Sıcak bir yaz günü serinlemek için denize girmişti çocuklar. Suda o kadar çok kaldılar ki gece her birinin ateşleneceğini tahmin etmiştik. Nitekim o serin sular üç gün ardı arkası kesilmeyen ateşin, ishalin ve kusmanın sebebi oldu.
İlk gün geçer düşüncesiyle ateşi kontrol altında tuttuysam da işin içine ishal ve kusma da girince acile gitmek şart oldu. Abiler geldiler ve üstündeki şort ve tişörtle acile götürdük oğlumu. Doktor kardeşimiz bizi karşıladı ve damar yolu açıp serum bağlattı. Küçük hastamız biraz kendine gelince rahatladık. Doktor ablamızla ayaküstü sohbete daldık. Bir ara Hanzala’nın üstündekilere gözüm takıldı. Kısa bir şort ve bir beden küçülmüş, üzerindeki meyve lekeleri geçmemiş bir tişört vardı üstünde. Anlayacağınız ev hâliyle alelacele hatta can havliyle gelmiştik hastaneye. Bunu dile getirince, “Acile üstünde ne varsa onunla gelinir abla.” dedi doktor kardeşimiz. “Bazen makyajını yapıp gelenler var, anlıyoruz ki acil değil bu hastalar…” Oğlumun pejmürde hâli, bir doktorun gözünde onun ne denli acil bir hasta olduğunun göstergesiydi.
10 Temmuz Pazartesi günü ekranlarda yine ev kıyafetiyle boy gösterecekti oğlum. O sabah erkenden kalktık. Kahvaltının ardından adliyenin yolunu tuttuk. Korku ve umudun dengede olduğu bir ruh hâliydi yaşadığımız. Hem tahliye bekliyor hem de tutukluluğun devam edeceği ihtimalini de göz ardı edemiyorduk. Adliyenin merdivenlerini tırmanırken gerginliğimiz hepten artıyordu. Salon kapısında duruşma sıramızın gelmesini bekledik. Birkaç kişiydik. Abiler, avukatlar, kayınbabam ve ben. Oğlum evde süt kardeşleriyleydi. Mahkemenin olacağından haberdardı. Evde beklemek istediğini söylemişti.
Bizden önceki duruşma bitti. Mübaşir çıktı ve sıranın bize geldiğini bildirdi. Teker teker girdik salona. Eşim SEGBİS ile bağlanmıştı. Kimlik tespitiyle başladı mahkeme. Başkan söz verdiği herkesi itinayla dinliyor, not alıyor konuşmanın kısaca özetini zapta geçirtiyordu. Savcıya söz hakkı verildi. Ağzının içinde konuşuyor, ne dediği pek anlaşılmıyordu. Dışarıdan bakınca pek de kasıntı görünüyordu. O özensiz cümlelerin içinden “Uzun tutukluluğu göz önünde bulundurularak sanığın tahliyesine…” diye devam eden bir tümce salonda yayıldı. Herkes şaşırdı. Bu şaşkınlığın ardından Allah’a (cc) hamdedip onu tekbir ettik fısıltıyla. Karar için ara verildi. Ardından içeri yalnızca avukatlar alındı. Kısa bir bekleyişin ardından gülen bir çehreyle çıktı avukat: Gözünüz aydın…
Gerçekten de gözlerimiz aydınlandı. Yaklaşık yedi yıldır üzerine karabasan gibi hüzün çöken gözlerimiz parladı. Buruk kalbimizin sancısı bir ânda şifa buldu, bükük boynumuz kametini buldu…
Telefonum çaldı. Oğlum arıyordu. Müjdeyi verince havalara uçtu. Alelacele çıktık adliyeden. Yanımdaki herkes karşılama telaşındaydı, bense yemek yapma telaşında…
Eve geldim. Oğlum süt annesinden gelecek, üst başını değiştirecek ve babasını görmeye gidecekti. Zile bastım. Hanzala indi, dediler. Bahçede yoktu, eve çıktım. Orada da yoktu. Tekrar bahçeye çıktım. Göremedim. Kayınbabamı aradım, “Biz onu aldık, çoktan yola koyulduk.” dedi. Üstünde sıradan bir tişört, ayağında terliklerle… Birkaç kişinin de dikkatini çekmişti bu pejmürdelik. “Bu ne hâl?” diye mesaj attılar. Bana göre bu; sevinçten havalara uçmanın, heyecandan yerinde duramamanın, babaya kavuşmak için üst baş değiştirecek zamanı kayıp görmenin kadraja yansıyan en güzel hâliydi. Acile üstündekilerle, yedi yıldır hasret duyulan babaya kavuşmaya terliklerle gidilirdi…
İlk Yorumu Sen Yap