Mekke’nin Fethi -3

 

— Hayalimi gerçekleştirmek istiyorum.

— Şimdi olmaz.

— Neden Rafi? Neden olmasın ki ya? Altı üstü yarış yapacağız Kâbe’ye kadar. Sen dememiş miydin avlusunda oynarız Mekke fethedilince?

— Sırası mı şimdi bunun?

— Ben de Kâbe’ye sarılmak istiyorum.

— Ne o, çok mu özledin?

— Neden gülüyorsunuz? Beytullah Allah’ın evi değil mi? Her gün görmüyoruz ya! Tabiki özledim.

— Arkadaşlar şu an yapılabilecek en güzel şey Kâbe’ye yönelerek iki rekat namaz kılmak bence.

— Haklısın.

— Bence de haklısın Rafi. Aaa… Durun durun bakın biri Kâbe’nin üstüne tırmanıyor.

— Size söylemiştim gidelim oraya diye. Bizden önce davrandılar.

— Sus Hubeyb. Yerden yüksek oynamak için çıkacak değil ya kimse. Başka bir sebebi vardır.

— Tanıdım ben onu. O, Bilal. Bilal bin Rabah.

Üç kafadar fethedilen Mekke’nin incisi Kâbe hakkında konuşup dururken fethi müjdelemek, putlardan temizlenen Kâbe’nin özgürlüğünü ilan etmek için Bilal Kâbe’nin üstüne çıkıyordu. Ve yıllar sonra herkesin hayalini gerçekleştirdi. Herkesin hasretini dindirdi. Artık Kâbe’den ezan sesi yükseliyordu. Allah tevhid ediliyordu. Allahu ekber nidasını duyan herkes pür dikkat kesilmişti. Sanki tepeler, çöl kumları, börtü böcek hatta taşlar dahi sükut etmişti. Herkes ve herşey Bilal’i dinliyordu.

Yıllar önce yurdundan kovulan, horlanan, eziyet çeken müminler bugün efendi olarak Kâbe’nin etrafını sarmıştı. Bu ezan bir yandan müminlerin gözlerini yaşartırken, diğer yandan yüreklerini ferahlattı. Geçmişe götürdü birçoğunu. İmanlarını gizledikleri, bir araya gelmeye korktukları, gizli gizli ibadet ettikleri günlere… Açıktan namaz dahi kılamıyorlardı. Namaza sesli çağrı yapmak mümkün müydü o günlerde? Şimdi ise herkes şükür namazı kılıyordu Kâbe’nin etrafında.

Rasûl de Safa tepesinde iki rekat namaz kılmıştı Kâbe’ye yönelip. Ardından dua ediyordu ellerini kaldırarak. Hamd ediyordu Allah’a verdiği bu büyük zafer nedeniyle.

Ensar ise tedirgin bir şekilde Rasûl’ü takip ediyordu. Kendi aralarında fısıldaşıyorlardı habire.

‘Rasûl kendi memleketine geldi. Artık burası da İslam toprağı oldu. Medine’ye döner mi?’ diyerek teoriler üretip duruyorlardı. Sahi, Rasûl kendini himaye eden, canlarını dahi ortaya koyan bu insanları terk eder miydi?

Nihayet canım Peygamber’im Safa tepesinden indi ve direkt ensarın yanına geldi. Herkesin birbirini dürterek onun geldiğini haber verdiğini fark etti. Birşeyler konuşulduğunu anlamıştı.

— Ne oldu? Ne konuşuyordunuz?

— Yok bir şey Allah’ın Rasûlü.

— Bana söyleyin. Ne oldu?

Ensar çekine çekine:

— Ey Allah’ın Peygamberi, artık Mekke İslam yurdu oldu. Sen de burada kalırsın diye üzülüyoruz.

— Allah korusun. Benim yaşayacağım yer sizin yaşadığınız yerdir. Benim öleceğim yer de sizin öleceğiniz yerdir.

Ensarın yüzü güldü. Çok mutlu oldular. Nebi’den ayrılmak istemiyorlardı. Onun varlığı dahi müminler için saadet sebebiydi. Bu cümleyi duyan ensar tekrar tekrar şükür secdesi yaptı.

Canım Peygamberime yakışan da bu idi. O vefanın canlı örneğiydi.

Kâbe artık müminlerindi. Oraya hiçbir müşrik giremeyecekti. Kâbe’nin bir anahtarı vardı. Yıllarca Osman bin Talha’nın ailesi bu anahtara sahipti. Ona sahip olmak demek Kâbe’ye hizmet etmek, hacılara su vermekti. Peygamber’in amcası Abbas bu anahtarı istedi. Kâbe’nin sorumluluğunu bize ver, dedi. Fakat Rasûl bunu kabul etmeyerek Osman bin Talha’yı çağırdı. Ona:

“Bu anahtarı al Osman. Ebediyyen sizindir. Bunu sizden ancak zalimler çekip alır. Ya Osman, Allah sizi Beytullah’a emin olarak seçti.” diyerek anahtarı teslim etti.

Ertesi gün Peygamberimiz cemaat arasında ayağa kalkarak hutbe verdi. Allah’a hamd ederek şöyle konuştu:

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah yeri ve gökleri yarattığı günde Mekke’yi haram belde kıldı. Mekke kıyamete kadar muhteremdir. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişiye burada kan dökmek veya ağaç kesmek helal değildir. Burada çarpışmak, bir günde, bir saat olarak ancak bana helal kılındı. Bugün Mekke’nin muhterem oluşu dünkü gibi iade edildi. Burada bulunan bulunmayana bildirsin. Mekke’nin dikeni koparılmaz. Avı kovalanmaz. Orada bulunan mal alınmaz, malın sahibini bulmak için ilan edilir. Otu koparılmaz. Izhır otu hariç.”

Rasûl Mekke’de tam on dokuz gün kaldı. Bu süre zarfında Mekke civarındaki birçok kabile Müslüman oldu. İslam’a karşı ön yargılı olanlar da yok değildi. Onlar da Rasûl ve müminlerin güzel ahlakını görerek İslam dinine girdiler.

Canım Peygamberim bir kaç komutanı görevlendirerek Mekke etrafındaki putları yıktırdı. O putlar ki, insanlar onlara tapıyor ve Allah’a ortak koşuyorlardı. Oysa kendilerini parçalanmaktan dahi koruyamayan putlar, insanları nasıl koruyacaktı? Müşrikler yıllarca kendilerini kandırmışlardı…

Bu son gazve, insanları uyandırmış, insanlarla İslam arasında engel olan son perdeyi de kaldırmıştı. Bu zafer sayesinde Müslümanlar, Arap yarımadasında dinî liderliği ele geçirdikleri gibi, dünyevi olarak da büyük bir başarı elde etmiş oldular.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver