Kulluğun Muhafazası: Namaz

وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ * اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ * اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

“Onlar, (vakitlerine, şart ve rükunlarına, huşu ve sünnetlerine dikkat ederek) namazlarını korurlar. İşte bunlar vâris olanlardır. Onlar, Firdevs Cennetlerine vâris olurlar ve orada ebedî kalırlar.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Allah’ın (cc), kurtulduklarını ve gerçek manada başarıyı elde ettiklerini bildirdiği mümin kulların sıfatlarının anlatıldığı ayetleri okumaya ve elimizden geldiğince açıklamaya devam ediyoruz. Okuyacağımız bu üç ayet, övülen müminlerin özelliklerinin anlatıldığı son kısım olacak.

Mu’minûn Suresi’nin bu ayetlerinde zikredilen vasıfların Resûlullah’ın (sav) ahlakı olduğunu daha önce zikretmiştik.

Yezîd ibni Bâbanûs (rh) şöyle nakleder:

“Biz, Âişe’nin (ra) yanına geldik ve dedik ki:

‘Ey müminlerin annesi! Resûlullah’ın (sav) ahlakı nasıldı?’

Âişe (ra) şöyle dedi: ‘O’nun ahlakı, Kur’ân idi. Siz Mu’minûn Suresi’ni okuyor musunuz? ‘Şüphesiz ki müminler, kurtuluşa ermişlerdir.’[2] ayetini oku.’

Ben de ‘Onlar, (vakitlerine, şart ve rükunlarına, huşu ve sünnetlerine dikkat ederek) namazlarını korurlar.’[3] ayetine kadar okudum.

Âişe (ra) şöyle dedi: ‘İşte Resûlullah’ın (sav) ahlakı böyleydi.’ ”[4]

Onlar, (vakitlerine, şart ve rükunlarına, huşu ve sünnetlerine dikkat ederek) namazlarını korurlar.

Ayette geçen “حافظ” fiili, dilimizde “korumak” anlamıyla yaygın olarak bilinse de “gözetmek, gaflete düşmemek, şartlarına dikkat etmek” gibi çok daha geniş manalara sahiptir.[5] Bununla birlikte bir şeyi elde etmek ve ıslah etmek için gösterilen çaba manasına da gelir.[6] Ayrıca bu fiil, Kur’ân-ı Kerim’de bu kalıp üzere dört defa geçmektedir ve bu ayetlerin hepsi namazla ilgilidir.[7]

Sahabenin ve selefin ayet hakkında yapmış oldukları tefsirler, حافظ fiilinin ne ifade ettiğini daha iyi anlamamıza yardımcı olacak niteliktedir:

“İbni Mes’ûd’a (ra), ‘Allah (cc) namaz hakkında çokça ‘Onlar ki; namazlarında süreklilerdir.’[8] ve ‘Onlar, (vakitlerine, şart ve rükunlarına, huşu ve sünnetlerine dikkat ederek) namazlarını korurlar.’[9] ifadelerini buyuruyor.’ dendi.

İbni Mes’ûd (ra), ‘Bu, namazın vakitleri hakkındadır.’ dedi.

Çevresindekilerin, ‘Biz bunun namazın terki hakkında olduğunu düşünüyorduk.’ demeleri üzerine İbni Mes’ûd (ra), ‘Namazı terk etmek küfürdür!’ dedi.”[10]

Seleften Katâde (rh), bu ayet hakkında şöyle demiştir:

“Kıldıkları namazın abdestine, vakitlerine, rükû ve secdelerine dikkat ederler.”[11] Selefin bu şekilde tefsir ettiğine dair birçok nakil mevcuttur.

Namazların muhafaza edilmesi, Rabbimizin (cc) övdüğü müminlerin bir özelliğidir. Okuduğumuz ayette bunu açık bir şekilde görüyoruz. Ayrıca bu, Rabbimizin (cc) mümin kullarına açık bir emridir;

“Namazları koruyun! Orta namazı da (koruyun ve daha fazla ehemmiyet gösterin). Ve Allah için gönülden itaat ederek kıyama durun.”[12]

Rabbimizin namaza karşı sorumluluğumuzu “حافظ” kelimesiyle ifade etmesi, üzerinde durulması gereken bazı noktalar barındırır; bir şey değerlidir ki onu korur ve kollarız. Bununla birlikte şeytan, namaz ibadetinin kulluk üzerindeki etkisini çok iyi bilir. Bundan dolayı kulun namazını bozmaya çalışır ve namaza karşı gerekli ehemmiyeti göstermemesi için elinden geleni yapar. Şeytan bu konuda öyle hırslıdır ki Resûlullah’ın (sav) namazına dahi musallat olmuştur;

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dün gece cinlerden bir ifrit, namazımı bozmak için âniden bana saldırdı. Fakat Rabbim ona karşı beni galip getirdi. Sabahlayınca hepiniz onu göresiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Sonra kardeşim Suleymân’ın, ‘Rabbim! Beni bağışla ve bana benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ver. Şüphesiz ki sen, (kullarına karşılıksız veren) El-Vehhâb’sın.’[13] dediğini hatırladım (ve onu tutup bağlamaktan vazgeçtim).”[14]

Âişe’den (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullah’a namazda iken başı sağa sola çevirmenin hükmünü sordum. Bana şu cevabı verdi:

‘Bu, şeytanın, kulun namazından bir kısmını kapıp aşırmasıdır.’ ”[15]

Ayrıca, “حافظ” kalıbı, müşareke/karşılıklı yapılan fiiller için kullanılan bir kalıptır. Buna göre, Rabbimizin (cc) emrinin manası bir nevi şu anlama gelmiş oluyor: “Siz namazı koruyun ki namaz da sizi korusun.”

Bir kelimenin ifade etmiş olduğu manayı tam anlamıyla idrak edebilmek için, o kelimenin zıddı için kullanılan kelimelerin manalarına bakmak gerekir. Ve namazları muhafaza sorumluluğunu yerine getiremeyenler hakkında Rabbimizin ayetlerini okuduğumuzda, namazları koruma/muhafaza sorumluğumuzu çok daha iyi anlarız.

“Onlardan sonra bir topluluk geldi, namazı zayi/ihmal edip şehvetlere uydular. Onlar “ğayy” (özel bir azap çeşidi) ile karşılaşacaklardır.”[16]

Rabbimiz (cc), bu ayette namaza karşı sorumluluklarını yerine getiremeyen bir topluluktan bahsediyor. Ancak burada “zayi” kelimesinin kullanılması dikkatimizi çekmesi gereken bir konudur. Bir önceki yazımızda konu edindiğimiz gibi, demek ki namaz, Allah’ın (cc) kullarına bir emanetidir. Bir kulun namazlarına karşı muhafaza sorumluluğunu yerine getirebilmesi için “emanet” gözüyle bakması gerekir.

İkinci olarak, namazı muhafaza edemeyen/zayi eden bu insanların akıbetine baktığımızda onların şehvetlere daldıklarını görüyoruz. Bu da gösteriyor ki muhafaza edilmeyen, zayi edilen bir namaz, kulu muhafaza etmiyor. Kul namazını muhafaza etsin ki namaz da kulu muhafaza etsin; şehvetlerden, günahlardan ve nefsin eksik yönlerinden korusun.

Üçüncü olarak, burada bahsedilen insanların kim olduklarını daha iyi anlamak için ayetin bağlamına bakalım. Bir önceki ayette şöyle buyruluyor:

“Bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Âdem’in zürriyetinden peygamberler, Nuh’la beraber (gemide) taşıdıklarımız, İbrahim ve İsrail’in soyundan olanlar ve seçip hidayet ettiklerimizdir. Onlara, Er-Rahmân’ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[17]

Yani bu insanlar, peygamberlerinin mirasına sahip çıkamayan, sorumluluklarını yerine getiremeyen insanlardır. Ayak kaymasının başlangıcı, namazın zayi edilmesidir. İnsanın itikadi ve ahlaki sapması bir kerede olmaz. Bunun bir başlangıç noktası vardır ve bu da namazların zayi edilmesidir. İnsanın aklına itikadi olarak önceden gelmeyen şüpheler gelmeye başlamış, ibadetleri zayıflıyor ve ahlaki olarak çevresine zarar vermeye başlamışsa namazlarına karşı muhafaza sorumluluğunu yerine getiremiyor demektir. Ya vakitlerine riayet etmeyip sürekli cem ediyordur ya sünnet namazlarını kılmıyor/eksik kılıyordur ya da namazını bir yük olarak görüyor ve zihninde yüzlerce fikirle namazını kılıyor, Rabbini çok az tesbih ediyordur:

“Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldattıklarını sanırlar. (Oysa onlara mühlet verip, azabın gelip çattığı güne kadar onları oyalamakla) Allah onları aldatmaktadır. Namaza kalktıkları zaman tembel bir şekilde kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı çok az zikrederler.”[18]

Namazı bu şekilde tasvir edilen münafıkların itikadi ve ahlaki durumlarını düşündüğümüzde meselenin başlangıç noktasını çok daha iyi anlıyoruz…

Dikkatimizi çeken bir diğer nokta, Mu’minûn Suresi’nde Allah’ın (cc) razı olduğu ve övdüğü kulların özelliklerini okuduk. Bu özelliklerin başında onların namazlarında huşulu olduklarını gördük. Ardından birçok güzel vasıf zikredildikten sonra konunun tekrar namaza geldiğini, onların namazlarını muhafaza ettiklerini görüyoruz. Aynı üslup, Meâric Suresi’nde de karşımıza çıkıyor. Buradan şunu anlayabiliriz, burada zikredilen vasıflara sahip olabilmenin yolu, namazdan geçer. Yani bir kimse namaza karşı sorumluluklarını yerine getirmiyorsa iffetini muhafaza etmesi, malından ihlaslı bir şekilde infak etmesi, emanetlerine riayet edip sözlerine vefa göstermesi mümkün değildir. Kişi bunları yapıyorsa Rabbinin rızasını gözettiği için değil, toplumsal menfaatlerini düşündüğü için yapıyordur. İnsanlar tarafından ayıplanmamak ve dışlanmamak için bunları yerine getirir. Mümin ise böyle değildir, müminin hayatı ve ölümü; kendisine dair olan her şey Allah (cc) içindir. Bunun yolu da namazın muhafazasından geçer, Allah (cc) en doğrusunu bilir.

Onlar, Firdevs Cennetlerine vâris olurlar ve orada ebedî kalırlar.

Müminlerin, imanlarıyla ve bu imanlarının gerekleriyle elde ettikleri mutlak başarı ve kazanç, Firdevs Cennetleridir. Firdevs Cenneti hakkında Resûlullah’ın (sav) hadisini zikrederek yazımızı sonlandıralım:

Enes’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Rübeyyi’ binti Nadr’ın (ra) oğlu Hârise ibni Sürâka (ra), Bedir Günü kimin attığı bilinmeyen bir okla vefat etti. Annesi, oğlunun durumunu sormak içi Resûlullah’a (sav) geldi ve şöyle dedi:

‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana Harise’den haber verir misin? Eğer ki o cennete gittiyse sabrederim. Ama eğer ki ateşe gitmişse onun için çok fazla ağlayacağım.’

Resûlullah (sav) şöyle cevap verdi:

‘Ey Ummu Hârise, senin oğlun cennete gitti hem de Firdevs-i A’la’ya. Firdevs Cenneti, cennetin en güzel, en üstün ve en yüksek yeridir.’ ”[19]

Selam ve dua ile…


[1]. 23/Mu’minûn, 9-11

[2]. 23/Mu’minûn, 1

[3]. 23/Mu’minûn, 9

[4]. El-Edebu’l Mufred, 308; Es-Sunenu’l Kubrâ, Nesai, 11287

[5]. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 2/87, h-f-z maddesi

[6]. El-Mufredât, s. 244 vd., h-f-z maddesi

[7]. bk. 2/Bakara 238; 6/En’âm 92; 70/Meâric 34

[8]. 70/Meâric, 23

[9]. 23/Mu’minûn, 9

[10]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 15/262, 51418 No.lu rivayet

[11]. age, 15/263, 51422 No.lu rivayet

[12]. 2/Bakara, 238

[13]. 38/Sa’d, 35

[14]. Buhari, 461; Müslim, 541

[15]. Buhari, 751

[16]. 19/Meryem, 59

[17]. 19/Meryem, 58

[18]. 4/Nisâ, 142

[19]. Buhari, 2809; Tirmizi, 3448

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver