Evlilik/Nikâh akdi, ailenin temelini teşkil eder. Evlilik, kadın ve erkeğin kendilerine has olan bir mahremiyet ve paylaşım alanı oluşturmalarına ve insan soyunun devamının sağlanmasına imkân veren yegâne meşru müessesedir.
Allah (cc) Kur’ân-ı Kerim’de, insanlar için kaynaşıp huzur bulacakları kendi türünden eşler yaratıp aralarında ülfet, ünsiyet, sevgi ve merhamet meydana getirmesini kudretinin delilleri arasında saymıştır.[1] Eşlerin birbirleri için mecazi bir anlatımla libas/elbise konumunda olduğu belirtilmiş[2] ve neslin bozulmasına/toplumun ifsadına yol açacak her türlü gayrimeşru ilişki yasaklanmıştır.[3] Yine Kur’ân-ı Kerim’de nikâh akdi erkek tarafından kadına verilen sağlam bir teminat olarak nitelendirilmektedir.[4]
Evlilik, birçok ayette de belirtildiği üzere büyük mesuliyet gerektiren bir müessesedir. Bundan dolayı evlenemeyenlerin bu imkânı buluncaya kadar iffetlerini korumaları istenmiştir.[5] Kur’ân-ı Kerim, nikâh akdiyle beraber evliliğin her bir eşe tanıdığı haklar ve yüklediği sorumluluklar da dâhil, talaka (evlilik akdinin sona ermesine) kadar birçok hükme yer vermiştir.
Evlilik, her bir insan için bedenî ve ruhsal olgunlaşmayla beraber belli bir yaştan sonra zaruri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Nikâh akdi üzere yapılan evlilik, elde edilecek faydalarıyla hem erkek hem de kadın için tertemiz ve meşru bir çerçevede dünyada alternatifi olmayan ve sonu ahirette ebedî beraberliğe uzanabilecek bir hayat ortaklığının başlangıcıdır.
Resûlullah (sav) döneminden itibaren İslam ümmeti içerisinde evlilik ve aile kurumuna büyük önem ve değer verilmiştir. İnsanda fıtri olarak bulunan en güçlü dürtülerden biri de şehvettir. Bu ve daha birçok ruhsal, duygusal ve fiziksel ihtiyacın karşılanması zaruridir. Kişi her ne kadar konforlu bir hayat yaşıyor ve kendisini rahat hissettiği uyumlu bir çevre içerisinde bulunuyor olsa ve yüksek düzeyde bir eğitim kariyerine sahip olsa da söz konusu ihtiyaçlarının bu şekilde karşılanması veya teskin edilmesi mümkün değildir. Evlilik ihtiyacı bunların başında gelir.
İnsan hayatının sağlıklı bir şekilde idamesi nasıl ki yeterli beslenme ve barınma ihtiyacının karşılanmasıyla mümkün oluyorsa, insan neslinin meşru bir şekilde sürdürülmesinin yegâne yolu evlilik müessesesi için de aynı durum geçerlidir. İnsan fıtratındaki midevi ve şehevi açlık hissi, zevk ve lezzet olarak isimlendirilen özel bir duyguyla beraber yaratılmıştır. Bu ikisinden alınacak zevk ve lezzet hissi insanoğlunun dünya hayatında tadabildiği hislerden en güçlü ve en etkili olanlarıdır.
Fıtri değerlerini koruyabilmiş temiz yaradılışlı her insan kendisine bahşedilmiş olan zevk alma hissi sayesinde temiz ve hoş ile kirli ve pis olanı birbirinden ayırt edebilmektedir. Kötü duyguların insana galebe çalmasına ve bu suretle kişiye türlü fitnelerin önünün açılmasına engel olan en önemli vesilelerden biri de evliliktir.
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Ey Gençler! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik gözü harama bakmaktan korur. Tenasül uzvunu zinadan alıkoyar. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran bir gücü vardır.”[6]
Resûlullah (sav) başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
“Kişi evlendiğinde dininin yarısını tamamlamıştır. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun!”[7]
Bu Nebevi haberler evliliğin ne kadar büyük bir nimet olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Evlilik müessesesinin tek başına büyük bir nimet olması bir yana evliliğin, eşlerden her birine kazandırdığı sayılamayacak faydaları da vardır. Bunların da her biri ayrı ayrı birer nimettir.
Manevi yönü de açık olan ruhsal doyum, duygusal doyum ve tensel doyum gibi hususlarda kâmil bir itminan ve sekinetin sağlanabilmesi de ancak evlilik yoluyla gerçekleşebilir. Evlilik çağına gelmiş olan genç kızlar ve erkekler evlenmek suretiyle iffetlerini korurlar. Böylelikle kişiyi helake götürebilecek günahlardan korunmaları mümkün ve kolay olacaktır. Ayrıca hem nesillerinin devamını sağlayacak hem de kendileri için göz aydınlığı olacak çocuk sahibi olmaları da nimetlerin en güzelindendir.
Şükür ile Nankörlük Arasında Evlilik Nimeti
Evliliği ve evlilikle beraber elde edilen bütün faydaları İslam bizlere birer nimet olarak takdim eder. O hâlde her bir Müslim’in de evlilik müessesesine bakışı bu minval üzere olmalıdır. Bu bilince sahip kadın veya erkek hiçbir Müslim, aile fertlerini geçim, barınma veya eğitim gibi konularda asla bir yük olarak görmez. Böyle yapması hâlinde bunca değerli nimete karşı nankörlük etmiş olur. Hâlbuki nankörlük, nimetin elden çıkmasının sebeplerindendir.
Küfran-ı nimet, sahip olunan nimetlerin tamamen elden çıkmasıyla sonuçlanabilir. Evde, aile içerisinde bereketin kaybolması yahut eşler arasındaki sevgi, saygı ve sadakatin azalması veya tamamen bitmesi şeklinde de neticelenebilir. Eşlerin her birisi birlikte var ettikleri ve âdeta cennetin dünya hayatındaki küçük bir şubesi gibi olan aile yuvasına, herkese nasip olmayan eşsiz bir nimet gözüyle bakmalıdır.
Atımlık bir damla su iken ana rahminde cenine dönüşen insan, zayıf ve korunmaya muhtaç bir bebek olarak dünyaya gelir. İlerleyen evrelerde çocukluk ve daha sonra erişkin genç çağına ulaşır. Ömrü yetenler yaşlanarak güçsüz ve muhtaç birer pir-i fani olur. Bundan sonraki evrede ise Allah’ın değişmez sünneti olarak vefat eder. Tüm bu aşamalar Allah’ın (cc) insan için belirlediği ve değişmez/değiştirilemez kıldığı sünnetullahtır. Keza nimetler konusundaki sünnetullah da böyledir.
Şükreden bir kul olmak ancak elde edilen faydanın nimet olarak görülmesiyle gerçekleşebilir. Elde edilen bir kazanç yahut salih/saliha bir eşle yapılan evlilik nimet olarak görülmezse şükrün ifası da gerçekleşmeyecektir. Eğer şükür yoksa nimetlerin elden gitmesi mukadderdir.
Allah’ın (cc) kendisine mülk verdiği bir kimse eğer bu nimetin şükrünü hakkıyla ifa etmezse kişi elindeki mülkün kaybolmasıyla yahut bereketinin bitmesiyle ya da fakirlikle cezalandırılır. Mülk, güç ve kuvvet sahibi ise, “Ceza, amelin cinsindendir.” kaidesince fakirlik, zayıflık, mahrumiyet ve belki de zilletle cezalandırılır.
Kendi çevrelerinde evlilikten önce cevvaliyetleriyle bilinen eşlerden her biri evlendikten sonra durulmaya başlar ve sükûnete kavuşur. Bu durum aslında mutluluğu yakaladıklarının da bir göstergesidir. Evlilikle temeli atılan aile yuvası; kadın ve çocuklar için olduğu kadar ailenin meişetini temin etmek için çabalayan erkeğin de en çok mutlu olduğu, huzur ve sükûn bulduğu, yorgunluğunu ve sıkıntılarını unuttuğu ve mutluluğun tadına vardığı yegâne mekândır.
Evlilik kurumu özellikle günümüzde eşlerin her birisi için türlü güzelliklerin, huzurun, sekinetin ve saadetin vesilesi olduğu gibi onlar için âdeta ailenin kudsiyetine yönelen tehditlerden ve çoğu haramdan koruyucu bir kalkandır. Hayallerden amellere kadar bir iffet halesine dâhil olurlar.
Çocuk, bir evliliğin en güzel semeresidir. Gözleri ve gönülleri aydın kılan ve kalplerle beraber aile yuvasını sevince gark eden çocuklar aynı zamanda neslin devamının garantisi ve ebeveynin vefatı sonrası açık kalacak olan sadaka-i cariye vesilesidir. Şüphesiz ki bu da büyük bir nimettir.
Eğer kişi, bu nimetlerin büyüklüğünü, sürekliliğini ve değerini düşünmez, gereği gibi şükretmez ise bu durumda sünnetullah devreye girecektir. Değerini ve önemini hakkıyla takdir etmediği bu nimet kendisi için; altında ezildiği bir yüke, katlanılması zor bir sıkıntıya ve mahvedici bir mahrumiyetle cezalandırılmaya dönüşecektir. Huzur ve saadet her geçen gün ondan ve ailesinden uzaklaşacaktır. Bundan sonra artık kendisini huzursuzluğa neden olan tartışmalar, iddialaşmalar, ithamlar ve küskünlükler beklemektedir. Aile huzuru kalmayınca aile fertleri birbirinden kopar ve aynı evde yaşıyor olmalarına rağmen birbirlerinden uzaklaşırlar. Tıpkı imamesi kopan tespih taneleri gibi… İleriki süreçlerde aile bütünlüğünün korunması tehlikeye düşecektir. Şeytanın da telbisatı ve tezyinatıyla haramların cazibesi her zamankinden daha güçlü bir çekicilikle hissedilebilecektir. Eşler arasındaki sadakat, sevgi, merhamet ve şefkatin giderek azaldığı müşahade edilecektir. Çocuklar da bir süre sonra problem sözcüğüyle kurulan cümlelerin öznesi olacak, göz aydınlığı olan evlatlar artık kurtulunması gereken bir dert ve sıkıntı sebebi olarak görülecektir. Böyle tatsız ve hayırsız bir neticeye sebep olabilecek şükürsüzlükten Allah’a sığınılmalıdır.
Evlilik ve evlilikle beraber var olan aile hayatının Yüce Allah’ın büyük bir bağışı olduğu şuuru her daim canlı tutulmalı ve bu büyük nimetin her açıdan değerinin idrakinde olunmalıdır. Bu şuur canlı tutuldukça eldeki nimetin şükrü hakkıyla ifa edilebilecektir.
Şükür arttıkça nimet de artacak ve kul öyle bir hâle gelecektir ki Allah’ın lütuf ve ihsanları kalp ve bedeninin dolup taşacağı ölçüde bereketlenecektir. Nitekim Allah (cc) şükürle beraber kulları üzerindeki nimetini arttıracağını vadetmekte, küfran-ı nimette ısrar eden kullara ise vaidde/tehditte bulunmaktadır:
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ
“(Yine hatırlayın ki) Rabbiniz: ‘Andolsun ki şükrederseniz kesinlikle arttırırım, nankörlük ederseniz şüphesiz, benim azabım pek çetindir.’ diye ilan etmişti.”[8]
İkinci (2.) bölümün sonu devam edecek inşallah…
[1]. bk. 30/Rûm, 21
[2]. bk. 2/Bakara, 187
[3]. bk. 17/İsrâ, 32
[4]. bk. 4/Nisâ, 21
[5]. bk. 24/Nûr, 33
[6]. Buhari, 1905; Müslim, 1400
[7]. Şuabu’l Îmân, 5101
[8]. 14/İbrâhîm, 7
İlk Yorumu Sen Yap