Allah’ın adıyla başlıyorum.[1]
İslam dinine dair en tartışılmaz meselelerden biri dinin nakle dayandığıdır. Nakilden kastımız Kur’ân ve Sünneti içeren vahiydir. Din Allah’tan (cc) geldiği gibi muhtevası da İlahi vahiyle belirlenmiştir. Bu olgu, dışarıdan müdahalelere, ekleme ve çıkarmalara İslam’ın açık bir mesafesinin olduğunu baştan teyit eder. Bu iki kaynağın anlaşılmasında takip edilecek yol ve yöntem yine aynı sebeple indî fikirlerle belirlenemeyecektir. Vahyin gayet açık şekilde belirttiği üzere dinin istidlal ve anlayış metodu, başta sahabe olmak üzere faziletli ilk üç neslin anlayışına uymalıdır. En temel anlama metodu belirlendikten sonra şu soruyu sorabiliriz: Din konularında aklın ve fikir yürütmenin sınırları nelerdir? Akıl hangi ölçüde dini anlarken kullanılabilir? Bu sorunun cevabını -az önce belirttiğimiz gibi- Kur’ân’dan, Sünnetten ve ilk üç neslin anlayışından tespit etmemiz gerekiyor. Bunun dışında bir başka tespit yöntemi mümkün değildir, İslam dininin İlahi oluşuna aykırıdır.
Belirtmekte yarar vardır, tarih boyunca başta akıl ve re’y olmak üzere pek çok anlama yöntemi tartışılmıştır. Bu manada kimileri tarafından herhangi bir şer’i mesnedi olmadan ilham, keşf, zuhurat gibi dini ahkâm üzerinde belirleyici olacak şekilde yöntemler ve hatta kaynaklar belirlenmiştir. Zikrettiğimiz yolların batıl olduğu ve şeriat karşısında bir anlam ifade etmeyeceği, izah etmemize hacet olmayacak kadar açık ve barizdir. Re’y meselesine gelince, mutlak olarak tazim edenlerin yanı sıra inkâr eden, sakınan ve dinden bir sapma olarak değerlendirenler de bulunmuştur. Yazımızın konusu genel olarak dinin, hususen Kur’ân’ın anlaşılmasında re’yin yerinin tespitine yöneliktir. Başarı Allah’tandır.
Re’y’in Tanımı
Ra-e-ye kökünden türeyen kelimenin ıstılahi anlamı görüş, düşünce, kıyas, nasla düzenlenmemiş şer’î/amelî bir meselede ortaya konan kanaat[2] şeklinde ifade edilebilir.
İslami ilimler literatüründe re’y ve re’y ehli konuları asırlardır konuşulmuş iki meseledir. Bu konu bu hâliyle oldukça uzun ve derin incelenmesi ve re’ye intisap edenler üzerinden ele alınıp ortaya çıkan menfi ve müspet sonuçları tespit edilmesi gereken geniş bir konudur. Bir de buna aklın nakil karşısındaki konumuna ilişkin farklı yaklaşımlar da eklenecek olursa mesele daha geniş bir hâl alır. Bu yazıda temelde re’ye ilişkin genel bir bakış açısı kazandırması amaçlansa da asıl konu Kur’ân’ın tefsiri merkezinde olacaktır.
Başlarken, re’yin[3] vahiy nezdinde ve selef yanında nasıl ele alındığını görelim. Ardından konuyu detaylandırmaya gayret edeceğiz.
Bazı naslar ve selef sözleri re’yin sakıncalı olduğunu anlatıyor.
“De ki: ‘Rabbim (sizin uydurduklarınızı değil) yalnızca açık ve kapalı tüm fuhşiyatı, her türlü günahı ve haksız yere taşkınlık etmeyi, (meşruluğu) hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kıldı.’ ”[4]
“Şeytan size ancak kötülüğü, fuhşiyatı ve Allah hakkında bilginiz olmayan şeyleri söylemenizi emreder.”[5]
Birinci ayette açıkça Allah tarafından haram kılınan “Allah’a karşı bilmeden bir şeyler söylemek”, diğer ayette şeytanın adımlarına uymanın neticesi olarak zikredildi. Açıkça anlaşılmaktadır ki bilmediği alana ilişkin konuşan, fikir yürüten insan haddini aşmıştır, açık bir yasağı işlemiştir.
“Bilgin olmayan şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (gördüğünden, duyduğundan, niyetlenip azmettiğinden) bunların hepsinden sorumludur.”[6]
Bilgimiz sınırları içerisinde konuşmak, düşünmek, araştırmak şeriat nezdinde bir sorun teşkil etmez. Fakat bilgimizin olmadığı, aklımızın idrak etmediği veya edemeyeceği meselelerde salt fikirle konuşmak yasaktır, mesuliyet gerektirir.
Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz Allah, ilmi size verdikten sonra (hafızalarınızdan) zorla söküp almaz. Fakat bunu kendilerinden ilim adamlarını bilgileriyle birlikte (toplumun içinden) çekip alarak yapar. Artık geride çok cahil birtakım insanlar kalır. (O sırada halk tarafından bunlara) dinî şeyler sorulur. Onlar da şahsi görüşlerine göre cevap verirler. Böylece hem insanları saptırırlar hem de kendileri sapar giderler.”[7]
Ömer (ra) diyor ki:
“Dininizde re’yden sakının.”[8]
Bir başka sözünde şöyle demektedir:
“Re’y ashâbından sakınınız. Çünkü onlar sünnetin düşmanıdır. Hadisleri ezberlemek onlara zor geldi. Bundan dolayı kendi re’yleri ile konuştular. Hem saptılar hem de saptırdılar.”[9]
Hasan El-Basrî (rh) der ki:
“Allah’ın dini konusunda kendi heva ve düşüncelerinizi suçlayınız. Allah’ın kitabını dininiz ve nefsiniz konusunda nasihatçi edininiz.”[10]
Mesrûk (rh) der ki:
“Kendi görüşü ile dinden yüz çeviren sapmıştır.”[11]
Zuhrî (rh) der ki:
“Aman, re’y ashabından sakınınız! Hadisleri kavramak onlara yorucu geldi.”[12]
Bazı naslar ve selef sözleri re’yin kabul edilebilir olduğunu gösteriyor:
Yerilen re’y konusunda zikrettiğimiz ayetlerin ve hadisin ifade ettiği anlam bazı re’yin caiz olduğunu ifade eder.
“Ebû Bekir’e kelale hakkında soruldu. Ebû Bekir dedi ki: ‘Ben kelale hakkında kendi re’yimi söyleyeceğim. Şayet bu doğruysa, Allah’tandır. Şayet hatalıysa, benden ve şeytandandır. Ben kelalenin baba ve çocuğun dışında olduğu görüşündeyim.’ ”[13]
Ömer (ra), Kâdî Şureyh’e (rh) şöyle bir mektup göndermiştir:
“Şayet sana Allah’ın Kitabı’nda hükmü bulunan bir şey gelirse onunla hüküm ver. Adamlar seni ondan çevirmesin. Eğer sana, hükmü Allah’ın Kitabı’nda olmayan bir şey gelirse, Resûlullah’ın sünnetine bak ve onunla hüküm ver. Eğer sana, hükmü Allah’ın Kitabı’nda olmayan, hakkında Resûlullah’tan da bir sünnet bulunmayan bir şey gelirse, insanların üzerinde görüş birliğine vardıkları şeye bak ve onu uygula. Şayet sana, hükmü Allah’ın Kitabı’nda olmayan, Resûlullah’ın sünnetinde bulunmayan, hakkında, senden önce de hiç kimsenin söz söylemediği bir şey gelirse şu iki durumdan hangisini istersen seç: Eğer kendi re’yinle içtihad edip sonra (bununla) öne çıkmayı (hüküm vermeyi) istersen (bununla) öne çık (hüküm ver). Geri kalmayı, (hüküm vermek için beklemeyi) istersen, geri kal (bekle). Ben de senin için ancak geri kalmayı (beklemeyi) hayırlı görürüm.”[14]
Hasan El-Basrî (rh) der ki:
“Onların düşünceleri içerisinde kendileri için hayırlar gördük.”[15]
Mesrûk (rh) der ki:
“Ubey ibni Ka’b’a (ra) bir şey sordum. Bu yaşandı mı, dedi. Hayır, yaşanmadı, dedim. Yaşanana kadar bizi rahat bırak, yaşandığında seninle görüşümüzü paylaşırız, dedi.”[16]
Re’yin Kısımları
Re’y konusunda bize fikir vereceğini düşündüğümüz ayet ve hadislerin yanı sıra övülmüş ilk üç nesilden re’ye ilişkin bize ulaşan nakilleri incelediğimizde ilk başta konuyu anlamakta zorlanıyoruz. Re’yi yeren rivayetler ve hatta sapıklıkla suçlayan ifadelerle karşılaşıyoruz, sonra tam aksine re’ye başvurup re’yle içtihad eden ve bunu da ilan edenleri görüyoruz. Bazen -yukarıda aktardığımız gibi- tek bir kişiden övücü ve yerici ifadeler duyuyoruz. Bu yeren ve öven/cevaz veren ifadelerden şu sonuca ulaşıyoruz: Selef indinde re’y tek parça olarak değerlendirilip inkâr edilecek veya her türlü kabul edilecek bir olgu değildir. Bunun yerine onlar re’yin bazı kısımlarını alıp kabul ettiler, bazı kısımlarına da karşı durdular, tavır aldılar.
Bu genel girişten sonra şunu söylemeliyiz: Re’ye ilişkin selef nezdinde tespit edilen bu ikili yaklaşım bütün ilimler için geçerli değildir. Akide ilmi en başta bunun istisnasıdır. Çünkü fıkıhta içtihad ve kıyas, ehli tarafından yapıldığında övülen bir re’y olurken aynı durum akidenin esasında geçerli değildir. İman, iman esasları, dine sokan ve dinden çıkaran faktörler, gayb, berzah, ahiret, Allah’ın (cc) sıfatları gibi konular içerisinde asla re’yin, fikir ve düşüncenin yer bulmayacağı, teslimiyet gerektiren konulardır. Elbette, bunları anlatıldığı şekilde düşünmek ve kavrayabilmek için akla ve re’ye ihtiyacımız var. Ancak yeni şeyler eklemek, anlatılmayana dair çıkarımlarda bulunmak, anlatılanı olduğundan farklı yorumlamak salt re’yin işi değildir, zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
Fıkıh ilminde re’y yerilmiş ve övülmüş olarak karşımıza çıkar. Ancak fıkıh literatüründe re’y yerine kıyas kavramı kullanılır. Usulünce yapılan, illeti tespit edilebilen bir asla, illetteki ortaklık nedeniyle benzetilerek yapılan kıyas, akıl yürütme çalışması makbuldür. Ancak usulüne aykırı olarak, illet tespiti yapılmadan veya yanlış illet tespitiyle yapılan kıyas fasid kıyas veya kıyâs-ı maal fârık olarak nitelenir ve reddedilir.
Tefsir ilminde re’y bazen yerilmiş, bazen övülmüştür. Yazımız hususen tefsir ilmi bağlamında olduğu için ilerleyen satırlarda bu kısmı detaylı olarak ele alacağız.
Naslar ve selefin yaklaşımlarıyla beraber ulaştığımız yerilmiş ve övülmüş re’y ayrımı üzerinde durup yerilen re’yin sınırları ile övülen re’yin sınırlarını belirleyeceğiz.
Yerilen Re’y
En kısa tanımla ilimsizce söz söylemektir. Bu bazen arzulardan kaynaklanan fasid bir ilimdir, bazen cehalet merkezli eksik ilimdir. Hâliyle hevaya ve cehalete dayalı ilimden bir hayır beklemek, böyle düşünceye güzellemeler yapmak imkânsızdır. Yerilen re’ye ilişkin yaptığımız bu tanımın çıkarsandığı pek çok ayet, hadis ve seleften nakil bulunmaktadır. Bunları yukarıda aktardık. Bu aktardığımız nakillere dönülecek olursa aslında yerilen re’ye ilişkin bazı çeşitlerin açıkça ifade edildiği anlaşılacaktır. Bazılarını zikredelim:
Nassa düşüncesiyle karşı duran ve nassı düşüncesine uymuyor diye zorlama tevillerle yorumlayan yerilmiştir. Hasan El-Basrî’nin (rh), “Allah’ın dini konusunda kendi heva ve düşüncelerinizi suçlayınız.” sözü buna işaret eder.
Sünnete müracaat etmeden sürekli fikir yürütmek yerilmiştir. Esas olan fikir yürütmek değil, şeriat nezdinde konuya özel bir açıklamaya ulaşmaktır. Vahiy kaynaklı bir açıklama bulamadığımız yerlerde re’y meselesi konuşulabilir. Ömer’in (ra), “Re’y ashâbından sakınınız. Çünkü onlar sünnetin düşmanıdır. Hadisleri ezberlemek onlara zor geldi. Bundan dolayı kendi re’yleri ile konuştular. Hem saptılar hem de saptırdılar.” sözü ve Zuhrî’nin (rh) buna yakın sözü bu maddeyi anlatır. Onlar mutlak re’ye değil, nassa rağmen re’ye karşı çıktılar.
Sünnete aykırı itikadi bid’at çeşitleri yerilmiştir. İtikad meselesi saf teslimiyettir.
Henüz yaşanmamış durumlara ilişkin hüküm vermek yerilmiştir.[17] Ubey ibni Ka’b’ın (ra) yaklaşımı bunu destekler.
Bir asla dayanılmadan yapılan kıyas yerilmiştir.
Fer’i olan meselenin kendisi gibi fer’i olana kıyas edilmesi yerilmiştir.
Övülen Re’y
Yerilmiş re’yin tam karşısında konumlanan övülmüş re’y aslında tanım ve çeşitler bakımından da yerilmiş re’yin aksidir. Sahabe, tabiin ve etba-u tabiin imamlarının başvurdukları övülmüş re’y, aslında ilme dayalı olan, sınırlarını bilen fikir ve düşünceler olarak özetlenebilir. Çeşitleri de yukarıda zikrettiklerimizin tam aksidir.
Naslarla uyumlu olan re’y övülmüştür.
Yaşanmış durumlara ilişkin fikir yürütmek övülmüştür.
Bir asla dayanarak yapılan kıyas övülmüştür.
Sünnetin olduğu yerde terkedilen, sünnetin ve nassın olmadığı yerde istifade edilen re’y övülmüştür.
Kendi re’yi ile bir konuda fikir beyan etmek kişinin ilmî yetkinlik alanı içerisinde olmalıdır. Bu alan içerisinde kendi re’yi ile görüş beyan edenin Ebû Bekir’den (ra) öğrenmesi gereken önemli bir âdab; bunun şer’i mutlak bir ahkâm değil, ulaştığı sonuç (re’y) olduğunu belirtmesidir. Böylece dinleyen insanların zihninde mesele doğru yerde konumlanır. Aksi hâlde yanlış anlaşılmalar ve hatalar silsilesi doğabilir. Bu âdaba dikkat edilen re’y övülen re’ydir.[18]
Tefsirde Re’y Meselesi
Bu başlık altında şu âna kadar re’y meselesine ilişkin anlattığımız genel girişten sonra asıl konumuza giriş yapıyoruz. Tefsirde re’y nasıl olur ve buna ilişkin yaklaşım nasıl olacaktır? Üç başlık ile ilgileneceğiz:
a. Tefsire Dair Seleften Yaklaşımlar
b. Tefsirde Re’yin Kısımları
c. Re’y Tefsiri ve Me’sûr Tefsir
1. Tefsire Dair Seleften Yaklaşımlar
Tefsir, Allah’ın (cc) ayetlerden neyi murat ettiğinin açıklanmasıdır. Bu durumda müfessir Allah (cc) adına konuşur pozisyondadır. İlk nesiller tefsire böyle yaklaştıkları için mesafeli olanlar, ileri derecede bir ihtiyat geliştirenler olmuştur. Hatta seleften bazısı tefsirin yalnız rivayet aktarımı ile mümkün olacağını söylemiş, bir anlamda ayete dair yorumlara kapıyı en baştan ve kesin kapatmışlardır. Mesela Mesrûk (rh) şöyle der: “Tefsirden sakının. Çünkü tefsir Allah’tan rivayet etmektir.”
Tefsir konusunda genel olarak titiz davranan selefimizin iki ayrı tavrı olduğunu görüyoruz.
Tefsire dair konuşanlar: Ömer, Alî, İbni Mes’ûd, İbni Abbâs ve başkaları sahabeden tefsire dair konuşanlardır. Tabiin ve etba-u tabiinden de Mucâhid, Saîd ibni Cubeyr, Hasan El-Basrî, Mukâtil ibni Suleymân ve başkaları tefsire dair konuştular.
Tefsire dair konuşmaktan sakınanlar: Bunlar tabiinden ve etba-u tabiinden Sâlim ibni Abdullah, Kâsım ibni Muhammed, Saîd ibni’l Museyyeb, Nâfi’ ve başkalarıdır.
Yezîd ibni Ebî Yezîd der ki:
“Saîd ibni’l Museyyeb’e helal ve haramdan sorardık ve o insanların en ilimlilerindendi. Bir ayetin tefsirinden sorduğumuzda âdeta duymamış gibi susardı.”[19]
Hişâm ibni Urve ibni Zubeyr der ki:
“Babamın Allah’ın kitabından tek bir ayeti tefsir ettiğini görmedim.”[20]
2. Tefsirde Re’yin Kısımları
Tefsirde Övülen Re’y
Genel hatlarıyla re’y meselesini zikrettiğimiz ilk bölümde övülen re’yden söz edip bu konuda önemli olan bazı nakillerde bulunmuştuk. Tefsirde övülmüş re’y meselesini daha iyi anlamak ve temellendirmek amacıyla başka bazı deliller zikredelim:
Tedebbür:
“Ayetlerini tedebbür edip (iyice düşünsünler) ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye, (bu Kur’ân) sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap’tır.”[21]
Tedebbür bir anlama faaliyetidir. Ayetlerle verilmek istenen mesajın, öğretilmek istenen değerin, müjdenin veya tehdidin idrak edilmesi tedebbür faaliyetiyle mümkündür. Tedebbür, ayetlerin anlaşılabilir ve yorumlanabilir olduğunu, netice olarak re’y ile anlaşılabileceğini gösterir. Ulaşılan sonuç, şeriatın genel ilkeleri içerisinde doğru ise tedebbür faaliyeti hedefine ulaşmış ve isabet etmiştir. Genel ilkelere aykırı sonuçlar ortaya çıkmış ise görüş söyleyeni bağlar ve hatalıdır.
Peygamber’in (sav) Sahabe İçtihadına Bakış Açısı:
Kur’ân’ın re’yle anlaşılması ilk olarak Peygamber (sav) zamanında ortaya çıkmıştır, dersek yanılmış olmayız. Zira bu sonuca bizi ulaştıran pek çok vaka bize ulaşmıştır. Peygamber (sav) sahabeden sâdır olan içtihadi bazı yaklaşımlar konusunda bir şey söylememiştir:
Amr ibni Âs (ra) anlatıyor:
“Zâtu’s-Selâsil Gazvesi’nde iken soğuk bir gecede ihtilam oldum. Gusledersem helak olacağımdan korkup teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. (Medine’ye döndükten sonra) bunu Resûlullah’a haber verdiler.
Resûlullah, ‘Ey Amr, sen ashâbına cünüp olarak mı namaz kıldırdın?’ diye sordu.
Beni yıkanmaktan alıkoyan şeyi haber vererek şöyle dedim: ‘Ben Allah’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah, size karşı merhametlidir.’[22] ’ Bunun üzerine Peygamber güldü, hiçbir şey demedi.”[23]
İbni Mes’ûd (ra) der ki:
“ ‘İman eden ve imanlarına zulüm/şirk bulaştırmayanlar’[24] ayeti inince bu, sahabeye ağır geldi.
Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Hangimiz nefsine zulmetmez?’
Resûlullah dedi ki: ‘Bu sizin anladığınız gibi değildir. Kastedilen Lokmân’ın kendi oğluna nasihatte bulunurken söylediğidir. O dedi ki: ‘Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesiz ki şirk, en büyük zulümdür.’[25] ’ ”[26]
Bu vakada sahabe açıkça Arap dil kuralları bağlamında ayeti düşünerek bir sonuca ulaştı. Sonuca ulaşmalarında akılları temel bir faktör olarak yer aldı. Allah Rasûlü (sav) onları kınamadı, ancak işin doğrusunu anlattı. Usullerinin doğru olduğu Peygamber’in (sav) kınamamasından, sonucun yanlış olduğu verilen cevaptan rahatlıkla anlaşılabilir. Buradan şunu da çıkarabiliriz: Re’y ile ulaşılan sonucun sahabenin yaptığı gibi Kitab’a ve Sünnete arz edilmesi zorunludur.
Peygamber’in (sav) İbni Abbâs’a Duası:
Peygamber (sav) İbni Abbâs için şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım ona tevili öğret ve onu dinde anlayışlı kıl.”[27]
Tevilden maksat tefsirdir, ayetlerin yorumlanmasıdır. Tefsir salt rivayet olsaydı Peygamberimizin (sav), “Ona tevili öğret.” diye dua etmesinin bir ayrıcalığı olmazdı. Rivayetten daha ziyade bir şeyden bahsediliyor, ki bu da re’ydir.
Sahabenin Uygulaması:
“Ebû Bekir’e kelale hakkında soruldu. Ebû Bekir dedi ki: ‘Ben kelale hakkında kendi re’yimi söyleyeceğim. Şayet bu doğruysa, Allah’tandır. Şayet hatalıysa, benden ve şeytandandır. Ben kelalenin baba ve çocuğun dışında olduğu görüşündeyim.’ ”
Ebû Cuhayfe’nin (rh) şöyle dediği nakledilmiştir:
“Bir defasında Ali’ye şunu sormuştum: ‘Sizin vahiy olarak bildikleriniz sadece Allah’ın Kitabı’nda indirdikleri midir?’
Bana şu cevabı verdi: ‘Tohumları çatlatıp bitkileri büyüten ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki hayır. Benim bildiklerim Allah’ın bir kişiye Kur’ân hakkında verdiği bir anlayıştan ve bu anlayışa dayalı çıkarımlarla işte şu sahifeden/dokümandan ibarettir.’
Ben, ‘Peki, bu sahifede/dokümanda neler yazıyor?’ deyince şöyle dedi: ‘Diyet, esirlerin kurtarılması ve bir Müslim’in öldürdüğü kâfire karşılık kısas yoluyla öldürülmemesi konuları yazıyor.’ ”[28]
Salt rivayetlerle tefsir yapmak sahabenin usulü olsaydı tefsirde ihtilaf yaşamaları pek makul olmazdı. Sadece rivayeti bilenler ve bilmeyenler olarak bakabilirdik. Ancak onlar pek çok konuda farklı görüşler ortaya koydular. Bu, re’yleriyle Kur’ân’ı tefsir ettiklerini gösteriyor. Yukarıda verdiğimiz örnekler konuyu açıklar şekildedir.
Tefsirde Övülen Re’yin Şartları
Buraya kadar şer’i ilimlerde ve hususen tefsirde re’yin övülen ve yerilen re’y olarak ikiye ayrıldığını söyledik ve bu iddiamızı ayetler, hadisler ve seleften nakillerle kanıtlamaya ve desteklemeye gayret ettik. Yazımızın bundan sonraki kısmında tefsirde övülen re’y için gerekli olan şartları inceleyeceğiz.
İslam tarihinde Kur’ânı tefsir ederken re’ye başvuran insanın, yerilen re’ye düşmeden övülen re’y ile Kur’ânı tefsir edebilmesi için gerekli olan ilimler konuşulmuştur. Râğıb El-İsfahânî bunun için on ilme, Şemseddîn El-İsfahânî on beş ilme ihtiyaç olduğunu söylemiştir. Bu, açıkça söylemek gerekirse abartılı olan rakamları görünce şaşırmamak, bir de kelam gibi aslen ne makasıd ne alet ilimlerinden olan bir ilmi de görünce katılmak pek mümkün gözükmüyor. Şer’i ilimlerden ve alet ilimlerinden söylenenleri tam anlamıyla kendisinde bulunduran kimse müfessirden öte müçtehid olur. Biz ise tefsirden konuşuyoruz. Bahsedilen bu ilimlerle müfessirler değerlendirilecek olursa pek çok müfessirin ölçülere uymadığı da görülecektir.
Belirtmek gerekir ki tefsir, sebeb-i nüzul, kıssalar, gayba dair bilgiler gibi alanlarda nakillerle yapılır. Bazı alanlarda ise akıl ve fikir yürütmek mümkündür. İhtimal barındırır ve ihtilaf edilebilir alanlardır. İlkine nakille tefsir diyoruz, ikincisine istidlalle tefsir diyoruz. Nakle dair alanda naklin ilmine sahip olmanın gerekli ve zorunlu olduğunu söylemek gerekir. Bu, rivayetleri, rivayetlerin hadis ilmi açısından derecelerinin anlaşılabilir olmasını kapsar. İstidlale dayalı ilme gelince on veya on beş ilmin zorunlu olduğunu söyleyemeyiz, ancak bir avam da dilediği gibi tefsir yapma hürriyetine sahip değildir.
Sahabe ve tabiin neslinden sonra bilinen tefsir anlayışının üzerine bir yenilik eklendi. Buna göre bazı alanlarda ihtisaslı olan âlimler tefsir yaptıklarında tefsirlerini alanları merkezince yapmaya başladılar. Lugatçı lugat ağırlıklı, belağatçı belağat ağırlıklı, hadisçi de bu merkezden ilerlemişlerdir.
Kur’ân’ı Re’yi ile Tefsir Etmek İsteyen Müfessir Hangi İlimlere Muhtaçtır?
1. Arap dili; dilin bilinmesi, ayetlerin anlaşılması için zorunludur. Tefsiri dört kısma ayırırken İbni Abbâs birinci kısım olarak “Arapların dilleriyle anladıklarıdır.” der.[29] Arap lehçelerini bilmeden Allah’a (cc) ve ahirete iman eden bir kimsenin Allah’ın Kitabı hakkında konuşması helal değildir, derken Mucâhid (rh)[30] bunu anlatmıştır.
2. Nasih mensuh gibi nakil kaynaklı, mutlak-mukayyed, has-amm gibi dil kaynaklı olan ve kelamın anlaşılmasında direkt etkisi olan bahisler bilinmelidir. Aksi hâlde hataların sistemleşmesi kaçınılmazdır.
3. Sünnetin bilinmesi, vahyin ikinci kaynağı olması nedeniyle zorunludur. Sünnet olmadan Kur’ân’ın istikamet üzere anlaşılması imkânsızdır. Sünnet, kapalılığı gideren, sorulara yanıt veren, ayetlerin ve ahkâmın hayat içerisinde karşılığını pratik olarak gösteren, yeri doldurulamaz bir ilimdir.
4. İlk nesillerin tefsiri önemlidir. Re’y ile yapılan tefsir tamamen sahabenin üzerine ittifak ettiği görüşlerin reddi manasında olursa kabul edilmez. Ancak sahabeden nakledilenlere muvafık olur yahut onlarla çarpışmaz ve şeriatın genel ilkeleriyle barışık olursa kabul edilebilir. Lakin netice olarak bağlayıcı değildir, içtihattır.
Yerilen Tefsir ve Suretleri
İlimsiz ve dayanaksız olup hevadan veya cehaletten neşet eden veya netice olarak şeriata muhalefete sürükleyen re’y yerilen re’ydir. Yerilen re’yin bazı çeşitleri bulunur:
1. Allah’ın (cc) sıfatları ve gayb kapsamında olan meselelerde görüş öne sürmek yerilmiştir. Zira bu alanda görüş öne sürmenin şer’i nakiller dışında imkânı yoktur.
2. Peygamber’den (sav) nakledilen tefsiri yok sayan yahut selefin üzerinde fikir birliğine vardıkları bir tefsire muhalefet eden, şeriatın bazı kesin ilkelerini çürüten nitelikte tefsirler yerilmiştir.
3. Herhangi şer’i bir kaynağa müracaat etmeden, İslam’ın genel ahkâm ve makasıdını görmezden gelerek sırf dille yapılan tefsir yerilmiş re’y kapsamındadır. Bid’at ehlinin kendisiyle saptığı önemli sapma noktalarından biri bu maddedir.
4. Kendi görüşünü desteklemek için ayetlere görüşü minvalinde tefsir vermek yerilmiş re’y kapsamındadır. Ayrıca bu, nassa yönelik bir hadsizlik, Allah’a (cc) karşı bir saygısızlıktır. Bu bazen hem düşüncede hem de delilde hata olarak tezahür eder. Allah’ın (cc) görülmeyeceğine inanan Mutezile’nin (لن) edatına ebedîlik anlamı vermeleri gibi. Bazen düşüncede değil, delillendirmede hata olur. Tâlut’un nehirden su içmeye yönelik yasağına karşı tebaasının tavırlarının dünyayla ilişkiler bağlamında tefsir edilmesi tefsir olarak sahih değildir, ama içerikte dünyaya dair söylenenler doğrudur.[31]
3. Re’y Tefsiri ve Me’sûr Tefsir
Tefsire ilişkin yapılan bu iki ayrımın neticesinde ortaya çıkan üç açık kusur söz konusudur;
a. Me’sûr tefsir denildiğinde naklin kabulü zaruridir gibi bakılır. Oysa sahabe, tabiin veya etba-u tabiin nesillerinin icma etmeleri dışında tefsirin kabulü zorunlu olamaz. Aralarında ihtilaf varken ve ihtilaf cemedilemezken her bir görüşü almak nasıl mümkün olsun?
b. İlk nesillerden nakledilen tefsirin eser olarak kabul edilmesi, re’y tefsirinin bunun dışında bir şey olduğunun söylenmesi büsbütün bir hatadır. Zira ilk nesillerden bize gelenin rivayet olarak gelmesi yönüyle eser olması doğrudur ancak onlar da kimi zaman kendi görüşleriyle ayetleri tefsir ettiler. Hâliyle me’sûr tefsirin içerisinde kesinlikle re’y bulunmaktadır.
c. Seleften bolca rivayetlerde bulunan tefsirler re’y de içerir. Tam aksi re’y merkezli tefsirler eser de nakleder. Bu nedenle şöyle demek daha doğru olur; falanca tefsir rivayet merkezlidir ve tercihleri buna göre yapar. Şu tefsir re’y yoğunlukludur ve nadiren eser nakleder.
Sonuç: Re’yle din hakkında ve özel olarak da Kur’ân hakkında konuşmak tümden kabul edilen veya reddedilen bir olgu değildir. Şeriatın çizdiği sınırlar içerisinde re’y övülmüşken, bunun dışında kalan re’y çeşitleri yerilmiştir. Din adına konuşurken söylenilen söz ve düşüncelerin hangi kapsama dâhil olduğunu tespit edip buna göre tavır belirlemek Allah (cc) yanında ağır bir hesaba maruz kalmaktan korur, Allah (cc) en doğrusunu bilir.
Kaynakça
Tevhid Meali, Halis Bayancuk, 2. Baskı, 2021.
Et-Tefsîru bi’r Re’y Mefhûmuh, Hukmuh ve Envâuh, Dr. Musâid Et-Tayyâr.
TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr
Sunenu Dârekutnî, Ebu’l Hasen Ed-Dârekutnî, Muessesetu’r Risâle, 2004. 5 cilt.
El-Medhal ile’s Suneni’l Kubrâ, El-Beyhakî, 1 Cilt. Dâru’l Hulefâ li’l Kitâbi’l İslâmî. Baskı tarihi yok.
Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, Ebû Ömer İbni Abdilberr, Dâru İbni Cevzî. 2 Cilt, Birinci Baskı 1994.
Câmiu’l Beyân an Tefsîri Âyi’l Kur’ân, Ebû Ca’fer İbni Cerîr Et-Taberî, Dâru’t Terbiyeti ve’t Turâs, 24 cilt. Baskı tarihi yok.
Sunenu’n Nesâî, Ebû Abdurrahman En-Nesâî, Dâru’r Risâleti’l Âlemiyye, Birinci Baskı. 9 cilt. 2018.
Fedâilu’l Kur’ân, Ebû Ubeyd Kâsım ibni Sellâm, Dâru’bnu Kesîr, Birinci Baskı, tek cilt. 1995.
El-Musannef, İbni Ebî Şeybe, Dâru Kunûzi İşbiliya, 25 cilt. Birinci Baskı. 2015
El-İtkân fî Ulûmi’l Kur’ân, Abdurrahman ibni Ebî Bekr Celâleddîn Es-Suyûtî, El-Hey’etu’l Mısriyyetu’l Âmmetu li’l Kitâb, 4 cilt. 1974.
Suneni Ebî Dâvûd, Ebû Dâvûd Suleymân ibni’l Eş’as, Dâru’r Risâleti’l Âlemiyye, Birinci Baskı, 7 cilt. 2009.
Sahîhu’l Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed ibni İsmâîl El-Buhârî, Dâru’t Ta’sîl, Birinci Baskı, 10 cilt, 2012.
[1] Bu yazıda önemli ölçüde Dr. Musâid Et-Tayyâr’ın Et-Tefsîru bi’r Re’y Mefhûmuh, Hukmuh ve Envâuh makalesinden yararlanılmıştır.
[2] H. YUNUS APAYDIN, “RE’Y”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/rey (02.03.2024)
[3] Buna; görüş, düşünce, fikir veya akıl yürütme denmesi de mümkündür.
[4] 7/A’râf, 33
[5] 2/Bakara, 169
[6] 17/İsrâ, 36
[7] Buhari, 7307. Buhârî (rh) bu hadisi Kur’ân ve Sünnete Tutunmak Kitabı’nda “Re’yin ve Zorlama Kıyasın Reddedilmesine İlişkin Anlatılanlar” başlığı altında verir.
[8] el-Medhal ile’s Suneni’l Kubrâ, el-Beyhakî, s.189
[9] Sunenu Dârekutnî, 5/256
[10] el-Medhal ile’s Suneni’l Kubrâ, el-Beyhakî, s.197
[11] Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, 2/1051
[12] Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, 2/1052
[13] el-Musannef, İbni Ebî Şeybe, 33757, 17/394
[14] Nesai, 5399
[15] Et-Tefsîru bi’r Re’y
[16] Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, 2/105
[17] Sahabenin bu tutumunun gerekçeleri (Allah (cc) en doğrusunu bilir) şu hususlar olabilir:
Henüz bilinmeyen bir duruma dair konuşmak gayba ilişkin konuşmak kapsamına dâhil olma ihtimali olan bir davranıştır. Bize gayb olana dair konuşmak da gaybı taşlamaktır, yanlıştır.
Yaşanan her durum kendi içerisinde özel bazı hususiyetler taşır, bunlar da ahkâma etki eder. Bir insanın ileriye dönük asla tahayyül edemeyeceği vakalara dair sırf tahminle fetva vermesi hem ilmin âdabına aykırıdır, ayrıca ileride gelip o vakada yaşayan insanları zora sokmaktır.
Yaşanmamış durumlara dair soru sormak zamanla -fıtrattaki merakın sevkiyle- bir alışkanlığa dönüşebiliyor. Böylece ilgilenilmesi gereken meseleler gölgede kalabiliyor.
Konuşmakta esas ölçü faydadır. Olmayana dair konuşmanın bir faydası yoktur.
[18] Bu, Ebû Bekir’in (ra) sözü üzerine tefekkür edince ulaştığım sonuçtur, Allah (cc) en doğrusunu bilir.
[19] Câmiu’l Beyân an Tefsîri Âyi’l Kur’ân, 1/86
[20] Fedâilu’l Kur’ân, s. 378
[21] 38/Sâd, 29
[22] bk. 4/ Nisâ, 29
[23] Ebu Davud, 334
[24] bk. 6/En’âm, 82
[25] bk. 31/Lokmân, 13
[26] Buhari, 6943
[27] Musannefu İbni Ebî Şeybe, 34397
[28] Buhari, 3047
[29] El-İtkân fî Ulûmi’l Kur’ân, 4/216
[30] El-İtkân fî Ulûmi’l Kur’ân, 4/213
[31] Bazı insan dünyaya tümden yönelir, bazısı yüz çevirir. Bazısı da bir avuç/ihtiyaç kadar tüketir.
İlk Yorumu Sen Yap