Her türlü hamd Allah’a mahsustur. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Salât ve selam; ümmetinin Nebisi, hidayet önderimiz, rehberimiz Muhammed Mustafa’nın (sav), Ehl-i Beyt’inin, ashâbının ve tüm Müslimlerin üzerine olsun.
Kulluk, kaygan bir zeminde ustalıkla yürümeye çalışmak gibidir. Bu sebeple hepimiz hayatımız boyunca farklı yönlere savruluruz. İman etmemize rağmen bizi çepeçevre kuşatan sayısız vesveseyle mücadele ederiz. Bu mücadelenin sonucunda ya Allah’a döneriz ya da başladığımız yere. Bu kaygan zeminde kulluk yapmak için ihtiyacımız olan azık, hiç şüphesiz sabırdır:
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
“(Öyleyse) onların söylediklerine sabret! Güneş doğmadan ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün iki ucunda tesbih et ki (Rabbin senden, sen de Rabbinden) razı olasın.”[1]
Müslim kul insî ve cinnî şeytanların kuşatması altında ağır bir yükün taşıyıcısı gibidir. Ağır bir yük taşıyan kimse varacağı noktaya ulaşmak için sabırsızlanır. Yükünü bırakmak ve rahatlamak ister. Ancak şu bir gerçektir ki Müslim bir kulun yükü Kıyamet Günü’ne kadar omuzlarında, kalbinde ve zihninde onunla birlikte olacaktır. Bu yükü, zamanı belli olmayan bir süre boyunca taşıma görevini göğüslemek seçilmiş kimselerin yapacağı bir iştir. Çünkü yük taşımaya gönül veren kimse bilir ki bu yolda yorgunluktan kalbi nasır tutabilir, gözler, derin bir yorgunluğu imza gibi üzerinde taşıyabilir. Zira manevi sorumluluklar böyledir. İnsanın yüreği kırk parçaya bölünse dahi önceliği o yükün omuzdan, kalpten ve dilden düşmemesidir. Sabır tam da burada devreye girmektedir.
Müslim kul iman etmekle birlikte düşmeye, bazen düştüğü yerden kalkamamaya, yorulmaya muhatap kılınacaktır. Bir hayır isteyecektir ve bazen bunun ona ulaşması yılları bulacaktır. Hayır olanın geleceği zamana ve şer olanın geçeceği zamana sabretmek, yolculuğun sonunda karanın görünmesini kolaylaştıracaktır. Yükümüz Rabbimizin (cc) rızası içinse, yoldaki yorgunluğu gidermekte O (cc) bize vekildir:
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“O Allah ki; O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Gönül kırıklıklarını gideren, her şeye boyun eğdiren) El-Cabbâr’dır. (En büyük olan ve kibir sahibi olan) El-Mütekebbir’dir. Allah, onların şirk koşmalarından münezzehtir.”[2]
Rabbimiz (cc), El-Cabbâr ismiyle gönül nasırlarımızı tedavi eden ve yükten yorulduğumuzda bizi nefes almakla rızıklandırandır. Sen bu kaliteli yükü taşırken yoruluyorsun diye O (cc) bu yükü senden almaz. Bilakis merhametiyle sana kolaylaştırır, yeri gelir seni dinlendirir, ehilleştirir; bu kutlu yolda seni eğitir. Ve kullarını öylesine iyi tanır ki herkesi kendi şartlarına göre yüklerle görevlendirir. Bu, O’nun (cc) yolun sonuna, yani cennete ulaşmamızı istemesindendir.
Dikkat edin! Yol kaygandır, dünyanın, insî ve cinnî şeytanların aldatmalarıyla doludur; ancak Rabbimiz (cc) çok merhametlidir. Yolu sağlamlaştırıp dünyada görülmeyecek bir güçle ayaklarına sebat verecektir. Yürüdüğümüz hayır yollarına bizi muvaffak kılacak olan Rabbimize dünyada ve ukbada hamdolsun.
[1]. 20/Tâhâ, 130
[2]. bk. 59/Haşr, 23
İlk Yorumu Sen Yap