TEENNİ

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَاٍ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ

“Ey iman edenler! Fasık biri size bir haber getirdiğinde, onu (iyice araştırıp doğru olup olmadığını) açıklığa kavuşturun. Ta ki bilmeden bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmayasınız.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

İslam, Es-Selâm olan Rabbimizin (cc) selamet dinidir. İnsanlar İslam dininin ahkâmını tatbik ettiğinde Rabbimizin Es-Selâm ismi tecelli eder ve hem dünyalarında hem de ahiretlerinde esenliği ve selameti elde ederler.

Bu ay yazımıza konu edindiğimiz ayette hem bireysel hem de toplumsal olarak uygulandığında esenlik ve huzur getiren bir hükmü öğreneceğiz.

Ayetin Nüzul Sebebi

Hâris ibni Dirâr El-Huzâî şöyle anlatır:

“Resûlullah’ın (sav) yanına geldim. Beni İslâm’a davet etti, ben de kabul ettim ve İslâm’a girdim. Beni zekât vermeye de çağırdı, onu da kabul ettim.

Dedim ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Kavmime döneyim, onları İslâm’a ve zekât vermeye davet edeyim. Kim bu çağrıma uyarsa, onların zekâtlarını toplarım. Sen de ey Allah’ın Resûlü, belirli bir zamanda bir elçini bana gönderirsin; ben de topladığım zekâtı ona teslim ederim.’

Hâris, çağrısına uyanlardan zekâtı topladı. Resûlullah’ın (sav) belirlediği zaman geldiğinde, gönderilecek elçi gecikti ve gelmedi. Hâris, Allah ve Resûlü’nün kendisine öfkelendiğini sandı. Bunun üzerine kavminin ileri gelenlerini topladı ve onlara şöyle dedi:

‘Resûlullah (sav) bana, zekâtı teslim almaya bir elçi göndereceği bir zaman belirlemişti. Resûlullah (sav) sözünden dönmez. Bu elçinin gecikmesini, ancak bana karşı bir öfke olarak görüyorum. Hadi, hep birlikte Resûlullah’ın yanına gidelim.’

Bu arada Resûlullah (sav), Hâris’in topladığı zekâtı almak üzere Velîd ibni Ukbe’yi göndermişti. Velîd yola çıktı, fakat yolun bir kısmına gelince korkuya kapıldı ve geri döndü. Resûlullah’ın yanına geldi ve şöyle dedi: ‘Hâris bana zekât vermeyi reddetti ve beni öldürmek istedi.’

Bunun üzerine Resûlullah (sav), Hâris üzerine bir askerî birlik gönderdi. Hâris ve arkadaşları ise Medine’ye doğru gelirken, bu birlikle karşılaştılar.

Birliktekiler dediler ki: ‘İşte bu Hâris.’

Hâris yanlarına geldi ve onlara, ‘Kime gönderildiniz?’ diye sordu.

Onlar da, ‘Sana gönderildik.’ dediler.

Hâris sordu: ‘Niçin?’

Dediler ki: ‘Resûlullah (sav), sana Velîd ibni Ukbe’yi gönderdi. O da senin zekâtı vermeyi reddettiğini ve onu öldürmek istediğini söyledi.’

Hâris şöyle dedi: ‘Hayır! Muhammed’i hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ne onu gördüm ne de o beni gördü.’

Sonra Hâris, Resûlullah’ın huzuruna girdi. Resûlullah (sav) ona şöyle dedi: ‘Zekâtı vermeyi reddettin ve elçimi öldürmek mi istedin?’

Hâris şöyle cevap verdi: ‘Hayır! Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ne onu gördüm ne de o beni gördü. Yalnızca, Resûlullah’ın elçisi bana ulaşmayınca Allah ve Resûl’ünün bana öfkelenmiş olmasından korktum ve bu nedenle geldim.’

Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:

‘Ey iman edenler! Fasık biri size bir haber getirdiğinde, onu (iyice araştırıp doğru olup olmadığını) açıklığa kavuşturun. Ta ki bilmeden bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmayasınız.’[2][3]

Rabbimizin (cc), getirdiği haberlere karşı ihtiyatlı davranmayı ve araştırmayı emrettiği kişilerin “fasıklar” olduğunu okuduk. Fakat bu emrin en güzel şekilde yerine getirilebilmesi için önce “fasık”ın kim olduğunu bilmemiz gerekir.

Fasık Kimdir?

Fasık kelimesi, ف-س-ق kelimesinden türemiştir. Lugat anlamı, çıkmaktır. Araplar yaş hurmanın kabuğundan çıkmasını فَسَقَ الرُّطَبُ şeklinde ifade ederler.

Fısk kavramı, küfürden daha genel bir anlam taşır. Küçük günahlarla da büyük günahlarla da olabilir. Ancak zamanla bu kelime, daha çok büyük günahlar için kullanılmaya başlanmıştır. Genellikle “fâsık” kelimesi, şeriatın hükümlerini kabul etmiş, onlara bağlı olduğunu söylemiş; fakat sonra ya tüm hükümleri ya da bir kısmını ihlal eden kimseler için kullanılır.[4]

Bu kavramlardan anlıyoruz ki fasık, günahkâr kişidir. Kelimenin lugat manasıyla birlikte ele aldığımızda fasık Allah’ın (cc) emirlerinden çıkan, bu emirlere karşı aykırı davranan kimsedir.

“Ey iman edenler! Fasık biri size bir haber getirdiğinde, onu (iyice araştırıp doğru olup olmadığını) açıklığa kavuşturun.”

Fasık kelimesinin anlamını öğrendikten sonra Rabbimizin bu emrini daha iyi anlıyoruz. Fasık, Allah’ın (cc) emirlerine karşı gelen; Allah’ın (cc) hakkını gözetmeyen kişidir. Allah’ın (cc) hakkını gözetmeyen bir kimse insanların hakkını da gözetmez. Bir söz söylediği zaman bu sözün nereye gideceğini düşünmez, kimlerin hakkına gireceğine dair bir endişesi olmaz. Bundan dolayı bu kişilerin söylediği sözlere ve bir konuda getirdikleri haberlere karşı tedbirli ve ihtiyatlı davranmalıyız. Ancak şu var ki bir fasıkın getirdiği haberi sırf günahkâr olmasından dolayı inkâr etmemek gerekir. Zira bu, ayetin açık bir şekilde emrine muhalefet olur.

Konu hakkında İbni Kayyim’in (rh) değerli tespitine bakalım:

“Burada ince ve güzel bir fayda vardır: Allah Teâlâ fasık birinin haberini doğrudan reddetmeyi ve onu tümüyle yalanlamayı, şahitliğini tamamen geçersiz saymayı emretmemiştir. Aksine, araştırmayı emretmiştir. Dışarıdan gelen birtakım karine ve deliller onun doğru söylediğine işaret ediyorsa, bu delillere dayanarak -haberi kimin getirdiğine bakılmaksızın- doğru olduğuna hükmedilir. İşte bu şekilde, fasık bir kimsenin rivayetine ve şahitliğine dair değerlendirme yapılmalıdır. Zira fasıkların birçoğu haberlerinde, rivayetlerinde ve şahitliklerinde doğru sözlüdürler. Hatta içlerinden pek çoğu, doğruluğu en yüksek seviyede gözetir. Fasık olmaları başka yönlerden kaynaklanmaktadır.

Böylesi kişilerin haberleri ve şahitlikleri tümden reddedilmez. Eğer bu tür kişilerin şahitlikleri ve rivayetleri reddedilseydi, pek çok hak zayi olurdu, birçok doğru haber iptal edilmiş olurdu. Özellikle de fasıklığı itikadi veya düşünsel sebeplerden olan, ancak doğruluğu gözeten kişiler söz konusu olduğunda, onların haberleri ve şahitlikleri reddedilmez.

Ama fasıklığı yalan söylemekten kaynaklanan kişilere gelince: Eğer bu yalan çokça tekrar ediyor ve yalanı doğruluğuna galip geliyorsa, bu durumda onun haberi de şahitliği de kabul edilmez. Ancak, yalan nadiren vaki olmuşsa, o zaman onun haberi ve şahitliğinin reddi hususunda iki görüş vardır.”[5]

Fasıkın Getirdiği Haberlere Karşı Tutum: Teenni

İnsan acelecidir, bir konu hakkında düşünmeden karar verme ve hemen sonuca ulaşma eğilimindedir. Bu fıtri eğiliminden kaynaklı hem kendine hem de başka insanlara zarar verir. Bundan dolayı Rabbimiz fasıkların getirdiği haberlere karşı aceleyle ve düşünmeden tavır belirlemeyi yasaklamış ve ihtiyatlı olmayı emretmiştir.

Burada aceleciliğin karşısında Allah’ın (cc) ve Resûl’ünün sevdiği bir haslet karşımıza çıkar: Teenni.

Abdulkays Heyeti, Resûlullah (sav) ile görüşmeye geldiklerinde herkes aceleci bir şekilde Resûlullah’ın (sav) yanına koşarken Eşec El-Asarî devesinden inip hem kendi devesini hem de arkadaşlarının devesini bağladı ve yolculuk elbiselerini çıkarıp normal kıyafetlerini giyerek Resûlullah’ın (sav) yanına geldi. Resûlullah (sav) Eşec’in yaptıklarını gördü ve “Sende Allah’ın ve Resûl’ünün sevdiği iki güzel ahlak vardır.” buyurdu. Eşec, “Nedir onlar?” diye sorunca Resûlullah (sav) “Teenni ve hilm.” buyurdu.[6]

Teenni, aceleci davranmamaktır. Kişinin nefsine hâkim olması ve irade sahibi olmasıdır. Bu ayetin altında teenni kavramını ele almamızın sebebi, ayette geçen فَتَبَيَّنُٓوا lafzının Hamza ve Kisâî kıraatlerinde فتَثبَّتوا lafzıyla okunmasıdır. Yeri geldikçe değindiğimiz gibi ayetlerin farklı kıraatleri birbirlerini tefsir eder ve burada “araştırın” emrinin anlamını bir başka kıraatle genişletmiş oluyoruz.

Buna göre, bir fasıkın getirdiği haberler karşısında “Öyle miymiş? Gördün mü bak!” diyerek bir kanaat sahibi olmak yerine “bir sormak lazım, ben öyle bir şey bilmiyorum ve görmedim.” diyerek teenniyle hareket etmek gerekir.

Konunun en üzücü tarafı ise insanların gıybet ve dedikodu ortamlarında konuştukları konular hakkında bir kanaat sahibi olmalarıdır. Gıybet bir fısktır ve birbirleriyle dedikodu yapanların konuştukları meseleler üzerine hareket etmeleri ayetin devamında zikredildiği gibi hem başka insanlara zarar verir hem de ortaya çıkan durumdan dolayı pişmanlıktan başka bir şey değildir. Bu tür kulaktan dolma bilgilerle hareket eden kimse mutlaka bir pişmanlık ve “Ben öyle bilmiyordum, yanılmışım.” mahcubiyeti yaşayacaktır. İslam’ın emir ve yasakları huzur ve selameti tesis eder ve bu emirlere muhalefet, yani fasıklık hem kişinin kendisine hem de çevresindeki insanlara zarar verir.

“Tâ ki bilmeden bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmayasınız.”

Bu ayet üzerinden genel bir ders olarak diyebiliriz ki kesin bilgimizin olmadığı konuların peşinden gitmek ve kanaat sahibi olmak Rabbimizin (cc) yasakladığı bir tutumdur:

“Bilgin olmayan şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (gördüğünden, duyduğundan, niyetlenip azmettiğinden) bunların hepsinden sorumludur.”[7]

Kulağımıza nereden geldiği belli olmayan meseleler hakkında, “O şöyleymiş, bu böyleymiş, o şöyle demiş, bu böyle yapmış…” gibi haberlere kulak verip, “Demek öyleymiş!” demek… Hele ki sosyal medya gibi daha ne olduğu belirsiz yerlerden gelen haberlere kulak vermek, Allah (cc) katında hesabını veremeyeceğimiz bir sorumluluk ve müminlere karşı yaptıklarımızdan dolayı pişmanlık sebebidir. Allah’a (cc) sığınırız.


[1] 49/Hucurât, 6

[2] 49/Hucurât, 6

[3] Ahmed, 17459; Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 71632 No.lu rivayet

[4] bk. El-Mufredât, s. 636; Lisânu’l Arab, s. 308, f-s-k maddeleri

[5] Medâricu’s Sâlikîn, İbni Kayyim, 1/555

[6] İbni Hibbân, 7203, Özetle

[7] 17/İsrâ, 36

Önerilen makaleler