Allah’ın adıyla…
Bizleri yeni bir sayıyla buluşturan, ‘Din nasihattir’ vazifesini yerine getirmemize olanak sağlayan ve bizleri dininde kardeş kılan Rabbimize hamd olsun. Salât ve selam, Nebimiz Muhammed Mustafa’ya, onun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.
İslam, cemaat dinidir. Onun sahibi olan Allah (cc), bu dinin bireysel yaşanmayacağını, birçok öğretisinin yaşanabilmesi için Müslümanların topluluk/cemaat olması gerektiğini bildirir; tefrika ve bireyselliği açıktan yasaklar.
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın.” [1]
“Ben, Allah’ın bana emrettiği beş şeyi size emrediyorum. İşitmek, itaat etmek, cemaat olmak, hicret ve cihad etmek.” [2]
Allah, cemaat olmanın İslam’ı yaşama ve onda sabit kalabilme üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle açık emirlerin yanında, şer’i sorumluluklar vasıtasıyla da müminleri bu konuda eğitir. Bu hakikati kalplere ilmek ilmek dokur. Ona, her namazda okuduğu Fatiha suresiyle ‘Yalnız sana ibadet eder, senden yardım dileriz’ dedirterek tek olsa dahi biz şuuruyla dua etmeyi, bir imama uyarak, namaz kıldırarak cemaatin temeli olan itaati, ezan ve hac çağrısına icabet ederek uyumu, zekat ve infakla başkalarını düşünmeyi öğretir.
Direkt emir ve yasaklar, indirekt mesaj ve eğitimin yanında cemaatsizlik, tefrika ve bireyselliğin zararlarını açıklar. Cemaatten uzak olup, bireyselliği tercih edenlerin şeytana oyuncak olacağını haber verir.
“Sürüye zarar veren kurt olduğu gibi, insanın kurdu da şeytandır. Kurt, sürüden uzak ve ayrı olan koyunu kapar (Şeytan da cemaatten uzak ve ayrı olanı kapar). Dağlardan (uzletten) sakınınız. Cemaat, toplum ve mescidlerde olunuz.” [3]
İslam, birlik ve cemaati terk edip, ayrılığa düşenleri kitap ehline benzeterek müminleri bu durumdan sakındırır.
“Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” [4]
Cemaatin insanı başta din fitnesi olmak üzere sair fitnelerden koruyacağını Rasûl (sav) beyan eder.
“İnsanlar, Rasûlulluh’a hayır hakkında soruyorlardı. Fakat ben bana dokunmasından korktuğumdan şer hakkında soruyordum. Dedim ki: ‘Ya Rasûlullah biz cahiliye ve şer içindeydik Allah bize bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?’ Dedi ki: ‘Evet.’ Dedim ki: ‘O şerden sonra hayır var mı?’ Dedi ki: ‘Evet fakat içinde karışıklık var.’ Dedim ki: ‘O karışıklık nedir?’ Dedi ki: ‘Birtakım insanlar benim gösterdiğim yolun dışında bir yol takip edecekler. Onları tanıyacaksın ve onları kabul etmeyeceksin.’ Dedim ki: ‘Bu hayırdan sonra şer var mı?’ Dedi ki: ‘Evet. Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Kim onlara uyarsa onu cehenneme atacaktır.’ Dedim ki: ‘Ya Rasûlullah, bize onları tarif et?’ Dedi ki: ‘Onlar bizim cildimizden insanlardır ve bizim dilimizle konuşurlar.’ Dedim ki: ‘Bunların zamanı bana yetişirse bana ne emredersiniz?’ Dedi ki: ‘Müslümanların cemaatinden ve imamından/halifesinden ayrılmazsın.’ Dedim ki: ‘Eğer Müslümanların cemaati ve imamı yoksa?’ Dedi ki: ‘O zaman bütün fırkalardan uzak dur. Velev ki bir ağacın köklerini ısırıp kalsan da (Kur’an ve Sünnet) ölüm sana gelinceye kadar o durum üzere kal.” [5]
Netice olarak Cemaatin insanı cennete ulaştıracağına dikkat çeker.
“Kim cennetin en güzel yerine yerleşmeyi isterse cemaatte olmaya gayret göstersin. Şeytan tek kişiyle beraber iki kişiden uzaktır.” [6]
Büyük ve Küçük Cemaat
Müslümanların, tek imamın sancağı altında toplanıp büyük cemaatin yani hilafetin bir parçası olması asıl olandır. Büyük cemaatin olmadığı zamanlardaysa -günümüzde olduğu gibi- dinlerini korumak ve vacibin kendisiyle tamamlandığı asıl vacibi oluşturmak için müminlerin cemaat olmaları gerekmektedir. Bu da kişiyi fitnelerden koruyan, şer’i sorumluluklarını yerine getirmesini kolaylaştıran, güç ve imkanını bir program ve hedef doğrultusunda dini için kullanmasına olanak sağlayan küçük cemaattir.
Tevhid akidesi üzere, İslam’ın meşru kabul ettiği bir menhec, İslam ümmetinin bir parçası olduğunu bilerek hareket eden ve cemaat kimliğini ümmet kimliğinin üzerine çıkarmayan her yapı İslam’ın meşru kabul ettiği küçük cemaat kapsamındadır.
Küresel tuğyan tüm imkanlarını seferber ederek büyük İslam cemaatini dağıttı ve kaldırdı. İslam ümmetinin içinde bulunduğu kötü şartlar ve Allah’ın yardımıyla aralarına engel teşkil eden şirk, bidat ve masiyetler hilafetin bitişini kolaylaştırdı. Küresel tuğyan elde ettiği ve onlar açısından tarihi bir başarı kabul edilecek neticeyle yetinmedi. Ümmetin yeniden dirilmesi ve varlık göstermesini sağlayacak tevhid, sünnet ve cemaat mefhumunu ümmet arasında yaygınlaştırmaya çalışan küçük cemaatlere yönelik yıkıcı planlar hazırlamaya başladı.
Bu cemaatleri devşirip, Batı medeniyetinin başlattığı son haçlı hamlesine hizmet edecek ılımlı İslam projesine entegre etmek, tevhid, sünnet ve takva ölçülerinin dışına çıkarıp İslam adına İslam’a zarar vermek ve ümmeti Allah adına aldatmalarını sağlamak, İslami cemaatleri yoldan saptırmak için Kureyş’in Nebi’ye yaptığı teklifin modern hâli olan Demokratik sistem partilerini bu yapılara şirin göstermek en fazla kullandıkları yöntemlerdendir.
Kur’an ve Sünnetin muhkem naslarından süzülmüş sahih akide ve salih amelle bu tuzaklara karşı direnen ve dinine hizmet eden küçük cemaatlerin ise; itibar ve haysiyet cellatlığıyla yapılan habis propagandadan başlayarak, zindan, sürgün ve suikaste varan fiilî eziyetlere varan saldırılara maruz kaldıklarını biliyoruz.
Bu sebeple; büyük cemaatin olmayışı müminleri küçük cemaatten uzak tutmamalıdır. Hayrın tamamı olmasa da, cemaatle elde edilecek hayırların bir kısmı küçük cemaatle de elde edilir. Büyük cemaatin oluşması için gerekli olan sahih akide ve salih amel cemaat vasıtasıyla ümmetin gündemine getirilebilir ve büyük cemaatin prototipi insanlara gösterilebilir.
Cemaatin Varlık Nedeni
Cemaatle elde edilen hayır ve faziletler bir yazıyla anlatılamayacak kadar çoktur. Bunlardan bazısı asli bazısıysa fer’idir. Cemaatin varlık nedenlerinden en önemlisi ve asli olanıysa; Şura suresinde zikredilmiştir.
“O: ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir.” [7]
Başta ‘Ulu’l Azm’ Peygamberler olmak üzere İslam ümmetinin tamamına teşri kılınan yol ve mükellef tutuldukları emir ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ ilkesidir. Rabbimiz, iki önemli esasla biz kullarına yol göstermektir. Dini ayakta tutmaktan kasıt, dinin yaşanması ve emirlerinin hayata geçirilmesidir. Bunun sürekli olmasıysa ayrılığın olmaması ve ihtilaftan kaçınmakla mümkündür.
Allah (cc), insanları farklı karakter ve özelliklerde yaratmıştır. İnsanların yetiştikleri ortam, aldıkları eğitim ve eğilimlerinin farklılığı da eklenince insan sayısı kadar farklılık ve ihtilaf söz konusu olur. İhtilafsa tartışma ve bölünme, düşmanlık ve çekişme doğurur. Oysa İslam’ın tevhidden sonra emrettiği en büyük maslahat birlik, şirkten sonra yasakladığı en büyük mefsedet ayrılık ve bölünmedir.
Yani, İslam’ın müminler arasında tesis etmek istediği cemaatle insanın fıtri yapısı pek uyumlu değildir. Kişi bir cemaat içinde yer alsa dahi insani kimlik ve fıtri yapısından kopması mümkün olmadığından ikinci asıl olan ‘Dinde ayrılığa düşmemek’ ilkesine riayet etmesi kolay değildir. Buna bağlı olarak iki aslın ayrı ayrı ele alınıp, değerlendirilmesi ve her birine ayrı emek harcanması gerekir.
Şura suresinin 13. ayetiyle gündemimize sokulan iki asıldan birçok insanın gafil olduğuna itiraf etmek zorundayız. Büyük çoğunluk cemaat gerçeğinden uzak bireysel olarak hayatlarına devam etmektedir. Rahata düşkünlükle malül nefisler, insanı ağına düşürmek isteyen İblis’in vesveseleri, Batı medeniyetinin toplumları bölmek ve arzuları için yaşayan hayvanlara çevirmek için yaptığı kışkırtıcı bireysellik propagandaları, İslam adına ortaya çıkmış cehennem davetçilerinin cemaat mefhumunu zedeleyen olumsuz davranışları sebepler arasında zikredilebilir.
Allah’ın rahmet ettiği ve cemaat aslını yerine getirenlerin büyük çoğunluğu da ikinci asıla gereken önemi vermemektedir. Cemaat olmanın yeterli olduğunu sanmakta ‘Ayrılığa düşmeyin’ emrine gereken önemi göstermemektedir.
Oysa İslam, bedenlerin bir arada olmasından ziyade kalplerin, düşünce ve anlayışların bir olmasını hedeflemektedir. Kalp ve düşünce dünyasında bölünmüş ve ayrılığa düşmüş olanların bedenlerinin bir arada olması bir anlam ifade etmemektedir. İhtilaf yaşayan cemaat bireylerinin arasına şeytanın sızıp birliklerini bozması, an meselesidir. İtikad, dinde zorunlu bilinmesi gereken farzlar ve haramlar, hareket metodu noktasındaki her farklılık şeytanın sızması için açık bırakılmış bir kapı gibidir. İnsi ve cinni şeytanlar uygun zamanı gözetler, ilk fırsatta açık kapıdan sızıp İslam cemaatinin birliğini bozarlar.
Bu nedenle İslam’ın cemaat bireyleri arasında ihtilafın olmaması ve olduğu takdirde ivedilikle giderilmesi için çeşitli tedbirler aldığını görüyoruz. Bunlardan bazısına bu yazımızda değineceğiz.
Cemaatte Tek Seslilik
İhtilafları kaldırmak ve İslam cemaatine zarar vermesini engellemenin en önemli yolu cemaat içinde tek sesliliği sağlamaktır. Bu da tek bir yönetici ve meşru dairede ona itaatle mümkündür.
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; Rasûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” [8]
Müminler bir önceki yöneticinin ataması, ümmet adına şura heyetinin seçmesi veya cemaatin isteği doğrultusunda yönetici olmuş emir sahiplerine itaat ettiklerinde, ihtilaftan doğacak zararlardan korunmuş olurlar.
“Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana karşı gelirse Allah’a karşı gelmiş olur. Kim benim emirime itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim emirime karşı gelirse bana karşı gelmiş olur.” [9]
Rabbimizin yöneticiye itaat emrini Allah Rasûlü (sav) sağlam asıllara bağlamış, önemi anlaşılsın diye yöneticiye meşru dairede itaati, kendine itaate denk tutmuştur. Bu ilkeye riayet etmeyip, meşru bir yönetici varken yöneticilik iddiasında bulunan ve İslam cemaatini bölmeye çalışanların en ağır şekilde ve ibret olacak şekilde cezalandırılmasını istemiştir.
“İleride fitneler olacaktır. Benim ümmetim birlik hâlindeyken onları bölmek isteyen kim olursa olsun onun boynunu vurun!” [10]
Yöneticiler Arasında Uyum
İslam cemaatinde öncülerden olan, yöneticinin yükünü hafifletmek ve kardeşlerinin sıkıntılarını gidermek için sorumluluk alan bireylerin arasında uyum olmasını istemiştir Allah Rasûlü.
“Nebi, Ebu Musa el-Eşari ve Muaz bin Cebel’i Yemen’e yolladığında ‘Kolaylaştırın zorlaştırmayın. Müjdeleyin nefret ettirmeyin. Uyum içerisinde olun ihtilafa düşmeyin.” [11]
Sorumluluk alanlar, göz önünde bulunan ve örnek alınan insanlardır. Onların arasında vuku bulacak ihtilaf, cemaati olumsuz etkileyecek ve yeni ihtilafların oluşmasına sebebiyet verecektir. Bu sebeple Allah Rasûlü (sav) askerî veya siyasi bir vazifeyle memur kıldığı sahabileri uyarır ve uyumlu olmalarını isterdi.
İçtihadi Farklılıkların Ayrılık Doğurmasına Müsade Etmemek
Allah Rasûlü’nün terbiyesinde yetişen ve Kur’an’ın ihsan üzere yollarına uyulmasını emrettiği muhacir ve ensarın öncülerine baktığımızda bu konuda çok titiz davrandıklarını görürüz. Siyasi ve fıkhi içtihad farklılıklarının bölünme ve ayrılığa sebebiyet vermemesi için ellerinden geleni ortaya koymuş, sonraki nesillere ders mahiyetinde tutumlar sergilemişlerdir.
Ali (ra), çocuk doğurmuş cariyenin/Ümmü Veled satılmasının caiz olmadığına inanıyor, bu yönde fetva veriyordu. Halifeliğe geldiği zaman konu hakkındaki içtihadı farklılaştı ve satılabileceği kanaatine vardı. İslam devleti kadılarının yeni içtihatla hükmetmesini istedi. Yanında bulunanlardan biri onu uyardı. İnsanların ilk üç halife döneminden bu yana bu şekilde amel ettiklerini, farklı bir fetva verildiği takdirde ayrılık ve tartışmaya sebep olacağını söylediler. Bu uyarı üzerine Ali (ra) şu tarihi sözünü söyledi:
“Benden önce nasıl hüküm veriyor iseniz öylece hüküm vermeye devam edin, taki insanlar cemaat/birlik olsunlar. Çünkü ben ihtilafı/bölünmeyi sevmem.” [12]
Bir başka örnekliği Allah Rasûlü’nün (sav) terbiyesinde yetişen Abdullah ibni Mesud da görüyoruz. O, hac vazifesini yerine getirmek için Osman (ra) yönetimindeki kafileyle yola çıktı. Seferî olmaları, Allah Rasûlü (sav), Ebu Bekir ve Ömer’in (ra) namazı kısaltarak kılmaları nedeniyle o da namazlarını iki rekat olarak kılıyordu. Osman (ra) ise namazları tamamlıyor, dört rekat olarak kılıyordu. İbni Mesud, namazların tamamlanarak kılınmasına şiddetle karşı çıkıyor, bunun sünnete muhalefet olduğunu beyan ediyordu. Namaz vakti gelince de Osman (ra) arkasında namazları tamamlayarak kılıyordu. Bu durum karşısında şaşırıp ‘Sünnete muhalefet ettiği için Osman’ı ayıplıyor, sonra kendin sünnete muhalefet ediyor namazları dört rekat olarak kılıyorsun’ diyenlere ‘İhtilaf daha şerlidir’ diye cevap veriyordu. [13]
Osman’ın (ra), sünnete muhalefet etmesi yanlıştı İbni Mesud’un (ra) yanında. Ancak yöneticiye muhalefet edip ayrı bir fıkıhla amel etmek daha büyük bir yanlıştı. Birincisi sünnete muhalefetken ikincisi tevhidden sonra en büyük emir olan birlik-bütünlük farzına muhalefetti.
Ebu Musa el-Eşari’de de (ra) benzer bir anlayış görüyoruz. O, temettu haccının[14] caiz olduğuna inanıyordu. Ömer’in (ra) buna cevaz vermeyip, ifrad haccını emrettiğini duyunca insanları uyardı.
“Ey insanlar! Kime Temettü haccı yapabilir diye fetva vermişsem acele etmesin. İşte müminlerin emiri Ömer geliyor. Onu dinleyip, ona uyunuz.” [15]
Tartışmanın Yasaklanması
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” [16]
Cemaat bir nimettir. Başındaki yöneticiye itaatle insanlar tabiatlarından gelen farklılığın şerrinden korunurlar. Bu nimete rağmen tartışanlar nimete nankörlük etmekle kalmaz, içinde bulundukları İslam cemaatinin gücünü zayıflatır, cemaatle oluşan manevi kuvveti dağıtırlar. Bu cürmün cezası ise hidayetten sonra dalalettir.
“Hidayetten sonra sapıtan kavimlerin tümü cedel/tartışma sebebiyle sapmışlardır.” [17]
İslam cemaati insanlardan oluşur. İnsanın olduğu her yerde olduğu gibi cemaatte de farklılıklar olacaktır elbet. Fakat bu farklılıklar tartışmaya dönmeden çözülmelidir. Bunun yolu ise bilinenlerle amel edip, bilinmeyenleri bilenlere sormaktır.
“Allah Rasûlü (duyduğu sesler üzerine) evinden dışarı çıktı. Sahabilerin kader hakkında tartıştığını, her birinin bir ayeti delil olarak öne sürdüğünü gördü. O kadar öfkelendi ki yüzü öfkeden, nar kesilmiş gibi kızardı. ‘Bununla mı emrolundunuz? Bunun için mi yaratıldınız? Kur’an ayetlerini çarpıştırıyor musunuz? Sizden önceki ümmetler bu sebeple helak oldular.’ dedi.” [18]
Tartışan bir başka grubu ise şöyle uyardı:
“…Kur’an birbirini doğrulayan bir kitaptır. (Tartışmada onu kullanarak) Onun ayetlerini birbirini yalanlar duruma getirmeyiniz. Bildiklerinizi söyleyin, ayetler hakkında bilmediklerinizi bilenlere havale edin (sorun).” [19]
İslam cemaatinin yöneticisi veya herhangi bir konuda son sözü söylemek için yönetici tarafından atanan sorumlular ihtilafı bitirme mercisidir. Müslümanlar anlaşamadıkları bir konuda ısrar etmemeli, tartışmayı sürdürmemelidirler. İttifak ettikleri ortak noktayla amel etmeli, anlaşmazlığa sebep olan noktayı bir bilene sormak üzere ertelemelidirler. İhtilafı tartışmaya dönüşecek şekilde devam ettirmek, birliğe ve kardeşliğe zarar vermekten öte bir fayda sağlamayacaktır.
Ayrılık ve İhtilaf Sembolü Olan Davranışlardan Kaçınmak
İnsan yaratılışı gereği zahiri sembol ve şekillerden etkilenir. Birlik ve beraberliğe sembol olan söz ve filler kalpleri pekiştirirken; ayrılık ve ihtilafa sembol olanlarsa kalplerin ve düşüncelerin dağılmasına sebep olur.
“Vallahi ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut ta Allah kalplerinizi başka başka taraflara çevirir. (Bu emirden sonra her birimiz) omuzunu arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu arkadaşının topuğuna yapıştırıyordu.” [20]
“Safları düzgün ve omuzlarınızı bir hizada tutunuz. Aranızdaki açıklıkları kapatınız. Allah’a yemin olsun ki ben şeytanın boşluklardan (aranızı açmak için) aranıza girdiğini görüyorum.” [21]
Allah Rasûlü bizi saflarda ok gibi düzene sokardı. Rasûlullah (sav) bizim bunu öğrendiğimize ve anladığımıza kanaat getirinceye kadar (bu işe devam etti). Bir gün bize yönelmişti. Bir de ne görsün, bir adam göğsünü (saftan) ileri çıkarmış. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin olsun ki ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut ta Allah aranızı açar.” [22]
Dışarıdan bakıldığında ayrılık göstergesi olabilecek her türlü davranış yasaklanmıştır. Ortak akide ve metoda sahip olan İslam cemaatinin, onları izleyen gözler için birlik görüntüsü vermesi hem kendileri hem de temsil ettikleri dava için hayati öneme sahiptir.
“Allah Rasûlü yolculuk esnasında konakladığında, sahabiler vadilere ve tepelere dağılırlardı. Nebi dedi ki: ‘Sizin vadilerde ve tepeciklerdeki dağılmanız şeytandandır.’ (Bu uyarıdan sonra) konakladıklarında birbirlerine o denli yakın otururlardı ki, bir örtü atacak olsan hepsi altında toplanırdı.” [23]
O (sav), kendinden ziyade, kendinden sonra gelecek olanları düşünerek bu tedbirleri almış ve ince uyarılarda bulunmuştu. Çünkü ihtilaf onun zamanında değil, sonradan gelenlerin yaşayacağı bir imtihandı.
İslam Peygamberinin bu konuda gösterdiği hassasiyet tüm Müslümanlara örnek olmalı, konunun önemini anlamalarını sağlamalıdır. Bedenlerin ve ayakların ayrılığını dahi kabul etmeyen Peygamberin, ümmeti için kalp ve düşünce ayrılığını kabul etmesi ve onay vermesi düşünülemez.
•••
Biz Müslümanların vazifesi konuyla ilgili emir ve öğretileri dikkate alıp, cemaat yaşantımıza tatbik etmektir. Dinin ikamesi için oluşturduğumuz ve içinde yer aldığımız cemaatlerin, ayrılık ve çekişmeden uzak olması, birlik ve bütünlüğü sağlaması, davetimize muhatap olanların Müslümanları beden ve kalp olarak bir bulması bizim sorumluluğumuzdadır.
Rabbimizden bizleri hakka hidayet edip, sorumluluklarımızı yerine getirmeyi kolaylaştırmasını temenni ediyoruz.
[1] .3/Âl-i İmran, 103
İlk Yorumu Sen Yap