الزبير بن العوّام – Ebû Abdillâh Ez-Zubeyr ibni El-Avvâm ibni Huveylid El-Kureşî El-Esedî (ö. 36/656)
Kur’ân-ı Kerim kavramlarından olan havârî kelimesi her Müslim’in öğrenmesi gereken kavramlardan biridir. Kur’ân ve Sünnet’te birçok kez geçen bu mefhumu anlamak ve yaşamak bir mümin için temel bir gerekliliktir. Çünkü havârî olanlar örnek gösterilmiş ve ayrıca havârî olmak emredilmiştir. Bu kimselerin başında Zubeyr ibni Avvâm (ra) gelir. O bilhassa bu ümmet için havârî olmasıyla ön plana çıkmıştır. O hâlde Zubeyr’i (ra) anlamak için önce havârîliği anlamak gerekir.
Arapçada havârî kelimesinin kendisinden türediği h-v-r kökü lugatta birçok anlam taşır. Bu anlamların başında rücu, yani dönmek manası vardır. Genel olarak dönmek manasında kullanılmıştır. Eksiklikten fazlalığa, fesattan ıslaha, kötüden güzele dönmektir. “Kötülüğe dönmekten Allah’a (cc) sığınırım.” şeklinde bir dua nakledilmiştir. Yani havârî, küfürden imana, isyandan itaate, yergiden övgüye dönen kimsedir. Havârî olarak anılan insanlara baktığımızda bunu açıkça görürüz. Onlar İslam’a dönerek hayatlarındaki en önemli ve en güzel tercihi gerçekleştirmiştir.
Yine havârî kelimesi beyazlık ve arınmışlık manasında kullanılmıştır. Araplar bedenin, gözün, temizliğin beyazlığına bu kelimeyi kullanmıştır. Ayrıca beyaz kadın, beyaz ekmek, beyaz elbise için bu kökten türetilen kelimeler kullanılmıştır. Ek olarak içerisinde güzellik ve adanmışlık manası vardır. Güzelliğinden ve bağlılığından ötürü huri kelimesi buradan gelmiştir. Yani havârî, tüm kötülüklerden arınarak bembeyaz bir samimiyete sahip olan kimsedir. Maddi ve manevi, içerisinde hiçbir karalık barındırmaz. Öncüsüne tertemiz duygularla bağlıdır ve onun yoluna içtenlikle adanmıştır.
Yine havârî kelimesi halis olmak, samimi olmak, yardım etmek, fedakârlık yapmak manalarında kullanılmıştır. Peygamberlere halis bir şekilde tabi olan kişilere havârî denilmiştir. Nebilerin ashâbından kendisine fedakâr şekilde yardımcı olanların temel sıfatıdır havârîlik. Daha çok Îsâ’nın (as) yardımcıları için bu kelime kullanılmıştır. Ancak davasına tam bir sadakatle bağlanmış, tüm kötülüklerden arınmış, fedakâr şekilde dini için mücadele eden tüm seçkin yardımcılar için de kullanılmıştır.[1]
Kur’ân-ı Kerim’e “Havârî kimdir?” diye sorduğumuzda Rabbimiz (cc) bu soruya Îsâ’nın (as) havârîleri üzerinden cevap verir:
“İsa, onların küfre düşeceğini hissedince dedi ki: ‘Allah’a (giden bu yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?’ Havârîler dedi ki: ‘Biz, Allah’ın yardımcılarıyız. Allah’a iman ettik ve şahit ol ki biz Müslimlerdeniz/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardanız.’ ”[2]
Havârîlik; insanların ekseriyeti küfre düştüğünde Allah’a (cc) iman edip teslim olmak, sonra da Allah’a (cc) giden yolda “Nahnu ensârullah/Biz, Allah’ın yardımcılarıyız.” diyerek yardımcı olmaktır. Tıpkı Îsâ’nın (as) havârîleri gibi tevhid daveti için her şeyini, hatta öz yurdunu terk edebilmektir. İslam davası için gerektiğinde canını verip şehit olabilmektir.
İşte bu kavram, yani havârî olmak alelade bahsedilmiş bir husus değildir. Bilakis müminlere emredilmiştir. Rabbimiz (cc) bizlerden Îsâ’nın (as) havârîleri örnekliğinde kendisinin yardımcıları olmamızı istemiştir.
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Meryem oğlu İsa’nın, Havârîlere: ‘Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?’ demesi gibi. Havârîler dediler ki: ‘Bizler, Allah’ın (dininin) yardımcılarıyız.’ İsrailoğullarından bir grup iman etti, bir grup da kâfir oldu. Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler.”[3]
İslam davasının başarıya ulaşması için havârîlere ihtiyaç vardır. Tıpkı Îsâ’nın (as) havârîleri gibi. Davaları için her türlü zorluğa göğüs gerebilecek, her şeylerini gözlerini kırpmadan davasına feda edebilecek, yeri geldiğinde bu uğurda şehit olabilecek yiğitlere…
Bu dava kuru iddialarla değil, ancak Allah’a (cc) teslim olmuş gönüllerle, Nebi’ye (sav) adanmış yüreklerle ve sebatkâr adımlarla yücelir. Her çağda böyle kimseler var olmuştur. Kalabalıkların rüzgârına kapılmadan dimdik durmuş, batıla karşı hiç çekinmeden hakkı haykırmış, bu uğurda başına geleceklerden asla çekinmemiş, yine bu uğurda her zerresini feda etmekten kaçınmamış seçkin kimseler…
İşte bu yiğitleri Allah (cc) destekleyecek ve düşmanlarına galip getirecektir. Onlar ilelebet üstün olacaklardır. İman onların eliyle yayılacaktır. Küfür onların eliyle mahvolacaktır. Ancak bunun gerçekleşmesi için Allah’ın (cc) “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun.” emrine icabet etmek şarttır. Bu çağrıyı cevapsız bırakanlar asla Allah’ın (cc) yardımına ve vaadine erişemezler.
Yine aynı soruyu “Havârî kimdir?” diye sünnet-i seniyyeye sorduğumuzda Allah Resûlü (sav) şöyle cevap verir:
“Allah’ın benden önce bir ümmete gönderdiği hiçbir nebi yoktur ki mutlaka onun ümmetinden ashâbı ve havârîleri vardır. Onun sünnetine uyar emrini yerine getirirler. Sonra onların arkasından bir nesil gelir. Onlar yapmadıklarını söylerler ve emrolunmadıklarını yaparlar. Kim onlarla eliyle mücadele ederse o mümindir. Kim onlarla diliyle mücadele ederse o mümindir. Kim onlarla kalbiyle mücadele ederse o mümindir. Bunun dışında ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[4]
Yani havârîlik bir nebiye tabi olup onun sünnetine uyarak emrini yerine getirmektir. Nebilere veya onların yoluna muhalefet ederek yapmadığını söyleyenlere ve emrolunmadığını yapanlara karşı gerek elle gerek dille gerek kalple mücadele etmektir. Aksi takdirde imanı kaybetmektir.
İşte bu kavramın canlı hâli Zubeyr ibni Avvâm’dır (ra). O, Allah Resûlü’ne (sav) hemen tabi olup ona her zaman yardım ederek bu güzel vasfa erişmiştir. Bu özelliğiyle ön plana çıkmıştır. Kısacası o hem Nebi’nin (sav) hem de bu ümmetin yegâne havârîsidir.
Câbir’den (ra) rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurdu:
“Her nebinin bir havârîsi vardır. Benim havârîm ise Zubeyr ibni Avvâm’dır.”[5]
Câbir’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:
“Zubeyr, halamın oğludur ve ümmetimden havârîmdir.”[6]
Ailesi ve Şecaati
Künyesi Ebû Abdullah olan Zubeyr’in (ra) babası, Hatice Annemizin (r.anha) kardeşi Avvâm ibni Huveylid’dir. Hatice Annemiz onun öz halasıdır. Annesi ise Allah Resûlü’nün (sav) halası, Hamza’nın (ra) kardeşi Safiyye binti Abdulmuttalib’dir (r.anha). Yani Zubeyr (ra) Safiyye (r.anha) gibi mert bir annenin oğludur, Hamza (ra) gibi yiğit bir dayının yeğenidir. Allah Resûlü (sav) gibi cesur bir liderin yakın akrabasıdır. Dolayısıyla Allah (cc) hem anne hem baba tarafından onun damarına yiğitlik katmıştır. O da yağız bir yiğit olmuştur.
Babası Ficar harplerinde vefat edince bakımını amcası Nevfel ibni Huveylid almıştır. Onu koruyup kollamıştır. Annesi ise oğlunu Hâşimoğulları arasında sert ve cesur olacak şekilde büyütmüştür.
Hişâm ibni Urve, babasından şöyle rivayet etti:
“Zubeyr Mekke’de gençken bir adamla dövüştü. Onun kolunu kırdı ve onu şiddetli şekilde dövdü. Adamı taşırken Safiyye’nin yanından geçtiler.
Safiyye sordu: ‘Bu adamın hâli ne?’
Dediler ki: ‘Zubeyr’le dövüştü.’
Bunun üzerine Safiyye (şiir okuyarak) şöyle dedi:
كَيفَ رَأيْتَ زَبْرَا … أَأَقِطًا أَوْ تمرا … أمْ مُشْمَعِلًّا صَقْرَا؟
‘Zubeyr’i nasıl buldun?
Onu yumuşak peynir mi sandın, yoksa yumuşak hurma mı?
Yoksa atılgan, parlayan bir doğan mı?’ ”[7]
Hatta öyle ki onu sert bir şekilde dövmesini ileride sert olmasını istemesiyle açıklamıştır.
Hişâm ibni Urve, babasından şöyle rivayet etti:
“Zubeyr yetim bir çocukken annesi Safiyye onu çok şiddetli döverdi.
Bazı kimseler ona dediler ki: ‘Onun göğsünü parçaladın! Bu çocuğu mahvettin!’
Safiyye (şiir okuyarak) şöyle cevap verdi:
وإنّما أَضْرِبُهُ لِكَيْ يَلَبْ … ويهزمَ الجيشَ ويأتى بالسَّلَبْ
‘Onu ancak zeki ve çelik gibi olsun,
Orduyu bozguna uğratsın ve ganimet getirsin diye dövüyorum.’ ”[8]
Sırf bu yüzden amcası annesine kızmış ve Zubeyr’i savunmuştur. Onunla başa çıkamayınca Hâşimoğullarından yardım istemiştir.
Abdullah ibni Mus’ab’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“El-Avvâm (Zubeyr’in babası) vefat ettiğinde, Nufeyl ibni Huveylid, yeğeni Zubeyr’in velayetini üstlendi. Zubeyr henüz küçüktü, annesi Safiyye onu sık sık döver ve sert davranırdı.
Nufeyl bir gün Safiyye’ye çıkışarak şöyle dedi:
‘Çocuk böyle dövülmez! Sen onu sanki düşmanınmış gibi dövüyorsun.’
Bunun üzerine Safiyye (şiir vezninde) şu sözleri söyledi:
من قال إنّي أبغضه فقد كذب … وإنّما أضربه لكي يلب
ويهزم الجيش ويأتي بالسّلب … ولا يكن لماله خبأ مخب
يأكل في البيت من تمر وحب
‘Kim derse ki ben onu sevmiyorum, yalan söylemiştir.
Ben onu dövüyorum ki sertleşsin.
Orduları dağıtsın, ganimetle dönsün.
Malını saklamasın, cimri olmasın.
Evde oturup hurma ve buğday yemesin.’
Bu sözleri işiten Nufeyl öfkelenerek şöyle seslendi:
‘Ey Ben-i Hâşim! Şu kadını benden uzaklaştırmayacak mısınız?!’ ”[9]
İşte Zubeyr (ra) annesi Safiyye (r.anha) tarafından çok sert bir şekilde yetiştirilmiştir. Hamuru cesaretle yoğrulmuştur. Tabii ki Zubeyr (ra) iman ettiğinde bu güzel özelliğini İslam için kullanmıştır. Akabinde de daha sonraki yazılarımızda da bahsedeceğimiz gibi mert bir yiğit ortaya çıkmıştır.
Zubeyr (ra) aynı zamanda Ebû Bekir’in (ra) damadıdır, kızı Esmâ (r.anha) evlidir. Çoğu Esmâ’dan olan on bir erkek, dokuz kız olmak üzere yirmi küsur çocuğu vardır. Zubeyr (ra) şehadete sevdalı biridir. Bu yüzden oğullarına şehitlerin isimlerini koymuştur.
Zubeyr ibni Avvâm’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Talha ibni Ubeydullah Et-Temîmî oğullarına peygamberlerin isimlerini verirdi. Oysa bilmektedir ki Muhammed’den (sav) sonra peygamber yoktur. Ben ise oğullarıma şehitlerin isimlerini veriyorum, umulur ki onlar da şehit olurlar.”
Zubeyr bunun üzerine oğullarına şu isimleri verdi:
Abdullah’a, Abdullah ibni Cahş’ın ismini; Munzir’e, Munzir ibni Amr’ın ismini; Urve’ye, Urve ibni Mes’ûd’un ismini; Hamza’ya, Hamza ibni Abdulmuttalib’in ismini; Ca’fer’e, Ca’fer ibni Ebî Tâlib’in ismini; Mus’ab’a, Mus’ab ibni Umeyr’in ismini; Ubeyde’ye, Ubeyde ibni Hâris’in ismini; Hâlid’e, Hâlid ibni Saîd’in ismini; Amr’a ise Amr ibni Saîd ibni Âs’ın ismini verdi. O (Amr ibni Saîd), Yermuk Savaşı’nda şehit edilmiştir.”[10]
Kısacası böyle güzel insanların arasında yetiştiği için güzel bir insan olur Zubeyr (ra). İslam’la beraber güzelliğine güzellik katar.
Devam edecek, inşallah…
[1] Lisânu’l Arab, h-v-r maddesi
[2] 3/Âl-i İmrân, 52
[3] 61/Saff, 14
[4] Müslim, 50
[5] Buhari, 3719; Müslim, 2415
[6] Ahmed, 14374
[7] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/94
[8] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/94
[9] El-İsâbe fî Temyîzi’s Sahâbe, İbnu Hacer El-Askalânî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 2/457
[10] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/94
İlk Yorumu Sen Yap