Yahudi Zulmü, Filistin, Faiz

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Okumakta olduğunuz sayı yayımlandığında Aksa Tufanı operasyonunun görünür kıldığı İsrail zulmünü bir yıldır konuşuyor olacağız. Rabbimden niyazım ikinci yıla İsrail’in zelil, yenilmiş ve işlediği zulümlerin hesabı sorulmuş olarak girmesidir. Konuşmadığımız bir diğer Yahudi zulmü ise faizdir. Oysa Yahudilerin elinde bir sömürü aracına dönüşen ve Filistinlilere yaptığı zulmün finans kaynağı da olan faiz; daha çetin, kapsamlı ve zararlı bir zulümdür. Asırlardır Yahudilerin tekelinde çalışan faiz, tüm insanlığa açılmış bir savaş ve tüm insanlığı tehdit eden bir zulümdür. Biz de bu yazımızda Yahudilerin insanlığa bir diğer zulmünden, faizden bahsedeceğiz.

Kur’ân ve Sünnette Faiz

Faiz yiyenler, şeytanın dokunduğu (cin çarpmış) kimse gibi (kabirlerinden) kalkarlar. (Bu ceza:) ‘Alışveriş de faiz gibidir.’ demeleri nedeniyledir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kendisine Rabbinin (faize dair) öğüdü gelip de bu işe son verenin, (faizi bıraktıktan sonra) geriye kalan malı/önceki kazançları onundur. Ve onun durumu (hakkında verilecek hüküm) Allah’adır. Kim de faizli işleme geri dönerse bunlar ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır. Allah, faizin bereketini siler, sadakaları ise artırır. Allah, (faizi alışveriş gibi helal sayan) kâfiri ve (faizle muamele eden) günahkârları sevmez… Şayet (faizli işlemleri) bırakmadıysanız (o hâlde) Allah’a ve Resûl’üne savaş ilan edin! Şayet tevbe ederseniz mallarınızın (faiz bulaşmamış) ana sermayesi size aittir.”[1]

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Faiz yetmiş üç kısımdır! Faizin en basiti kişinin annesiyle nikâhlanması gibidir!”[2]

Câbir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlik yapana lanet etti ve ‘Onlar faiz günahında ortaktır.’ dedi.”[3]

Buna göre ülke ekonomisine veya bireysel ticaretine faiz bulaştıranlar;

Allah’a ve Resûl’üne harp ilan etmişlerdir.

Allah (cc) tarafından lanetlenmişlerdir.

Onların işlediği günah bir insanın annesiyle zina yapmasına denk bir günahtır.

Onların ticaretinde asla bereket olmayacak, kazançları onlara huzur ve refah getirmeyecektir.

Kur’ân ve Sahih Sünnetin faize yaklaşımını okuyan Müslim; faize yaklaşımın çok sert olduğunu, birçok masiyet için zikredilmeyen tehdit ve yakıştırmanın faize yapıldığını görür. Faizi “geciken borcun cezası” olarak değerlendiriyorsa, hükme iman etse de İlahi hitaptaki sertliğin hikmetini kavrayamaz. Faizin hakikatini kavradığı zaman iman ettiği hükmün hikmetini anlayacak, Allah’ı (cc) tüm eksikliklerden tenzih edecektir. İman etmeyenlerin ise faiz yasağını kavraması neredeyse imkânsızdır. Kur’ân’ın indiği dönemde “Alışveriş de faiz gibidir.”[4] diyerek bu itirazı dillendiren müşrikler, bugün de “Faizsiz ekonomi olmaz!” diyerek tepkilerini gösteriyorlar.[5]

Faiz Nedir?

Kur’ân ve Sünnete baktığımızda faizin yasaklandığı yerlerde faiz, mutlaka İslam’ın bazı müesseseleri ile karşılaştırılır. Böylece biz, faizin hangi İslami ilkeleri ve İslam’ın getirdiği hangi güzellikleri ortadan kaldırdığını daha iyi anlarız.

Vahiy, Faiz ile Zekât/İnfak Müessesesini Karşılaştırır

“İnfak ettiğiniz nafakaları ve adamış olduğunuz adakların tamamını hiç şüphesiz Allah bilir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur… Faiz yiyenler, şeytanın dokunduğu (cin çarpmış) kimse gibi (kabirlerinden) kalkarlar. (Bu ceza,) ‘Alışveriş de faiz gibidir.’ demeleri nedeniyledir.”[6]

“İnsanların malları artsın diye alıp verdiğiniz faizler, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını umarak verdiğiniz zekâtlar ise, işte kat kat arttırılacak olanlar bunlardır.”[7]

Görüldüğü gibi Kur’ân, faiz ile infak ve zekât müessesesini karşılaştırmıştır. Zira infak ve zekât, servetin toplumda adilane dağılımını sağlayan ve toplumda yardımlaşma ahlakını pekiştiren İslami müesseselerdir. Oysa faizci toplumlarda yardımlaşma yoktur. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek yerine ihtiyaç sahiplerinden nemalanma, onların sıkışmışlığını ticari kâra dönüştürme anlayışı vardır. Şu ânda faizcilik yasaklansa ve onun yerine zekât müessesesi ikame edilse, İslam ülkelerindeki zekât potansiyeli on trilyon dolardır. İslam İş Birliği Teşkilatı’nın 2017 hesaplaması bu yöndedir. Neredeyse Türkiye büyüklüğünde on ülkenin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde… Türkiye Diyanet Vakfı’nın bildirdiğine göre Türkiye’nin zekât potansiyeli ise 55 Milyar dolar. Bugün (2024), bu işin erbabı kardeşlerimize danıştığımda, devlet bu parayla 1.385.000 (yanlış okumadınız, bir milyon üç yüz seksen beş bin) konut inşa edebiliyor. Yani iki milyona yakın ailenin konut sorunu bir yıllık zekâtla son buluyor.[8] Yine 2019 yılı en zengin %60’lık kesimden zekât alınıp en düşük gelirli %20’ye aktarıldığında şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: “Nüfusun en zengin %60’ının toplam geliri 3.335.278 milyon TL’dir (1.862.767 + 860.976 + 611.535 = 3.335.278). Bu gelirden %2,5 oranında zekât alınırsa 83.382 milyon TL (3.335.278 x 0,025 = 83.382) zekât geliri oluşur. Bu gelir en düşük gelirli %20’lik gruba transfer edilirse, bu grubun toplam geliri 249.442 milyon TL’den 332.824 milyon TL’ye, kişi başına geliri 14.990 TL’den 20.001 TL’ye çıkar. Yüksek gelirli %60’lık grubun toplam ve kişi başına geliri sadece %2,5 oranında azalırken, en düşük gelirli %20’lik gruptaki ortalama bir vatandaşın geliri yaklaşık %33 oranında artar.”[9] Zekât aracılığıyla yapılan bu gelir transferini yıllara yaydığımız ve buna gönüllü infakları eklediğimiz zaman Allah Resûlü’nün (sav) şu müjdesini daha iyi kavrıyoruz:

Muhil ibni Halîfe (rh) Adiyy ibni Hâtim’den (ra) şöyle rivayet etmiştir:

“Allah Resûlü (sav) bana, ‘Şayet ömrün uzun olursa (göreceksin ki), Kisrâ‘nın hazineleri muhakkak fetholunacaktır.’ dedi.

Ben de ‘Kisrâ ibni Hürmüz’ün hazineleri mi?’ dedim.

Allah Resûlü (sav) ‘(Evet) Kisrâ ibni Hürmüz’ün. Eğer senin ömrün uzun olursa, muhakkak avuç dolusu altın yahut gümüşü çıkarıp da sadaka vermek isteyecek; fakat bunu kabul edecek birini bulamayacak olan kimseyi de göreceksin.’ ”[10]

Bu, Allah Resûlü’nün (sav) Adiyy ibni Hâtim’e müjdesidir. Gerçekten de bu müjde vuku bulmuş, Ömer ibni Abdulaziz Dönemi’nde zekât dağıtımı için tellallar görevlendirilmesine rağmen zekât alacak adam bulunamamıştır.[11] Bugün İslam düşmanları zekât müessesesini, fakirliği ve sermaye sömürüsünü meşrulaştırma aracı olarak değerlendiriyorlar. Tarih bunun koca bir yalan olduğunun şahididir. Zekât ve infak, servet dağılımının araçlarından biridir ve fakirliği meşrulaştırmak şöyle dursun, fakirliği ortadan kaldırmış ve toplumu bir bütün olarak veren el konumuna yükseltmiştir.

Faiz ise bir ekonomik faaliyet değil, sömürü aracıdır. Elinde para olanların hiçbir emek ortaya koymadan para üzerinden para kazanması, toplumun dezavantajlı kesimlerine karşı üstünlük sağlamasıdır. BDDK’nın 2024 Mart ayında yayımladığı rapora göre bugün faizcilik yapan bankaların son durumu şudur: “Buna göre, Mart 2024 döneminde Türk bankacılık sektörünün, aktif büyüklüğü 25 trilyon 872 milyar 823 milyon lira oldu. Sektörün aktif toplamı 2023 yıl sonuna göre 2 trilyon 322 milyar 590 milyon lira arttı. Bu dönemde, en büyük aktif kalemi olan krediler 12 trilyon 930 milyar 367 milyon lira, menkul değerler 4 trilyon 440 milyar 877 milyon lira oldu. Böylece 2023 yıl sonuna göre sektörün toplam aktifi yüzde 9,9, krediler toplamı yüzde 10,7, menkul değerler toplamı yüzde 11,9 arttı. Bu dönemde kredilerin takibe dönüşüm oranı yüzde 1,49 oldu. Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat 2023 yıl sonuna göre yüzde 4,2 artışla 15 trilyon 469 milyar 910 milyon liraya yükseldi. 2023 sonuna göre, bankacılık sektörünün öz kaynak toplamı yüzde 6,6 artışla 2 trilyon 294 milyar 274 milyon liraya ulaştı.”[12]

Evet, tüm bu rakamlar ortaya hiçbir emek koymayan, toplumun bir kesiminin parasını diğer kesime borç/kredi olarak veren, elde ettiği kazancı toplumla paylaşmayan bankaların son durumu… İşte Kur’ân’ın hikmetli karşılaştırmasını daha iyi anlıyoruz. Bir toplumda ya zekât/infak müessesesi ya da faiz müessesesi vardır. İktisat bilimcilerin iddiasının aksine faiz bir ekonomi faaliyeti değil, sömürü aracıdır ve sermayenin tekelleşmesidir.

Ayrıca zekât ve infak toplumları yardımlaşma toplumudur. Zengin, malında başkalarının da hakkı olduğunu bilerek yaşar. Zekât ve infak sorumluluğunu yerine getirmek için ihtiyaç sahiplerini araştırır, onlara karşı merhamet duyguları pekişir. İhtiyaç sahibi ise kendisini düşünen insana karşı sevgi ve vefa duygusu taşır. Faizci toplumlarda ise zengin fakiri kâr edeceği bir ticari meta, fakir ise zengini kan emici sömürgen olarak görür. Toplumun tüm sınıflarına kin ve nefret hâkim olur.

İslam, Faiz ile Karz-ı Haseni (Borcu) Karşılaştırır

“Şayet (faizli işlemleri) bırakmadıysanız (o hâlde) Allah’a ve Resûl’üne savaş ilan edin! Şayet tevbe ederseniz mallarınızın (faiz bulaşmamış) ana sermayesi size aittir. Zulmetmez ve zulme de uğramazsınız. Şayet (borçlu kimse) zor durumdaysa (elinin genişleyeceği) kolaylık zamanına kadar mühlet verin. (Borcu silip) tasadduk etmeniz sizin için daha hayırlıdır, şayet bilirseniz.”[13]

Allah (cc) faiz sisteminin karşısına İslami bir müessese olan “Karz-ı Hasen”i (güzel borç) koymuştur. Karz-ı hasen, imkânı olanların ihtiyaç sahibi insanlara borç vermesidir. Karz-ı hasen söz konusu olduğunda alacaklının üç seçeneği vardır:

Borç zamanı geldiğinde borçlunun imkânı varsa ana parayı geri alır.

Borçlunun ödeme imkânı yoksa, hiçbir karşılık beklemeden alacak tarihini erteler.

Şayet dilerse borç verme iyiliğini daha ileriye taşıyıp borcu affeder.

Borç verme, erteleme ve borcu affetme İslam’daki en faziletli amellerden biridir. İslam bu amele teşvik etmiş ve sahiplerini dünya ve ahirette ödüllendirmiştir.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir müminin dünyevi sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet sıkıntılarını giderir.”[14]

“Kim bir borçlunun sıkıntısını giderirse Allah da dünya ve ahirette onun sıkıntılarını giderir.”[15]

Yine Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“(Eski zamanlarda) insanlara borç veren bir tacir vardı. Alacaklı olduğu kişiler içinde ödeme zorluğu çeken biri bulunduğunda hizmetçilerine, ‘Ondan olan alacağımızdan vazgeçin. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer.’ derdi. Allah (cc) onun günahlarından vazgeçti.”[16]

Faiz toplumlarında ise borç verme bir iyilik değil, ticarettir. Faizci, ihtiyaç sahibine kullanması için verdiği parayı kiraya verilen mal gibi düşünür. Ana paraya ek olarak paranın kirasını, yani faizini alır. Faizcilik, karz-ı hasen müessesesini, yani yardımlaşma ve merhamet duygularını yok eder. İslam’ın yerleştirmek istediği değerleri yeryüzünden kalıcı olarak siler.

İslam, parayı bir araç olarak görür; paranın gayesi insanların işlerini kolaylaştırmak, Kur’ân’ın ifadesiyle kıyam olmaktır. Yani para, işleri devam ettirmenin aracıdır.[17] Bu sebeple ihtiyacını görsün diye karşılıksız borç verirler. Ancak faiz toplumlarında para araç olmaktan çıkıp, amaç hâlini alır. İnsanlar para merkezli yaşarlar. Bir çıkar olmadıkça kimse kimseye borç vermez.

Karz-ı hasen toplumlarında ihtiyacı olan herkes borç alabilir; zira borç bir iyiliktir ve kime verilirse verilsin ondan ecir umulur. Faiz toplumlarında ise sadece teminat gösterecek olanlar borç alabilirler. Zira faizci, alacağını güvence altına almadan asla borç vermez. Bu da paranın belli ekonomik sınıflar arasında dönmesine neden olur. Zenginler birbirlerine borç verince, servet belli ellerde birikir, belli sınıfların ciddi ekonomik faaliyetler yapmasına müsaade edilir. Kur’ân’ın ekonomiye getirdiği en temel ilkelerden biri malın belli ellerde birikmesinin yasaklanmasıdır:

“Allah’ın (fethedilen) beldelerden Resûl’üne (ihsan ettiği) fey; Allah’a, Resûl’üne, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Ta ki (ganimet malları) sizden zengin olanların elinde dolanıp duran (ve kendisiyle fakirlere sürekli üstünlük sağladıkları bir sermaye üstünlüğüne) dönüşmesin.[18]

Günümüzde ise bu tam bir oyun hâlini almış, profesyonel tefeci olan bankalar faiz/kredi kurumuyla toplumun ensesinde boza pişirir olmuştur. Büyük sermaye sahipleri aynı zamanda banka kurup piyasadaki tüm paraya hükmetmek isteyenlerdir. Büyük projelerde kendi bankalarından kredi alarak kendilerini borçlu gösterip vergiden kaçarlar. Öyle ki dünyadaki en zengin adamlar neredeyse en az vergi verenlerdir. Vergiden kaçmanın en bilinen yolu borçtur. Kendi bankalarından borç alıp sağ ceptekini sol cebe koyarak vergiden kaçarlar.[19] Yani faizle elde ettikleri kazanç yine kendi ceplerine kalır. Bu da verginin asla zekâtın yerini tutmadığını gösterir.

Faizle alınan borç asla karz-ı hasenin yerini tutmaz. Piyasanın dengelerini allak bullak eder. Örneğin; faizle borç alan insan/müessese ürettiği malı piyasa değerinden satamayacaktır. Çünkü maliyet fiyatına kendi kârını, bankaya ödeyeceği anaparayı ve faizi ekleyecektir. Böylece maliyet değeri normal şartlarda %10 artacak ürün, faiz borcu nedeniyle çok daha fazla artacaktır. Üretilen malın üretim sürecine dâhil olan her firma kredi almışsa, pazara gelene dek ürün birkaç katına çıkacaktır. Bir örnek üzerinden açıklayalım: Herkesin tükettiği ekmek, piyasa koşulları içinde her yıl %1 veya %2 oranında artacaktır. Ancak çiftçi kredi alsa, değirmen kredi alsa, un fabrikası kredi alsa, fırın kredi alsa… bunların her biri ekmeğin maliyetine faiz borcunu ekleyecek böylece %1-2 oranında olması beklenen fiyat artışı %8-10 arasında olacaktır. Yıl sonunda toplumun geliri %1-2 oranında artarken giderler %8-10 oranında artacaktır.

Faizli kredi ile piyasaya giren para asla piyasaya canlılık katmaz; bunun biri maddi biri de manevi iki sebebi vardır. Manevi sebep, Yüce Allah’ın faizin bereketini sileceğine dair hükmüdür.[20] Maddi sebep ise şöyle izah edilebilir: “Dolaşımdaki parası 2 milyon lira olan bir piyasaya kredi olarak dışarıdan 1 milyon girse kısa süreli hareket olur. Kredi faizi %10 olsa vade sonunda piyasadan 1.100.000 lira çekilir. Serbest para 1.900.000’e düşer. Hareketin devamı için acilen 1.100.000 liraya ihtiyaç olur. O da faizli olursa dönem sonunda serbest para 1.790.000’e düşer. İşlem yedi kere tekrarlansa serbest para 1.050.000 liraya düşer.”[21]

Sünnet, Faizi Anneyle Evliliğe Benzetmiştir

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Faiz yetmiş üç kısımdır! Faizin en basiti kişinin annesiyle nikâhlanması gibidir!”[22]

Allah Resûlü (sav) faizi, kişinin kendi annesiyle evlenmesine benzetmiştir. İslam âlimleri bu benzetmenin, faizin ne kadar çirkin olduğu anlaşılsın diye yapıldığını düşünürler. Çünkü Arapların yanında en çirkin şeylerden biri, öz anneyle nikâhtır. Bu sebeple bir kadından uzak durmak istediklerinde, “Sen bana anamın sırtı gibisin.” derlerdi.[23] Zinanın haram oluşu şeriat, akıl ve fıtratla bilinir; oysa faiz öyle değildir. Faizin haramlığı ancak şeriatla bilinir.[24] İnsanlar faizi hafife almasın, Allah indinde faizin zinadan daha çirkin olduğu kavransın diye faiz, anneyle evliliğe benzetilir.

Modern tefecilik sistemini iyi bilen bazı iktisatçılar, hadisteki benzetmeye farklı açıdan yaklaşır.[25] Allah Resûlü (sav) faizi ensest ilişkiye benzetir. Kişi ensest ilişki yoluyla çocuk yapabilir, evlilikte olduğu gibi nesli sürdürebilir. Ancak bu, sağlıklı bir üreme yolu değildir. Faiz de böyledir, faizci kâr etse de onun bu kârı sağlıklı bir ekonomik büyüme ve refah getirmez.[26] Yukarıda faizin birey ve toplum ekonomisine zararına dair verdiğimiz bilgiler, faizin asla sağlıklı bir üretim aracı olmadığının delilidir. Bu benzetmenin bir diğer yönü şudur: Bir insan zina yapıyor olsa bile, günün birinde nikâh kıyarak gayrimeşru ilişkisini meşrulaştırabilir, hatasını telafi edebilir. Anneyle yapılan zina ise hiçbir şekilde meşrulaşıp telafi edilemez. Hâliyle faiz sistemi içinde kalıp sistemi İslamileştirmeye çalışmak, yani meşrulaştırmak mümkün değildir. Yapılması gereken, faiz sistemini kökünden yıkıp yerine İslam ekonomisini ikame etmektir.[27] Hâliyle faize kâr payı, faiz ortaklığına mudarebe ortaklığı demek, faizli bankalara katılım tabelası asmak, yapılan işlemleri meşrulaştırmaz.

Faiz Nasıl Meşrulaştı?

Yahudilerde Faiz

“Yasaklandıkları hâlde faiz ve insanların mallarını batıl yollarla yemeleri nedeniyle… Onlardan kâfir olanlar için can yakıcı bir azap hazırladık.”[28]

Yüce Allah, faiz yemeyi Yahudilere yasaklamıştı. Ancak onlar, bazı hilelerle faiz yemeye başladılar ve bu emri çiğnemeleri nedeniyle cezalandırıldılar.[29] Kur’ân-ı Kerim, Yahudilerin yasaklanan faizi yediklerini haber verse de bu emri nasıl çiğnediklerini haber vermez. Hâliyle onların tarihine başvurup faizi nasıl meşrulaştırdıklarını araştırmak durumundayız. Elimizdeki Tevrat nüshalarına baktığımızda faizi meşrulaştırma sürecinin izlerini görebiliyoruz:

“Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.”[30]

“Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse, ona yardım etmelisin. Aranızda kalan bir yabancı ya da konuk gibi yaşayacak. Ondan faiz ve kâr alma. Tanrın’dan kork ki, kardeşin yanında yaşamını sürdürebilsin. Ona faizle para vermeyeceksin. Ödünç verdiğin yiyecekten kâr almayacaksın.”[31]

Ancak Yahudiler zamanla kelimeleri yerinden oynatarak Kitab’ı tahrif ettiler.[32] Tevrat’ın bu açık hükümlerine şu eklemeyi yaptılar.

Kardeşinize para, yiyecek ya da faiz getiren başka bir şey ödünç verdiğinizde, ondan faiz almayacaksınız. Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız.”[33]

Böylece Allah’ın (cc) mutlak olan faiz yasağına bir kayıt getirdiler. Yahudilerin kendi aralarında faiz haram, ancak onların dininden olmayanlarla faizli işlem yapmaları helal olacaktı. “Râb isimli bir din bilginleri şöyle der: ‘Bir Hristiyan paraya ihtiyaç duyduğunda Yahudi ona fahiş oranlarla faiz koyup borç vermeli, her yönden onu baskı altına almalı, sürekli faiz oranını artırmalı, tüm malını vermeden kurtulamayacağı bir borç altına sokmalı, gerekirse yöneticilerden de yardım alıp tüm malını elinden almalıdır.”[34] Evet, başka milletleri soymak ve onların tüm mallarını ele geçirmek Yahudiler için dinî bir hedeftir. Bankacılık ise, bu anlayışın ete kemiğe bürünmüş kurumsal hâlidir.

Kur’ân indiğinde Yahudiler faizi mutlak olarak helal görmüyor, kendi aralarında faizden kaçınıyorlardı. Ancak Medineli Araplarla ticaret yaptıklarında faizli işlem yapıyorlardı.

Hristiyanlıkta Faiz

Hristiyanlar, Tevrat’ın şeriatına tabi olmaları hasebiyle ve İncil’de faizin haram olduğunu gösteren ayetler nedeniyle faizi haram kabul ederler.

“Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile kendilerini sevenleri sever. Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. Geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdiklerini geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin.”[35]

Hristiyanlık tarihine baktığımızda faizin uzun asırlar boyunca en büyük haramlardan sayıldığı, zaman içerisinde adım adım meşrulaştığı görülecektir.[36] Miladi 300’lerde toplanmaya başlayan konsüller 1200’lere kadar art arda fermanlar yayımladı. Faizciler aforoz/tekfir edildi, malları müsadere edildi, en ağır cezalara çarptırıldılar. Ancak bu cezalandırmalar Allah’a ve Ahiret Günü’ne imanı zayıflayan Hristiyan dünyada pek de etkili olmadı. Tüccarlar kilise baskısından kurtulmak için hileli alışverişler yapmaya, Hile-i Şeriyye’ye başvurmaya başladılar. En yaygın hile, cezai şart uygulamasıydı. Borç veren tüccar borç vadesini olabildiğince düşük tutar, bazen vade bir gün olarak tayin edilirdi. Borçlu ödeme yapamayınca gecikme cezası uygulanırdı. Böylece borç verilirken şart koşulmayan faiz, gecikme nedeniyle borçlunun rızası dâhilinde ana paraya eklenmiş olurdu. Bir diğer yöntem kilisenin verdiği borçlarda faizin ismini “Para Geliri” olarak isimlendirmesidir. Böylece geri ödemelerde faiz alınmamış olacak, onun yerine borç verilen paranın kirası alınmış olacaktır. Zamanla bir diğer hile bulunur. Faiz yasağı “usara/usury” ile zararın telafisi “interest” kavramları ayrılır. Faiz/Usara borçtan elde edilen kâr/kazanç olarak kabul edildiğinden yasak, interest ise alacaklının zaman içinde oluşan zararının tazmini olarak kabul edilir ve meşru görülür. Temel mantığı şudur: Alacaklının parasının değer kaybı veya parası bir başkasındayken yaşayabileceği olası zararın karşılığıdır.

Birtakım hileler ve kavram kargaşası oluşturarak faiz yiyen Hristiyanlar, bir noktadan sonra faize teslim olmak zorunda kaldılar. Şöyle ki; 1200’lere gelindiğinde faiz alabildiğince yayılmış, ayrıca Avrupa’da bir dönüşüm başlamıştı. Âlimler toplumun bozulması karşısında vahyin öğretilerini savunmak yerine toplumun içinde bulunduğu durumu meşrulaştırma yoluna gittiler. Ünlü teolog Thomas Aquinas (1225-1274) kendinden sonra adım adım genişleyecek ve yama tutmayacak bir gedik açtı; faizi sınıflara ayırdı.

Darda olanın bu darlıktan kurtulmak için faiz alabileceğini savundu.[37]

Akitte şart koşulmamak kaydıyla alacaklının borçludan hediye alabileceğini savundu.[38]

Alacağını vaktinden önce almak için alacağının bir kısmından vazgeçebileceğini söyledi.[39]

İhtiyaç sahibine verilen borçla üretim yapacak müesseselere verilen borcu ayırdı ve şöyle dedi: Birincisi gelir getirmediğinden borçtan kâr talep etmek faiz olur. Ancak üretici o borçtan kâr elde edeceği için alacaklı ana paraya ek olarak kârdan payına düşeni isteyebilir. Bu, faiz olmayacaktır.[40]

Yine onun yaptığı bir diğer ayrım temel tüketim mallarıyla bunun dışında kalan mallardır. Temel tüketim maddeleri herkesin temel ihtiyacı olduğundan faizli muameleye konu olmaz. Bunların dışında kalan mallarda ise ayrıma gider.[41]

Böylece Thomas Aquinas, vahyin metoduna aykırı bir metod geliştirdi. Vahiy kategorik olarak faize karşıydı ve faizli muameleyi yasaklıyordu. Thomas ise sonuçlarına bakarak faizi değerlendirdi. Sonuçları makul olan(!) faizli muameleleri meşrulaştırdı.

Şahitlik Ederim ki Sen Allah’ın Resûlü’sün!

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), ‘Muhakkak, sizden önceki ümmetlerin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar bir kelerin deliğine girseler sizler de onları takip edeceksiniz.’ buyurdu.

Bizler, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bu ümmetler Yahudiler ve Hristiyanlar mıdır?’ diye sorduk.

Allah Resûlü de ‘Başka kim olacak?’ dedi.”[42]

İslam ümmetinde faizin nasıl meşrulaştığını incelediğimizde adım adım Yahudi ve Hristiyanların izinden gittiğimiz, uzun bir sürecin sonunda faizin meşrulaştığı görülecektir.

Faizle ilgili ilk tartışma Daru’l Harb’de bir kâfirle bir Müslim arasında faizin helal olup olmadığıdır. Yahudilerin “Faiz yalnızca Yahudiler arasında haramdır. Bir Yahudi ile farklı dinden birinin arasında faiz olmaz.” demelerine benzer, bu konu tartışmaya açılmıştır.[43]

İkincisi faiz yemek için bulunan hilelerden “i’yne” alışverişinin hükmünde yaşanan ihtilaftır. İ’yne, “Bir kimsenin bir malı belli bir fiyat karşılığında vadeli olarak satıp aynı malı peşin parayla sattığı fiyattan daha ucuza geri satın almasıdır.” şeklinde tanımlanmıştır. Buna göre A, B’ye 100 liraya borç olarak ev satar. B, borç olarak aldığı evi A’ya 80 liraya peşin satar. B’nin A’ya 100 lira borcu vardır ve A’dan ev karşılığında 80 lira almıştır. Bu işlemin sonucunda A’nın evi A’da kalmış, B 80 lira borç bulmuş, A toplamda B’den 100 lira alacaktır. Yani, 80 lira borç verip 100 lira faizli almak varken, böyle bir hileyle faiz şartı koşmadan (ama sonuçta faizli) muamelede bulunmuşlardır. Bir grup fukaha Allah Resûlü’nün kesin yasağı[44] olmasına rağmen ve birkaç dakikalık bir gecikmeyle faizli bir sonuç doğurduğu apaçık olmasına rağmen bu sözleşmeye müsaade etmişlerdir.[45]

Bir adım sonra faiz sınıflara ayrılmış, kategorik olarak faizi reddetmek yerine farklı isimler adı altında faiz farklı tasniflere tabi tutulmuştur. Kimisi enflasyon farkından doğan zararın faiz olmayacağını; kimisi gecikme bedeli olarak cezai şart uygulamanın faiz değil alacaklıyı koruma olacağını; kimisi İslam’ın yasakladığı faizin sınırları belli olmayan tefecilik olduğunu, bankaların uyguladığı kanunlarla sınırlı hâle gelen fazlalığın faiz olmadığını söylemişlerdir. Böylece faizi faiz olması hasebiyle değil, sonuçlarına bakarak değerlendirmişlerdir.[46]

Bazıları da kâr payı, dosya parası gibi isimlendirme oyunlarına başvurarak faizli işlemleri meşrulaştırmışlardır.

İslam ümmeti âdeta adım adım önceki milletlerin peşinden gitmiş, aynı yolu izleyerek İslam’ın sıkı sıkı kapadığı faiz yasağını çiğnemiştir. İslam’ın en basitini öz anneyi nikâhlamak olarak değerlendirdiği faizi farklı yollarla önemsizleştirmiş, faizi ticaretin olmazsa olmazı olarak kabul etmiştir.

Sonuç olarak;

Bugün Dünya finans sistemi, dolayısıyla faiz neredeyse tamamen Yahudilerin elindedir. Zira “Paraya hâkim olan üretime, üretime hâkim olan ülkeye hâkim olur, mantığı ile ülkelerin para arzını hakimiyetin tamamen kendilerinde olduğu faize ve borca dayalı para sistemi üzerine kurmayı başarmışlardır. Bunu yaparken de her ülkenin merkez bankasına ya doğrudan kendileri veya yerli işbirlikçileri aracılığıyla ortak olmuşlardır. Bugün ABD merkez bankası FED tamamen Yahudilere aittir. Aynı şekilde dünyadaki diğer birçok merkez bankası da ya bunlara aittir veya hemen her merkez bankasında Yahudilerin veya yerli taşeronlarının imtiyazlı hisseleri bulunmaktadır.”[47] Hâliyle faize harcanan her kuruş bu lanetli kavmin güçlenmesine, başta Filistin olmak üzere işleyegeldikleri zulümlere finans oluşturmalarına yardımcı olur. Biz İslam ümmeti olarak Rabbimizin emri gereği, kendi dışımızdaki ümmetleri de faizin nasıl bir sömürü düzeni olduğuna ikna ederek faizin tüm şubelerine karşı olmak zorundayız. Faiz durduğu sürece sömürü derinleşecek, mal birilerinin elinde tekelleşecek, bizim malımızla bize üstünlük kurmayı sürdürecekler… Başta Filistin olmak üzere, var olan zulüm ve sömürüyü sonlandırmak adına yapılması gerekenlerden biri insanlıkta faiz hassasiyeti oluşturmaktır.


[1]. 2/Bakara, 275-276, 279

[2]. El-Mustedrek ale’s Sahîheyn, 2259

[3]. Müslim, 1598

[4]. bk. 2/Bakara, 275

[5]. Fahreddin Er-Râzi, müşriklerin alışveriş ile faizi kıyaslama gerekçesini tefsirinde şöyle açıklar:

           “Bu insanlar, şu benzerlikten dolayı, ribânın da helâl olduğu görüşündedirler: ‘Birisi, bir elbiseyi on dirheme satın alıp, sonra onu on bir dirheme satarsa bu helâl olmaktadır. Aynen bunun gibi, on dirhemi, on bir dirheme sattığı zaman da bunun helâl olması gerekir. Çünkü aklen bu iki durum arasında herhangi bir fark yoktur. Bu, ribe´l-fadl hakkındadır. Ribe´n-nesie de böyledir. Çünkü bir insan o anda on dirhem değerinde olan bir elbiseyi, parasını bir ay sonra almak üzere on bir dirheme satarsa caiz olur. Tıpkı bunun gibi, on dirhemi, bir ay sonra geri almak üzere on bir dirhem mukabilinde verir ise, bunun da caiz olması gerekir. Çünkü aklen bu iki şekil, birbirinden farklı değildir. Zira birinci şekiller, iki taraf arasında bir rıza olduğu için caizdir. İkinci şekillerde de taraflar arasında bir rızâ olduğuna göre, bunların da caiz olması gerekir. Alışveriş, ihtiyaçları gidermek için meşru kılınmıştır. İnsanın o anda elinde hiçbir şeyin bulunmaması, fakat şiddetli ihtiyaç içinde olması ve ileride birçok mallara sahip olması mümkündür. İmdi eğer ribâ caiz olmaz ise, elinde parası bulunan kimse, o insana hiçbir şey veremez, böylece de o insan ihtiyaç ve sıkıntı içinde kalmaya devam eder. Fakat ribâ caiz olsa, parası olan kimse, karşılığında daha fazlasını alacağı için, o insana para verir; o insan da mal elde ettiğinde, borcunu fazlasıyla verebilir. Mal elde edildiği zaman, fazlasıyla borcu ödemek, o insan için, devamlı ihtiyaç içinde sürünmekten daha kolaydır. İşte bu durum, riba´nın (faiz´in) helâl sayılmasını gerektirir. Nitekim biz, ihtiyaçlar karşılansın diye, diğer alışverişlerin helâl olduğuna hükmetmişiz.’

           İşte bu insanların alışverişi ribâ´ya benzetişleri böyledir. Allah Teâlâ, buna, tek bir sözle cevap vermiştir. O da şu âyettir: ‘Hâlbuki Allah alışverişi helâl, ribâyı haram kılmıştır.’ Cenâb-ı Hakk´ın bu cevabının izahı şöyledir: ‘Sizin söylediğiniz husus, nassa, kıyâs ile karşı koymaktır. Bu ise, şeytanın işidir. Çünkü Allah Teâlâ, şeytana, Hz. Âdem için secde etmesini emredince kıyas yapıp Allah´ın emrine karşı çıkarak, ‘Ben ondan hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.’ demiştir.” (Tefsîru’r Râzî, Huzur Yayınevi, 6/15, Bakara Suresi 265. ayetin tefsiri)

[6]. 2/Bakara, 270-275

[7]. 30/Rûm, 39

[8]. Devletin şu ân Toki’ye ihale fiyatı metrekarede 19.000 TL. İşin erbabı olan kardeşler, yöneticilerin aldığı avanta ve aracıların kârı çıkarıldığında metrekare fiyatının 13.500 TL’ye düştüğünü söylüyor. En üst fiyattan dahi hesaplasak, yani devlet kâr elde ederek konut inşa etse, bir yıllık zekâtla bir milyon otuz dokuz bin ailenin konut ihtiyacı karşılanmış oluyor.

[9]. Türkiye’de Potansiyel Zekât Geliri ve Zekâtın Yoksulluğu Önleyici Rolü, Osman Demir (International Journal of Islamic Economics and Finance Studies, 2021/2: 163-182)

[10]. Buhari, 3595

[11]. bk. Fethu’l Bârî, 3595 No.lu hadis şerhi; Delâilu’n Nubuvve li’l Beyhakî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 6/493

[12]. https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/bankacilik-sektorunun-net-kari-mart-ayinda-153-5-milyar-lira-oldu/3211453

[13]. 2/Bakara, 279-280

[14]. Müslim, 2699

[15]. İbni Mace, 2417

[16]. Buhari, 2078

[17]. bk. 4/Nisâ, 5

[18]. 59/Haşr, 7

[19]. Amazon’un kurucusu ve yöneticisi Jeff Bezos 2007 ve 2011’de, Tesla’nın kurucusu ve yöneticisi Elon Musk ise 2018’de neredeyse sıfır vergi ödediler. ABD’nin en zengin 25 ailesi neredeyse ortalama bir esnaf kadar vergi ödüyorlar. ABD seçimlerinden hatırlanacağı üzere ABD’nin emlak zenginlerinden Donald Trump, 2017 yılında yalnızca 750 dolar vergi ödemiştir. Türkiye’de de durum farklı değildir. 2020 yılında Ticaret Bakanı, Meclise verilen bir soru önergesini cevaplamıştır. Buna göre son on yılda Cengiz İnşaat için otuz, Kolin İnşaat için otuz altı, Makyol İnşaat için yirmi dört, Kalyon İnşaat için on dokuz ve Limak için on dokuz kez vergi, resim ve harç istisnası uygulanmıştır.

[20]. “Allah, faizin bereketini siler, sadakaları ise artırır. Allah, (faizi alışveriş gibi helal sayan) kâfiri ve (faizle muamele eden) günahkârları sevmez.” (2/Bakara, 276)

[21]. Ticaret ve Faiz, Abdulaziz Bayındır, s. 40

[22]. El-Mustedrek ale’s Sahîheyn, 2259

[23]. bk. Et-Teysîr bi Şerhi’l Câmii’s Sağîr, Abdurraûf El-Munâvî, Mektebetu’l İmâm Şâfiî, 2/39

[24]. bk. Feydu’l Kadîr, Abdurraûf El-Munâvî, El-Mektebetu’l Ticâriyyeti’l Kubrâ, 4/50

[25]. Melih Oktay, İktisatçıların Tutarsızlığı Faiz Hilesi, Ketebe Yayınları

[26]. age. s. 36

[27]. age. s. 133

[28]. 4/Nisâ, 161

[29]. Tefsîru İbni Kesîr, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 2/415 vd. Nisâ Suresi 161. ayetin tefsiri

[30]. Mısır’dan Çıkış, 22/25

[31]. Levililer, 25/35-38

[32]. bk. Nazmu’d Durer, Burhânuddîn El-Bikâî, Dâru’l Kitâbi’l İslâmî, 5/501 vd. Nisâ Suresi 161. ayetin tefsiri

[33]. Yasanın Tekrarı (Tesniye), 23/19-20

[34]. Er-Ribâ li Saîd El-Kahtânî, Matbaatu’s Sefîr, s. 9

[35]. Luka, 6/32-35

[36]. Tahrîmu’r Ribâ fi’l İslâm ve’d Diyâneteyni’l Yahûdiyye ve’l İslâmiyye, Muhammed Râmiz, 34-50; Ribayı Anlamak, Editör Abdulkadir Thomas, 23-45; İktisatçılığın Tutarsızlıkları, Melih Oktay, 61-79; Doktriner Durum ve Tarihi Gelişim Açısından Yahudi ve Hristiyan Geleneğinde Faiz, Ayşe Akbaba Sadım (Yüksek Lisans Tezi), 41-54

[37]. Tahrîmu’r Ribâ fi’l İslâm ve’d Diyâneteyni’l Yahûdiyye ve’l İslâmiyye, Dâru’l Furkân, s.44 vd.

[38]. age.

[39]. age.

[40]. Kilise, Faiz, Kapitalizm: Günahtan Meşruiyete Sancılı Bir Geçişin Anatomisi, Emin Ertürk (EMEK ve TOPLUM, Cilt: 8, Yıl: 8, Sayı: 20)

[41]. age.

[42]. Buhari, 7320; Müslim, 2669

[43]. “Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre dârülharpte müslümanla harbî arasında faiz muamelesi câizdir. Aynı şekilde Hanefî mezhebine göre fâsid kabul edilen alışveriş ve ticarî muameleler, bu arada kan, domuz ve ölü hayvan eti satmak, bahis ve kumar oynamak da câizdir. Ancak müslümanın bu işlemlerden kazançlı çıkması şarttır. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleriyle Hanefîler’den Ebû Yûsuf gibi hukukçuların çoğunluğuna göre ise müslümanların dârülharpte faizli işlemlerde bulunmaları haramdır. Zâhirî mezhebi de bu görüştedir.” (TDV İslâm Ansiklopesi, 12/121, Faiz Maddesi)

[44]. İbni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

           “Îyne yoluyla alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah (cc) size öyle bir zillet musallat eder ki dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Davud, 3462; Ahmed, 5007)

[45]. Şafii fukahasının görüşü için bk. Ravdatu’l Tâlibîn, 3/418-419

[46]. Faiz değerlendirmelerinde sonuç odaklı değerlendirmelerin yanlışlığına dair bk. https://www.youtube.com/watch?v=JKO-rCWpWnM

[47]. https://www.fikiranalizi.com/yahudiler-dunyaya-nasil-hakim-oldular

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver