İkindi namazları kılınmış akşam zikirlerini yapanlar birer birer mescitten ayrılmıştı. Tek tük kimseler vardı koca mescitte. Rafi ve arkadaşları da Peygamber’in amca oğlu Cafer’i bekliyordu. Cafer küçük oğlunu da yanına alıp gelmişti. Çocuklarla selamlaştıktan sonra başladı anlatmaya…
Mekke’de çok can yakıcı günler yaşanıyordu. Peygamber’in sahabesine işkenceler ediliyor, sahabeler dininden taviz vermeye zorlanıyordu. Bu dönemde Allah müminlere her zorluğun ardından bir kolaylığın olduğunu hatırlatıcı bir sure indirdi. Kehf suresi… Bu sure Ashab-ı Kehf, Musa’nın aleyhisselam Hızır aleyhisselam ile yaşadığı olay ve Zülkarneyn kıssasını içeriyordu. Bu kıssalar müminleri biraz da olsa rahatlatmıştı.
Kısa bir süre sonra da Zümer suresinden bir ayet indi. Allah “arzının geniş olduğunu” söylüyordu müminlere. Bu açıkça hicret için bir izin idi. Rasûl, damadı Osman ve kızı Rukiyye de dahil olmak üzere bir grubu Habeşistan Kralı Ashame’nin ülkesine yolladı. Neden Habeşistan derseniz, bu kral adaleti ve misafirperverliği ile ün yapmıştı.
Müslümanlar Kureyş’e görünmeden bir gece vakti yola çıkmışlar ve sahilde Habeşistan’a giden bir ticaret gemisine binmişlerdi. Ve oraya vardıklarında artık daha rahattılar. Burada hemen hemen dört ay gibi bir süre kaldılar ki Mekke’den bir haber geldi. Mekkeli müşrikler Müslüman olmuştu bu habere göre. Bunu duyan kafile geri dönme kararı aldı. Mekke’ye yaklaştıklarında ise durumun hiç de öyle olmadığını anladılar.
— Bu asılsız haber de nereden çıkmıştı Cafer Amca?
— Rasûlullah bir gece Kâbe yakınlarında Kur’an okurken azılı müşriklerden bir grup da onu gizlice dinliyormuş. Rasûl o kadar güzel okuyormuş ki onlar bu okuyuşun etkisinde kalmışlar. Tam ayetin sonun gelince Canım Peygamber’im secde etmiş ve onu dinleyen adamların hepsi gayrı ihtiyari secdeye kapanmışlar. Bu olay Mekke’de büyük dedikodular sebep olmuş. İşte bu haber Habeşistan’a Mekke Müslüman oldu diye yansımış.
Müslümanlardan kimi işin içi yüzünü öğrenince geri döndü, kimi birilerinin himayesine girerek Mekke’ye girebildiler. Fakat bu hicretten sonra Mekkeliler onlara daha sert davranmaya başladı. Canım Peygamber’im de ikinci bir kafile hazırlanmasını emretti ve toplam seksen üç kişi yeniden hicret ettik.
Fakat bu sefer Mekkeli müşrikler boş durmadı. Amr bin As ve Abdullah bin Ebi Rebia’yı hediyelerle Habeşistan’a yolladılar.
Amr zeki bir adamdı. Meğer önce Hristiyan patriklerine bolca rüşvet vermiş. Bizi Kral’ın yanında destekleyin demiş. Kral’ın huzuruna çıkınca da:
‘Ey Kral! Şu an ülkende kavminin dininden ayrılıp, senin dinine de girmeyen, bambaşka bir din icat eden birtakım beyinsiz akrabalarımız bulunmaktadır. Bu akrabalarımızın babaları ve amcaları onları senden geri istiyorlar.’ demiş ; patrikler de hemen söze katılarak:
‘Onları teslim et bu temsilcilere. Memleketlerine geri götürsünler.’ demişler.
Tabi Kral adaletli. ‘Önce ülkeme sığınan bu adamları da dinlemeliyim’ diyerek bizi çağırdı. Biz hem korktuk hem heyecanlandık. Ne sorar, ne deriz diye telaşlandık. Müslümanlar beni sözcü seçtiler. Ve Kral’ın huzuruna çıktık.
Kral:
‘Neden kavminizin dininden ayrıldınız? Ve neden benim dinim ya da başka bir dine girmediniz?’ diye sordu.
Ben:
‘Ey Kral! Biz cahiliye içinde boğulan bir millettik. Putlara tapıyor, ölü hayvan eti yiyorduk. Fuhuş işliyor, akrabaları ziyaret etmiyor, iyi komşuluk yapmıyorduk. Güçlü olanımız zayıflarımıza hep zulmediyordu.
Biz bu durumda iken Allah bize içimizden soyunu, doğru sözlülüğünü, güvenilirliğini, iffet ve namusluluğunu bildiğimiz bir Peygamber gönderdi. Bu Peygamber bizi Allah’ın birliğine inanmaya, sadece ona ibadet etmeye, putları terk etmeye davet etti.
Bize doğru sözlü olmayı, emanete riayet etmeyi, akrabayı ziyaret etmeyi, güzel komşuluk yapmayı, haramlardan ve kan dökmekten el çekmeyi emretti. Bize fuhuş yapmayı, yalan söylemeyi, yetim malı yemeyi yasakladı. Namazı, zekat ve orucu emretti. Biz de ona itaat ettik. Puta tapmayı bırakıp tek olan Allah’a ibadet etmeye başladık. Bunun üzerine kavmimiz bize düşmanlık etti. Eziyet etti. Eski hayatımıza dönmemiz için bize baskılar yaptılar. Biz de senin ülkende kimseye zulmedilmediğini duyduk ve buraya hicret ettik.’ dedim.
Büyük bir sessizlik oldu. Kral bana:
‘Allah tarafından gelen ayetlerden ezberinde olan var mı?’ dedi. Ben de ona Sad suresini okumaya başladım. Hepimiz bir anda şok olmuştuk. Ben okudukça Kral ağlıyordu. Bana dönerek:
‘Şüphesiz bu sözlerle İsa’nın aleyhisselam söyledikleri aynı kaynaktan çıkıyor. Ey Kureyş’in temsilcileri. Gidin. Vallahi onları size teslim etmeyeceğim.’ dedi.
Hepimiz çok sevinmiştik. Amr’ın surat ifadesini görmeliydiniz, böyle bir sonuç beklemiyordu çünkü. Hışımla salondan çıktılar.
— Yürrrüüüü, taş arabasıııı…
— Ha ha haaa… Demek Müslümanları almaya gelirsin ha…Al sana siyaset Amr Efendi…
— Durun çocuklar çok sevinmeyin. Ertesi gün Amr çok şeytanca bir fikir ile Kral’ın huzuruna çıktı.
— Nasıl yani?
— Anlatıyorum işte. Amr bu yenilgiyi kabullenecek biri asla değildi. Kral’dan izin isteyip:
— Ey kral onlar İsa’nın annesi Meryem hakkında kötü şeyler söylüyorlar, dedi.
Kral tekrar bizi çağırdı. Ve onun hakkında ne bildiğimizi sordu.
Sözcü yine bendim. Kur’an’da Allah ne diyorsa onu söyleyecektim.
‘İsa, Allah’ın kulu ve elçisidir. İffetli ve hiç evlenmemiş Meryem’e Allah’ın ilka ettiği ruhu ve kelimesidir.’ dedim.
Necaşi yerden bir çubuk aldı ve :
‘Vallahi senin söylediğin şey ile benim inandığım İsa arasında şu çubuk kadar bile fark yok.’ dedi. Patrikler bundan hoşnut olmasa da Necaşi, Amr ve Abdullah’a bizi teslim etmedi. Getirdikleri hediyelerin hepsini onlara geri iade etti. Onlar da rezil olmuş bir şekilde Mekke’ye döndüler.
Böylece müşriklerin planları ters yüz olmuştu. Allah kullarını yardımsız bırakmamıştı.
İlk Yorumu Sen Yap