak, saçıp savuranların şeytanla bütünleştiğini ve onun ayrılmaz bir parçası olduklarını anlarız. Yine iki kelimenin de çoğul olmasından, bunların saçıp savuranlar cemaati olduğunu, tüketim çılgınlığında birleştiğini, tüketim mabedlerini mesken tuttuğunu, geçmişte pazar-panayır mübtelası olan bu cemaatin şimdilerde indirim günleri, sezon sonları, alışveriş haftalarına mübtela, birbirini olumsuz etkileyen, merkezde şeytanın yer aldığı bir topluluk olduğunu anlarız.
Hayatlarının merkezinde ihtiyaç olup olmadığına bakmaksızın, başkalarının hakkını gözetmeden yaptıkları alışveriş-tüketim olan bu topluluk şeytanların kardeşleridirler! Çünkü:
• Allah
(cc)
bunları tanıtmak için المبذرين/saçıp savuran yani ism-u fail olan bir kelime seçmiştir. İsm-u fail bir yönüyle isimdir. İsimler gibi onda sübut/devam/süreklilik vardır. Yani harcama bunların süreklilik kazanmış eylemleridir. İsm-u fail bir yönüyle de fiildir. O da fiil gibi etkendir, amel yapar. Geçmiş zaman, şimdi ve gelecek zamanda hep faal olacaklardır ve bu faaliyetleri de harcamak/tüketmek şeklinde olacaktır.
Bildiğiniz gibi masiyetle süreklilik şeytanın ahlakıdır. Sorumsuzca harcama yapanlar da ya alışveriş hâlindedirler ya alışveriş hayal etmektedirler ya da alışveriş fikri edinmek için reklamları takip etmektedirler. Bu öyle bir sürekliliktir ki yolda gördükleri bir vitrin, hastane sırasında hiç tanımadıkları birinde gördükleri bir kıyafet… Her şey ama her şey onlara alışverişi hatırlatmaktadır. Masiyetteki bu süreklilikleri onları şeytana kardeş kılmıştır.
• Onları şeytana benzer ve kardeş kılan bir diğer şey nankörlükleridir. Allah
(cc)
ayetin sonunda:
“Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”
buyurmaktadır. Yani, şeytan şükretmez, nimetin kıymetini bilmez bir nankördür. Tüketim çılgınları da şükürsüzdür. Çünkü onlar, ellerinde olana odaklanıp, var olanla yetinerek şükretmezler. Hep eksikleri vardır. Hep eksikleri olduğu için de hep şikâyet halindedirler. Evet, sekiz çift ayakkabıları olabilir. Fakat son aldıkları kabanın rengine uygun dokuzuncu ayakkabıyı alamamışlardır ve olan ayakkabılar değil, olmayan ayakkabı tüm gündemlerini meşgul eder. Siz de hak verirsiniz ki böyle bir insanın şükürle, hamdle, var olanla mutlu olmakla işi yoktur.
Allah’a (cc) verdiği sözlerde şeytan, insanları şükürsüz birer nankör yapacağını belirtmiş ve mevcut tüketim toplumuyla da hedefine varmıştır.
“Dedi ki: ‘Beni saptırmana karşılık ben de onları (saptırmak) için senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra kesinlikle onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulamayacaksın.’ “ [21]
“Andolsun ki İblis, (onların çoğunu saptıracağına dair) zannında haklı çıktı. Müminlerden azı hariç ona uydular.” [22]
• Şeytanın kardeşleridirler zira bu tüketim çılgınlığıyla şeytani müesseseleri beslerler. Allah’ın (cc) bir nimet ve imtihan olarak verdiği imkânları, Allah’a ve Rasûlü’ne savaş açmış kurumlara harcayarak şeytani düzenlerin devamını sağlarlar. Bugün, gece ve gündüz tuzaklar kurarak insanları Allah’ın dininden alıkoyanlar, bu iş için tüketim çılgınlarının harcamalarını sermaye olarak kullanmaktadırlar.
Bir yıl içinde birden fazla telefon değiştiren, her bir telefonu bir ailenin bir aylık masrafına denk olan, henüz birinciye borcu bitmeden sırf yenisi çıktı diye (ihtiyaç olmamasına rağmen) ikinciyi alana “şeytanın kardeşi” demeyelim de ne diyelim? Şer şebekelerine gönüllü bağış yapacak olsa ancak tükettiği kadarını verebilirdi!
• Şeytanın kardeşleridirler; çünkü şeytana bağlı/bağımlı yaşayan insanların tüm özelliklerini üzerlerinde taşırlar.
Allah hakkında kötü zan sahibidirler. Allah (cc) onları görmüyormuş ve hesap sormayacakmış gibi bir hayat sürmektedirler.[23]
Allah’ı anmaktan, O’nun zikri olan kitaba yönelmekten uzaktırlar ve Allah da bize ceza olsun diye onlara şeytanları bağlamış, şeytanla kardeş kılmıştır.[24]
Allah’ın (cc) verdiği malı fakirden yoksuldan gizler, ihtiyaç sahiplerine karşı cimrilik ederler. Fakire verecek olsalar mutlaka görünmesini isterler, Allah’a olan imanlarından değil, insanların beğenisine olan düşkünlüklerinden infak ederler.[25]
Kur’an-ı Kerim üç yerde şeytana bağlı/bağımlı yaşayanları bu sıfatlarla resmetmiştir. Tüketim çılgını bir bireyi ele aldığımızda bu sıfatları fazlasıyla taşıdığını görürüz.
•••
Ayet-i kerimede kullanılan bu ağır ifadeler, mümini terbiye etmek ve sorumsuzca harcamanın kişi götüreceği sonu göstermek içindir. Rabbimiz, biz kullarına olan merhameti nedeniyle şeytanı, hilelerini ve ona uyduğumuz takdirde bizleri bekleyen akıbeti net, anlaşılır ve sarsıcı bir üslupla önümüze koymuştur.
Hiç şüphesiz bu ayetler, bugünün muvahhidini birinci dereceden ilgilendirmektedir. Her birimizin kabul edeceği üzere tüketim çağında ve tüketim toplumunda yaşıyoruz. Kendimizi, ailemizi, çocuklarımızı ve kardeşlerimizi bu cahilî ahlak ve anlayışa karşı korumakla yükümlüyüz. İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak toplumu da uyarmak ve doğru olanı yaşayarak insanlara göstermek ve örnek olmakla sorumluyuz.
Bunun için ilahi reçeteyi uygulamak dışında başka bir yolumuz yoktur. O ilahi reçete de şudur:
• Kazandıklarımızda öncelikle yakın akraba, yoksul, mahrum, miskin ve yolda kalmışların hakkını ayırmalıyız. Aile olarak düşünmeli, kimlere yardım etmemiz gerektiğine dair istişarede bulunmalıyız.
• İhtiyaçlarımızı önceden belirlemeli, alınacak olan şeylerin ihtiyaç olup olmadığını netleştirmeliyiz.
• Batıla, harama, Allah’ın
(cc)
razı olmadığı şeye para harcamaktan şiddetle sakınmalıyız.
•••
“Rabbinin rahmetini umduğundan dolayı onlardan yüz çevirirsen, onlara yumuşak söz söyle…”
Bazen insan yardım edecek imkânlara sahip olmayabilir. Eli dardır, kazandığı ihtiyaçlarını karşılamamıştır. Böylesi durumlarda “yumuşak söz” ile sadaka vermeyi ihmal etmemelidir. Çünkü Rabbimiz malı olmayana “yumuşak söz” söylemeyi emretmiş, Rasûlü (sav) güzel sözün de bir sadaka olduğunu bildirmiştir.[26]
Yumuşak/güzel söz, onlarla ilgilendiğimizi, dertleriyle hemhâl olduğumuzu, maddi olarak destek olamasak da duamız ve hayır temennimizle onların yanında olduğumuzu hissettirmektir.
Ve Rabbimizin öğüdü, itidal çağrısıyla son bulmaktadır:
“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” [27]
Harcama konusunda iki uç da yerilmiştir. Cimri; kendini boğmaya çalışan, sıkıntılı, elleri boğazında bir adam olarak resmedilmiştir. Mal biriktirir fakat biriktirdiği mal ona huzur vermez. Çünkü paylaşmaz, paylaşmadığı için malın bereketi ve manevi huzurundan mahrumdur. Müsrif ise elini iki yana açmış, hiçbir şey tutamayan, beyhude ömür tüketen bir insana benzetilmiştir. Kuşkusuz her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır. Ve O (cc) kullarını işlerin en hayırlı olanına, dünyada huzur, ahirette ebedî nimetlere davet etmektedir.
Rabbim! Bizleri malı helal yoldan kazanan, o malda hak sahiplerinin hakkını gözeten, senin sevip razı olduğun meşru yerlere harcayan kullarından kıl! Bizi cimrilikten, müsriflikten ve malda şeytanın payı olan tüm fahşa ve münkerden muhafaza buyur. Allahumme amin.
Halis Bayancuk (Ebu Hanzala)
Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi, Silivri/İstanbul
[1] .17/İsra, 26-29
[2] .”Allah’ın işlerinizi göresiniz diye verdiği malları, (aklı tam olgunlaşmamış) sefihlere vermeyin. O maldan onları yedirip giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.” (4/Nisa, 5)
[3] .”Malı da aşırı bir sevgiyle seversiniz.” (89/Fecr, 20)
[4] .Tirmizi, 2464
[5] .17/İsra, 29
[6] .25/Furkan, 67
[7] .17/İsra, 26
[8] .51/Zariyat, 19
[9] .70/Mearic, 24-25
[10] .”(Yapacağınız infak ve sadakaya en fazla hak sahibi olanlar kendilerini İslam davasına adayan, Allah yolunda cihad etmek ve görevden göreve koşmaları nedeniyle dünyalık işlere vakti kalmamış ayrıca Allah yolunda edindikleri düşmanlar tarafından) yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen, Allah yolundan alıkonulmuş fakirlerdir. Sergiledikleri iffetli tavırdan ötürü onları tanımayan, zengin zanneder. Sen onları yüzlerindeki (fakirlik alametlerinden) tanırsın. İnsanlardan ısrarlı/bıktırıcı bir şekilde istemezler. Hayır olarak yaptığınız infakları şüphesiz Allah bilmektedir.” (2/Bakara, 273)
[11] .17/İsra, 26
[12] .”Onlardan gücünün yettiklerini sesinle kışkırt, atlı ve yaya (ordularınla) onlara saldır, onların malları ve evlatlarında onlara ortak ol ve onlara vaadlerde bulun. Şeytanın onlara vadettikleri aldatmadan başka bir şey değildir.” (17/İsra, 64)
[13] .Bk. Zadu’l Mesir, İsra suresi 26. ayet tefsiri.
[14] .İbni Cerir
[15] .Mevsuati’l Tefsir’ul Me’sur
[16] .İbni Cerir
[17] .İbni Cerir
[18] .”Ey Ademoğulları! Her mescid yerinde ziynetlerinizi alın. (Güzelce giyinin, müşrikler gibi çıplak ibadet etmeyin.) Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. (Çünkü) Allah israf edenleri sevmez.” (9/Araf, 31)
[19] .Zadu’l Mesir, Zeccac’dan naklen.
[20] .Bir hatırlatma!
Gerek İsra suresi 26. ayet gerekse A’raf suresi 31. ayet bir insanın birden fazla evi, arabası, giysisi, çeşit çeşit yemeklerin bulunduğu bir sofra sahibi olmasını yasaklamamıştır. Zira iki ayet de Mekke’de nazil olmuştur ve indiği dönemde sahabiler fakr-u zaruret içerisindedirler. Ağaç yaprakları yemekten mideleri kabuk bağlamış, giysilerini parçalayıp iki kişi giyecek şekilde bölüşmüşlerdir. (Müslim, 2967) Böyle insanların mübahta aşırı gitmek, birden fazla eşyaya sahip olmak gibi lüksleri olmayacağından saçıp savurmayı ve israfı böyle yorumlamak makul görülmemektedir.
Ayrıca nüzul sebebi, içinde bulundukları bağlam ve hükmü ifade ederken seçilen kelimeler ayetlerin bu şekilde tefsir edilmesine müsait değildir. Bu yorum, tasavvufla beraber oluşmuş, “bir lokma bir hırka” felsefesi olarak yayılmış ve uydurma bir takım rivayetlerle desteklenerek kitaplarda yer almıştır.
İki ayetin verdiği ortak mesaj: Allah’ın helal saydığı rızıkları haram saymamak, şirk ve masiyete mal harcamamak, gösteriş ve övünme harcamalarında bulunmamak, bencil ve sorumsuzca, yalnızca kendi isteklerini merkeze alarak harcamadan sakınmak şeklinde özetlenebilir.
İlk Yorumu Sen Yap