Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Beyin kimyası yazımız ile başladığımız Psikiyatri biliminin rahatsızlıklarından depresyona değinmiştik. Bu yazımızda anksiyete/kaygı bozukluğunu (panik atak, takıntı, fobiler, asabiyet) genel bir perspektifle ele alacağız biiznillah.
Psikiyatri biliminin Türkçe’deki karşılığı ‘Ruh ve Sinir Hastalıkları’dır. Özellikle vurgulamak isterim ki Psikiyatri uzmanlarının büyük bir çoğunluğu, burada ruh kavramının olmaması gerektiğini düşünmektedir. Çünkü onlar, ruhun varlığına inanmamakta ya da ruhun tüm mahiyetlerini bildiklerini zannetmekte, bazıları da bu kavramı hiç önemsememektedir. Hâliyle bu tür rahatsızlıkları tedavi edişleri de, ruha verdikleri ehemmiyet kadardır.
Ruh hakkında Allah subhanehu ve teâlâ: “Ruh Rabb’imin bildiği bir iştir ve size Ruh hakkında ancak az bir ilim verilmiştir.” (17/İsra, 85) buyurmaktadır. Neredeyse tüm psikiyatristler, ruhi rahatsızlıklarda vücudun diğer hastalıkları gibi bir tedavi yaklaşımı göstermektedirler. Herhangi bir enfeksiyon, gastrit veya baş ağrısında yaptıkları gibi hemen ilk planda ilaç başlatmaktadırlar.
Depresyon, aksiyete/kaygı bozukluğu gibi rahatsızlıklarda ilaç verilerek beyin kimyasına müdahale etmeye çalışılması tutarsızlıktır. İlacın hiçbir getirisi olmadığı gibi çok ciddi yan etkileri vardır. Hâlbuki depresyon, panik atak, aşırı asabiyet, takıntı gibi durumlar, beyindeki herhangi bir hasardan kaynaklanmamaktadır. İnsanı günlük yaşantısında etkileyen bazı durumların veyahut gerçekle bağdaşmayan hayallerin/kuruntuların, vesveselerin etkisinde kalan insanın kendisinde oluşturmuş olduğu ‘algılar’ın sonucudur bu bozukluklar.
Örnek olması açısından ‘panik’ bozukluğu biraz açalım: Kötü bir şey olacak diye sık tekrarlayan aşırı telaş ve korku ataklarıdır. Herhangi bir tehdidin veya telaşın olmadığı tanıdık/bilindik yerlerde de panik atak yaşanabiliyor. Genellikle aniden ortaya çıkar, bazen belirtileri saatlerce sürebilir. Bu tarz rahatsızlıkları olan kişiler gerçek bir tehlike veya tehdit varmış gibi yaşarlar. Bunun sonucu olarak da vücudumuz, bu yaşantı tarzına ve hislere göre bir tepki vermekte ve doğal olarak birtakım belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bazen vücudun verdiği tepki kişiye o kadar ağır gelir ki kalp krizi geçirdiğini veya ölümcül bir rahatsızlık yaşadığını zanneder. En sık baş dönmesi, göğüs ağrısı, ölüm veya kontrolünü kaybetme korkusu, çok kötü bir şey olacağına dair engellenemez bir his yaşarlar. Çoğu zaman boğulma hissi, dünyadan korkma veya gerçeklikten uzaklaşma hissi, mide ağrısı, bulantı, hissizlik veya karıncalanma, kalpte çarpıntı, nefes nefese kalma, soğuk veya sıcak basması, titreme gibi birçok belirti yaşanır. Bu belirtilerin ara ara olup kişiyi rahatsız etmesi, bu tanıyı alması için yeterli sayılmaktadır.
Bu belirtilerin ne zaman gelip ne zaman kaybolacağını kişi çoğu zaman tahmin bile edemez. Hatta bazen tetikleyecek bir durum olmamasına rağmen bu atak ortaya çıkabilmektedir.
Kişi daha önce panik atak yaşadığı yere gitmemeye, oradan uzaklaşmaya başlar. Bu duruma kadar ilerlemiş kişi, etrafındaki insanları ve sosyal hayatında bulunan aktiviteleri de yavaş yavaş terk etmeye başlar. Bu durum kişiyi kısır bir döngüye sokar ve bu rahatsızlıkları yaşama ihtimalinden bile ciddi kaygılar geliştirir. Bu kaygılar, şahsın ve yakın çevresinin hayatını büsbütün etkiler, çoğu zaman hayat yaşanılmaz boyutlara kadar çıkarabilmektedir.
Öneriler
• Bu psikiyatrik rahatsızlıklar dikkatle izlendiğinde; üstüne titrendiği, kafaya takıldığı oranda gitgide içinden çıkılmaz hâle geliyor.
“Allah’tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye, bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah’ı hatırlar ve işte o zaman gerçeği görürler.” (7/Araf, 201)
“Şeytan onlara (birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor.” (4/Nisa, 120)
Bu rahatsızlıkların, aslında hastalık olmadığını bilmek, varlığını kabul etmek (tanımak) ve hepsinin şeytanın kuruntuları/vesvesesi olduğunu bilmekte fayda vardır.
• Müslüman birey, muteber kaynaklardan Allah’ı subhanehu ve teâlâ isim ve sıfatları ile daha iyi tanımaya çalışıp, Kur’an kıssalarının hikmetlerini, pratik hayattaki tezahürünü öğrenmeye çalışmalıdır. (“Andolsun ki, geçmiştekilerin kıssalarında akıl sahipleri için ders çıkarıcı ibretler vardır.” (12/Yusuf, 111))
• Allah’ın subhanehu ve teâlâ dualara icabet ettiğini (40/Mümin, 60) bilerek, yakin üzere ve acziyet içinde ayrıntılara girilmeden, sade ve sık tekrarlarla dua edilmelidir. Tüm şerlilerin şerrinden âlemlerin Rabbi olan Allah’a sığınılmalıdır.
• Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem sahih olarak bize ulaşan sabah ve akşam zikirlerini düzenli bir şekilde yapmaya gayret gösterilmelidir.
“… Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (13/Rad, 28)
• Kişi kendisinde var olan olumsuz düşünceleri (gerekirse her gün bir not defterine not alınabilir) terk edip onların yerine tam zıtları olan olumlu düşünceleri her gün aynı kalıp sözcüklerle düzenli ve belli saatlerde kendi kendine telkin etmelidir. Aynı zamanda gereksiz, çok konuşan veya felaket tellalı insanlarla çok görüşülmemelidir.
• Özellikle insan boş kalmamaya dikkat etmeli, beynin en iyi dinlendiği anın, fiziki ve zihni yorgunluğun en çok olduğu zamanlarda olduğu unutulmamalıdır.
• Fizyolojik ve duygu durumunu değiştirmek, sıkıntılı anlarda çok farklı bir işe yönelip, ortamı değiştirmek (başka bir odaya geçme gibi)de bir başka çözümdür.
“Sinirlenen, ayakta ise otursun. Öfkesi geçmezse yan yatsın.” (Ebu Davud) Başka bir hadiste “abdest alsın” diye buyuruyor Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem.
• Başa gelene; bu mutlak güç ve hikmet sahibi Rabbimdendir diyerek Allah’ın takdir ettiğine sabır gösterilmelidir.
Yakup aleyhisselam, “Nefisleriniz sizi bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi. (12/Yusuf, 83)
Allah subhanehu ve teâlâ gözüken ve gözükmeyen, bildiğimiz ve bilemediğimiz tüm şerlilerin şerrinden bizleri korusun.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap