يَٓا اَيُهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْ كُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı (dahi) günahtır. Tecessüs etmeyin/birbirinizin özelini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın/arkasından konuşmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi? (Nasıl da) tiksindiniz! Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[1]
Allah’ın (cc) adıyla,
Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Geçen ayki yazımızda, Hucurât Suresi’nin Müslimlere edep, ahlak ve Müslimlerin arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini öğreten; aralarındaki kardeşliği nelerin zedelediğini anlatan bir sure olduğuna değindik. Bu ayki yazımızda sureyi kaldığımız yerden okumaya devam edeceğiz.
Rabbimiz (cc), bir önceki ayet-i kerimede olduğu gibi kullarının izzetini ve hürmetini hem hazırda hem de gıyabında koruma altına almaktadır. Mümin bir kulun Allah (cc) katındaki değeriyle ilgili İbni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ben Resûlullah’ı (sav) Kâbe’yi tavaf ederken gördüm.
O şöyle diyordu: ‘Kokun ne kadar güzel, ne kadar muazzamsın, saygınlığın ne kadar büyük! Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki müminin malıyla, kanıyla Allah (cc) nezdindeki saygınlığı ve O’nun hakkında hayırdan başka bir zan beslememek senin saygınlığından daha büyüktür.’ ”[2]
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı (dahi) günahtır. Tecessüs etmeyin/Birbirinizin özelini araştırmayın.”
“Resûlullah (sav) bir yolculuğa çıktığı zaman, durumu iyi olmayan bir kişiyi iki kişiyle birleştirirdi ve bu iki kişi, o kişiye yardımcı olur, ona ikramda bulunurdu. Resûlullah (sav) Selmân’ı iki kişinin yanına tayin etti. Selmân eve geldiğinde uyuyakaldı ve hiçbir şey hazırlayamadı. Diğer iki kişi geldiklerinde yemek yapabilecekleri bir şey bulamadılar.
Selmân’a, ‘Resûlullah’ın yanına git ve ondan bizim için yiyecek ve katık iste.’ dediler.
Selmân, Resûlullah’ın (sav) yanına geldiğinde Resûlullah (sav) ona verebileceği bir şeyinin olmadığını söyledi ve ‘Usâme’ye git. Kalan bir şey varsa sana versin.’ dedi.
Selmân, Usâme’nin yanına gittiğinde Usâme, ‘Benim de yanımda bir şey yok.’ dedi. Selmân geri döndü ve durumu iki arkadaşına anlattı.
Bu iki kişi, ‘Usâme’nin yanında bir şeyler vardır da o cimrilik etti.’ dediler.
Sonra Selmân’ı başka sahabilerin yanına gönderdiler, onların da yanında bir şey bulamadan geri geldi.
Bu durum karşısında bu iki kişi, ‘Biz Selmân’ı Sumeyra Kuyusu’na göndersek onun dahi suyunu kuruturdu!’ dediler ve Usâme’nin yanında bir şeyler var mı yok mu araştırmaya gittiler.
Resûlullah (sav) onları görünce onlara şöyle dedi: ‘Nasıl oluyor da yediğiniz etin yeşil rengini ağzınızda görüyorum!’
Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Vallahi biz bugün ne et yedik ne de başka bir şey yedik.’ Resûlullah (sav), ‘Ama Selmân ve Usâme’nin etini yiyip durdunuz!’ dedi ve bu ayet nazil oldu.”[3]
İslam, sadece şahısların kalbine sekinet ve huzur getirmeyi amaçlamaz. Bununla birlikte toplumlarda da sekinet, huzur ve emniyeti sağlamayı amaçlamaktadır. Zannın yasaklanması, bu emniyet ve güven ortamını sağlayan temel ilkelerdendir. İslam’da zannın hiçbir bağlayıcılığı yoktur:
“Onların çoğu yalnızca zanna uyar. Doğrusu zan, (hak gibi kesin bilgiye/vahye dayanmaz. Bu sebeple de) hakkın yerine geçmez/hakkın verdiği (mutmainliği) sağlamaz. Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını bilir.”[4]
Resûlullah (sav) bununla ilgili şöyle buyurmuştur:
“Zandan sakının. Çünkü zan, sözün en yalanıdır. İnsanların sözlerine kulak vermeyin (tehassus), tecessüs (casusluk) yapmayın. Birbirinizin arasındaki alışverişi kızıştırmayın. Birbirinizi kıskanmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın (cc) kulları, kardeşler olun!”[5]
“Tecessüs etmeyin/birbirinizin özelini araştırmayın.”
Ayet-i kerimede geçen تجسس kelimesinin kıraati, bir rivayette تحسس yani ح ile gelmiştir. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in farklı kıraatlerle anlam ve ifade genişliğine örnek olarak verilebilecek bir misaldir. Tecessüs, kişinin gizli olan bir meseleyi araştırması ve onu öğrenmeye çalışmasıdır. Casus kelimesi de buradan gelir. Tehassus ise insanların konuştukları meseleleri araştırmaktır. Yani kim kime ne demiş, niye demiş diye kîlukâlin peşinden koşmaktır.
Rabbimiz bu ayetiyle müminlere şunu emrediyor: “Kardeşlerinize, onlardan ne açığa çıkmışsa ona göre muamele edin. Onların gizli durumlarını araştırmayın.”
Ayetin sebeb-i nüzulu olarak aktarılan kıssayı bir daha okuduğumuzda, zan ile tecessüsün birlikte yasaklanmasını daha iyi anlarız. Selmân’ın (ra) yanındaki iki adam ilk başta Usâme (ra) hakkında bir zan yaptılar. Bu zanları, onların bir sonraki masiyetlerinin temeli oldu ve gerçekten Usâme’nin (ra) yanında yiyecek var mı yok mu bunu araştırdılar yani tecessüs yaptılar. Ve sonrasında böyle bir ayetin muhatabı oldular. Böyledir, bir kişi önce bir kişi veya bir mesele hakkında kendince bir zanna, bir yargıya ve düşünceye sahip olur. Sonrasında bunu araştırmaya başlar, ne olduğunu, nasıl olduğunu soruşturmaya başlar. Ancak bu, yanlıştır. Kişinin buradaki maksadı “işin aslını öğrenmek” olabilir, bunu yapana karşı bizim hüsn-ü zannımız bu olsun, ancak şeriat bundan mutlak anlamda nehyetmiş, ayeti en iyi anlayan sahabe toplumunun ameli bu şekilde olmuştur.
“İbni Mes’ûd’a (ra) bir adam hakkında ‘Sakalından şarap damlıyor işte!’ dediler. İbni Mes’ûd (ra) şöyle dedi: ‘Bize tecessüs yapmak yasaklandı. Açıkça görmediğimiz bir şeyden dolayı sorumlu tutamayız.’ ”[6]
“Birbirinizin gıybetini yapmayın/arkasından konuşmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi? (Nasıl da) tiksindiniz!”
Rabbimiz örnek İslam toplumunu eğitmeye ve terbiye etmeye devam ediyor, düşünce dünyalarını imar edip nasıl düşünmeleri gerektiğini kullarına öğretiyor. Ayetin bu kısmında kardeşliğin sadece yüz yüze/yan yana olmadığını; birbirlerinin gıyabında da kardeşliğin devam ettiğini ve korunması gerektiğini vurguluyor.
Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) sahabesine şöyle sordu:
“ ‘Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’
Sahabe, ‘Allah (cc) ve Resûl’ü (sav) daha iyi bilir.’ dedi.
Resûlullah (sav), ‘Bir kardeşin hakkında onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmandır.’ buyurdu.
‘Ey Allah’ın Resûlü, eğer bu konuştuğumuz şey kardeşimizde varsa?’ diye sordular.
Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Eğer ki konuştuğun şey varsa gıybettir, yoksa iftiradır.’ ”[7]
Rabbimiz İslam toplumundaki huzur ve güveni zedeleyen bir diğer ahlaki hastalığı kullarına yasaklarken çok ağır bir benzetme yapıyor: Kardeşinizin ölü etini yemeyin! Gıybet, öyle büyük bir cürüm, öyle kötü bir hastalıktır ki Rabbimiz ölü eti yemekten sakındırır gibi sakındırıyor; bundan tiksindiğimiz gibi gıybetten tiksinmemizi istiyor…
Allah (cc) kullarına, bu dine bir bütün olarak, hayatlarının her alanını kapsayacak şekilde girmelerini emretmiştir:
“Ey iman edenler! İslam’a bir bütün olarak girin. Şeytanın adımlarına uymayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.”[8]
Müslimlere emredilen “Kardeşler olun!” buyruğu da bu hayatımızın her ânında ve alanında geçerli olmak zorundadır. Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı yerlerde İslam’ın emirlerine ve nehiylerine uygun davranmamak, münafıkların bir özelliğidir:
“Ey diliyle iman ettiğini söyleyen, fakat kalbine iman girmeyen insanlar topluluğu! Müslimlerin gıybetini yapmayınız. Onların ayıplarını araştırıp durmayınız. Çünkü kim onların ayıplarını araştırırsa Allah da onun ayıplarını araştırır. Allah (cc) kimin ayıbını araştırırsa; o ayıbı evinde dahi olsa açığa çıkarır.”[9]
Bir bütün olarak girmekle emrolunduğumuz bu dinin emirleri ve nehiyleri, sanal âlemde de geçerlidir. Reelde/Gerçek hayatta dikkat edilen hususlara elbette ki sosyal medyada da dikkat etmek Müslim’in vazifesidir.
Sosyal medyanın temeli, çarpık bir özgürlük anlayışına sahiptir. İsteyen istediğini konuşabilir, iddia edebilir, istediği kişi hakkında istediği ithamda bulunabilir! Ancak mümin özgür değildir, başı boş hiç değildir. O; Rabbinin kuludur, O’nun çizdiği sınırlar ve kurallar çerçevesinde yaşar. Dine bir bütün olarak girmekle emrolunmuş mümin bir kul, hayatının her alanında Rabbinin sınırlarını gözetmekle mükellef olduğu gibi sanal âlemde de mükelleftir. Mümin, sosyal medyada da istediği gibi bir başkası hakkında zan yap(a)maz, onun hakkında duyduğu bir bilgiyi yay(a)maz, onun hoşnut olmayacağı şekilde onun hakkında paylaşımda bulun(a)maz. Allah (cc) kullarını gerçek hayatta yaptıklarından hesaba çekeceği gibi sanal âlemde yaptıklarından da hesaba çekecektir. Hiç kimse O’nun katında -sözüm ona- anonim kalamayacaktır.
“Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”
Gıybet, kendisinden dolayı tevbe edilmesi gereken büyük günahlardandır. İslam âlimleri, gıybet günahından tevbe ederken kişinin, gıybetini yaptığı kişiden helallik dilemesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü gıybet, aynı zamanda kul hakkıdır.
Kişi kardeşinden helallik dilemesiyle birlikte Rabbinden de bağışlanma dilemelidir. Bir önceki ayet-i kerimede olduğu gibi Rabbimiz hata yapan kulları için tevbe kapısını göstermiştir.
“Kim de tevbe etmezse bunlar zalimlerin ta kendileridir.”[10]
[1]. 49/Hucurât, 12
[2]. İbni Mace, 3932 (Senedi hakkında konuşulmuştur.)
[3]. Kurtubî, El-Câmiu li Ahkâmi’l Kur’ân, Buruc Yayınları, 16/267; Tefsîru’l Beğâvî, Dâru’t Taybe, 7/344; Tefsîru’s Sa’lebî, Dâru İhyâi’t Turâs, 9/82
[4]. 10/Yûnus, 36
[5]. Buhari, 6066; Müslim, 2563
[6]. Ebu Davud, 4870
[7]. Müslim, 2589
[8]. 2/Bakara, 208
[9]. Ebu Davud, 4880
[10]. bk. 49/Hucurât, 11
İlk Yorumu Sen Yap