Rafi ve arkadaşları eski neşelerine kavuşmuşlardı ama son günlerde yaşananlar her birinde geçmişe dair büyük bir merak uyandırmıştı. Rafi arkadaşlarına boykot yıllarıyla alakalı duyduklarını anlatmıştı. Her biri kulaklarına inanamamış, müşriklerin bu kadar acımasız olabileceklerini hayal dahi etmemişlerdi. Artık tüm vakit namazlarını Mescid-i Nebevi’de kılıyorlardı. Bunun sebebi Mekke’de Müslüman olan sahabilerle yakın temas içinde olmaktı. Onlarla aynı safta namaz kılıp, tespih ve duanın hemen ardından geçmişle alakalı hadiseleri soruyorlardı. Bazen saatlerce şaşkınlıktan ağızları açık vaziyette, çıt çıkarmadan anlatılanları dinliyorlardı.
Günlerden Cuma idi. Cuma namazı kılınmış, herkes gibi ufaklıklar da Rasûl’ün hutbesini pür dikkat dinlemişti. Cemaat mescitten yavaş yavaş çıkıyordu ki Bilal bin Rabah’ın bir direğin dibinde ayaklarını uzatarak oturduğunu gördüler. Tam zamanıydı. Hemen yanında durdular.
— Selamun aleykum Bilal amca.
— Aleykum selam çocuklar. Hayrola. Sizi mescide bağlayan şey de ne ? Neden dışarı çıkıp oyun oynamıyorsunuz?
Hubeyb kimseye fırsat vermeden hemen lafa atlamıştı:
— Biz bir araştırma yapıyoruz.
— Ne araştırması bu? Merak ettim doğrusu.
Rafi ve Salim bön bön Hubeyb’e bakıyordu. Acaba ne söyleyecek, nasıl bir manevra yapacaktı?
— Tarih araştırması Bilal amca. Geçmişte neler yaşanmış merak ediyoruz. Bu nedenle de en hayırlı arkadaşlara anılarını anlattırıyoruz.
— En son ne dinlediniz?
— Boykot yıllarını.
— Tamam, yarın sabah namazından sonra burada buluşalım. Ama sizi biraz üzeceğim.
— Yine mi hüzün?
Malesef, demekle yetindi Bilal ve uzandığı yerden kalktı, selam vererek uzaklaştı.
Medine’nin hareketli sokaklarına çıktı çocuklar. Akşama kadar oyun oynadılar. Tabi vakit namazlarını kaçırmadılar. Akşam namazının ardından evlerine çekildi her biri. Rafi yatsı için mescide gitmedi, biraz ateşi vardı. Annesi birkaç otu karıştırarak içirdi ve derin bir uykuya daldı. Zaten bu otların rahatlatıcı etkisi olmasaydı uyuması mümkün değildi. Her zamanki gibi yarın Bilal bin Rabah’tan neler duyacağı konusunda hayal kuracaktı. Neyse ki tatlı bir uyku ona engel oldu. Bu sayede iyice dinlenmişti. Vücudundaki kırgınlık gitmiş, canlanmıştı. Sabah namazı için abdest aldı. İki rekat sünnet namazı kılmıştı. Annesi onu izliyordu. Tekbir almasıyla selam vermesi bir olmuştu.
— Hayırdır evlat, bu ne acele? Namaz mı kıldın, tavuklar gibi yem mi topladın belli değil.
— Anne acelem var. Namaza yetişeceğim.
— Sakin ol oğlum. Namaza giderken ağır hareket etmelisin. Peygamberimiz öyle öğretiyor.
— Tamam anne… Ben çıktım.
— Babanı beklemeyecek misin?
— Görüşürüz anneeee…
Koşarak evden çıktı Rafi…Anlatılacakları çok merak ediyordu doğrusu. Peygamberin eşliğinde sabah namazını kıldılar. Herkes bir köşeye çekilmiş sabah zikirlerini yapıyordu. Üç arkadaş bir yandan elleriyle tesbih çekiyor, bir yandan da fıldır fıldır gözlerle Bilal’i arıyorlardı. Nihayet onu dün uzandığı direğin altında görmüştü Salim.
— Haydi avımızı buldum arkadaşlar, direğin dibinde, dedi.
Hep berber Bilal’e doğru yöneldiler. Bilal çocukları güler yüzle karşıladı. Yer verdi ve başladı anlatmaya:
— Boykot yıllarının hemen ardından çok geçmedi ki canımız Peygamberimiz ‘in amcası Ebu Talip hastalandı. Peygamberimiz bu duruma çok üzülmüştü. Çünkü amcası İslam davetinin ilk gününden beri onu korumuş, ona yardımcı olmuştu. Müşriklere karşı en büyük desteği amcasından görmüştü. Şimdi ise o çok hastaydı.
Peygamberimiz’i üzen bir başka durum ise tüm ısrarlarına rağmen amcası iman etmemişti. Sanki etmeye de pek niyetli değildi. Onu imandan alıkoyan şey kınanma duygusuydu. ‘Ebu Talib yeğeninin dinine girmiş, atalarının dinini terk etmiş.’ dedirtmek istemiyordu.
Mekkeli müşrikler Ebu Talib’in vefat edeceğini anlayınca yanına gittiler. Peygamberimiz’le kendi aralarında anlaşma sağlamasını istediler. Ancak Peygamberimiz, Allah’a iman etmedikçe onlarla anlaşmayacağını söyledi. Çok geçmedi ki amca Ebu Talib vefat etti. Peygamberimiz onun vefatına çok ama çok üzülmüştü. Düşünsenize çocuklar insanların çoğuna rahmet kapılarının açılmasına vesile olmuştu Peygamberimiz. Ama çok sevdiği amcası kafir olarak ölmüştü. Bu Nebi’ye çok acı vermişti. Hem biliyorsunuz Peygamberimiz’in babası daha o doğmadan vefat etmiş, altı yaşındayken de annesini kaybetmiş, dedesi ile yaşamıştı. İki yıl sonra o da ölünce amcasına teslim etmişlerdi küçük Muhammed’i. Sekiz yaşından bu zamana kadar hep onun yanındaydı. Bu yüzden de amcasının vefatı Nebi’yi sarstı.
Aslında Allah, Peygamberimiz ve amcası arasındaki bağ ile bize şunu öğretmişti: Yakınlarımız kafir de olsalar Allah’ın dini ile savaşmıyorlarsa onlarla iyi ilişkiler içinde olmamızda bir sakınca yoktur. Peygamberimiz, müşrik olmasına rağmen amcasına çok iyi davranmış, ona her fırsatta İslam’ı anlatmayı da ihmal etmemiştir.
Tam bu sırada Rasûlümüz’ün sevgili eşi Hatice de hastalandı. Peygamberimiz o zamana kadar tek eşliydi. Hatice’yle çok genç yaşta evlenmişti. Onu çok seviyordu. Sevgisinin en temel sebebi de Hatice annemizin ilk iman eden kişi olmasıydı. Nebi hep şöyle söylerdi bize:
“İnsanlar beni inkar ettiğinde, o bana iman etti. İnsanlar beni yalanladığında, o beni tasdik etti. İnsanlar beni engellediklerinde, o beni malına ortak etti. Yüce Allah onun çocuklarıyla beni rızıklandırdı.”
Ve biliyor musunuz çocuklar, bir gün Cebrail gelmiş ve Peygamberimiz’e;
“Ey Allah’ın elçisi! Hatice’ye söyle Rabbin sana selam etti. Sana cennette içinde hiçbir gürültünün ve yorgunluğun olmadığı bir köşk hazırladı.” demiş.
— Subhanallah… Bilal amca, bunu hayal etmek bile zor…Allah sana en büyük meleği ile selam yollayacak, dedi Rafi.
— Ve sana mükemmel bir köşk hazırlayacak, diye ekledi Salim.
— Evet çocuklar. Hatice annemiz iyi bir Müslümandı. Zengin bir kadındı ve tüm malını Rasûl’ün davası uğruna harcadı. Allah katında bu kadar değerli olan bir kadın, Peygamberimiz’in yanında da çok değerliydi tabi. O hastalanınca Rasûl’ün hüznü arttı. Çünkü bu hastalık ağırdı ve Hatice annemizin zayıf bedeni daha fazla dayanamadı, vefat etti.
— Peygamberimiz yalnız kaldı yani.
— Hep erkekler ölüyor, kadınlar yalnız kalıyordu. Buna alışmıştık da… Kadının ölmesi ve Peygamberimiz’in yalnız kalması gerçekten zor olsa gerek değil mi Bilal amca?
— Bilal amca, Müslümanlar hep acı çekiyor. Ya kafirlerden eziyet görüyor ya sevdiklerini kaybediyor … Bu nasıl bir imtihan?
— Bakın çocuklar. Medine çarşısına gittiğinizde iyi bir elbiseyi almak için en az ne kadar para harcarsınız?
— İyi bir elbise en az 60 dirhemdir.
— Bence yüz…
— Bahreyn malı bir elbise Medine çarşısında en az yüz dirhemdir. Doğru. Basit bir dünyalığı almak için bu kadar çok para ödüyoruz, cennet gibi paha biçilmez bir nimet için daha çok bedel ödemeliyiz değil mi?
— Yani cennet pahalı… Sıkıntılar da cenneti satın almak için ödediğimiz bedel öyle mi?
— Evet öyle. Hiçbir değerli eşya ucuz değil ki cennet ucuz olsun…
— Haydi, benim şimdi gitmem lazım küçük tarihçiler. Size bir tavsiyede bulunayım, Zeyd’i bulun. Zeyd bin Harise. Ona Rasûl’ün Taif seferini sorun. Çünkü o, seferde Nebi’nin yanındaydı.
Bilal son cümlesini de tamamlayıp selam vererek ayrıldı mescitten. Anlatılanlar onları üzmüştü ama Bilal’in son cümlesi ile kendilerine gelmişlerdi. Çünkü Taif seferini birinci ağızdan dinleyebileceklerdi. Şimdi Zeyd’i aramaya başlamalıydılar.
İlk Yorumu Sen Yap