HUDEYBİYE BARIŞ ANTLAŞMASI

Hamd Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.

Hendek Savaşı İslam tarihi açısından sonuçları itibarıyla bir dönüm noktası idi. Allah Resûlü’nün de (sav) beyanıyla artık Medine İslam Devleti savunma pozisyonundan saldırı pozisyonuna geçmişti. Mekke’nin fethiyle beraber zirve noktaya ulaşacak bu sürecin en önemli aşamalarından bir tanesi de Hudeybiye Barış Antlaşması’dır.

“Rasûlullah (sav) bir gece rüyasında ashabıyla birlikte korkusuzca Beytullah’a girip onu tavaf ettiklerini, (Kâbe’nin anahtarını eline aldığını) bazılarının başlarını kazıttıklarını, bazılarının da saçlarını kısalttıklarını gördü. Bunun üzerine umre yapmaya niyet etti.

Rasûlullah (sav) Medine çevresindeki (Cüheyne, Müzeyne, Bekiroğulları gibi) Arap kabilelerini kendisiyle birlikte yola çıkmaları için yardıma çağırdı. Rasûlullah (sav) Kureyş’in bir kötülük yapmasından endişe ediyordu. Bu yüzden savaş olabilirdi veya Kâbe’den onu menedebilirlerdi. Arapların çoğu bu yüzden Rasûlullah (sav)’in çağrısına uymadılar.

Rasûlullah (sav) muhacir ve ensardan, kendisiyle birlikte olanlar ve Araplardan ona katılan (iki yüzü atlı) bin dört yüz kişi ile birlikte yola çıktı. Beraberinde kurbanlık (yetmiş deve) götürdü. (Bunların arasında Ebû Cehil’in Bedir Savaşı’nda ele geçirilen devesi de vardı.)

Kureyş’in kendisinin savaş için gelmediğinden emin olması, sadece Kâbe’yi tazim ve ziyaret için yola çıktığını bilmesi için umre ihramına girdi. Medine üzerine de Numeyle b. Abdullah el-Leysi’yi vali tayin etti.”[1]

Allah Resûlü’nün rüyası vahiy gibidir. Ashâbına bunu haber verdiğinde müminler arasında müthiş bir sevinç oluştu. Çünkü yıllardır menedildikleri topraklara geri dönecekler ve Allah (cc) için uzun zamandır yapamadıkları birçok ibadeti ihya etmiş olacaklardı.

Burada şu soru önemlidir: Yapılması planlanan bu umre ziyareti sadece Peygamberimizin (sav) gördüğü bir rüyadan mı ibaretti? Yani Allah Resûlü bir emre ittiba mı etti, yoksa bu kararın arkasında başka bazı noktalar da mı vardı?

Bizler siyerin geneline baktığımızda bu yolculuğun aslında şer’i siyasetin bir parçası olduğuna şahitlik etmekteyiz. Evet, sonuç olarak yapılan anlaşma bizzat Allah’ın (cc) dilemesi ve emretmesiyle gerçekleşti. Ancak bu yolculuk ciddi bir planlamanın ürünü idi. Çünkü Peygamberimiz (sav) Mekke’nin iç dinamiklerini çok iyi okuyordu. Kureyş dört bir koldan sıkışmış durumdaydı. Ticaretleri durma noktasına gelmiş, mağlup oldukları savaşlar birikmiş, her geçen gün bir mevzi bir müttefik daha kaybediyorlardı. Arapların o güne kadar gördüğü en büyük ittifak ve orduyu toplamalarına rağmen Medine İslam Devleti ise hâlâ ayakta duruyordu.

Bu kriz kendi içlerinde onları parçalamıştı. Ebû Sufyân gibi orta yolu bulup bir şekilde Peygamber’le (sav) anlaşmanın yollarını zorlayacak bir kesim varken gençlerden oluşan bir grup ise intikam ve saldırı peşindeydi. Bunlar, Ebû Sufyân ve yanındakileri pasiflikle suçluyordu.

İşte böyle bir ortamda Allah Resûlü (sav), “Ben umre yapacağım.” deyince, tabiri caizse, Mekke’nin ortasına bir saatli bomba bıraktı ve hâlihazırdaki ayrılıkları daha da derinleştirdi. Çünkü Kureyşliler, Allah Resûlü’ne engel olsalar Kâbe’nin kutsallığına gölge düşürecek, izin verseler yenilgiyi kabullenmiş olacaklar. Peygamberimiz (sav) bu stratejiyle, hangi şartta olursa olsun kazanacağı bir sürece ashâbını dâhil etmiş oldu.

En önemli husus ise Allah Resûlü (sav) Arap Yarımadası’nın gündemini yine kendisi belirledi. Bir devlet ya da oluşum için en önemli güç alametlerinden biri de gündem belirleme kapasiteleridir. Allah Resûlü bir sabah kalktı ve ashâbına haber verip onları organize ederek alakalı alakasız herkesi bir gündemin içine dâhil etmiş oldu. Tabii ki bu bir günde gerçekleşmedi. Allah Resûlü ve ashâbı belirli bir düzen içinde, hayli zayıf oldukları zamanlarda dahi vahyin gündeminin dışına çıkmayarak hareket ettiler ve batıl ve boş gündemlere kulaklarını tıkadılar. Bir noktadan sonra gündemlerin içinde kaybolan değil, gündemi başlatan bir aktör olarak varlık gösteren bir oluşum hâline geldiler.

Allah Resûlü (sav) ashâbıyla beraber yola çıktığında çeşitli provokasyonlarla karşılaştı. Ama o (sav) ilk yola çıkma gayesini hiçbir zaman terk etmedi. Bunu da ashâbıyla istişare ederek yaptı.

“(Resûlullah (sav) Usfan’a geldiği zaman) Bişr, ‘Ya Resûlallah! Kureyş senin aleyhinde birçok insan toplamış ve Ehâbîş denilen toplulukları da aleyhinde, kendi ittifakına almış. Müşrikler seninle muhakkak harp edecekler ve Kâbe’yi ziyaretten seni engelleyecekler. Mekke’ye girmene mâni olacaklar.’ dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (sav) (istişare için sahabelerini toplayıp onlara), ‘Ey insanlar! Bana fikrinizi söyleyiniz. Bizi Kâbe’yi ziyaretten menetmek isteyen şu müşriklerin aileleri ve çocukları üzerine akın etmeyi uygun buluyor musunuz? Eğer bu sırada müşrikler bizimle savaşmaya gelirlerse onlarla harp eder ve onları yeneriz. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah, aralarındaki casusumuzu müşriklerden korumuştur. Eğer müşrikler üzerimize gelmezlerse onlara baskın yapmayıp kendi hâllerine bırakırız. (Yoksa doğruca Beytullah’a yönelip ilerlememizi ve bizi ondan alıkoymak isteyenlerle çarpışmamızı mı uygun görürsünüz?)’ buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Bekir, ‘Ya Resûlallah! Sen şu Beyt’i ziyaret etmek amacıyla yola çıktın. Hiç kimseyi öldürmek ve hiç kimseyle harp etmek istemezsin. Öyleyse Kâbe’ye doğru yürü. Her kim bizi Kâbe’yi ziyaretten engellerse onunla savaşırız.’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) ‘Allah’ın ismi üzere yürümeye devam edin.’ dedi.

Resûlullah (sav) yola devam etti. Yolun bir kısmına varıldığında Resûlullah (sav), ‘Hâlid ibni Velîd birtakım Kureyş süvarisiyle birlikte gözcü olarak Gamîm mevkisinde bulunuyor. O hâlde siz yolun sağ tarafından gidiniz.’ buyurarak sahabileri başka bir yoldan götürdü. Hâlid ibni Velîd’in, Resûlullah (sav) ile ashâbının nerede bulunduklarından hiç haberi olmadı. Ancak İslam kafilesinin yerden kaldırdığı tozu dumanı görünce, hayvanını mahmuzlayıp koşturarak Kureyş’e haber vermeye gitti. Resûlullah da (sav) yoluna devam etti.”[2]

“Seniyetü’l Mürar’a (Mekke Haremi hududuna) gelindiği zaman Resûlullah’ın (sav) devesi Kasva çökmek istedi.

Sahabiler, ‘Ha! Ha!’ diyerek onu kaldırmak istediler. Kasva çökmekten vazgeçmeyince de, ‘Kasva huysuzlaştı. Kasva huysuzlaştı.’ dediler.

Resûlullah (sav), ‘Kasva huysuzlaşmaz. Onun böyle çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili Mekke’ye girmekten alıkoyan, şimdi de Kasva’yı alıkoymuştur. Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kureyş müşrikleri Allah’ın Haremi’nde işlenmesini yasakladığı şeylerden hangisini benden isteyecek olursa muhakkak kabul edeceğim ve onların bu yoldaki isteklerini yerine getireceğim.’ buyurdu. Bundan sonra kaldırılmak için zorlanan Kasva sıçrayıp kalktı.”[3]

Allah Resûlü (sav) Mekke’ye yaklaşınca Kureyşlilerin, kendisini direkt içeri almayacaklarını anlayınca ashâbıyla konaklamaya başladı. Artık bu saatten sonra elçiler üzerinden diplomatik görüşmeler başladı.

“Huzaalılar, Resûlullah’ın (sav) sırdaşıydı. Onların Müslimleri olsun, müşrikleri olsun Mekke’de olan hiçbir şeyi Resûlullah’tan (sav) gizlemiyorlardı. Budeyl ibni Verkâ El-Huzâî ile birlikte Huzaa’dan bazı adamlar geldiler ve Resûlullah (sav) ile konuştular. (Müşriklerin gayelerini anlattıktan sonra) Resûlullah’a (sav) niçin geldiğini sordular. Rasûlullah da (sav) onlara savaşmak için gelmediğini, sadece Beyt’i tavaf etmek ve onu tazim etmek niyetiyle geldiğini haber verdi. Sonra onlara Bişr ibni Sufyân’a dediği şeylerin benzerini söyledi. Bunun üzerine onlar Kureyş’e döndüler. (Müşrikler, Budeyl ve arkadaşlarını önce dinlemek istemediler, fakat daha sonra re’y/görüş sahiplerinin ısrarı üzerine onları dinlediler.) Budeyl ve arkadaşları şöyle dediler:

‘Ey Kureyş topluluğu! Siz Muhammed’e karşı acele ediyorsunuz. Çünkü Muhammed savaşmak için değil, sadece Beyt’i tavaf etmek için gelmiştir.’ (dedi ve Resûlullah’ın (sav) anlattığı şeylerin hepsini müşriklere anlattılar. Hatta Resûlullah’ın (sav) bir müddet için antlaşma yapılması teklifini de anlattılar.) Bunun üzerine Kureyş onları itham etti ve onlara hoşlanmayacakları şeyler söyledi. Onlara dediler ki:

‘Eğer savaş istemiyorsa şunu iyi bilsin; biz istemeden Mekke’ye asla giremez. İstemediğimiz hâlde ‘Muhammed Mekke’ye girdi.’ söylentisinin Araplar arasında yayılmasından hoşlanmayız.’ ”[4]

“Kureyşliler Resûlullah’a (sav) Ben-i Âmir ibni Luhay’in kardeşi Mikraz b. Hafs’ı gönderdiler. Resûlullah (sav) onun gelmekte olduğunu görünce şöyle dedi: ‘Bu gaddar bir adamdır.’ Resûlullah’ın (sav) yanına varıp onunla konuştuğu zaman Resûlullah (sav) ona Budeyl ve arkadaşlarına söylediğine benzer şeyler söyledi. O da Kureyş’e döndü ve Resûlullah’ın (sav), kendisine söylediği şeyleri onlara anlattı.

Kureyşliler daha sonra Resûlullah’a (sav), Kureyş müşriklerine, ‘Bırakınız bir de ben gideyim.’ diyen Huleys b. Alkame’yi gönderdiler. Ben-i Hâris ibni Abdimenâf ibni Kinâne’den olan Huleys o zaman Ehâbîş’in (bedevilerin) lideriydi.

Resûlullah (sav) onu görünce şöyle dedi: ‘Bu, ibadet eden ve Allah’ın emrine tazim gösteren bir kişidir. O hâlde kurbanlıkları onun önüne sürün ki görsün.’ Huleys, kurbanlıkların boyunlarında kurbanlık gerdanlığı takılmış olarak vadinin kenarından yürüdüklerini ve uzun zaman hapsolmalarından dolayı yünlerini yemekte olduklarını görünce Kureyş’e döndü ve gördüğü şeyi beğendiğinden dolayı Resûlullah’ın (sav) yanına varmadan bu durumu gidip onlara söyledi.

Kureyşliler de dediler ki: ‘Otur! Sen ancak Arabî (bedevi) bir kimsesin, cahilsin.’

Bunun üzerine Huleys gazaplandı ve şöyle dedi: ‘Ey Kureyş topluluğu! Vallahi böyle yapmanız için ne bir antlaşma yaptık ne de akitleştik. Beytullah’ı tazim ve yüceltmek için gelen kimse ondan menedilir mi? Huleys’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki ya Muhammed ile onun yapmak istediği şeyin arasından çekilirsiniz ya da bedevileri bir tek adamın çıkışı gibi yollara dökerim.’

Onlar da ona şöyle dedi: ‘Sus ey Huleys! (Senin gördüklerin tuzaktan başka bir şey değildir) Bizi rahat bırak ki kendimiz için istediğimiz şeyi elde edelim.’

Kureyşliler sonra Resûlullah’a (sav) Urve ibni Mes’ûd Es-Sekafî’yi gönderdi. O da şöyle dedi:

‘Ey Kureyş topluluğu! Muhammed’e gönderdiğiniz kimselere sizin yaptıklarınızı gördüm. Size geldiği zaman elçinizi ayıpladınız ve ona kötü sözler sarf ettiniz. Siz kendinizi bir baba, beni de bir çocuk gibi görüyorsunuz. Hâlbuki ben sizin başınıza geleni işittim ve kavmimden bana itaat edenleri topladım. Sonra size geldim ve bizzat kendim size yardım ettim.’

Dediler ki: ‘Doğru söyledin. Sen bizim katımızda güvenilmeyen bir kişi değilsin. (Urve’ye Muhammed’le görüşmesi için izin verdiler.) Urve onlardan ayrıldı. Ve Resûlullah’ın (sav) yanına gelince onun önünde oturup şöyle dedi:

‘Ey Muhammed! Karışık insanları topladın. Onları, senin ehlini ve kabileni kırsınlar diye buraya kadar getirdin. Bunlar Kureyş’tir. Yanlarına yeni yavrulamış develerini alarak çıkmışlardır. Kaplan derileri giymişlerdir. Ve onlar istemedikleri müddetçe Mekke’ye sokmayacaklarına dair Allah’a söz verdiler. Allah’a yemin ederim! Bana öyle geliyor ki bunlar (sahabiler) zor durumda yarın elbet senden ayrılacaklardır.’ ’

Ebû Bekir Sıddık da Resûlullah’ın (sav) ardında oturuyordu. Bu sözü duyunca şöyle dedi:

‘Lat’ın erkeklik organını em! Biz mi ondan ayrılacakmışız?’

Urve, ‘Bu kimdir?’ diye sordu.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Bu Ebû Kuhâfe’nin oğludur.’

Urve dedi ki: ‘Vallahi, şayet senin hatırın olmasaydı elbette sana karşılık verirdim.’ (Ebû Bekir Urve’ye daha önce diyet hususunda yardım etmişti.)

Sonra Urve, Resûlullah’ın (sav) sakalını okşayarak konuşmaya devam etti. Muğîre ibni Şu’be de Resûlullah’ın (sav) başucunda silahla duruyordu. Urve Resûlullah’ın (sav) sakalını eline aldığı zaman Muğîre onun eline vurarak şöyle dedi:

‘Elin kesilmeden önce Resûlullah’ın (sav) yüzünden elini çek!’

Urve de ona, ‘Yazık sana! Ne kadar kaba ve sertsin!’ dedi. Resûlullah da (sav) tebessüm etti. Bunun üzerine Urve şöyle dedi:

‘Ey Muhammed! Bu kimdir?’

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Bu senin kardeşinin oğlu Muğîre ibni Şu’be’dir.’

Urve dedi ki: ‘Vay hain! Daha dün çocuktun! (Ben hâlâ senin işlediğin cinayetin zararını gidermeye çalışıyorum.)’ (Muğîre Müslim olmadan önce yolculuk yaptığı kişileri uyurken öldürüp mallarını gasbetmişti.) Resûlullah da (sav) Urve’ye daha önce gelen elçilere söylediği şeylerin benzerini söyledi. Ona savaş için gelmediğini bildirdi. O da Resûlullah’ın (sav) yanından kalktı. Böylece ashâbının Resûlullah’a (sav) karşı nasıl bir tutum içinde olduğunu da görmüş oldu.

Urve Kureyş’e döndüğünde şöyle dedi:

‘Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz ben Kisra’yı makamında gördüm. Kayser’i de Necâşi’yi de makamında gördüm. Vallahi ben şimdiye kadar ashâbı içinde Muhammed’in yeri gibi yeri olan hiçbir kral görmedim. Ben öyle bir kavim gördüm ki onlar, sebep ne olursa olsun onu asla yardımsız bırakmazlar. Kararınızı ona göre verin.’

‘Vallahi aksırıp öksürürken onun tükürüğü sıçrasa, ashâbı hemen elleriyle onu yüzlerine ve derilerine sürüyor. (Muhammed’in başından bir kıl parçası düşse hemen onu alıp saklıyorlar.) Muhammed onlara bir şey buyurduğu, işaret ettiği zaman onlar onu yerine getirmek için yarışıyorlar. Abdest aldığı zaman birbirlerine girip, birbirleriyle savaşırcasına abdest suyunu kapışıyorlar. Ashâbı onun yanında (izinsiz konuşmuyor), konuşurlarken seslerini yükseltmeyip kısıyorlar. Ona besledikleri derin saygıdan dolayı onun yüzüne dikkatlice bakmıyorlar, gözlerini önlerine indiriyorlar. Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu teklif etmiştir. Bunu hemen kabul ediniz.’ ”[5]

Allah Resülü (sav) gelen elçilerin her birine özel muamele etmiş ve farklı tavırlar sergilemiştir. Budeyl ibni Verkâ El-Huzâî müttefiklerden olduğu için tüm ayrıntılarıyla konuşmuş, Mekke’ye iletmek istediklerinin olduğu gibi aktarılacağından emin olduğu için rahat davranmıştır. Mikraz ibni Hafs ile neredeyse hiç ilgilenmemiştir. İbadetler ve Kâbe’yi tazime oldukça düşkün olan Huleys ibni Alkame elçi olarak geldiğindeyse kurbanlıkları göstererek en büyük mesajı vermiştir. Bir kavmin lideri olan Urve ibni Mes’ûd Es-Sekafî elçi olarak geldiğinde ise bambaşka bir tavır sergilemiştir. Hatta öyle ki Allah Resûlü’nün başka ortamlarda şahitlik etmediğimiz davranışları bu ortamda vuku bulmuş ve Nebimiz de buna müdehale etmemiştir.

Mesela Ebû Bekr gelen bu elçiye hakaret etmiştir. Muğîre baştan aşağı zırhlı bir hâldeyken ve Allah Resûlü de (sav) oturuyorken onun başında ayakta dikilmiştir. “Kim kendisi için ayakta durulmasını severse cehennemdeki yerine hazırlansın.”[6] sözüyle zemmettiği fiilin yapılmasını bizzat kendisi istemiştir. Çünkü burada ulaştırılması istenen bir mesaj vardır ve Urve Mekke’ye döndüğünde bu mesajı olduğu gibi aktarmıştır.

Gelen elçiler içerisinde Urve’nin gösterdiği tavır ilk başta bakıldığında aslında şaşırtıcıdır. Söylediği sözlerle soğuk bir savaş yürüten Urve aldığı cevaplar neticesinde başarısız bir şekilde geri dönmüştür. Allah Resûlü’nün (sav) yanındaki hakaretlerine ve tavırlarına baktığımızda iflah olmaz bir düşman olarak tanımlayacağımız Urve, Mekke’ye döndüğünde ashâbın en büyük propagandacısı hâline gelmiştir. Bize düşen, insanlar bizim hakkımızda güzel konuşsun diye taviz vermek değildir. Bizim işimiz şer’i sınırlara riayet etmek ve Allah’ı (cc) razı etmeye çalışmaktır. İnsanların kalplerini ve dillerini çevirecek olan Allah’tır (cc).

Yine Urve’nin geri döndüğünde yaptığı propaganda bize başka bir ders daha öğretmelidir. O da düşmanlarımızın bizim yüzümüze karşı söylediklerinin her zaman, hakiki anlamda buna inandıkları anlamına gelmediğidir. Nice azılı düşman vardır ki özel meclislerinde hayranlık ifadelerinden başka bir kelam çıkmaz ağzından.

Son olarak Urve’nin bağırıp çağırması, hakaret etmesi, tahrik etmeye çalışması üstünlük kurup karşı tarafı tahrik etme, stratejisinin bir parçasıydı. Ancak Allah Resûlü’nün (sav) ve ashâbının (r.anhum) sükûneti harp meydanındaki en önemli gücün bu olduğunu bir kez daha bize öğretmiş oldu.

Elçilerin gelip gitmesi neticesinde Kureyş hiçbir sonuç alamadı. Hatta her geri gelenin anlattıkları onların ayrılıklarını daha da derinleştirdi. Elçilere tepki gösterince bu sefer de onlar Kureyş’i terk edip gitmeye başladılar. Böylece Allah Resûlü’nün (sav) en baştan planladığı strateji dakik bir şekilde işlemeye devam etti.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1] bk. Sîretu İbni Hişâm, 2/308 vd.

[2] Rasûlullah (s.a.s)’ın Hayatı İle İslâm’ın Hareket Metodu, 2/25; Ayrıca bk. Buhari, 2731-2732

[3] Rasûlullah (s.a.s)’ın Hayatı İle İslâm’ın Hareket Metodu, 2/28; Ayrıca bk. Buhari, 2731-2732

[4] Rasûlullah (s.a.s)’ın Hayatı İle İslâm’ın Hareket Metodu, 2/31

[5] Rasûlullah (s.a.s)’ın Hayatı İle İslâm’ın Hareket Metodu, 2/31-34; Ayrıca bk. Buhari, 2731-2732

[6] bk. Ebu Davud, 5229; Tirmizi, 2755

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver