Orta Dünya olarak da tanımlanan İslam coğrafyasında ardı arkası kesilmeyen kaos ve krizlere her gün yenileri ekleniyor. Toplumda yerleşik olan genel kanaate göre tüm kötülüklerin, kaos, kriz ve savaşların tek kaynağı ve sebebi dış mihraklardır. Evet, Batı’nın ve Batıcılığın bu konudaki kötü sicili tarih kayıtlarında mevcut ve hepimizin gözleri önünde de caridir. Ancak toplumumuz içerisinde üretilmiş her kötülük, iğrençlik ve ihanetlerin sebebi olarak en kolay ve kestirme yoldan sadece Batı’yı ve Batıcıları suçlamak, sorumluluktan kaçmak ve hatta bizzat kendi öz nefsini aşağılamak anlamına gelir.
Batı’nın ve Batıcıların İslam coğrafyasında uyguladığı temel yöntem daima şu olmuştur: ‘Baş düşer, gövde yıkılır!’
Onlara göre ‘baş’, ümmetin her bir ferdinin hayat boyu kimliği ve yaşamının temel düsturu olan tevhid inancının, Bel’am b. Baura’nın ideolojik zürriyetinden olan münafık karakterli kötü bilginlerin yoğun çabalarıyla sulandırılmaya çalışılmasıyla daha kolay düşer. Nitekim tarih boyunca aynı senaryo uygulanmıştır. İslam’ın özü ve esası olan tevhid inancının kısmen yahut bütünüyle tahrif edilmeye çalışıldığı, hükümlerinin âtıl hale getirilmeye gayret edildiği, inanç zemininde ilhada (inkâra ve hakiki manalarını kaydırmaya) sapıldığı ve hayatın tümünden veya büyük bir kısmından çıkarılarak yerine envai beşerî ideolojilerin yerleştirildiği her devirde hakikaten de önce ‘baş düşmüş’ sonra da ‘gövde yıkılmıştır.’
Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem nazil olduğu haliyle Tevhid dini İslam’a tâbiyet konusunda, bu akideden yüz çevirme ve ona karşı ilgisizlik şenaa”tinin işlenmesiyle beraber İslam coğrafyasındaki toplumlarda müzmin bir yenilgi psikolojisi ve aşağılık kompleksi baş gösterdi. Bu ahvalden en çok etkilenen kesim ise, toplumun geleceği ve güvencesi olan (olması gereken) gençliktir.
Yaşadığımız şu devirde hayata gerçek anlamda bir keşmekeşlik hâli hakimdir. Cahiliye toplumu içerisinde hangi tarafa dönersek dönelim, insanın hayret duygularını dumura uğratan çelişkiler kumkumasıyla karşılaşıyoruz. Şeytanlaşmış insanların oluşturduğu yıkım çemberi giderek daralmakta ve aile mahremiyetine kadar müdahale etmektedir. Maruz kalınan bu ‘sihir’, toplumun ekseriyetini kendisine hayran bırakır bir duruma getirmiştir. Gözlere ve kalplere çekilen taaccüp/şaşkınlık perdeleri, toplumdan Firavuni yolun doğruluğunu kabul edip ‘sihirbazların’ gösterdiği her numarayı kutsallaştırarak ona iman etmeyi istemektedir. Tevhid akidesiyle ilgili ciddi bir çaba ve endişe içinde olmadığı malum olan geniş halk kitlelerinin iradesi giderek zayıflatılmış ve akli melekeleri de üst üste darbeler almaktadır. Böyle bir durumda insanların tedirginlikleri, yalnızlıkları, çaresizlikleri, korkuları ve geleceğe dönük endişeleri daha da artmaktadır.
Özellikle de inanç, hayat tarzı ve ahlak itibariyle gençlerin hali, günümüzde adeta dört tarafından kuşatılmış ve tepesinden birleşik küfür koalisyonu tarafından gece gündüz bombalar yağdırılmakta olan Gazze, Musul ve Rakka halkının hâli gibidir.
Bugün sadece İstanbul, Antalya ve Diyarbakır’da değil, ülkenin hemen hemen her yerinde kontrol edilemez bir hızla tükeniş ve hiçleşme istikametinde yol alan bir gençlik enkazıyla karşı karşıyayız. Bu, sabah uyandığımızda birdenbire karşımıza çıkıveren bir manzara olarak tanımlanması mümkün olmayan vahim bir durumdur. Bilakis bu manzaranın ortaya çıkışı, yerli ve yabancı ilhad ve ifsad ehlinin nesiller boyu ısrarla ve kesintisiz olarak profesyonelce sürdürdüğü aynı amaçlı yıkım projelerinin en önemli ara sonuçlarından birisidir.
Herkesin şunu çok iyi bilmesi gerekir ki şu fefsude toplumun içerisinde yaşayan bir kimse ne kadar salih olursa olsun, aynı zamanda muslih de olmadığı müddetçe hem Allah’a karşı hem de içerisinde yaşamakta olduğu topluma karşı sorumluluğunu tam olarak yerine getirmiş olmayacaktır. Gençliğin bugün adetâamahkum edildiği inanç ve amel alanındaki derin yozlaşmanın başta gelen sebeplerinden birisi de onlar için lider ve kanaat önderi pozisyonunda olan kişilerin Rabbani ölçülerden ve nebevi menhecden sapmaları ve saptırmalarıdır. Tevhid davetini ‘tekfir daveti’, tevhid davetçilerini de topyekün ‘harici, tekfirci’ gibi hak ve adalet ölçülerine sığmayan, basmakalıp, sığ ve insaftan yoksun sıfatlarla etiketlendirip afişe eden birçok kelli felli dava adamının(!) çocuklarını, işte bu çirkin sıfatlarla yaftalanan muvahhidler tevhid daveti yaparken gayrimeşru bataklıkta bulmuşlar ve en azından bir kısmının oralardan kurtulmalarına vesile olmuşlardır. Bizzat kendi öz nefsinin ve ehlinin ıslahı hususunda kendisini müstağni gören böylesi tiplerin genç nesillere zaman zaman hoşça vakit geçirtmek dışında verebilecekleri bir şey yoktur.
Yeni neslin kendilerine ‘Bir kutlu devrin ve davanın taşıyıcıları’ gözüyle baktığı nice baba(!) adamlar neslin ıslahı misyonunu terk ederek, kötülüklerin en etkili üreticisi ve yaygınlaştırıcısı olan laik/demokratik sistemin gönüllü müşavirleri ve şirk sisteminin ıslahatçıları oluverdiler. Bu iç karartıcı vaziyet bize Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisini hatırlatmaktadır:
Abdullah b. Mesud’un radıyallahu anh rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İsrailoğulları masiyetlerin içine daldıkları zaman âlimleri onları sakındırdılar fakat onlar vazgeçmediler. Sonra âlimleri de onların meclislerinde onlarla beraber oturdular, onlarla beraber yediler ve onlarla beraber içtiler. Allah da kalplerini birbirine benzetti ve onlara isyanları ve haddi tecavüz etmeleri yüzünden Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanet etti.” buyurdu. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaslanmış iken doğruldu ve:
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz de onları gerektiği şekilde önlemedikçe hayır (size de kurtuluş) yoktur.” buyurdu.(Tirmizi, 3237)
Saptırıcı bilginlerin kanaat önderi ve ukala dilbazların âlim sıfatıyla gezdiği, hürmet gördüğü ve etkin pozisyonlarda bulunduğu bir toplumda yeni neslin sahih itikad, ihlas üzere ve sünnete uygun ibadet, nefsî hesaplardan arındırılmış nezih bir cihad ve güzel ahlak üzere yetişmesi için söz konusu toplumun hak ve hidayet yerine ikame etmeye çalıştığı değerlerden bağımsız bir şekilde büyük bir özveriyle ciddi bir emek sarf edilmesi gerekmektedir.
Çok büyük bir kısmı dırarlaştırılan camilere dolan ‘cami cemaati’nin de çocuklarıdır aynı zamanda, savrulan ve hiçleşen bu gençlik evdeki oğlunun, kızının yahut genel anlamda gençliğin ahvalinden şikayetlenerek inanç ve değerlerimize aykırı söz, tutum ve davranışlara sürüklenmelerine yahut şirk ve küfür ideolojileri üzerine bina edilmiş laik/demokratik partiler veya örgütler ile mafyatik çıkar çetelerinin kapsama alanına çekilmelerine şahitlikte bulunurken şunu da düşünmek, murakabesini ve muhasebesini yapmak zorundadır herkes:
Gençlerimizin şuurlu ve donanımlı olmaları için evvela ebeveynin aynı özelliklere haiz olması lazımdır. Şuurlu ve donanımlı olmaktaki kastımız sadece siyasi/politik alanda bilgiç ve dilbaz olmak veya kartvizitinde birtakım cafcaflı sıfatlar taşımak değildir. Birçok insanın en çok yanıldığı meselelerden birisi de budur. Ebeveynler genellikle bu türden veya buna benzer meselelere odaklandığından hayatın varlığının asli sebebi olan en önemli husustan gafil kalmaktadırlar maalesef. Önem ve öncelik sıralamasında alt sıralarda olan yahut belki de gündemlerinde bile olmayan bu mesele, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının radıyallahu anhum tüm zorluk ve sıkıntılara karşın on üç sene boyunca Mekke’de sebat etmelerinin temel nedeni olan Tevhid akidesinin öğrenilmesi ve özümsenmesi ile kalbin imanla kuvvetlenmesi ve kıyamete kadar gelecek olan nesillere örnek olacak muvahhid şahsiyetinin oluşturulması çabasıdır.
İnanç, fikir, ibadet ve davranış olarak muvahhid bir aile ortamında yetişen genç bir muvahhidde, gayrışer’i, gayrıfıtri ve gayriahlaki her türlü sapkınlığa, çirkinliğe ve çirkefliğe karşı Allah’ın izniyle doğal bir korunma refleksi gelişecektir.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet/kulluk etmeleri için yarattım…” (51/Zariyat, 56) emrini kendi hayatının merkezine koymayan bir ebeveyn, genç evladını küfrün her kılığa girmekte mahir olan kurt karakterli partilerinin ve çetelerinin kıskacında görüp şikayetlendiğinde suçlu listesinin ilk sırasına kendi ismini yazmalıdır.
Anne babanın arkadaş çevresi ve arkadaşlık ilişkileri, arkadaş çevresinin belirlenmesinde ve hatta kimlik/kişilik oluşumunda çocuklar/gençler için örnek ve modeldir. Mesela, birçok Ehli Sünnet ulemasının verdiği fetvaya göre istimali haram olan sigarayı içen bir baba (ve onun arkadaş çevresi) bu ameliyle çocuklarına en büyük kötülüklerden birini yaptığının belki de farkında bile değildir veya çok da önemsemiyordur. Her iki sebep de birbirinden daha ağır sonuçlar doğurabilecek sorumsuzluk örnekleridir. Bilinmelidir ki, bir sigara dahi belki de çocuğun/gencin ileriki yıllarda uyuşturucu batağına saplanmasına götürecek yolun ilk döşeme taşlarından biri olabilir. Aile çevresi Tevhid Ehli ve salih olmayan bir çocuğun/gencin muvahhid, salih ve muslih olmasını beklemek, hiçbir gayret göstermeden sadece temenni etmekle âlim olmaya çalışmaya benzer.
Başta gençler olmak üzere hemen hemen tüm insanlar için geçerli olan bir kaide vardır: Kişinin arkadaş çevresi kendisi için adeta kimlik kartı gibidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Kişi arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse sizden biriniz kiminle arkadaşlık/dostluk edeceğine iyi baksın.” (Tirmizi, Zühd, 45)
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Tirmizi, Zühd, 50)
“Sadece mümin kimseyle arkadaş ol, yemeğini de muttaki (olan) yesin.” (Tirmizi, Zühd, 56; Ebu Davud, Edeb, 19; Ahmed, 3-38)
Geçmiş ulemadan nakledilen bir sözde şöyle denilir:
‘İnsan, çevresinin oğlu ve çağının dölüdür.’
Günümüzde aileler ile gençler arasında küçük çaptaki ‘kamplaşma’ sorununu sadece iletişimsizlik yahut kuşaklar arası çatışma şeklinde tanımlamak da doğru ve isabetli bir tespit değildir. Gayet açıktır ki, müşahade ettiğimiz üzere gençliğin sürüklendiği tükenmişlik ve hiçleşme hakikatinin asıl ve en mühim sebebi; başta inanç zemininde olmak üzere aziz İslam’ın aile hayatından, evlerden, sokaklardan, çarşı pazardan, eğitim kurumlarından, kışladan, ekonomik alandan ve yönetimin her kademesinden çıkarılmış olmasından başka bir şey değildir.
Gençliği çok uçlu kötülüklerden, sistem için daha zararsız/tolere edilebilir bir uca doğru yöneltmeye çalışmak ıslah değil, çok yönlü ifsadın ta kendisidir.
Doğu ve Güneydoğu’daki bazı belediyelerin geçmiş dönemdeki ateist yönetimlerinin uygulamaları ile kayyımların işbaşına getirildiği yeni dönemin reisçi ve/veya ateist yönetiminin icraatları bu hususta verilebilecek en çarpıcı örnektir. Bilindiği üzere Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki bazı belediyeler aylardır devletin atadığı kayyımlar tarafından yönetilmeye çalışılmaktadır. Söz konusu belediyelerin gençlere yönelik program, faaliyet ve çalışmaları; aslında laik demokratik sistemin, gençleri, ideolojik sapmayla ortaya çıkan şirk türü bir kötülükten, nefsin azgınlaştırılmasını ve hevaî sapkınlıkları tetikleyici farklı bir ifsad alanına ve şirk türüne yöneltip, kanalize etmek istediğine dair reddedilemez deliller ihtiva etmektedir. İşte bu, çok uçlu kötülüklerden birinden, yani sistem için potansiyel tehlike arz edebilecek bir kötülükten, özellikle genç bireylerin sadece şahsi hayatlarını değil, ahiretlerini de harap edecek farklı bir kötülüğe doğru yönelten bilinçli ve planlı bir icraattır. Belediyelerin imkân ve bütçeleri bu amaç için adeta seferber edilmektedir.
Süreç içerisinde kurumsallaşmaya başlayan “Kontrol dışı bir kötülükten, kontrol edilebilir bir başka kötülüğe yöneltip, yönlendirme’ şeklindeki uygulamalarla muhafazakâr demokrat kadroların hedeflediği ‘dindar neslin’ bir türlü ortaya çıkmaması bir yana, üzülerek belirtmek gerekir ki bugün ülkenin hemen hemen her şehrinde itikadi boşlukta debelenen, inanç, ibadet ve ahlaki açıdan kayıp ve zarar hanesine kaydedilen murdar bir neslin ortaya çıkması daha muhtemel görünmektedir.
Ömrü yeten her bir kulu, hayat boyu en güçlü, en verimli ve en güzel dönemi olan gençlikle rızıklandıran Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd ederiz.
Bizlere ‘arşın altında gölgelenen gençlerden’ olmanın yolunu gösteren ve öğreten Rasûlullah’a salât ve selam, pak ehlibeytine ve seçkin ve saygıdeğer ashabına ve bu aziz davanın taşıyıcısı olan muvahhid nesle de selam olsun.
İlk Yorumu Sen Yap