Müslümanlar, tarihte birçok kez küfür ordularıyla, ideolojileriyle karşı karşıya geldi. Küfür ordularının, İslam beldelerine yönelik saldırılarında şiddetin ve ölümlerin hesabının dahi yapılamadığı devirler oldu. Öldürmek ve yıkmak için dahi olsa geldikleri İslam beldelerinde şahit oldukları yüksek medeniyetin tesiriyle az da olsa ‘yontulmuş’ olabilecekleri düşünülen ehli küfrün, kendine has karakterini kaybetmediği her vesileyle ortaya çıkmaktadır. Yerli ya da yabancı olması bir şey değiştirmiyor. Küfür, değiştire değiştire şu ana dek ancak gömlek değiştirebilmiştir. Zihniyeti, tıyneti ve temel ideolojisi aynıdır. Bu karakteri hiçbir zaman değişmez. Zira bu, onun varlık nedenidir. Varlığını devam ettiği gibi hakkın varlığına muhtaçtır. Hiçbir değeri ve ağırlığı olmayan çer-çöp ve köpüğün suyun üzerinde durması gibi batıl da bir tarafta hakkı örtmeye çalışırken diğer taraftan kendisini hak suretinde göstermeye gayret eder.
Uluslararası küfrün yerli ortakları da kendi adlarına adeta vaziyetten vazife çıkarırlar. Hakları ve hadleri olmadığı halde hakkın temsiliyetinde, hemen hemen bütün yetkilere sahip olduklarını iddia ederler. Demokrasi veya son dönemde dolaşıma sokulan demokratik modernite düşüncesinin girmediği mesken ve zonklatmadığı zihin kalmasın diye karıncaları dahi kıskandıracak yoğun bir tempo ve hareketlilik içerisinde, ömür tüketmektedirler.
Demokrasi düşüncesi ya da demokratik modernite gibi nevzuhur bir proje geçmişte yaşanmış olup, günümüzde de devam eden uluslararası haçlı ittifakı ile şirk güçlerinin İslam beldelerine yaptıkları vahşi saldırılardan dolayı, çok daha tehlikeli ve yıkıcıdır. Nesiller boyu sürecek yaygın bir ifsada neden olacağı için, bu açıdan sürekliliği itibariyle de vahim yıkımlara sebep olacaktır.
Şüphesiz ki, anne kucağında ve babanın koruyucu kanatları altında olmayan bir yavru, ya yaşayamaz ya da bir tarafı sakat kalır.
Bu asrın en büyük fitnesi olan demokrasi aldatmacasına kurban edilen nesiller de ruhen ya ölürler ya da bir tarafları eksik veya sakattır. Görünüşte sağlıklı, gürbüz ve hayat dolu gibidirler. Hakikatte ise hem itikadî olarak, hem de manevî olarak ağır hasarlıdırlar. Çünkü kendilerine, Vahidu’l Kahhar Allah subhanehu ve teâlâ ile beraber sayısız birçok ‘tanrı’ ya da ‘yarı tanrılaştırılan’ sahtekar önderlere kulluk etme özgürlüğünü bahşedildiğine inanmışlardır. Beslendikleri kaynak demokrasi olunca, böyle bir sonuç elbette ki kaçınılmazdır.
Uluslararası küfrün İslam beldelerinde yeşerterek kökleştirip derinleştirdiği bu şirk ideolojisi zemininde, güçlerin bürokraside, STK’larda, üniversitelerde ve diğer alanlardaki örgütlenmelerinde en büyük yardımcı güç olarak kadınlar kullanılmaktadır. Hatta kadınların bir çok alanda ön almaları sağlanarak tağutî sistem ile tağutî örgütlerin himaye ve teşvikleriyle fesadın toplumun geniş kesimlerine yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.
Kadının önemini, değerini ve hürmetini İslam’dan duymuş öğrenmiş bu batık taifeler, bir sömürü (emek, asker, militan alanlarında) üretim aracı olarak gördükleri kadına değer veriyormuş gibi, onu aşağılıkların aşağısı bir derekeye düşürmektedirler. Nihayetinde demokratik yelpazenin her tarafındaki beşeri ideoloji sahiplerinin topunun ağababası olan iblis, kulaklarına şunu fısıldamıştır: ‘Ümmetin kadınlarını itikatlarından ve hicaplarından sıyırmadan başarılı olamayacak, meydanları dolduramayacak, onları köleleştiremeyecek ve kaleleri fethedemeyeceksiniz!’
Bakınız ve görünüz. Devir değişti, köprünün altından çok sular geçti, itikadlar bozuldu, hicaplar dağıldı/dağıtıldı. İffet timsali olup, çocuk ve insan yetiştiren hanımefendiler ‘iş kadını’, ailenin koruyucu kanadı anneler ‘bayan’ oldular. Fiziksel ve ruhsal olgunluk itibariyle fıtrî olarak evlilik çağına gelen genç kızlar ‘çocuk gelinler olmasın’ kampanyalarıyla meşru ve maruf aile yuvası kurmaktan uzak tutulmaktadırlar.
Bizzat ‘demokratik sistem’in teşvik, planlama ve koordinasyonuyla yapılan bu ifsat çalışmalarında kendilerine sunulan şey ise iffet, hicap ve itikattan soyutlanmış şirk ve yozlaşma mecralarıdır.
Eğer bu çalışmalar, batılı küfür güçlerinin eliyle yapılıyor olsaydı, ‘din, vatan ve namus elden gidiyor’ diye naralanacakların ekseriyeti, aynı nitelikteki bu çirkefliklere sırf başlarındaki tağutu kendilerinden bildikleri için gönüllü olarak katılmaktadırlar. Tağut ‘makbul’ olunca her şey mubah görülüyor!
Bugün Müslümanlara yönelik saldırılar ‘işgalci’ keskinliğinde, beldelerin yıkımı ve insanların hayat hakkının ortadan kaldırılması şeklinde yerli kafirler eliyle sürmektedir. Küresel küfür güçlerinin yaptığı kıyım ve yıkımlar, kısmen de olsa artık bölgesel ve yerel şirk düzenlerinin taşeronluğunda icra edilmektedir.
Bu cürümlerden çok daha yıkıcı olanını da yine aynı yerli tağutî düzenler işlemektedirler. İslam’ın başı, özü ve esası olan tevhid akidesini bozmak ya da ortadan kaldırmaya çalışmak yukarıda geçen yıkım ve ölüm gibi cürümlerden çok daha büyüktür.
Yıkımlar ve ölümler dünya hayatında karşılaşılabilecek en büyük musibetlerdendir. Ancak hiçbir musibet ahiret hayatındaki ebedî cehennem azabına müstahak kılacak şirk ve irtidat musibetinden daha ağır ve daha büyük değildir.
İslam beldelerinde iktidarda bulunan ‘musibet yöneticiler’, halklarını işte bu geri dönüşü olmayan, zahiren ‘hafif’ gibi görünen böylesi büyük musibetlere yöneltmektedirler.
Düşününüz. Ülkemiz bu gün isimleri George, John veya Alexander olan yabancı küfür güçlerince işgal altında olsaydı, yurtseverlik ve milliyetperverlik hisleri tüm vatan sathını dolduracak kadar cuş-u huruşa gelecek, insanlar varını yoğunu ehli küfrün defedilmesi için ortaya koymaktan geri durmayacaklardı. Bunun sebebini anlatmaya lüzum bile yok aslında.
Öncelikle bir İslam beldesinin işgali söz konusudur. Ondan daha önemli olan ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ dininin, İslam şeriatının meriyetten/yürürlükten kaldırılmış olmasıdır.
Din-i mubin-i İslam’ın müdafaası için vakti zamanında yedi düvele karşı ceng-u cihad eylemiş ecdadın torunlarının bugünkü durumu ağlamaya, ağıt yakmaya dahi mecalleri olmayan meskenet halidir.
Acaba bugün ülkeyi yönetme yetkisini ellerinde bulunduran iktidar ve güç sahiplerini, aziz İslam’ın varlık nedeni olan tevhid akidesinden, arslandan kaçan yaban eşeği gibi uzaklaştıran nedir?
Bir ‘acaba’ daha:
Acaba, bahsettiğimiz bugünkü iktidar sahipleri üzerlerine ‘bizim derimizden’ gelenmiş ve dilimizi de öğrenmiş George, Tony, François ya da Vladimir olabilir mi?…
Onlar olmadığından eminiz. O zaman şunu da öğrenmemiz gerekecek:
Her insanın öğrenip yaşamakla sorumlu olduğu tevhid akidesini tek fertlerin, ailenin, öğrencilerin, köylülerin, şehirlilerin, eğitimlilerin ve toplumun diğer kesimlerinin hayatından, devletin somutlaşmış hali olan kamu kurumlarının da işleyişinden ayrı ve uzak tutun. Bu iktidar sahiplerinin itikadî aidiyetleri nedir?
Aziz ve celil olan Allah’ın tek bir ayetinin(“O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” (30/Rum, 22)) on yıllarca göz ardı edilmesinin ne denli acılara sebep olduğu ve toplum içerisinde nasıl derin yaralar açtığını hepimiz biliyoruz. Özellikle son otuz yıllık süreçte adeta bir alt üst oluş yaşandı bu ülkede.
Bir tek ayetin dahi göz ardı edilmesinin sonucunda, siyasal alanlarda adeta kitlenme noktasına gelinmişti. İnsanları Rabbleriyle barışık olmaya, en güzel şekilde kulluk etmeye ve birbirleriyle de karışık yaşamaya yöneltip cesaretlendiren tek bir ayetin göz ardı edilmesinin dünya hayatındaki neticesi böyleyken; fıtratı ve otoriteyi, kainatın tevhide dayalı düzenine uygun yapısından uzaklaştırmanın şirk, anarşi ve ebedî azaba sebep olması kaçınılmazdır.
Özü itibariyle tevhid inancına zıt olan demokrasiyi sahiplenerek ev ve zihin bırakmayan günümüz yöneticileri, İslam’a ve fıtrata aykırı bazı yanlış uygulamaları ortadan kaldırıp kısmi ıslah çalışmalarında bulunmakla ‘bir çiçekle baharı getirmek’ gibi bir çabaya girişmektedirler.
Esas itibariyle şirkin ta kendisi olan demokratik bir sistem içerisinde kimi yöneticilerin üstün gayretler göstererek toplumda kısmi bir refah kıpırdamasına vesile olmalarının bu küfür ideolojisinin tabii neticesi olarak görülmesi büyük bir aldanıştır. Öyle ki İslam’ın özü olan tevhid akidesinden yüz çevirmiş ve ne idüğü belirsiz bir miktar muhafazakarlık parasını ‘İslam’ diye yutturmaya çalışan iktidar sahiplerinin işte bu deve yürekli toplumun içerisinde ‘İslam’ın hamisi ümmetin gururu’ diye yüceltilmesi hiç de şaşırtıcı gelmemektedir.
Hakikatte ise halkın itikaden ve manen içine düşürüldüğü zillet ortadadır. Eğer yönetimde yabancı küfür güçleri olmuş olsaydı, şu an içinde bulunulan zillet halinin çok daha kötü olabileceği varsayılsa da, tevhid akidesi gibi hayatî bir eşik aşıldıktan sonra ötesinin pek de önemi olmazdı.
Hatta tevhidî diriliş, bilinçlenme, örgütlenme ve cihad için çok kuvvetli somut gerekçeler olurdu.
Gerekçelerden de öte zorunluluktan söz edilebilirdi.
Bugün kendileriyle beraber demokrasiye iman ettirdikleri, mescid (u’d Dırar) cemaatinin diliyle zikreden, dünyevî hassasiyetlerine ihtimam gösteren ve duygusal frekanslarını yakalayan ‘Dine saygılı, abdestli, makbul’ tağutların bu icraatlarına en büyük övgü, beğeni ve dayanışma da batılılardan gelmektedir.
Hakkı batıl ile karıştıran, hakkın içini boşaltan ve hakkı katleden ‘cellat tağutlar’ eğer yeriyse yabancı olanlara karşı gösterilen cevvaliyet ve hamiyet-i diniyyeden eser kalmıyor. İnsanlar bu durumda hak-batıl ayrımı yapmayan, Allah’a kullukta sınırları kaybolmuşlara, derbeder ve umursamaz yığınlara dönüşüyorlar. Yerli ya da yabancı olsun ‘adil’ veya ‘zalim’ olsun, tüm tağutlar İslam’ın temeli olan tevhid akidesini toplum hayatında önemsizleştirmeye yönelik ciddi, kapsamlı ve ayrıntılı bir şekilde süreklilik arz eden sistemli bir çalışma yürütürken, Allah için ahiretini düşünerek bu şirk selinin karşısında durmaya cesaret eden yiğit muvahhidler her devirde olduğu gibi günümüzde de hakkı haykırmaya devam edeceklerdir.
İnsanları Allah’a çağıran ve ben Müslümanlardanım diyen güzel sözlü tevhid davetçilerini ve mücahidleri terörist ilan edenler, ele geçirebildiklerinden bir kısmını zindanlara dolduran, bir kısmını da direkt ya da dolaylı yollarla CIA’ya teslim ederek Guantanamo’ya ‘paket’leyenler aynı zamanda raiyetleri tarafından ‘İsrail’i dize getiren adam’ diye ’21. yüzyılın fatih’i olarak övülüp yüceltilmektedirler.
Oysa çok açıktır ki işbirliği yaptıkları yabancı küfür güçleri Afganistan’dan Mali’ye, Çeçenistan’dan Yemen’e kadar Müslüman kanını dökmekte, Müslüman bacılarımızın ırzlarına dokunmakta, hürmetlerini çiğnemekte, kadınları dul, çocukları yetim bırakmakta, köyleri-beldeleri bombalarla adeta moloz yığınlarına çevirmektedirler.
Tüm bunlar herkesin gözleri önünde cereyan ederken, dünya hayatımızı ve ahiretteki akıbetimizi ilgilendiren tevhid akidesi gibi mutlak bir hakikati dile getirmek ve buna davet etmek elbette ki tağutları da tağutların yamacında toplaşıp ihsanlarından nemalanan bel’amların da hoşuna gitmeyecektir. Tevhid davetini ve muvahhidleri ‘uç, ayrıştırıcı, ifrat’ etiketleriyle yaftalamalarla itibarsızlaştırmaya gayret etmektedirler.
Allah’a ortak koşulan şirk ideolojilerinin temsilcisi ve uygulayıcısı yöneticiler hakkında dahi ‘yerli-yabancı’ ayrımı yapabilen deve yürekli toplumda hakikat, layık oldukları ve bizzat tercih ettikleri ‘musibet yöneticiler’ tarafından idare edilmektedir.
Yönetici olsun raiyeti olsun; buzağısı ‘demokrasi’ olanların nice yıllar şaşkınlık vadilerinde dönüp dolaşmaları ya da bu hal üzere helak olmaları mukadderdir.
“Küfürleri yüzünden buzağı (sevgisi) kalplerine içirilmiş (sindirilmiş) idi. De ki: ‘Eğer müminler iseniz imanınızın size emrettiği şey, ne kötüdür!’ ” (2/Bakara, 93)
İlk Yorumu Sen Yap